Giriş
Avustralya Ulusal Üniversitesi’nde (Australia National University) ders veren Türk akademisyen Dr. Murat Yurtbilir, 13 Şubat 2018 tarihinde İstanbul Gedik Üniversitesi’nde “Avustralya Dış Politikası’nda Bölgesel ve Küresel Sorunlar” başlıklı bir konferans vermiştir. Bu yazıda, bu konferansta konuşulanlar anahatlarıyla özetlenecektir.
Konferans afişi
İstanbul Gedik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler (İngilizce) Bölümü Başkanı Prof. Dr. Süha Atatüre’nin Dr. Murat Yurtbilir’i takdimi ve aynı bölümde öğretim üyesi olan Doç. Dr. Ozan Örmeci’nin Avustralya’nın 21. yüzyılda ABD-Çin rekabeti bağlamında stratejik ülkelerden birisi olduğunu belirten giriş konuşmasından sonra konferansına başlayan Dr. Murat Yurtbilir, bir saat boyunca dinleyicilere çok önemli bilgiler aktarmıştır. Yurtbilir, öncelikle Amerikalı bilimadamı Samuel Huntington’ın meşhur “Medeniyetler Çatışması” tezinde Avustralya ile Türkiye’nin aynı kapsamda ele alınan iki devlet olduğunu hatırlatmış ve Huntington’un bu iki ülkeyi farklı iki medeniyet grubu arasında çatışmaya meyilli ve ne tarafa gideceğine karar verememiş iki devlet olarak tanımladığına vurgu yapmıştır. Nitekim Türkiye “Batı mı, yoksa Doğu mu?” karmaşası yaşarken, Avustralya’da da “Asya-Pasifik ülkesi miyiz, yoksa Batı ülkesi miyiz?” tartışmaları yapılmaktadır.
Avustralya Nasıl Tanımlanır?
İngilizce’de “middle power” denilen “orta güç” veya “orta seviyeli güç” denilen bir kavram vardır. Avustralya, akademik analizlerde bu kapsamda değerlendirilmektedir. Bu doğrultuda, Avustralya, büyük güçler gibi değil, bir ara güç olan ve kendi bölgesinde etkili ancak dünya siyasetinde fazla etkili olamayan bir ülkedir. Avustralya’da da akademisyenler ülkelerini genel olarak böyle tanımlamaktadırlar. Avustralya’nın dış politikasının belirlenmesinde bazı önemli madde başlıkları vardır. Bunlar, şöyle özetlenebilir:
En önemli etken ekonomidir. Avustralya’da dış politika öncelikleri konusunda zaman zaman stratejik belgeler yayınlanır. Buralarda geçen en önemli madde, Avustralya halkının zenginliğini devam ettirmektir. Bu amaç, üretim yapısını, dış alım-dış satımı, yatırımı vb. tüm konuları etkiler. Hatta Avustralya’da eğitim de önemli bir ekonomi yoludur. Eğitim, ciddi bir gelir kaynağıdır ve Avustralya komşu ülkelere ve dünyaya bunun ihracatını yapar.
İç siyaset ile dış siyaset ilişkisi de önemli bir konudur. Avustralya iç siyasetinde halen iki partili sistem (Koalisyon olarak adlandırılan Avustralya Liberal Partisi/Ulusal Parti ve karşısında Avustralya İşçi Partisi) devam etmektedir. Bu iki parti arasında iktidar sürekli gidip geliyor. Hem seçim sistemi, hem de partilerin yapılanmalarıyla aşırı sağ ve aşırı sol partilerin öne çıkmasına izin vermeyen merkezcil bir sistem var. Bu tarz partiler oy ve etkinlik olarak aşağıda kalıyorlar. Yukarı çıkan partiler merkeze yakın; ikisinde de uç noktaların yer bulamadığı gözlemlenmektedir. Dış politikada da benzer yolları takip eden bu iki parti, sistemde dengeyi ve dış politikada istikrarı sağlamaktadırlar.
Avustralya kendisini “orta güç” olarak tanımlasa da, dış politikada nihai bir konumlandırmayı henüz yapabilmiş değil. Her iki siyasi partide de değişik konumlandırmalar olsa da, özellikle Avustralya İşçi Partisi, Asya-Pasifik perspektifini geliştiren bir parti konumundadır. Buna karşı, Liberal Parti de daha çok ABD ve İngiltere (Birleşik Krallık) ile müttefiklik geleneğini devam ettiren bir partidir. Buna rağmen, bu iki parti arasında bir tür denge bulunuyor. Nitekim İşçi Partisi de “Asya-Pasifik yönelimimiz olacak, ama bunu yaparken Amerika’yla ve İngiltere’yle blok oluşturmaya devam edelim” düşüncesindedir.
