Venezuela’daki siyasal çekişmelerin dünya kamuoyunun bir numaralı gündemi haline gelmesine neden olan olaylar 23 Ocak 2019 itibariyle Venezuela Ulusal Meclisi’nin seçilmiş Başkanı Juan Guaidó’nun anayasanın verdiği yetkilere dayanarak kendini Venezuela’nın Geçici Devlet Başkanı ilan etmesiyle başladı. Aynı gün içinde ABD Başkanı Donald Trump ve çok sayıda Latin Amerika lideri, Guaidó’nun Başkanlığını tanıdıklarını ilan ettiler. Bununla beraber, bu süreçte Guaidó’nun Başkanlığının yalnızca ülkeyi en kısa zamanda yapılması beklenen demokratik seçimlere götürecek bir “geçici Başkanlık” olarak tanındığını belirtmekte yarar var.
Juan Guaidó vs. Nicolas Maduro
İlerleyen saatlerde, Dünya Ekonomik Forumu için Davos’ta bulunan Brezilya ve Kolombiya Devlet Başkanları, Peru Başkan Yardımcısı ve Kanada Dışişleri Bakanı birlikte kameraların karşısına geçerek ortak bir açıklama yaptılar. Söz alan liderler, Juan Guaidó’yu Venezuela’nın geçici Başkanı olarak tanıdıklarını ve desteklediklerini açıkladılar. Yine Venezuela’nın ALBA’daki ortaklarından ve Hugo Chavez ve Maduro yönetimlerinin yakın müttefiklerinden Ekvador’un yanı sıra Şili, Arjantin, Kosta Rika, Guatemala ve Paraguay da resmi açıklamalarla Guaidó’nun Başkanlığını tanıdıklarını ilan ettiler. Bölgenin büyük güçlerinden Meksika ise temkinli bir tutumla tarafsız kalmayı tercih ederken, Guaidó’yu tanımaktan kaçındı. Fakat Meksika’dan, ülkenin Maduro’yu desteklediğine yönelik özel bir açıklama da gelmedi. Bölgeden Maduro’ya açık destek ise yalnızca Bolivya ve Küba’dan geldi.
Tüm bu sorunların ve bölge ülkelerinin tepkisinin temelinde ise geçtiğimiz iki seçimde çok düşük katılım oranları ile Başkanlığa seçilen Maduro yönetiminin yasal meşruiyeti tartışmalarının ve muhalefetin yolsuzluk ve baskı iddialarının da ötesinde, derin bir insani kriz bulunuyor. Bu nedenle, Venezuela’da yaşanmakta olanlara siyasal bir çekişmenin ötesinde, son yıllarda ülkede yaşanan ağır ekonomik sorunların, açlığın, ilaç yokluğunun ve kamu hizmetlerinin yetersizliğinin sonucunda ortaya çıkan bir meşruiyet krizi olarak bakmakta yarar var. Nitekim geçtiğimiz yıllarda medyada sıklıkla yer alan Venezuela’dan gelen yağma görüntüleri, gözlerin uzun süreden beri siyasal ve ekonomik krizle mücadele eden ülkeye çevrilmesine neden oldu. Gösterilerin ve mağazalar önünde yaşlıların ve kucağında bebekleriyle kadınların saatlerce bekledikleri kuyrukların günlük yaşamın bir parçası haline geldiği Venezuela’da, yağma ve şiddet olayları artık benzer biçimde sıradanlaştı. Yüksek enflasyon, düşük maaşlar ve ithalat kısıtlaması nedeni ile yaşanan gıda ve mal kıtlığının yol açtığı kriz sürerken, ülkenin çeşitli kentlerinde süpermarketlerin, mağazaların, tahıl ambarlarının ve canlı hayvan taşıyan kamyonların yağmalanmasına neden oldu. İnsanları canlı tavukları çalmaya iten, süt bulunamadığı için çocukların yetersiz beslenme nedeniyle hastalandıkları, okula aç gittikleri, hastanelerde ilaç temini sıkıntısının yaşandığı ülkede ortaya çıkan gıda ve ihtiyaç maddesi kıtlığı, son olarak devleti karne usulü ile yiyecek dağıtımına sevk etti. Yağma olayları ve gösterilerde ölenler ve yaralananlar olurken, çok sayıda kişi de gözaltına alındı. Nitekim UNICEF başta olmak üzere uluslararası kuruluşlar ve yerel yetkililer, Venezuela’daki gıda yetersizliğinin çocuklar ve gelecek nesiller üzerindeki etkilerine dikkat çekmektedirler.
