Giriş
Bu çalışmanın amacı, Türkiye’de ulus devletin inşasıyla birlikte tek partinin Kürt kimliğine yönelik bakışını ele almaktır. Bu doğrultuda, Kemalist uluslaşma süreciyle birlikte, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılıp yerine bir ulus devletin kurulmasıyla birlikte ortaya çıkan değişim incelenmektedir. Bu bağlamda ilk olarak Türkiye’de ulus devletin inşası sürecinde yeni rejimin milliyetçilikten nasıl etkilendiğinin izlerine bakılmaya çalışılmıştır. Kemalist uluslaşma sürecinde Türk milliyetçiliğinin oynadığı role değinilmiş olup, akabinde milliyetçi bir perspektifle yeni rejimin Türk etnik kimliğini merkezine alarak yaptığı vatandaşlık tanımına odaklanılmıştır. Türk kimliğini ön plana alarak hazırlanan vatandaşlık tanımıyla Türkçe’nin resmi dil olarak benimsenmesi, yeni rejimin milliyetçi karakteristiğini göstermektedir. Bu durumun doğal bir sonucu olarak, tek partinin uygulamaları Kürt kimliğini dışlayıcı bir pozisyona sürüklemiştir. Yeni inşa edilen ulus devletin merkezinde Türk kimliğinin yer alması ve eğitimden konuşmaya, bürokrasiden orduya kadar tüm kurum ve kuruluşların Türk kimliğini merkeze alarak yeniden dizayn edilmesi, Kürtler için tek parti döneminde yaşadıkları inkâr ve asimilasyon politikalarının bir tezahürüdür.
Çalışmada kimlik kavramı temel alınarak, Türk kimliğini merkeze alan yeni ulus devlette Kürt kimliğine uygulanan asimilasyon politikaları daha anlaşılır kılınmak istenmiştir. Bu bağlamda, kimlik öğesinin tanımı da yapılmıştır. Tek partinin 1923-1940 yılları arasında Türk kimliğini hâkim kılmak için uygulamaya koyduğu asimilasyon politikalarının gösterdiği çeşitliliğe de ayrıca vurgu yapılmıştır. Bu bağlamda, tek partinin yönetici kadrolarının hazırladığı Şark Raporları, yeni devletin Kürt kimliğine yönelik bakışında aydınlatıcı bir işlev üstlenmektedir. Uygulama bazında özellikle Kürt kimliğine yönelik hazırlanan Şark Islahat Planı incelenmiş olup, bu planın gereklilikleri doğrultusunda Doğu bölgesinde uygulanan iskân politikalarının taşıdığı amaca, uygulamalara ve sonuçlarına odaklanılmıştır. İskân politikalarının taşıdığı amacın bölgede Türk kimliğini baskın hale getirip, Kürt kimliğini asimilasyona uğratmak olduğuna da çalışmada yer verilmiştir.
Türkiye’de Ulus Devletin İnşasında Milliyetçiliğin Etkisi
Genç Cumhuriyet’in hem resmi, hem de gayriresmi ideolojisinde Türk milliyetçiliği başat konumdadır. Ulus devlet inşasında yaratılmak istenen Türk kimliğinde, milliyetçilik ideolojisinin izlerini görmekteyiz. Bu durum, dünden bugüne gerçekleşmez ve bir sürecin yansımasıdır. Milliyetçilik, Fransız Devrimi’yle yaygınlığı artmış ve modern dünyanın bir parçası olarak Osmanlı İmparatorluğu’nu da doğrudan etkilemiş bir ideolojidir. Çok dinli ve çok uluslu bir yapısı olan Osmanlı’da, milliyetçilikle birlikte ulusların uyanışı başlamaktadır.