Avustralya’nın Dış Politika Tarihi
Avustralya, 1901’de federasyon olarak kuruldu. Avustralya 1901’de kurulmadan önce çeşitli devletler halindeydi; 6 tane devletin bir araya gelmesi ile oluşmuş bir federasyon olarak ortaya çıktı. Büyük İngiliz İmparatorluğu’nun parçası olan bu 6 devletin bir araya gelerek 1901’de kurdukları Avustralya’da, “İngiliz Milletler Topluluğu’nun üyesiyiz” mantığının izleri yaygın olarak gözlemlenebiliyor. Avustralya’nın kurulmasından sonraki çok uzun bir süreçte, 1970’lere, hatta 1980’lere kadar, Avustralya, İngiliz İmparatorluğu’nun parçası gibi çoğunlukla İngiliz dış politika tutumlarını destekler mahiyette dış politika yapmaya devam ediyor. Buna, “İngiltere’nin kendisinden bile daha fazla İngiliz İmparatorluğu politikası” diyorlar. Tabii bu dönemde de nüanslar söz konusu oluyordu. Önce 1901’den 1940’lara kadar tamamen İngiliz yanlısı, dünya lideri İngiltere’nin altında güvenliğini İngiltere’ye teslim etmiş ve İngiltere’nin katıldığı savaşlarda onun yanında savaşan bir ülke konumundaydı. Daha sonra İkinci Dünya Savaşı’nın ortalarından 1949’a kadar 6-7 yıllık bir sürede İşçi Partisi’nin kısa bir değişimci dönemi oldu. Bu dönemde uluslararası organizasyonlarda etkinliğe dayanan çok taraflı bir dış politika denemesi mevcuttu. Ancak Soğuk Savaş’ın başlamasıyla, 1949’dan 1970’lere kadar Avustralya tam anlamıyla bir Amerikan müttefiki oldu; dış politikada anti-Sovyet, anti-Bolşevik, anti-komünist ve anti-sol görüşleri vardı. Her daim ABD’nin yanında var olan bir görüntü çiziyordu. ANZUS Teşkilatı (Australia, New Zealand, United States Security Treaty) kuruldu 1951’de. ANZUS, Avustralya, Yeni Zelanda ve Amerika’nın bir araya gelip kurduğu NATO benzeri bir birlikti. Bunun amacı, bu ülkelerden herhangi birine bir saldırı olursa, hep beraber karşılık vermekti. Yani NATO’nun yaptıkları ile aynı şeyleri yapıyorlardı. Ülke genelinde pek çok Amerikan üssü kuruldu o zamanlar. Avustralya’nın kıtaya yayılmış üsleri de ABD ile ortak kullanıma açıldı. Amerika’nın Soğuk Savaş boyunca bütün Pasifik’i dinlediği üsler o zamanlar Avustralya’daydı. Avustralya’nın kuzey sahillerinde (halen de var olan) üsler, Soğuk Savaş döneminde oradaki Sovyet ve daha sonra da Çin gemilerini ve denizaltılarını gözetlemek amacı ile kullanıldı. Avustralya’da çok büyük Amerikan askeri gücü de vardı, halen daha da mevcut. Güvenlik politikaları açısından Avustralya’nın yeri halen ANZUS. Güvenliği, büyük ölçüde Amerikan ittifakına dayalı bir güvenlik sistemi olarak devam ettiriyorlar. Bu konuda bir değişiklik de beklenmiyor. Ama bazı gelgitler oldu, örneğin 1972-1974 arasında. O dönemde sadece iki yıllık bir İşçi Partisi hükümeti var; onun dışında bütün bu süreç merkez sağ hükümetlerle -1949’dan 1983’e kadar- ve anti-sol ve Amerikan taraftarı yönetimlerle devam ediyor. O iki yıllık dönemde ise İşçi Partisi lideri Gough Whitlam tarafından tarihi bir Çin ziyareti yapıldı. Avustralya’nın Başbakanı olarak Whitlam, daha muhalefetteyken ve Çin resmen tanınmıyorken, Çin’e beklenmedik bir gezi yaptı. Daha sonra da zaten Başbakan oldu. O dönemde Avustralya’nın iç siyasetinde de ciddi değişiklikler oldu; mesela ‘Aborjinler’ olarak bilinen Avustralya yerlilerinin tanınması da o dönemde oluyor.
