ABD Başkanı Donald Trump’ın İran nükleer programına ilişkin Kapsamlı Eylem Planı’ndan (JCPOA) geri çekilme kararı, uluslararası hukukun açık ihlali olarak görülmelidir. Bir yandan ABD yasalarına göre uluslararası çapta alınan bir karar ve imzalanan bir anlaşmanın dikkate alınmaması ne kadar yanlışsa, diğer yandan anlaşmadan geri çekilmenin kişisel yaklaşımlara dayanması da bir o kadar hatalıdır. Tek taraflı alınan kararın uluslararası hukuk ve siyasi anlayışa aykırı olduğu pek çok Amerikalı Cumhuriyetçi ve Demokrat temsilci ve senatörün açıklamalarından anlaşılmaktadır. Yasalara ve görev usulüne bakıldığında, Trump’ın kararı siyasi gerçeklerden, uluslararası hukuk ve siyaset dünyasından ve aynı zamanda ilke ve prensiplerden uzaktır.
Donald Trump, Başkanlık seçimlerinden beri kendini sağa-sola vurmuş tavuk gibi devamlı ifade etmeye çalışmakta ve kampanya süresince söylediklerini gerçekleştirmeye gayret etmektedir. Yani, bir ideal kişiliği ve bundan kaynaklanacak olan siyasi karizmayı düşünüp, “havuç-sopa” politikası yerine “tehdit-sopa” politikasının işleyişini ispatlamaya çalışıyor. Başka bir deyişle, söylediği şeyin aynısının yaptığını ispatlamaya çalışmaktadır ve hep “her istediğimi yapabilirim” mesajını dünya kamuoyuna telkin etmeyi yeğlemektedir. Trump, devamlı attığı tweetler ve medyadaki röportajlarıyla popülist politikasını yürütmektedir. Neredeyse iki yıla yakın bir süreçte dünya kamuoyu onun siyaseti diplomatik rekabet gibi görmediğini ve aksine diplomatik anlaşmaları ekonomik rekabet alanı olarak değerlendirdiğini anlamış durumdadır. Her defasında bir sözü dile getirerek medya aracılığıyla gündemde tutmayı denemesi, aynı zamanda her kararın altına çok değişik tarzda imza atması ve bir de bunu kameralar karşısında özgün ifadeyle sergilemesi, işte Trump’ın narsisist bir şahsiyete sahip olduğunun kanıtları sayılmalıdır. Ayrıca, devamlı önceki Başkanlardan özellikle Barack Obama’nın politikalarını eleştirmesi de yine onun bu duygusundan kaynaklanıyor. Trump, kendinin Obama’dan daha becerikli, hatta en başarılı, en radikal ve en etkili Başkan olduğunu ispatlamaya çalışıyor; kısa bir süre içinde kadrosundaki birçok kişinin işten ayrılmaları ve yerlerine Mike Pompeo ve John Bolton vs. gibilerin gelmeleri de bunun kanıtıdır.