Milliyetçilik akımları imparatorluk içinde öncelikle Balkan coğrafyasındaki ulusları etkilemiştir. Bu durum, Slav ırkların İmparatorluk’tan ayrılışını hızlandırmıştır. Bu çözülme durumundan devleti kurtarmak için ilk benimsenen ideoloji olan Osmanlıcılık ve akabinde tüm ümmeti bir arada tutmayı amaçlayan İslamcılığın ise başarısız olduğu görülmüştür. Her iki düşünce akımının başarısız olmasından sonra, geriye Türklüğü merkeze alan milliyetçi ideoloji kalmaktadır. Osmanlı’daki Batılılaşma hareketlerinin içinden çıkan ve İttihatçıların bir yerde devamı sayılan Kemalist ideoloji Türklüğü, yeni kurulan ulus devlette Misak-ı Milli sınırları içerisinde yayılmacı olarak değil, Türk milli kimliğini inşa edici bir biçimde kullanmıştır. Atatürk dönemi Türk milliyetçiliği, Turancılık gibi tüm Türkleri bir araya getirmeyi amaçlayan ütopik fikirleri içermez. Tek partinin milliyetçiliği, yeni kurulan ulus devlette mütecanis bir toplum yaratmak ve Türk kimliğini inşa etmek için kullanılan bir ideolojidir. Osmanlı’nın son dönemlerinde Balkan ve Arap coğrafyasından ricat edişiyle, Balkanlar’dan Müslüman nüfusun göç etmesi, Anadolu’da homojen bir yapı oluşturulmasına olanak tanımıştır. Ulus devletin Türk milliyetçiliği temelinde inşa etmeye çalıştığı Türk kimliği, devlet içinde Türk olmayan grupları sorunlu bir hale getirmiştir.
Tek partinin dini anlamda homojenleştirmeyi sağlaması mübadele ile olurken, geriye Müslüman olup da Türk olmayan en büyük etnik azınlık olarak Kürtler kalmıştır. Türk milliyetçiliğinin inşa etmeye çalıştığı Türk etnik kimliği, tek parti tarafından toplumun bölünmez bütünlüğünün garantisi olarak görülmüştür. Siyaset, ekonomi ve eğitim, millet bilinciyle inşa edilmiştir. Türk milliyetçiliğinin yeni inşa edilen ulus devletteki belirleyici rolü, doğal olarak Kürtleri dışlayıcı bir duruma yerleştirmektedir. Ulus devlette ortaya çıkan Kürt kimlik krizinin başlangıcı, tek partinin Türk milliyetçiliğini benimseyen kadrolarının uygulamaları ve politikalarında gizlidir. Geleneksel İslam’a yakın olan ve Kurtuluş Savaşı’nda Türklerle birlikte aktif rol oynayan Kürtler, yeni kurulan ulus devletin milliyetçi bakış açısıyla inşa etmeye çalıştığı Türk kimliğinde bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Tek partinin savaşı deneyimleyen kadrolarının savaş öncesinde tanıdığı Kürtler, savaş sonrası inşa edilen ulus devlette kendine yer bulamamıştır.
Bu durum, Kürtleri ulus devletin milliyetçi bakış açısında Türkleştirilmesi gerekenler grubuna yerleştirmektedir. Kürtler, ulus devletin milliyetçi bakış açısı nedeniyle inkâr edilmektedir. Nüfus olarak var olan Kürtler, erken dönem Cumhuriyet’te de belli bir paya sahiptir. “Cumhuriyetin yeni sınırları dâhilindeki nüfusun yaklaşık %20’si Kürt’tü; buna rağmen Lozan Barış Antlaşması’nda Kürtlerden söz edilmemiş ve bağımsızlık mücadelesi sırasında verilen özerklik sözleri Mustafa Kemal de dâhil milliyetçi önderlerce unutulmuştur.”[1] Görüldüğü üzere, Kürtler yaşadıkları bölgenin otokton halkı olarak Osmanlı döneminde görece özerk bir konumdayken, ulus devletin milliyetçi söylemlerinde Türk kimliğinin içinde eritilmek istenen grup olmuştur.