Yönetimin krizden muhalefeti sorumlu tutarak siyasal uzlaşı için adım atmazken, halk son çare olarak komşular Kolombiya ve Brezilya başta olmak üzere bölge ülkelerine iltica etmeye başladı. Göç eden yüzbinlerce Venezuela’nın Kolombiya’ya yığılması, ülkeyi BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nden yardım almaya itti. Brezilya ise, gelen Venezuelalı mültecilere yönelik özel yardım programları uygulamaya koyarken, yerel halk ve mülteciler arasında çatışmalar da yaşandı. Gelinen noktada Venezuela’da binlerce sıradan insanın karıştığı yağma olaylarını bir fırsatçılık veya suç patlaması olarak değerlendirmek mümkün değilse de, ülkedeki sorunlara eşlik eden bir de suç patlaması yaşanmaktadır. Kıtlık ve yönetim zafiyeti nedeniyle karaborsacılık önemli bir meslek haline gelirken ve Venezuela, Latin Amerika’da cinayet oranlarının en yüksek olduğu ülkeler arasına girmiştir.[i]
Venezuela’daki ekonomik ve siyasal krizin neden olduğu sorunların ortaya çıkış nedenleri ve derinleşmesinde ise kötü yönetimin mi, yoksa Başkan Maduro ve çevresinin iddia ettikleri gibi muhalefetin ve gıda stoklayan büyük firmaların mı etkisinin olduğu tartışılmaktadır. Fakat ülkeyi 1999’dan beri önce Chavez’in sonra da halef seçtiği Maduro’nun yönetiyor olmaları, sorunların derinleşmesinde muhalefetin payı olmuş olsa bile yönetimin yetersizliklerini göstermektedir. Ülkeyi yaklaşık 10 yirmi yıldır yöneten iktidarın, önce tuvalet kâğıdı gibi ihtiyaç maddeleri kıtlığıyla başlayan, yıllar içinde ilerleyen ve nihayetinde Venezuela’yı gıda ve ilaç kıtlığıyla başbaşa bırakan gelişmelere zamanında müdahale etmekte neden yetersiz kaldığı ise, muhalefete ve dış basına yönelik eleştiriler ve ABD karşıtı beyanlar dışında açıklanamamaktadır.
Diğer taraftan, Chavez ve Maduro dönemleri arasında ülkedeki siyasal ve ekonomik durum ve bölgesel koşullar bakımından önemli farklar vardır. Chavez’in ilk kez Başkan seçilmesinden bu yana var olan Venezuela yönetimi ve muhalefeti arasındaki sorunlar Chavez’in halk arasındaki yüksek popülaritesinin sağladığı avantaj, ülke ekonomisinin gelişme göstermesi ve hatta ALBA projesi ile Venezuela’nın Güney Amerika’yı yönlendirmeyi hedeflemesi ve Brezilya başta olmak üzere bölge ülkelerinin taraflar arasındaki yatıştırıcı rolü nedeniyle kalıcı bir krize dönüşmemişti. Chavez’in hastalığı dönemindeki işaretiyle 2013 yılındaki vefatının ardından, Nicolas Maduro Devlet Başkanlığına seçildi. Fakat Maduro, halk nezdinde Chavez’in popülaritesine sahip olamadı. Ekonomik sorunlar iktidarın elini zayıflatırken, ülkede muhalefet ve iktidar arasındaki ayrımı derinleştirdi. 2015 yılı sonunda yapılan seçimlerde parlamentoda muhalefetin çoğunluğu kazanması ise yürütmeyi zor durumda bıraktı. Brezilya başta olmak üzere bölge ülkelerinde yaşanan siyasal sorunlar ve sol iktidarların değişimi ise, bu kez Güney Amerika’dan Venezuela’daki sorunların çözümüne etkili destek gelmesini engelledi. Krizin tetikleyicisi olan dünya petrol fiyatlarının düşüşü, temel üretimi ve ihracatı petrole dayanan Venezuela’yı zor durumda bıraktı. Ekonomik hayatı kontrol altında tutan devletin ihracat gelirlerinin düşmesine karşılık ithalatı kısıtlamasıysa, gıda ve ihtiyaç maddelerinin önce market raflarında azalmasına sonra da karaborsacılığa ve kıtlığa dönüştü. Yönetimin, açlık ve gıdaya erişim sorununu çözmek için planladığı Gıda Bakanlığı’nın koordinasyonunda evlere yiyecek paketleri dağıtma, kısacası karneyle yiyecek dağıtma uygulaması ise kimlere öncelik verileceği noktasında ayrımcılığa yol açacağı ve sorunu sürekli bir hale getireceği endişesi ile muhalefetin tepkisini çekti.[ii]