Ancak bu noktada asıl mesele sadece kişisel değil, uluslararası çıkarların tehdit altına alınması olduğu için, bu konuyu ciddiyetle ele almak gerekir. Nükleer anlaşmadan geri çekilmenin ardından Amerika’nın artarak devam edecek kayıpları, bu ülkenin uluslararası anlaşmalardaki güvenilirliğine ciddi zarar verebilir. Uluslararası alanda birçok uzman ve hatta müttefikleri bile Trump hükümetini bu güvenilirliği baltalama konusunda zaten uyarmıştı. Hatta birkaç hafta bundan önce, Fransa, Almanya ve İngiltere (Birleşik Krallık) gibi önemli Avrupa ülkelerindeki üst düzey siyasi yetkilileri de bu konuda istişarelerde bulunmuşlardı. Tabi ki bu istişareler hem bölgesel, hem de bölge ötesi siyasi ve güvenlik konuları üzerinde olmuştur. Trump’ın kararı, ayrıca hükümetin Kuzey Kore ile nükleer müzakerelere başlamak istediği bir dönemde birçok yeni tedirginliklere sebep olacağı endişesini de beraberinde getiriyor. İç politik arenada ise, ABD’nin uluslararası çaptaki güvenirliliğine zarar verebileceği endişesinden dolayı, bu karar nedeniyle Trump hükümetine en kritik eleştiriler sadece eski üst düzey yetkililer değil, -Obama, John Kerry ve Hillary Clinton da dâhil olmak üzere- Demokrat Parti üyelerinin yanı sıra Cumhuriyetçilerden de gelebiliyor. Bundan dolayı, Trump hükümetinin yetkilileri, ABD’nin davranışını anlaşmanın “ihlal”i değil, anlaşmadan geri çekilme “withdrawal” olarak adlandırıyorlar. Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olan John Bolton bile, medya tepkilerine karşı bu olayı marjinalize etmek için “çıkış” ve “geri çekilme” kelimelerini kullandı.
Bildiğimiz üzere, nükleer anlaşmanın hükümlerine uygun olarak, ABD, İran’ın nükleer programdaki sıkı kontrolleri ve kısıtlamaları kabul etme taahhüdüne karşı nükleer yaptırımları kaldırmaya kararlıydı. Fakat Trump, Başkanlık kampanyası döneminden beri anlaşmanın Amerikan çıkarlarına aykırı olduğunu savunarak, bu anlaşmanın İran lehine korkunç ve tek taraflı çıkarlar sağladığına inanmaktadır. Bu bağlamda, ABD’nin anlaşmayı asla kabul etmemesi gerektiğini söylemiş ve sonunda da kararını vermiştir. Bununla birlikte, ABD tarafından eskiden uygulanmış olan ambargoların gündeme gelip uygulanacağını açıklarken, yeni yaptırımların da uygulanacağına vurgu yapmıştır. Nitekim 6 kişi ve 3 özel firma, İran Devrim Muhafızları’na destek vermek suçundan yeni yaptırımlar listesine girmiştir.
Trump’ın aldığı karara karşı, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, anlaşmayı imzalamış olan diğer 5 ülke (Çin, Rusya, Fransa, Almanya ve İngiltere) ile müzakereleri yeniden gündeme getirdiğini söylemiş ve itirazlarını beyan ettiği gibi diğer ülkelerin ABD’den farklı tutum sergilemelerini talep etmiştir. Bu arada, onlar tarafından İran’ın ekonomik çıkarları korunmadığı takdirde nükleer faaliyetlerin yeniden başlayacağını, NPT anlaşmasından ayrılacağını ve uranyum zenginleştirmeye yeniden başlayacaklarının açıkladı. Ayrıca dini lider Ayetullah Ali Hamaney, Avrupalılar hakkında şüpheli olduğunu söylerken, onların garantiler karşısından anlaşma içeriğine sadık kalacaklarına vurgu yaptı. AB Dışişleri ve Güvenlik politikaları Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini ise, İran’ı tutumunu koruyarak aceleci reaksiyon göstermemesi konusunda uyardı.
ABD’nin taahhütlerini bırakması ve Avrupa’nın öngörülebilir ekonomik taahhütlerini yerine getirmemesi ile birlikte, İran, Rusya ve Çin gibi ülkelere yönelecek. Bugüne dek tüm ABD Başkanları, 1979 İslam Devrimi’nden sonra İran rejimini bölgedeki mevcut düzende bir revizyonist olarak görüyor ve bölgedeki özellikle de İslam ülkelerindeki Kraliyet hükümetlerinin ve ABD müttefiklerinin zulmüne karşı çıktığına inanıyorlar. Bu nedenle, ABD, son 40 yıldır İran’a karşı her türlü politik ve ekonomik baskıyı uygulamaktadır. Elbette, ABD’nin İran’a karşı muhalefet politikası, İran’ın bölgesel stratejisinin yanlış anlaşılmasına dayanıyor. Çünkü İran’ın bölgesel politikası, olası bir ABD-İsrail saldırısına karşı “caydırıcılık” temelinde oluşturuluyor. Rejimin siyasi ve güvenlik istikrarına ek olarak, İran, aynı zamanda komşu ülkelerin istikrarına ve sınırlarından güvensizliğin ortadan kaldırılmasına da odaklanıyor. Bu nedenle, Irak, Afganistan ve Suriye’deki mevcut merkezi hükümeti desteklenmektedir.