Dönemin aşırı Türk milliyetçisi Mahmut Esat Bozkurt’un inkılap derslerinde söylediği sözler Türklüğün övülmesinin en açık kanıtıdır: “Türk’ün en kötüsünün Türk olmayan en iyisinden iyi olduğunu, yeni Türk Cumhuriyeti’nin devlet işleri başında mutlaka Türklerin bulunacağını söylemekten geri kalmamıştır.’’[2] Bu sözler, aynı zamanda yeni kurulan ulus devletin sahibi olarak da Türkleri konumlandırmaktadır. Tek parti, Türklüğü hâkim kılmak için herşeyi Türk milliyetçiliğini temel alarak inşa etmiştir. Bu süreç, Kürtlerin siyaseten izole edildiği ve iktisaden Türk milli burjuvazisi tarafından dışlandığı bir dönemi temsil etmektedir. Türk milliyetçiliği, tek parti tarafından ulus devleti homojen hale getirmek için işlevsel bir öneme sahiptir. Bu noktada Türk milliyetçiliğinin Avrupa’da yükselen faşizmle kıyaslandığında ırkçı olup olmadığı ise ihtilaflı bir konudur. Zira ulus devlette Türk milliyetçiliği kandan ziyade ortak bir dil, tarih ve kültür birlikteliğine işaret etmektedir. Uygulamada ise, tek parti yönetici kadrolarının özellikle de Recep Peker’in bazı söylemleri ırkçılık boyutunu da açığa çıkartmaktadır. Bu duruma örnek olarak Peker’in söylemlerine bakıldığında: “Türkleri yeryüzünün arılık ve beylik bakımından üstün bir ulusu olarak vasıflandırmıştır.”[3] Bu tarz aşırı milliyetçi hatta ırkçı söylemler, Atatürk tarafından neredeyse hiçbir zaman dile getirilmese de, bu, tek parti kadrolarının sıklıkla kullandığı üsluptur. Tek partinin Türk milliyetçiliğini yücelten ulus devlet inşası, Kürtleri, tek parti döneminin ilk yirmi yılı boyunca uluslaştırma sürecinde asimilasyonu sağlanması gereken grup olarak konumlandırmıştır. Kürtlerin Türk kimliğine entegrasyonu için eğitimden, kültüre kadar her yol denenmiş olup, bu süreç, Kürtlerin hafızalarında derin izler bırakmıştır.
Ulus Devlette Türk Kimliğinin ve Türk dilinin İnşası
Türkiye’de ulus devletin inşasıyla birlikte vatandaşlık tanımı da milliyetçi bir bakış açısıyla Türk kimliğini merkeze alacak şekilde yapılmıştır. Öyle ki, Osmanlı’dan çok kültürlü bir yapı miras alan genç Cumhuriyet, vatandaşlık tanımında farklılıkları görmezden gelerek, Türk kimliğini Anadolu’da yaşayan herkes için ortak bir kimlik olarak konumlandırmıştır. Ulus devlette vatandaşlık ümmet temelli değil, siyasi vatandaşlık yoluyla tanımlanmaktadır. Hukuk önünde herkesin eşit olduğu vatandaşlık tanımında kilit nokta, vatandaşlığın Türk kimliği üzerinden tanımlanmasıdır. Zira vatandaşlık tanımının siyasi saik üzerinden inşa edilmesi herkesin eşit gözükmesini sağlasa da, pratikte bu durumun geçerliliği tartışma konusudur. Bu bağlamda, “Teorik olarak bakıldığında yasalar karşısında tüm vatandaşların hak ve ödevleri birbirinin aynı görünse de, gündelik hayatta baskın Türk etnik kimliğine aidiyet, devletin kimlik politikasının temelini oluşturmuştur.“[4] Bu doğrultuda düşünüldüğünde, tek parti kadrolarının homojen bir toplum modelini arzu ettiği ve bu durumun da vatandaşlık tanımına yansıdığı görülmektedir.