Bu gelişmelere rağmen, Venezuela’da iktidar ve muhalefet arasındaki tartışmalar, kıtlığın nasıl çözüleceğinden çok siyasal çekişmeler ve kimin sorumlu olduğu üzerinden yürütüldü. Yönetimin görüşlerini dile getiren Telesur’a göre, Venezuela yönetimini demokratik ve liberal olmamakla eleştiren Batı basını yanlış bilgi verirken, Venezuela yönetimi ülkedeki gıda ve ihtiyaç maddeleri sıkıntısını inkâr etmemekle beraber, durum dış basında yansıtıldığı kadar abartılı olmadığını iddia etti.[iii] Başkent Caracas’ın lüks semtlerindeki yiyecek dolu dükkânların fotoğraflarını servis eden yayınlara göre, Venezuela’da zengin kesim ayrıcalıklı ve refah içinde yaşarken yiyecek krizinden fakirler etkilenmektedir. İktidara göre, zengin kesimin desteklediği ve krizden sorumlu tuttuğu muhalefetin tek isteği Chavez ideolojisinin Venezuela yönetiminden çekilmesiyken, muhalefet suçu iktidarın para politikasında ve ekonominin devlet kontrolüne alınmasında bulmaktadır. Muhalefetin iktidarı ayrımcılık ve partizanlıkla, iktidarın ise muhalefeti bencillik ve hatta ırkçılıkla suçladığı bu ortamda en çok zarar görenler ise halkın fakir kesimleri oldu.
Fakat Venezuela’yı yalnızca siyasal çekişmelerin ve yetersiz yönetimin başarısızlığa sürüklediği bir devlet olarak ele almak eksik bir yorum olacaktır. Günümüzde Venezuela’da yaşanan gıda ve temel ihtiyaç maddeleri sıkıntısı, yalnızca ülkenin yaşadığı siyasal ve ekonomik sorunların halka yansıması ile ortaya çıkmamıştır. Yaşananlar aynı zamanda, Güney Amerika’nın yapısal olarak nitelendirebileceğimiz açlık ve gıda yetersizliği sorununun 21. yüzyıl versiyonunun Venezuela’da ortaya çıkışıdır. Dolayısıyla, kriz, Chavez ve Maduro’nun kötü yönetimi veya siyasal çekişmenin ötesinde, Venezuela modelinin de Güney Amerika’da açlık ve yoksullukla mücadelede kalıcı bir başarı elde edemediğini göstermektedir. Yakın geçmişten örneklere bakacak olursak, Arjantin’de büyükbaş hayvan taşıyan kamyonları yolda yağmalayıp hayvanları canlıyken parçalayıp eve götüren ya da yetersiz beslenmeden saçları beyazlayan çocukların görüntülerinin ekranlara yansıması çok eski değil… Sömürgecilik döneminden gelen uygulamaların devamı olarak ihracat yönelik büyük çaplı tarımsal ürün, hammadde, maden veya güncel olarak Venezuela’da yaşandığı üzere petrol üretimi yapılması ile halkı besleyecek gıda ve mamul mal üretiminin çeşitlendirilememiş olması, Latin Amerika’da yoksulluğun yanında yapısal açlık ve yetersiz beslenme sorunlarının ortaya çıkışına neden olmuştur. 1980’ler ve 90’larda yaşanan ekonomik krizler ve uygulanan neoliberal politikalar ise Latin Amerika’nın genelinde var olan gelir dağılımı eşitsizliklerini derinleştirirken, açlık ve yoksulluğun da içinde olduğu çeşitli nedenlerle Brezilya, Venezuela, Arjantin gibi ülkelerde yağma ve hırsızlık olayları artmış ve büyük şehirlerde halen devam eden suç sorunu ortaya çıkmıştır.