Aslında 5+1 nükleer anlaşmanın imzalanması, ABD’nin İran’la ilişkilerini geliştirmeye hazır olup olmadığının test edilmesi amacıyla İran için bir başka deney ortamı sayılıyordu. Fakat Trump, anlaşmadan ayrılmasıyla birlikte, İran’daki hem reformist, hem de radikal gruplar açısından artık ABD-İran ilişkilerinin olası olmadığı ortamı ortaya koymuş oldu. Zaten İran’ın muhafazakâr ve yeni-muhafazakâr siyasi kanadı ABD’ye hiçbir şekilde güvenilmemesi gerektiği kanaatindedir. Bu kanat uzun yıllardır ABD ile olacak muhtemel müzakereleri yersiz bularak, Washington’ın İran’ın politik, ekonomik ve güvenlik bağımsızlığını ortadan kaldırmak ve İran rejimini devirmeye çalıştığını iddia etmektedir. ABD’nin ve özellikle de Trump’ın uzun süredir devam eden İran düşmanlığı, İran dini lideri Ayetullah Hamaney tarafından İran’ın dış politika önceliklerini belirlemede Batı ülkeleri yerine Doğu ülkeleri ile ilişkileri tercih etmesine yol açmıştır. Bu bağlamda, İran, Rusya ve Çin ile büyük sözleşmeler imzalamıştır. Bu durumda eğer AB troykası nükleer anlaşmada taahhüt ettiklerini sürdürmezse ve ABD gibi anlaşmayı etkisiz hale getirirlerse ve İran’ın ekonomik çıkarlarını sağlama almazlarsa, İran’ın Batı ile ilişkilere artık ilgi göstermeyeceği kesinleşecektir. İşte bu nedenle, AB temsilcisi Federica Mogherini, 12 Mayıs 2018 tarihinde AB’nin var gücüyle anlaşmayı koruyacağını ve eğer anlaşma tek taraflı feshedilecekse bu hakkın İran’a ait olduğunu açıkça beyan etti. Bilindiği üzere, İran’ın karşısında şu anda iki farklı seçenek bulunmaktadır:
1-) ABD dışındaki Fransa, İngiltere, Almanya, Çin ve Rusya ile anlaşmayı olduğu gibi sürdürmek ve ticareti devam ettirmek.
2-) Anlaşmanın tamamen hiçe sayılarak, İran’ın askıya aldığı nükleer faaliyetlerine tekrardan devam ederek uranyum zenginleştirmeyi sürdürmesi.
