Kitabın Künyesi: Henri Arvon, Anarşizm, Çeviren, Ahmet Kotil, İstanbul: İletişim Yayınları, 2014.
Kitap kapağı
Henri Arvon’un Anarşizm adlı kitabı dört kısımdan oluşmaktadır. Yazar, her kısımda ayrı alt başlıklar açarak, anarşizmin tarihsel gelişimini, felsefesini ve eylemsel özelliklerini anarşist kuramcıların görüşlerine yer vererek ayrıntılı bir şekilde ele alır. Yazar, “Giriş” kısmında anarşizmin İspanya İç Savaşı’ndan sonra tarihin karanlıklarına hapsolduğuna değinse de, 1960’lı yıllarda Avrupa’da başlayan öğrenci hareketleriyle yeniden ortaya çıktığını belirtir. Birbirinden habersiz olan Avrupa anarşizmiyle Amerikan anarşizminin bir aradaki varlığının, 19. yüzyılın sonunda anarşizmin büründüğü iki biçime güncellik kazandırdığını ifade eder.
Yazar, anarşizmin, liberalizm ve sosyalizm arasında yalpalayan bir toplumdan ilham alarak ikiye ayrıldığına dikkat çeker. Arvon, komünist anarşizmin öncülleri olan Bakunin ve Kropotkin’in liberalizme yönelik sosyalist açıdan eleştiriler getirdiğini belirtir. Akabinde, Max Stirner’in ismiyle özdeşleşen ve sosyalizmin liberal bir eleştirisi olan bireyci anarşizme değinerek, sosyalist düzenin katı toplumsal şeklinin ve siyasal örgütlenme pratiğinin bireyi ezdiğini belirtir. Anarşizmin tarihsel temellerini devlet ve toplum kavramlarıyla ele alan yazar, ilk olarak liberalizmin zaferi olarak nitelediği Fransız Devrimi’nin bireyi bir amaç olarak görmesine vurgu yapar. Devrimin bireyin tam ve eksiksiz gelişimine katkıda bulunduğuna değinen yazar, buna rağmen devrimin getirdiği özgürlüğü bir “serap” olarak nitelendirir. Yazar, devrimin; mülk sahibi olanları güvenceye kavuşturduğu, mülk sahibi olmayanları da köleliğe ittiğini belirterek, mevcut tezatlığın liberalizmi ağır bir açmaza sürüklediğine değinir.
Liberalizme ilkesel olarak karşıt olan iki grubun varlığından bahseden yazar, karşı devrimcilerin, modern devletin rasyonel ve soyut kuruluşunu reddettiğini söyler. Karşı devrimcilerin görüşünü aktarmaya devam eden yazar, onların, toplumun yeniden devlet içinde hayat bulması gerektiğine yönelik sözlerine atıf yapar. Arvon, “süper devrimciler” olarak tanımladığı ikinci grubun ise, hiyerarşik toplumsal yaşamı arzulayan gelenekçilerin aksine siyasal düzeyde kabul edilen ilkelerin toplumu da yönlendirmesi gerektiğine yönelik düşüncelerine dikkat çeker. Yazar, anarşizmin tarihsel kökenlerini de liberal sistemin egemenliği altındaki insan yaşamında, devlet ve toplum karşıtlığında arama yoluna gider. Arvon, anarşizmin devlet ve toplumu uzlaştırmak yerine devleti açıkça reddettiğine değinerek, toplumun da devlet dışı ilkelerle yeniden inşa edilmesi gerektiğinin altını çizer.
Yazar, devlet ve toplum karşıtlığında anarşizmin sunduğu fikirsel zeminin aynı zamanda anarşizmle sosyalizmi hem yakınlaştırdığına, hem de aralarına derin uçurumlar girmesine olanak tanıdığından bahseder. Devlet nosyonunun eleştirisinde her iki ideolojinin birbirine yakınlaştığını belirten yazar, toplumsal yaşamın yeniden inşası konusunda ise iki akımın çelişkiye düştüğüne değinir. Anarşizmi 19. yüzyılın toplumsal eşitsizliklerinden bunalan insanın bir tepkisi olarak gören yazar, devlet tarafından kandırılan bu insanın giderek devletten uzaklaştığını vurgular. Arvon, sosyalizmin, anarşizm gibi bireyin devlet tarafından ezildiğine yönelik düşünceye katıldığını belirtse de, anarşizm gibi devleti reddetmek yerine, devlet ve toplum karşıtlığında tarihin akışını kendisine bağlamaya çalıştığını ifade eder.