Avustralyalı akademisyen Malcolm Davis’in bir sözü vardır, aslında bütün Avustralyalı siyasetçiler de böyle bakıyorlar meseleye: “Avustralya, Amerikan güvenlik şemsiyesi sayesinde, askeriyeye fazla yatırım yapmayarak çok önemli bir gayrisafi milli hasılayı başka daha verimli yatırımlar için kurtarıyor”. Avustralya, Amerika’ya serbest ticaret anlaşması yoluyla belli imtiyazlar verip, güvenliğini Amerikan şemsiyesi altında kalmaya ihale eder. 1951’den beri de bu politika devam etmektedir. Ekonomiye gelecek olursak; Avustralya zengin bir ülke ve zenginliğinin en önemli sebebi de madenler. Avustralya, Türkiye’nin 12 katı büyüklükte bir ülke ve bu ülkenin nüfusu sadece 25 milyon. Bu 25 milyon insan, koca bir kıtanın üzerinde yaşıyorlar ve o ülkenin tüm madenlerine hâkim olmuş durumdalar. Doğalgaz üretiminde dünya üzerinde 2. sırada yer alıyorlar. Diğer madenlerde ya dünya lideri, ya da dünyada ikinci konumdalar. Bu durum, çeşitli serbest ticaret anlaşmaları ile de destekleniyor. Avustralya, Gümrük Birliği gibi bir yapının içine girmektense, ikili ilişkileri tercih eden bir ekonomi ve dış politika izliyor. Bu ikili ticari anlaşmalar da mutlaka bazen askeri anlaşmalarla, bazen eğitim anlaşmalarıyla ve bazen de başka türde sosyal/kültürel ilişkilerle destekleniyor. İlk anlaşma, komşusu olan Yeni Zelanda ile yapılmış olan ticaret anlaşmaları. 1940-1950’lerden beri süregelen ortak ticaret alanını, iki ülke, 1983’te tüm gümrükleri kaldıran bir anlaşma imzalayarak daha da geliştiriyorlar. Şu anda belli kısıtlamaları var, fakat halen devam ediyor. Avustralya ikinci anlaşmayı Singapur ile yapıyor. Toplamda 11 ülke ile serbest ticaret anlaşması var; çoğu ikili, bazen üçlü, bazen de dörtlü olarak ufak bölgesel devletlerle yaptığı oluyor. Üçüncüsü, Avustralya’nın Amerika’yla serbest ticaret anlaşması var. Daha sonra da çeşitli ülkelerle anlaşmalar imzalamaya devam ettiler. En son Çin’le de bu tür bir anlaşma imzalandı. Serbest ticaret anlaşmasında ABD ile olan anlaşmada destekleyici unsur askeri nitelikte; Amerikan mallarının Avustralya’ya girmesinde hiçbir gümrük yok, ancak Avustralya mallarının Amerika’ya girişinde kısıtlama var. % 90’ı girebiliyor gümrüksüz, kalan % 10’unda kısıtlama var. Kısıtlama olan şeyler de Avustralya’nın en güçlü olduğu alanlardan sayılabilecek hayvancılık ve tarım gibi bazı konular. ABD, bu konularda koruma istiyor. Bu dengesizliği de daha önce belirttiğim üzere askeri olarak gideriyor. Bu tarz paket anlaşmalarını ülke-ülke yapıyorlar, ama bu anlaşmaların genel çerçevesi şu; Avustralya, endüstriyel üretimden yavaş yavaş çekiliyor. Uzun bir süredir imalat sanayisi dediğimiz araba üretimi gibi örneğin, bu tarz üretimlerden yavaş yavaş çekiliyor. Bu, son 15 yıldır devam eden bir süreç. Bunun yerine, başka alanlarda üretim; özellikle de tarım, hayvancılık, maden ve madenle ilgili üretimler ve hizmet ve eğitim gibi işlere yöneliyorlar. Ticaret anlaşmaları da hep bu temelde; “Siz bana araba satın, biz de size inek eti satalım, meyve-sebze satalım” anlayışıyla gelişen bir üretim ekonomisi var. Bu, Avustralya’nın dış politikasında da etkili ve önemli bir yöntem olarak değerlendiriliyor.
