AVRUPA KONVANSİYONEL KUVVETLER ANTLAŞMASI (AKKA) VE GÜNÜMÜZDE SİLAH(SIZ)LANMA YARIŞI

upa-admin 28 Ocak 2019 3.413 Okunma 0
AVRUPA KONVANSİYONEL KUVVETLER ANTLAŞMASI (AKKA) VE GÜNÜMÜZDE SİLAH(SIZ)LANMA YARIŞI

Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonucu yaşanan acıları, yıkımları ve felaketleri insanlığın unutması mümkün değildir. Dünyamız, 20. yüzyılda gerçekleşen iki büyük dünya savaşından acı deneyimler almamış gibi, 21. yüzyılda da hızla silahlanma yarışına gitmektedir. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump, kısa süre önce Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Antlaşması’nın (INF) Rusya tarafından ihlal edildiğini ifade etmişti; özellikle son yıllarda Moskova ve Washington bu konuda birbirlerini suçluyorlar. Bir uzlaşma sağlanmaması halinde, ABD’nin antlaşmayı feshederek bu uzlaşıdan geri çekileceği Trump tarafından vurgulanmaktadır. Bu minvalde, 21. yüzyılda silah(sız)lanmanın geldiği nokta ve (AKKA) Avrupa Konvansiyonel Silahlar Antlaşması’nın da önem arz ettiğini belirtmek gerekir. Dünyamızın üçüncü bir dünya harbini yaşamaması temenni ediyorum; ancak bu kadar hızlı bir silahlanma yarışı da ‘hayra alamet olmamalı’ diye düşündürüyor insanoğlunu. Nitekim, devletlerin günümüz teknolojinin olanaklarını kullanarak silahlanma yarışını daha hızlı ve farklı boyutlara taşıması insanlığı tedirgin etmektedir. Bu tedirginlik, günümüzde ABD-Çin gerilimi, İran–Suudi Arabistan gerilimi, Ukrayna–Rusya gerilimi, Hindistan–Pakistan gerilimi ve ‘Devlet Dışı Aktörler’in de varlığı göz önünde tutulduğunda, felaket senaryosu olarak tezahür edebilecektir. Bu öngörüler doğrultusunda, özellikle ‘vrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması’na tarafların sadık kalması bunların başında geliyor.

20. yüzyıldaki Soğuk Savaş dönemi iki blok (Batı ve Doğu) arasında hızlı bir silahlanma yarışına, aynı zamanda nükleer alanda tüm dünyayı felakete sürükleyecek rekabete dönüşmüştür. Dünya, ABD-SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) arasında 50 yıla yakın bir zaman dilimine yayılacak Soğuk Savaş dönemi ve birbirlerine üstünlük sağlama mücadelesine sahne oldu. Soğuk Savaş dönemi tüm kıtaları sarmalamıştı; bu sarmal Afganistan, Küba, Nikaragua, Vietnam, Kamboçya, Kore, Hindiçini, Etiyopya, Bulgaristan ve Romanya gibi birçok ülkeye sirayet etmişdi. SSCB’nin başında Gorbaçov iktidarının bulunması silahsızlanma sürecini başlatmak adına umut verici bir gelişmeydi. Bu umut ABD’de iktidar olan Reagan’ında çözümden yana tavır alması ile silahsızlanma daha da kolaylaşmıştı. Silahsızlanma süreci ‘’Nükleer’’ silahları kapsamasının yanında asıl “Konvansiyonel” silahlarda yaşanacaktı.

Soğuk Savaş döneminde NATO (Kuzey Atlantik Savunma Paktı), Sovyet bloğuna karşı iki boyutlu bir politika izledi. Bir yandan caydırma ve koruma görevini yerine getirirken -Sovyet bloğunu askeri bakımdan dengelerken-, diğer yandan Sovyet bloğuyla ortaya çıkan uyuşmazlıkları barışçıl yolla çözmek amacıyla politikalar ve davranış kuralları geliştirdi. Bu iki yönlü siyaset, 1967’de Harmel Raporu’nun NATO Konseyi tarafından kabul edilmesiyle resmiyet kazandı. Moskova’nın bu stratejiye ayak uydurması sonucunda, iki blok (Batı-Doğu) arasındaki diyalog ve sınırlı işbirliği belli bir süreklilik kazanarak silahların kontrolü ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı’na zemin hazırladı. Bu yaklaşım, ‘konvansiyonel-nükleer’ dengedeki değişmeleri bir ölçüde öngörülebilir hale getirerek, güvenlik ikileminin yol açtığı riskleri ve korkuları hafifletti ve dengenin istikrarlı biçimde barışa doğru evrilmesine yardımcı oldu.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’nın bölünmüşlüğü ve Berlin sorunu, Soğuk Savaş döneminde Avrupa’da baş gösteren güvenlik ihtiyacının merkez sorunsalı olmuştur. 1972’de ABD ve SSCB arasında imzalanan (Anti Balistik Füze) SALT-1 Antlaşması, ayrıca Batı Almanya’nın Polonya ve Çekoslovakya ile olan doğu sınırlarını tanıması ve Doğu Almanya ile diplomatik ilişkiye girmeyi kabul etmesi sonucu Avrupa’da yumuşama ortamı meydana gelmiştir. Bu atmosferde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK), 1973’te Helsinki’de çalışmalarına başlamıştır. İki yıldan fazla bir süre devam eden konferans, 1 Ağustos 1975’de Helsinki Nihai Senedi’nin 33 Avrupa ülkesi ile ABD ve Kanada tarafından Devlet ve Hükümet Başkanları düzeyinde imzalanmasıyla sonuçlanmıştır. Helsinki Nihai Senedi’nin kabulü ile başlayan ve Helsinki Süreci olarak da anılan Konferanslar Dizisi; Belgrad (1977-1978), Madrid (1980-1983), Viyana (1986-1989), Helsinki (1992) ve Lizbon (1996) olmak üzere beş izleme toplantısından oluşmaktadır. Nihai Senet, uluslararası hukuk açısından bağlayıcı bir belge olmamakla birlikte sadece politik bağlayıcılığa sahiptir.