Nitekim 21. yüzyılda Güney Amerika’nın çoğu ülkesinde pembe dalga ile çeşitli varyasyonlardan sol eğilimli hükümetlerin işbaşına gelişleri ve dünya ekonomisinde yaşanan ekonomik büyüme paralelinde Brezilya başta olmak üzere bölge ülkelerinde yaşanan ekonomik kalkınma; açlık, gıda yetersizliği ve yoksullukla mücadelenin bu ülkelerdeki yönetimlerin önceliği haline gelmesine neden olmuştu. Uygulanan ekonomik modeller farklı olsa da, Bolivya, Brezilya, Venezuela gibi pek çok bölge ülkesi sosyal programlar aracılığı ile açlık ve yoksullukla mücadeleye yönelirken gösterilen çabalar sayesinde Latin Amerika ve Karayipler bölgesinin genelinde bu alanda önemli iyileşmeler yaşanmıştı. Fakat Venezuela’da yaşananlardan görüldüğü üzere ekonomik ve siyasal sorunlar ile devlet gelirlerindeki düşüş ne yazık ki 21. yüzyılda dahi, herşeyden önce insani bir sorun olan açlık adına Güney Amerika cephesinde değişen fazla bir şey olmadığını göstermektedir. Dolayısıyla, yaşanan krizlerin nedenlerini siyasal gerilimde olduğu kadar yapısal sorunlara kalıcı çözümler üretilemeyişinde de aramak gereklidir.
Görülüyor ki, bir asırdan uzun süredir bağımsız bir ülke olan ve 20 yıla yakın süredir Venezuela’nın sosyal ve ekonomik sorunlarının tek kaynağı olarak ABD’yi veya emperyalizmi görmek adil değil. Aksine, dünyanın en önemli petrol rezervlerinden birine sahip Venezuela’nın ekonomisi 20. yüzyılda petrol gelirlerine dayalı bir tüketim ekonomisi üzerine kuruldu. Sosyo-ekonomik eşitsizliklerin derinleştiği ülkede, sosyalizm ve eşitlikçi bir toplum vaadiyle iktidara gelen Chavez ve halefi Maduro ise, yine petrole dayalı bir ekonomi modeli kurdular. Bu süreçte bir yandan uygulanan sosyal programlar, sağlık hizmetlerindeki iyileşmeler ve eğitime yapılan yatırımlar, yönetim modeline yönelik destekleyici toplumsal tabanı sağlamlaştırdı. Diğer taraftan, yine başlıca alıcının ABD olduğu petrol satışından elde edilen gelirlere dayalı, dışa kapalı ve bölgenin sosyalist ülkeleri ile işbirliğine dayalı bir ekonomi modeli benimsendi. Venezuela, bu süreçte bölgesel ortakları ALBA ülkeleri kadar İran ve Suriye’deki Beşar Esad rejimiyle olan ilişkilerini de geliştirdi. Ülkenin Küba tarzı sosyalist modeli örnek alan uygulamaları, bu modeli tüm Latin Amerika’ya yayma hedefi, bu hedef çerçevesinde petrol gelirlerini ve ucuz petrol satışını kullanması, ABD karşıtı söylemleri ve İran ve Suriye ile yakınlaşması, Venezuela-ABD ilişkilerinde halen süren bir gerilime neden oldu. Bölge ülkeleri ise bu süreçte başlarda Venezuela-ABD gerilimi yatıştırıcı ve Venezuela’yı bölgesel paydaş haline getirme politikası izlerken, 2013’ten itibaren giderek Maduro yönetimini dışlayan bir tutuma yöneldiler.