Yazar, tarihsel açıdan sosyalizmin devlete ve devletin içinde zorunlu olarak yer verdiği bürokrasiye atıfta bulunarak ve bu durumun sosyalizmde bir hayal kırıklığına yol açtığına değinerek, anarşizme olan ilginin yeniden arttığını belirtir. Anarşizmin tarihsel temellerine kısaca değinen yazar, onun felsefi altyapısını ise liberal düşüncenin ideolojik fikir hareketlerinde arama yolunu seçer. Anarşizmin felsefi temellerinin karanlık olduğuna değinen Arvon, yine de onun felsefi altyapısını büyük ölçüde Fransız rasyonalist bireyciliğiyle bu bireycilikten kaynaklanan Alman mutlak idealizminden aldığını belirtir. Yazar, rasyonalist bireycilikten kaynaklandığını belirttiği toplum sözleşmesine de değinerek, sözleşmenin yarattığı devlet kavramının zamanla çözüleceğini ve geriye bireyin istek ve arzularının kalacağını ifade eder. Arvon, rasyonalist bireyciliğin bu özelliğiyle farkında olmadan içinde anarşizmi taşıdığını da vurgular.
Yazar, anarşizmin felsefi temellerinin Fransız rasyonalist bireyciliğinden çok Alman mutlak idealizmine dayandığını belirterek Hegelci tekçiliğe atıf yapar. Nesnel gerçekliğin aklın eseri olduğunu ve özneyle nesnenin akılda bir araya geldiğini belirten yazar, özgün olan “ben”in egemenliğini savunan anarşizmin, Hegelci felsefeden etkilendiğinin altını çizer. Arvon, anarşizmin felsefi temellerinde pozitivizm ve evrimciliğin de yer alabileceğini vurgulasa da, bunların öğretinin sonraki aşamalarında ortaya çıktığına ve belirleyici bir rol üstlenemediklerine değinir. Yazar, tüm bunlara ek olarak, anarşist metinlerde İncil’den esintiler olduğunu da vurgular. Arvon, anarşizmin tutarsız ve belirsiz bir öğreti olmadığını ve tarihsel köklerinin 19.yüzyılın derinliklerinde saklı olduğunu söyler. Yazar, özsuyunu 19. yüzyıldan aldığını ifade ettiği anarşizmin, soyut özgürlük fikrinden gerçek özgürlük fikrine, egemen akıl kavramına ve “biricik ben” düşüncesine vurgu yaptığını belirtir.
William Godwin
Yazar, kitabın ikinci kısmında öğretiye katkı sağlayan 5 anarşist kuramcıyı yaşam öyküleri ve alana sağladıkları katkıya yer vererek açıklar. İlk olarak Godwin’i ele alan yazar, O’nun aklın serbestçe kullanılmasını engellemeyecek bir toplumsal durum aradığını belirtir. Yazar, O’nun ister despotik, ister demokratik olsun, devletin akla karşıt olduğuna yönelik düşüncelerine atıfta bulunarak, O’nun sadece devleti değil, hukuku ve özel mülkiyeti de saçma ve aklın düşmanı olarak gördüğünü söyler. Arvon, Godwin’in şiddet yanlısı olmadığına değinerek, onun etkisinin sınırlı kalmakla birlikte, otorite karşıtı üniversite gençliğini etkilediğini belirtir.
Max Stirner
İkinci anarşist kuramcı olarak Alman Max Stirner’i inceleyen yazar, Stirner’in devleti bir baskı aygıtı olarak gördüğüne değinir.