Soğuk Savaş’ın sona erdiğini tescil etmek ve AGİK’in yeni şartlara uygun olarak yeniden yapılandırmak amacıyla 19-21 Kasım 1990’da Paris’te toplanan AGİK Zirvesi’nde kabul edilen Paris Şartı, demokrasiyi Avrupa’nın tek politik yönetim tarzı olarak benimsemiş, temel özgürlükler ve insan haklarına dayalı demokrasinin barış, istikrar ve adaletin temelinde yattığını savunmuştur.  1970-1980 yılları arasında (Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı) AGİT’in en büyük avantajı sorunlara kapsamlı yaklaşma yeteneği olmuştur. AGİT’e taraf devletler arasında güvenin geliştirilmesi, askeri faaliyetlerde saydamlığın sağlanması ve böylece askeri çatışma tehlikesinin giderilmesi düşüncesiyle kabul edilen güven ve güvenlik arttırıcı önlemler Nihai Senet’te yer almıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da meydana gelen bloklaşma sürecinde başlatılan AGİT süreci, 1975 yılından Soğuk Savaş bitimine kadar ‘Doğu-Batı’ ilişkilerinin en önemli forumu haline gelmiştir. 1990 yılında imzalanan Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması (AKKA), NATO üye ülkeleri ile Varşova Paktı adına Rusya tarafından imzalanmıştı. Böylelikle 1992 Temmuz ayında yürürlüğe girmiştir. Buna göre NATO ile Varşova Paktı sınır bölgelerinde bulundurulacak; tanklar, zırhlı muharebe araçları, toplar, savaş uçakları ve taarruz helikopterleri olmak üzere beş kategorideki konvansiyonel teçhizatta büyük miktarda indirim sağlamakta ve her bir kategori için taraf ülkelere ayrı bir sınırlama getirmektedir.

Viyana Belgesi ise, AGİT bölgesinde istikrara ve güvenliğe etkin biçimde katkıda bulunan önemli bir argüman olup; önümüzdeki yüzyılda Avrupa’da daha güvenli ve daha şeffaf bir ortam kurulmasına yönelik ortak çabaların önemli bir parçasını oluşturmuştur. Viyana Belgesi’nin uygulaması bugüne kadar başarılı olmuştur. Belgenin başarıyla uygulanmasındaki önemli bir neden, yeni koşullar karşısında gösterdiği değişime açık yapısıdır. Bu anlayış içerisinde, belgenin daha önce 1992 ve 1994 yıllarında gerçekleşen gözden geçirilmelerinde olduğu gibi, daha da geliştirmek üzere son olarak başlatılan süreç başarıyla sonuçlanmış ve nihayet Viyana Belgesi, 1999 İstanbul Zirvesi sırasında kabul edilmiştir. İstanbul Zirve Toplantısında, “İstanbul Deklarasyonu”, “Avrupa Güvenlik Şartı” ve “Güncelleştirilmiş Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması” olmak üzere üç belge kabul edilmiştir.

Sonuç olarak, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya ABD ve SSCB’nin yer aldığı çift kutuplu Soğuk Savaş dönemine evrildi. Soğuk Savaş dönemi sadece iki ülkenin arasında ki silahlanma yarışıyla kalmadı, dünyada birçok ülke ve kıtaya da sirayet etti. Soğuk Savaş döneminde iki blok arasında ‘konvansiyonel ve nükleer’’ silahlanma yarışı hız kazanmış oldu. SSCB’nin Avrupa’yı tehdit edecek seviyede birçok silahlanma kapasitesine sahip olması, hem Avrupa’nın, hem de dünyanın güvenliği açısından birçok soruna neden olmaktaydı. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra dünya üzerinde baş gösteren yeni sorunlar, tehditler ve sıcak çatışmalar, yaşadığımız dönemin çok da güvenli olmadığını gösteriyor. Velev ki, günümüzün en büyük sorununu hızla artış göstermekte olan yeni silahlanma yarışı oluşturmaktadır. Dünyamızın ve insanlığın tekrar büyük acılar yaşamaması için silahlanmanın kontrolüne ve güven artırıcı önlemlere ilişkin mevcut antlaşmaların korunması gereklilik arz etmektedir. Özellikle, Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması’na tarafların sadık kalması bunların başında geliyor. Muhakkak ki, yaşadığımız yüzyılda yeni tehditlerin ortaya çıkmaması adına silahlanmanın önlenmesi ve var olan antlaşmaların modernize (güncellenmesi) edilmesini de elzem kılmaktadır.

 

Güney Ferhat BATI

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.