Hint ekonomist Amartya Sen (1933-), yazmış olduğu bu kitapta (İngilizce orijinal adıyla Identity and Violence: The Illusion of Destiny) kimlik ve şiddetin birleştiği noktalar ve etkileri üzerinden gitmiştir. Bazı yerlerde kendi kimliği ve yaşadıklarıyla bunları ele alan yazar, kitabı 9 bölüme ayırmış ve bu bölümlerde kimlik ve şiddetin bir aradalığından söz etmiştir.
Yazar, ilk bölümde, kimliğin, hem sıradan, hem de yüksek teorilere kadar çıkabilecek, bir yandan olumlu durumlar yaşatırken, diğer yandan olumsuz olarak en uç şekilde ve ölümcül sonuçlar doğurabilecek, aynı zamanda bir gruba bağlılıkla beraber, dışlayıcı bir unsur da olabileceğinden bahsetmektedir. Kimliğin dışlayıcılığı gibi etkilerle çatışmacı boyutlara gelmesi, şiddetin ortaya çıkması ve hatta ciddi tehlikeli boyutlara gelmesine neden olmaktadır. Yazar, aynı zamanda kimliğin belli özelliklerinden de bahsetmektedir. Bir kişi bir kimlik seçerken aslında ne tek bir kimliğe sahiptir, ne de her kimliğini aynı anda göstermektedir. Amartya Sen, önemli olanın daha çok kimliğimizi belirlerken yaptığımız tercihler olduğundan bahsetmektedir. Bu tercih, açıkça yapılmak zorunda da değildir. Önemli olan, tercih yapılırken yapılan tercihlerin asıl kimliğin yanında diğer kimliğin ne önem atfettiği olmaktadır. Bunun yanında, kimlik tercihiyle beraber başkalarını buna ikna etmek ve onların gözünden hangi kimlikle görüldüğümüz de önemli bir durumdur. Dışarıdan bu görünümünü, belki kişi kendi bile fark edemeyebilir. Bununla beraber, eğer ki tercih hakkı varken o tercihi yokmuş gibi düşünüp akıl unsurunu kullanmazsa, bu durum muhafazakar sonuçlar da doğurabilmektedir. Yazar, bir yandan da Samuel Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” tezi üzerinden uygarlık çatışması durumundan bahsetmektedir. Sen, bunun yapmış olduğu kategorileştirmenin de daha çok din üzerinden olduğundan söz etmektedir. Aynı zamanda bunun bulanık alanlar oluşturduğundan, hatta eleştiren ve katılanların bile yanılabileceğinden bahsetmektedir. Din üzerinden yapılan kategorileştirmelerin ise, en çok da küresel terörizm ve çatışmalarda önemli bir etkisi olduğundan bahsetmiştir. Ayrıca din üzerinden eleştiri yaparken, yazar, İslam ve Müslümanlığın ayrımından da söz etmektedir.
İkinci bölümde, yazar, sadece kimlik değil, ona anlam vermenin de önemli bir durum olduğuna vurgu yapmaktadır. Elbette ki bunu yaparken kendi kimlik tercihinde diğer kimlikleri önemsizleştirmek ve tek bir kimliği tercih etmek önemli sorunlar doğurabilmektedir. Tercih yapılırken kullanılacak yöntem ise aklın kullanımı ve bunun yanı sıra alternatiflerin olmasıdır. Kimliklerin belli çeşitleri de vardır. Mesela “toplulukçu kimlik” bunlardan birisidir. Yazara göre, bu durumda, topluluk grubuna aitlik oluştururken, bunun yanında, o topluluk düşüncesini kişinin kendi benliği haline getirmesi gibi bir durum da söz konusu olabilmektedir. Bu da, kişinin bu kimliği kendinin egemen kimliği sayması durumuna yol açmaktadır. Ancak kişinin bir topluluğa ait olması, diğer ortaklık ve aidiyetleri yok saymasını gerektirmemektedir.
Üçüncü bölümde işlenen uygarlık çatışması ise, yazara göre bir kişiyi tek bir uygarlığa mensup görmek ve onu sınırlandırıp tek boyuta indirgemek anlamına gelmektedir. Bu durumlar da çatışmalara neden olabilmektedir. Tek bir boyuta indirgenen kimlikler, farklı boyutlar ve grupları da yok sayma gibi sorunlara neden olmaktadır. Ayrıca bunlar üzerinden örnekler vererek giden yazar, genel olarak bir Batı eleştirisi de yapmıştır.
Din, İslam ve Müslümanlık üzerine olan dördüncü bölümde, belirli örneklemelerle açıklamalar yapan yazar, dinin en uç örnek olarak terör için kullanılabileceğinden bile bahsederken, aynı zamanda İslam’ın bir aygıt olabileceğini, ancak Müslümanlığın tamamen İslam’dan farklı, hatta İslam’da belli kriterlere yerleşen insanlar olabileceği düşüncesinin yanı sıra, Müslümanların farklı düşüncelere sahip insanlar olabileceği gibi durumların da üzerinde durmaktadır.