Bazılarına göre, AB ile ABD arasındaki Transatlantik Anlaşması (TTIP) gereği, AB, Trump’ın kararına uymak zorunda kalacaktır. Zira sadece 2017 yılında AB-ABD arasındaki ticari kapasite 623 milyar dolar olmuştur. Buna karşın, AB ile İran arasındaki ticari hacmi ise sadece 21 milyar olmuştur. Dolayısıyla, AB İran ile ticareti pek fazla önemsemeyecektir. Fakat bu konuda önemli olan sadece ekonomi ve ticari faktörler değildir. Washington’ın yeni politikasının bölgesel jeopolitik dengeler ve uluslar arası siyasal istikrar üzerinde de büyük bir olumsuz etkisi olacaktır. Çünkü bu kararla, bölgede İran ve ABD arasında herhangi bir işbirliği şansı sona eriyor. Son 10 yıldır ABD politikaları Orta Doğu’da ciddi krizlere yol açmıştır. ABD’nin Irak’a, Afganistan’a ve Libya’ya karşı askeri saldırıları, Yemen’deki Suudi saldırganlığına verdiği destek ve bölgedeki terörizmin artması, ABD siyasetindeki hataların sonuçları arasındadır. Nükleer anlaşma, iki ülkenin Orta Doğu’daki krizleri çözmek için birlikte çalışabilme şansını yaratmıştır. Nükleer anlaşmanın ardından, İran, Suriye’deki uluslararası barış görüşmelerine davet edilmiş ve İran’ın varlığıyla Suriye’deki krizin önemli bir kısmı çözülmüştür. Bunu uluslararası toplum bile vurgulamaktadır. Çünkü İran’ın Suriye’deki rolü ve Irak ve Suriye’deki terörizmle mücadelesi sonucunda Irak ve Suriye topraklarının bir kısmını DAEŞ’ten (IŞİD) kurtarılmıştır. Daha sonra, Astana müzakerelerinin şekillendirilmesinde İran açık şekilde kilit rol oynamıştır. Suriye krizinin çözümünde İran-Rusya-Türkiye arasındaki yakın işbirliği buna bağlı net bir örnektir. Dolayısıyla, İran, Suriye ve Irak’ta terörizmin ortadan kaldırılmasında da önemli bir rol oynamıştır. Ama şimdi, nükleer anlaşmanın terk edilmesiyle birlikte, Trump Orta Doğu’da henüz tamamen bitmemiş olan terör kanserini yeniden şiddetlendirmiş olacaktır. Trump’ın İran karşıtı sert tutumu sonucunda birçok sıkıntılar yeniden yükselecektir. İran-ABD Soğuk Savaş’ı, ayrıca İsrail’in sürekli İran aleyhtarlığı politikası, bölgedeki güvenliği tehlikeye soktuğu gibi, eski krizlerin şiddetlenmesine ve bölgedeki ve hatta bölge ötesindeki tahmin edilemeyecek diğer tehlikeli olayların gerçekleşmesine de zemin hazırlayacaktır. Önemli olan şu ki, bu karar belki de İran-Türkiye-Rusya üçlü işbirliğini ve Suriye krizinin çözülmesinde gerekli olan görüşmeleri de olumsuz etkileyecek ve yetersiz kılacaktır. Ayrıca İran yeniden nükleer çalışmalarına başlarsa, bu kez bölgede nükleer silah üretimi rekabeti artacak ve ülkeler arasındaki rekabet başka bir boyu kazanacaktır.
Sonuç olarak, ABD Başkanı Trump’ın İran karşıtı olan politikası ABD için kendi ayağına kurşun sıkmak gibidir. Çünkü bu politikayla, ABD, Orta Doğu’daki varlığını güçlendirmek zorunda kalacaktır. Buna karşı, bölgenin önemli güç dengesi sağlayan İran ise, hegemonyasını geliştirmeye çalışacaktır. İran, aynı zamanda kendini sağlama almak için bölgedeki stratejik tehditleri ortadan kaldırmaya çalışıyor. Bu durumda İran’ın varlığı olmadan Orta Doğu’da çeşitli krizleri çözmek mümkün değildir. İran tehdit edilirse, Suriye, Yemen, Irak ve Afganistan’daki krizler kesinlikle bitmeyecektir. Bu ülkelerdeki pek çok Hıristiyan’ın da İran’la ilgilendiğini ve bu ülkeye yakın durduğunu söylemeye gerek bile yok. Ayrıca bu anlaşmanın iptaliyle İran’ın nükleer silahlara ulaşma şansı da yükselecektir. Kısacası, Trump’ın anlaşmadan çıkma kararının temeli ne olursa olsun, bu karar, stratejik ve jeopolitik içerikten yoksundur.
Prof. Dr. Ghadir GOLKARIAN