23 Ocak itibariyle ise, Venezuela krizinde olayların, bölge ülkelerinin çoğunluğunun ve ABD’nin muhalefete yönelik açık desteğine rağmen nasıl gelişeceği henüz belirsiz. Çünkü ülke genelinde hem Guaidó’nun liderliğini üstlendiği muhalefetin, hem de Maduro’nun destekçileri mevcut. Dolayısıyla, yaşanan tüm sorunlara rağmen Maduro’yu çoğu kişinin iddia ettiği gibi halk desteğinden tamamen yoksun bir diktatör olarak nitelendirmek veya askeri müdahale çağrılarına katılmak mümkün değil. ABD’nin veya bölge ülkelerinin de gerçekleştirmekten yana olmadıkları bir askeri müdahale, Venezuela’yı daha fazla bölünmeye ve bir şiddet sarmalına sürükleyecektir. Böyle bir adım, uluslararası alanda Rusya ve ABD’yi karşı karşıya getirebileceği gibi, bölge ülkeleri arasında da düşmanlığa neden olacaktır. Bir diğer sonucu ise, ülkede ağırlaşan insani krizi derinleştirmesi ve daha fazla Venezuelalı’nın ülkeyi terk etmesi olacaktır.
Diğer taraftan, ülkenin giderek bozulan ekonomik durumu ve kapıda bekleyen geniş çaplı açlık tehlikesi, artık uluslararası boyuta taşınan sol ve merkez sağ arasındaki bu yıpratma savaşının acil çözülmesini gerektiriyor. İktidar savaşının sürmesi, iyi ihtimalle Brezilya’da olduğu gibi popülist bir liderin iki taraf arasından sivrilip iktidarı ele geçirmesiyle sonuçlanabilir ya da iki savaş arası Almanya’nın durumuna benzer şekilde toplumu çok daha radikal bir lidere bağlanmaya itebilir. Bu durumda bölge ülkelerine de önemli rol düşüyor. 2000’li yıllarda Latin Amerika ülkeleri, ABD’den bağımsız işbirliği formları oluşturma, aralarındaki ilişkileri geliştirme ve ortak karar alma konusunda önemli aşama kaydettiler. Venezuela’daki sorunların artması ise, yaşanmakta olan mülteci krizinden de görüldüğü üzere en çok bu ülkeleri etkileyecektir. Dolayısıyla, Venezuela için en iyi seçenek bölgesel bir konsensüsün oluşturulması yoluyla bölge hükümetlerinin inisiyatifi ele alarak rızaya dayalı bri siyasal müdahalede bulunmaları ve ABD’nin takipçisi veya karşıtı olmanın ötesinde Venezuela halkının sorunlarına odaklanmaları olacaktır.
Segâh TEKİN
[i] “Situación en Venezuela “nos convierte en una sociedad primitiva”, http://observatoriodeviolencia.org.ve/situacion-en-venezuela-nos-convierte-en-una-sociedad-primitiva/, 17.06.2018.
[ii] “CLAPs: Venezuela’s New Discriminatory Food Rationing System”, https://panampost.com/editor/2016/06/09/claps-venezuelas-new-discriminatory-food-rationing-system/, 09.06.2018.
[iii] “Cinco grandes mentiras sobre Venezuela en medios extranjeros”, http://www.telesurtv.net/news/Cinco-grandes-mentiras-sobre-Venezuela-en-medios-extranjeros-20160611-0024.html.