Pierre-Joseph Proudhon
Yazar, üçüncü olarak anarşist kuramcılar içerisinde önemli bir yeri olduğunu düşündüğü Proudhon’un düşüncelerine yer verir. Arvon, Proudhon’un düşüncesine bütünlük kazandıran kavramın adalet olduğunu belirterek, adalet ilkesinin içkin özelliğine vurgu yapıp, hiçbir otoritenin adaletin üstünde olamayacağını söyler. Adalet ilkesini detaylandırarak anlatan yazar, Proudhon’un adaletin gereği olarak özel mülkiyete karşı çıktığını, bununla da yetinmeyerek “ortak mülkiyet” kavramını yerdiğini ifade eder. Proudhon’un görüşlerini aktarmaya devam eden yazar, O’nun liberal rejimi güçlülerin zayıfları, komünist rejimi de zayıfların güçlüleri sömürmesi olarak tanımladığına değinir. Arvon, ister muhafazakar, ister sosyalist olsun, otoriteden bahseden herkesin Proudhoncu anarşizme göre baskıdan söz ettiğini işaret eder.
Mihail Bakunin
Dördüncü kuramcı olarak Bakunin’i ele alan yazar, onun ateist olduğuna değinerek, onun tanrı tanımazlığının kaba bir maddecilikten ziyade Tanrı’nın insan üzerindeki otoritesiyle alakalı olduğunu belirtir.
Lev Tolstoy
Son kuramcı olarak edebiyatçı yönüyle ön plana çıkan Tolstoy’a değinen yazar, O’nun romancı kişiliğinin anarşist tanıma uymadığını ifade eder. O’nun 1874’ten sonra fikir değiştirdiğine vurgu yapan yazar, bütün anarşist kuramcıları ilgilendiren devlet ve toplum arasındaki karşıtlığın Tolstoy’u ilgilendirmediğine değinerek, O’nun daha çok insan özgürlüğünü ele alan yönüne dikkat çeker. Yazar, dinsel anarşizmin temsilcisi olarak gördüğü Tolstoy’un, Hıristiyanlığı doğma haline getiren Kilise’ye karşı savaş açtığını ve Hz. İsa’nın öğretilerini aklın kendisi olarak gördüğüne yer verir.
Kitabın üçüncü kısmında anarşizm genel görüşlerine değinen yazar, 19. yüzyılın sonunda bireyci anarşizmle komünist anarşizm ayrımına dikkat çeker. Bireyci anarşizmin bireyin özerkliği bağlamında özel mülkiyeti koruduğunu belirten yazar, komünist anarşizmin ise ortak mülkiyeti savunduğunu aktarır. Anarşizmi iki farklı fraksiyon halinde inceleyen Arvon, anarşizmin, bireysel irade özerkliğini savunma endişesinden kaynaklandığına vurgu yapar.
Rousseau’nun toplum sözleşmesine de vurgu yapan yazar, bu sözleşmeyi “halk egemenliğine dayalı sefalet” olarak tanımlarken, aynı zamanda anarşist sözleşmenin özelliklerini aktarır. Arvon, anarşizmin tek bir sözleşmeye değil, bireyin farklı gereksinimlerini karşılayacak sınırsız sözleşmeye dayandığını ifade eder. Yazar, anarşist sözleşmenin kapsadığı alanın genişletilmesini “federalizm” olarak tanımlayarak, bu sayede anarşizmin çözülen devlet örgütünün yerini alacağını açıklar. Devletin aksine, federalizmin bireyin iradesini baskı altına almadığını, hatta bireysel iradenin sonsuza kadar çoğaltılmasına olanak sağladığını ifade eden yazar, federalizmin pozitif manada ilk kez Fransa’da, 1871 Paris Komünü’nde hayat bulduğunu belirtir. Komünün çökmesini “federalizmin iflası” olarak değerlendirmeyen yazar, bunun sadece Fransa’yla sınırlı kalmayıp evrenselleşmesinin gerekliliğine dikkat çeker. Anarşist federalizmin yapısı gereği her türlü demokratik formülü ve kolektivist hareketleri reddettiğini belirten Arvon, anarşizm hakkında bireyin mutlak özerkliğini korurken de bir toplumsal örgütlenmenin mümkün olabileceğini söyler. Anarşizm hakkındaki genel görüşleri tanımladığı üçüncü kısımda ahlaki görüşlere yer veren yazar, anarşizmin “ben”in mutlak haklarını savunduğuna dikkat çekerek, burjuva önyargıları olarak gördüğü tüm manevi ve toplumsal bağlardan kurtulmayı bencillik olarak tanımlar. Anarşizmin, ahlak hakkındaki düşüncelerinde anarşist kuramcıların görüşlerine yer veren yazar, anarşizmin insanı kendi özgürlüğünü hatırlamaya çağırdığını belirtir.
