Antonio Gramsci’nin siyaset kuramını anlatırken, daha önce de bahsetmiş olduğumuz belirli tartışmaları yürütmemiz gerekmektedir. İlk olarak, Marksizm’in Ortodoks ya da daha radikal dediğimiz kısmıyla Gramsci’nin teorileri farklılaşır. Zira eleştirel teorinin de bir parçasını oluşturan Gramsci’nin siyaset kuramını, daha çok Postmodernizm, çok kültürcülük, milliyetçilik, kolonyalizm, yeni toplumsal hareketler, katılımcı demokrasi ve nihayetinde küreselleşmeden ayrı ve bağımsız bir şekilde düşünemeyiz. “Hegemonya”yı, Gramsci, “rızanın formasyonu ve organizasyonu”nu anlamlandırmak için yeniden tanımlamış ve siyaseti dar anlamıyla salt olarak sadece devlet ve hükümet terimleriyle ifade etmemiştir. Okuduğumuz her bir kitapta, izlediğimiz her bir filmde, inandığımız bütün herşeyin içindeki bir dizi insan etkinliği, Gramsci’nin siyaset kuramının ana damarını oluşturmaktadır. Çünkü Gramsci, bu etkinliklerin her birinde politik bir sorun bulmaktadır. Örneğin, hükümet politikaları siyasetin içinde olduğu kadar, eğitim, dil, müfredat ve oy verme biçimlerimiz de siyasete dâhildir. Her birinin politik bir dili vardır. Yani şu halde diyebiliriz ki, Gramsci’nin siyaseti, politik bir dil yaratma sorununa da ilişkindir. Zira bu politik dili kullanırken, içinde barındırmış olduğu insan yaşamını ve toplumsal ilerleyişi de ele almaktadır. Bu sebeple, Gramsci’nin kullanmış olduğu dil, soyut kavramlara ve apolitik bir jargona sahip değildir.
Bu politik dilin ortaya çıkmasında, hiç şüphesiz Gramsci’nin Sardunya’da doğmuş olması ve akabinde burada elde etmiş olduğu gündelik ve pratik deneyimlerin etkisi büyüktür. Bu sebeple, Gramsci’nin politika macerasına başlamadan önce, onun hayatına dair kısa birkaç noktaya eğilmekte fayda vardır. Antonio Gramsci, 22 Ocak 1891 senesinde Sardunya adasındaki Ales’te dünyaya gelmiştir. Machiavelli’nin (Makyavel) uzun uzun bahsettiği siyasal birlik sorunsalı, Sardunya için de bir süre devam etmiştir. Zira ada, M.Ö. 6. yüzyıldan bugüne kadar Kartacalılar, Romalılar, Bizanslılar, Aragonlular gibi çeşitli güçlerin egemenliği altında birliğini sağlamaya çalışmıştır. 1861 yılındaysa, ada, İtalya’nın bir parçası olmuştur. Halk isyanlarının ve siyasi geriliminde artmış olduğu bir dönem içerisinde, Gramsci doğmuştur. Adayı temelde özel yapan üç nokta bulunmaktadır. İlki, adanın içerisinde yer alan kaynakların çeşitliliğidir. İkincisi, ada içerisinde yaşayan insanların emek gücüdür. Son olaraksa, bu emek gücü ve kaynakları sömüren yabancı yöneticilerin varlığıdır. Bölgeyi önemli kılan kaynakların arasında tarım ve hayvancılık ile Sulcis-Iglesiente madenlerinden çıkarılan kömür vardır. Güney’de durum böyle ilerlerken Kuzey’de işler değişecektir.
Kuzey’de 1861 yılında İtalya’nın siyasal birlik sürecine Piedmont liderlik edecek ve Torino, İtalya’nın ilk başkenti olacaktır. Fakat bu süre içerisinde yaşanan sömürünün artmasından dolayı, Kuzey-Güney sorunları baş göstermeye başlayacaktır. Gramsci, bu meselelere Hapishane Defterleri eseri içerisinde uzun uzun yer vermiştir. Hatta Kuzey-Güney meselesi, ilerleyen zamanlarda konuşacağımız Eylem Partisi-İtalyan Partisi-Burjuva meselesinin temelde belirleyicisi olacaktır. Yine Gramsci’nin metodolojisini oluşturan toplumsal sınıf tartışmasının temel odak noktası Kuzey-Güney meselesine dayanmaktadır. Peki, Kuzey-Güney tartışmasını ele almadan önce düşünmemiz gereken noktalar ve dayanağını Kuzey-Güney meselesi oluşturan noktalar nelerdir?
Liderlik Sorunu
Gramsci’nin liderlik sorunu üzerinden ele alacağımız entelektüel ve ahlaki liderlik mevzularının kökeninde, ideolojik hegemonya bulunmaktadır. Hegemonyanın ise, Gramsci’deki tarihsel altyapısını entelektüel ve ahlaki liderlik mevzusu oluşturmaktadır. Gramsci, baskı ve rızayı aktarırken, bahsetmiş olduğu hegemonya ile bağlantılı olan liderlik sorununun Kuzey ve Güney meselesiyle olan bağını; Köylü Rızasının Örgütlenmesi, Köylülerin Siyasete Katılması, Machiavelli’deki yurttaş-ordu meselesiyle ortaya çıkan mücadele pratiklerinde görmemiz mümkündür.
Bu sebeple, Kuzey-Güney meselesinin altında daha derinden gözlemleyebileceğimiz köylülerin devletle ilişkilendirilmesi vardır. Zira Kuzey’in zenginliği, Güney’in fakir olması ve sömürülmesiyle her ikisinin pratikte ittifak yapamaması taşrayı kente bağımlı bir hale getirmiştir. Bu yüzden, Gramsci, köylü rızasının örgütlenmesini önemsemektedir. Zira İtalyan ulusal devletinin özgür güçsüzlüğü ve ardından İtalya’da Faşizmin iktidara gelişiyle beraber, bu sorunların temelde ne kadar önemli olduğunu görebiliriz. Köylülük, ulusal birlik içerisine çekilemediği için ve toprak reformu gerçekleştirilemediğinden dolayı köylüler güçlenememiştir. Bu yüzden, köylüler, bağımlı hale gelmişlerdir. Zaten Kuzey’in işçi sınıfıyla, Güney’in köylülüğü pratikte ittifak oluştursaydı, 1917 (sosyalist devrim), İtalya’da da peki hala gerçekleşebilirdi.
Gülçin SAĞIR
Ek Okumalar İçin Öneri: Peter Ives, Gramsci’de Dil ve Hegemonya, çev. Ekrem Ekici (İstanbul: Kalkedon Yayınları, 2011)