Avustralya, ayrıca G-20 üyesi. Tüm diğer G-20 ülkeleriyle arasında ilişkiler genel olarak fazlayken, Türkiye ile ilişkileri bakımından pek ciddi bir girişimleri yok. Ekonomik olarak da, siyasi olarak da ilişkiler maalesef çok zayıf. Ama bu da çok doğal; çünkü Avustralya’nın siyasi ve ekonomik ilişkilerini yoğun olarak yaptığı ülkeler, serbest ticaret yaptığı 11 ülke. Bu da, bu ülkeye fazlasıyla yetiyor. Avustralya’nın en fazla dış satım yaptığı ülke Çin, en fazla dış alım yaptığı ülke de Çin. Yani her ikisinde de Çin önde. Ama ABD de Çin’den hemen sonra ikinci sırada geliyor. İlginç olan ise, Avustralya’nın Çin’e karşı dünyada en fazla dış ticaret fazlası veren ülke olması. Çin’e karşı ticari fazla vermek, dünya ticaretinde çok zor rastlanır bir durumdur günümüz şartlarında. Ama bu durum madene dayalı Çin-Avustralya ticaretinden kaynaklanıyor. En fazla dış açığı da Amerika’ya karşı veriyorlar. Avustralya’nın sattıklarının % 50’si hep doğal kaynak, % 5’i de altın, ama bunu ayrı hesaplıyorlar. % 8 oranında da eğitim satıyorlar. Ülke olarak baktığınız zaman, daha çok Pasifik’te dış alım ve dış satımı var. Avustralya’nın ekonomik/ticari yönü Pasifik’e dönük diyebiliriz. Avustralya’nın ikilemi, şu anda en büyük müşterisi (Çin) ile mahallenin en güçlü delikanlısı (ABD) arasında kalmak gibi diyebiliriz. Bu ikisi kanlı bıçaklı bu aralar ve bir denge bulmak gerekli. Bu dengeleme çabası, Avustralya dış politikasında her zaman devam edecektir.
Avustralya’da Dış Politika İç Politikayı Nasıl Etkiliyor?
Avustralya’da 2016 seçimlerinden sonra Liberal Parti sadece 1 milletvekili çoğunluğu ile iktidardaydı. 150 sandalyede 76’ya sahiptiler parlamentoda. Ancak geçen Ağustos ayında iktidarda bir parti-içi darbe oldu. Başbakan Malcolm Turnbull parti içinde devrilince, rest çekerek “o zaman parlamentodan da istifa ediyorum” dedi. Parlamentodan istifa etmek demek, hükümet için çoğunluğu kaybetmek demekti. Bu durumda otomatik olarak da hemen seçim beklentisi oluyor. Seçime giderken şu da gündeme geldi; seçime gidilen bölge Wentworth, % 15 civarında Yahudi nüfusu olan bir bölge. Bu bölgede, % 30 oranında istatistiklerde “hiçbir dine inanmıyorum” diye belirtenler de mevcut. Ama bunların yarısı da Yahudi kökenli. Yani ülkenin diğer dini/etnik grupları yanında böyle bir insani çeşitlilik var bu seçim bölgesinde. Yeni Başbakan Scott Morrison da bunun için Avustralya’nın eski İsrail Büyükelçisi Dave Sharma’yı aday gösterdi. Seçim süresi boyunca “Biz Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyacağız” diye oradaki Yahudi kökenli seçmenlerin oyunu kazanmak için kampanya yaptılar. Ama yine de seçimi bu kazanamadılar. Bağımsız aday Kerryn Phelps seçimi kazandı. Seçimden sonra, hükümet, tanıma durumunu açıklamak durumunda kaldı. Ancak doğrudan Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımak yerine, Batı Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyıp, Avustralya elçiliğini Tel Aviv’den taşımayı da anlaşma sonrasına bıraktılar. Bunun nedeni olarak, ilk başta, Avustralya’nın ticari ortakları olan Pasifik’teki Müslüman ülkelerden, özellikle de Endonezya’dan gelen çok yoğun tepkileri sayabiliriz. İkincisi, Avustralya’nın kendi içinde de Müslüman-Arap nüfus var ve buradan gelen de tepkiler vardı. Yine de bu tanıma iç politikanın dış politikaya yansımasının ilginç bir örneği olabilir.