Henri Arvon
Dördüncü ve son kısımda anarşist hareketin tarihsel gelişimine değinen Henri Arvon, anarşist hareketle sosyalizmin I. Enternasyonal’de bireyin özerkliği üzerinden fikir ayrımına düştüğünü ifade eder. Bireyin özgürlüğünü savunan anarşizmin bireyi dikkate almayan ve onu soyut kolektivizme hapseden sosyalizmden ayrılan yönlerine dikkat çeken Arvon, bu durumun sadece bireyin özerkliğiyle sınırlı kalmadığını ve özel mülkiyet konusunda da ihtilafların yaşandığını belirtir. I. Enternasyonal’de umduğunu bulamayan anarşistlerin kendi federasyonlarını kurmaya başladığını aktaran yazar, yeni filizlenen bu yapıda İspanyol Federasyonu, İtalyan Federasyonu ve Jura Federasyonu olarak üç temsilcinin yer aldığını belirtir. Her federasyonun kendine özgü tarihsel gelişimine değinen Arvon, akabinde siyasi ve anarşist cinayetler olarak tanımladığı eylem yoluyla propaganda döneminden bahseder. Siyasi cinayetlerin yüceltilmesinin anarşizme özgü olmadığına vurgu yapan yazar, anarşist terörizmin kör şiddetini ve bayağı yanını tanımlar. Anarşist terörizmi tarihin içinden örneklerle aktaran yazar, çıkarılan kanunlarla anarşist terörizmin yerini devrimci sendikalizme bıraktığını belirtir.
Devrimci sendikalizmin örgütlenme yapısında sosyalizmin etkisinin bulunduğunu da belirten yazar, buna rağmen onu salt anarşizmin kendine özgü niteliği olarak tanımlar. Anarşizmin her türlü soyut otoriteye karşı çıkan yanına değinen Arvon, bu durumun işçileri içinde bulunduğu zor durumdan kurtardığını belirtir. Anarşizmin sendikal harekete sağladığı kazanımları detaylandıran yazar, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra sendikalizmin bittiğine değinerek, savaş sonrası anarşizmin sadece İspanya’da varlığını sürdürdüğünü ifade eder. İspanya’da bir konfederasyon ve buna bağlı vurucu güç mahiyetinde bir federasyon kurduğuna atıf yapan Arvon, anarşizmin tarihsel gelişiminde ilk kez belli bir süre zarfında İspanya’nın geniş bir kısmında hayata geçtiğini vurgular. Merkeziyetçi ve planlamacı devlete karşı çıkan anarşistlerin İspanya’daki kazanımlarına değinen yazar akabinde anarşizmin uğradığı bozgunu özetler. İspanya’da iç savaşın etkisiyle siyasal iktidar boşluğunun olduğunu da belirten Arvon, geleneksel devlet aygıtının üstlendiği görevleri anarşistlerin yerine getirmekte zorlandığını aktarır. Yazar, son olarak anarşistlerin 1937’de İspanya’da komünistlerle yaşadığı kanlı çatışmada güç kaybettiğine değinerek, Stalinci komutanların anarşistleri silahsızlandırmasını ve buna bağlı olarak toplumsallaştırmanın durduğunu belirtir. Arvon, bunu anarşizmin İspanya’daki bozgunu olarak tanımlar.
Henri Arvon’un kaleme aldığı Anarşizm adlı eser, anarşizmin tarihsel gelişimini bizatihi anarşist kuramcıların görüşlerine yer vererek, kendi özgüllüğü içerisinde aktarmasıyla, “tabu” haline getirilen anarşizm kavramını kuramsal yönüyle anlamamıza olanak tanıyan değerli ve titiz bir çalışmanın ürünüdür.
İsmail Uğur AKSOY