Beşinci bölümde ise, yazar, Batılılaşmayı daha geniş bir biçimde açıklamıştır. Yazara göre, bu durumda ayrışma, daha doğrusu Batılılaşmaya karşı direnç, sömürgecilik zamanından gelen bir şeydir. Aynı zamanda herşeyin Batı’ya atfedilmesi üzerine farklı açıklamalar da yapan yazar, örnek olarak tarihsel açıdan Müslümanların da belirli tarihi gelişmelerde ön ayak olduğundan bahseder. Ancak kendileri bir ayrım yapıp dini temellerde kendilerini tanıtmadığından, tüm özelliklerin Batı adı altında görülmesi gibi bir durum oluşmuştur.
Altıncı bölümde, Amartya Sen, kültürden ve bununla beraber esaret anlayışından bahsetmektedir. Kültürel önyargılar ile sosyal gözlemin bir aradalığıyla teoriler doğabilmektedir. Ancak kültür üzerine, yazar, bazı belirlemeler yapmıştır. Ona göre; kültürün yaşam ve kimliklerin belirlenmesinde benzersiz bir rolü yoktur, homojen değildir, durağan değildir. Son olarak ise, sosyal algı ve eylemlerin diğer belirleyicileriyle etkileşimdedir. Kültürden bahsederken, elbette ki yazar çok kültürlülükten bahsetmeyi de ihmal etmemiştir. Kültürel özgürlük için çeşitlilik gerekmektedir ve bunun ortamını sağlayan ise ancak çok kültürlülük olabilmektedir. Ancak bu, her zaman olumlu sonuçlar da doğurmayabilmektedir. Kültür üzerinde bir de din üzerine ya da belirli kültürlerin çocuklar üzerine işlenerek bir aidiyetin verilmesi durumu da vardır.
Yedinci bölümde ise, yazar, küreselleşme üzerine yazmıştır. Küreselleşmenin, ekonomi ya da demokrasi gibi düşünüldüğü zaman yoksun ve bölünmüş yaşamlara katkılar sağladığı söylenebilmektedir. Ancak ekonominin tek başına kimlikleri tek bir kimliğe indirgeyecek bir yapı olduğu da unutulmamalıdır. Aynı zamanda küreselleşme içinde protestocuların varlığı ve onların yapmış olduğu küresel hoşnutsuzluk, kimlik duygusu ve etik üzerine eylemler ise belirli sorunlar olduğunu da gösterebilmektedir. Endişenin altında ise, küresel olgunun buradaki sınırların çok ötesine geçmesi durumu vardır. Ayrıca küreselleşmenin Batılılaşmaya neden olduğu gibi düşünceler, yazara göre yanlış bir teşhis olmuş ve bu yüzden bazı gruplar bu duruma karşı çıkmıştır. Aynı zamanda küreselleşmenin karşısında zenginleşme durumunun da olması farklı bir detaydır. Bununla beraber, yoksulluk ve yoksunluk da, tek başına olmasa da, farklı etkenler araya girecek olursa eğer tehlikeli boyutlara hatta şiddete gidebilecek bir durum olmaktadır.
Sekizinci bölümden bahsedecek olursak, bu bölümde çok kültürlülük ve özgürlükten bahseden yazar, burada çoğul tek kültürlülük şeklinde farklı iki yapının birlikteliğinden oluşan bir yapıdan söz etmiştir ve bunu da iki geleneğin birbirine değmeden var olabilmesi şeklinde anlatmaktadır.
Dokuzuncu ve son bölüme gelirsek eğer, bu bölümde daha çok düşünce özgürlüğüyle beraber teorilerden de bahseden yazar, şiddet üzerine tekil kimlik yanılsamalarının tehlikeli bir biçimde beslenip kışkırtılabilecek bir yapı olduğundan bahsetmektedir. Ayrıca yazar, tek bir sosyal gruba bağlı olma durumunun sakatlıkları olabileceğinden ve bunun nedeninin de insanların çok sayıda farklı ortaklık ve bağları olduğundan bahsetmektedir.
Genel olarak düşünüldüğünde, bana göre, kitapta pek çok tekrar ve aynı konu üzerinde sürekli dönülüp durulması ihtiyaçtan fazlası olmaktadır. Ancak aynı şekilde bazı konuların tekrarı, bahsedilen konu ve durumların vurgulanmasında faydalı da olmaktadır. Aynı zamanda yazarın kendi hayatı ve farklı gruplardan, aynı zamanda güncel ve tarihsel pek çok durumu kitap içerisinde örnekleyerek bahsetmiş olması da, kitapta bazı durumların açıklığa kavuşturulmasında önemli bir yer tutmaktadır.
Yasemin GÜRYUVA