Avustralya’da kimliksel oy dediğimiz zaman, Arap-Müslüman temelli oy, Yahudi temelli oy, Hint temelli oy, Çinli temelli oy var. Bunların her biri aşağı yukarı % 2-3 civarında etkili oluyor. Müslüman ya da Yahudi temelli olsun, etnik gruplar daha çok İşçi Partisi’ne oy veriyorlar. Çünkü Liberal Parti’nin göçmenlere karşı daha mesafeli bir yaklaşımı var. Ama belli kararlarda referandum olduğu zaman, bu gruplar kendi partilerinin dışında da oy verebiliyorlar. Örneğin, eşcinsel evlilikleri konusunda geçtiğimiz aylarda bir referandum oldu. İşçi Partisi bunun destekçisi oldu, Liberal Parti ise karşı çıktı. Ama İşçi Partisi’nin yoğun oy aldığı Müslüman gruplar ya da Yahudi muhafazakâr kesimler, “İşçi Partisi’ni bu konuda desteklemiyoruz” deyip doğrudan “hayır” oyu verdiler. Eski Başbakan Tony Abbott gibi Liberal Parti’nin muhafazakârları ise çok zengin yerleri temsil ediyorlar. Bunlar da, partileri tam karşıt kampanya yapmasına rağmen, kendi bölgelerinde “evet” oyu verdiler. Yani kimliksel oylamalarda parti gözetmeksizin verilen oylar çok etkin olabiliyor.
Avustralya’da geçtiğimiz yıllarda bir Dış Politika raporu yayınlandı. Sadece 3 tane dış politika belgesi yayınlanmış bugüne kadar. Dış politika belgelerinde o zamanın hükümetinin bildirdiği ve önemsediği-benimsediği öncelikler yer alıyor. Avustralya’da bu iş çok profesyonel bir iş olarak yapılıyor. Partiden partiye göre değişen bir durum yok. Belirleme ve raporun hazırlanmasına “teknik bir iş” olarak bakılıyor. Bu dış politika raporu 2017’de Liberal Parti tarafından yayınlandı. Bundan 7 sene önce İşçi Partisi de başka bir belge yayınlamıştı. Buradaki dış politika önceliklerini 5 madde olarak sıralarsak:
- Avustralya’nın refahını korumak, sürdürmek ve arttırmak.
- Güvenlik ve özgürlüğü sağlamak ve arttırmak. Bunun için bölgedeki tüm devletlerin haklarının korunduğu-gözetildiği açık, kapsayıcı ve zenginlik odaklı bir Hint Pasifik bölgesi politikası uygulamak.
- Ekonomik korumacılığa her ortamda karşı durmak.
- Terörle mücadele. Özellikle Avustralya’ya kaçak girenlere ve Avustralya’dan Suriye’ye ve tehlikeli bölgelere gidenlere sert bir bakış var. Papua Yeni Gine, Pasifik ve Doğu Timor’daki adalar da Avustralya’nın güvenlik önceliğidir.
- Her ortamda ve her yerde uluslararası kurallara saygı, koruma ve istikrar.
Avustralya’da dış politika yapımı 1930’ların sonuna kadar Başbakanların ek işi olarak görüldü. Hatta Avustralya gibi büyük bir kıtayı yöneten bir devlet, 1901’de kurulmasına rağmen, 1935’e kadar Dış İşleri Bakanlığı bile kurmadı. Başbakanları aynı zamanda dış görüşmeleri de yapıyordu. Dış İşleri Bakanlığı 1935’te kurulmasına rağmen, bu Bakanlık da çok uzun süre çok etkin olamadan devam etti. Dış politikayı büyük devletlere (önce Birleşik Krallık, sonra da ABD) ihale politikası bunun önemli bir nedeniydi. Ama şu anda çok teknik ve kalitesi yüksek, adeta reel politikayı değerlendiren bir makine gibi işleyen bir dış politika yapım süreci var. Avustralya, çok taraflı büyük anlaşmalar yapmak ve büyük gruplar içerisine girmek yanlısı değil. Avustralya’nın yakın geleceğinde de bunun değişeceği gözükmemektedir. Ticarette ve diğer konularda Asya Pasifik hep önde olacak, güvenlikte de Amerika hep önemli olacak.
Avustralya ile Türkiye ilişkilerine dönecek olursak, bizim ülkemizde genelde Avustralya hakkında magazinsel ve önemsiz haberler yayınlanırken, Avustralya’da da Türkiye’de ne zaman bir felaket yaşansa bunun haberleri yayınlanır. Buna rağmen, Türkiye’ye ve Türklere karşı bir önyargı yoktur. Neredeyse her kasabalarında Anzak Anıtları ve Atatürk büstleri mevcuttur. Türkiye, sınırlı ilişkilerin de etkisiyle Avustralyalıların çok fazla dikkatini yönelttiği bir ülke değil. Çok fazla ticaret de yok, yatırım da yok, her iki ülkenin içinde bulundukları ekonomik bölgesel anlaşmalar nedeniyle yakın dönemde ticaretin çok fazla gelişmesi de beklenmemelidir.
Beyza SEVİM