Tek parti yönetici kadroları savaş tecrübesine sahip olduklarından dolayı, Osmanlı’daki ayrışmanın genç Cumhuriyeti etkilememesi için, Türk kimliğini milliyetçi bir bakışla topluma ortak aidiyet duygusu olarak sunmuştur. Bu bakımdan, Türk kimliğini merkeze alan vatandaşlık tanımı Kürtlerin ulus devlet içinde bir kimlik krizi yaşamasına yol açmıştır. Öyle ki, bölünme korkusunun vatandaşlık tanımını etkilediği açıktır. Vatandaşlık tanımlaması siyasi katılımı sağlaması ve hukuk önünde herkesi eşit kabul etmesiyle kapsayıcı, ama Türklük üzerinden bir tanımlamaya gitmesiyle de son derece milliyetçi ve diğer etnik grupları dışlayıcıdır. Bu doğrultuda, “Osmanlı’nın çoğulluğa dayalı imparatorluk/toplum anlayışı, yerini ülke, din ve etnisitenin farklı bir şekilde harmanlanmasıyla ortaya çıkan Türk milliyetçiliği yorumu sayesinde türdeş bir ulusal siyasal toplum ve ulusal vatandaşlık modeline bırakmıştır.“[5] Milliyetçi bir bakışla inşa edilen vatandaşlık tanımı, yine milliyetçi bir perspektifle Türkçe’yi de zorunlu dil olarak benimsemiştir. Ulus devlette Türk kimliğini baskın hale getirmede dilin önemi kritiktir. Zira Kürtçenin yasaklanması, Kürtlerin kendi ana dilinden uzak kalmasına yol açmış; bunun doğal bir sonucu olarak da kendi kültürel geleneklerine yabancılaşmaya neden olmuştur.
Osmanlı’da Arapça’nın gölgesinde kalan Türkçe, ulus devletin inşasıyla birlikte Türklüğün tesisi için vazgeçilmez hale gelmiştir. Farklı etnik kimliklerin göz ardı edilerek türdeş bir toplum yaratmanın başlıca unsuru, ulusun konuştuğu ortak bir dili inşa etmekten geçmektedir. Bu bakımdan, tek parti yönetici kadrolarının uygulamalarıyla Türkçe konuşmak ve Türkçe eğitim görmek zorunlu olmuştur. Yöneticilerin Türkçe’yi yaygınlaştırmak ve halkta içselleşmesini sağlamak için 1928 yılında başlattığı “Vatandaş Türkçe konuş!” kampanyasının hedefi, hem gayrimüslimlerin hem de Türk olmayan Müslümanların dillerini dışlamaktır.’’[6] Türkçe’nin bu şekilde benimsetilmeye çalışılması, vatandaşlık tanımındaki Türk kimliğini, ortak bir dil ve tarih birlikteliğiyle inşa etmeyi amaçlamaktadır. “Bu açıdan bakılınca dilin bir iletişim sistemi olması dışında bir ulusun bireylerini yabancılaştırmak ve birleştirme gücü de vardır.“[7] Bu şekilde, Türkçe, Türklüğün sağlam temellere oturmasını sağlarken, Kürtlerin ise Türklük potasında eritilmesinde işlevsel bir rol üstlenmiştir.
Tek Partinin 1923-1940 yıllarında Kürt Kimliğine Bakışı
Tek partinin 1923 yılında ilan ettiği Cumhuriyet rejimi, aynı zamanda ulus devletin inşasının da başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Bu bağlamda düşünüldüğünde, “Ulus inşası, bir siyasal coğrafyadaki bütün kimliklerin üzerinde olan bir kimlik tanımlaması ve tanımlanan bu kimliğe herkesin dâhil edilmesi sürecidir.”[8] Bu bakımdan, Türkiye’de tek parti döneminde Anadolu’da türdeş bir toplum tahayyül eden yönetici kadrolar, üst kimlik olarak Türk kimliğini, görmüştür.
Tek parti döneminin egemen olduğu yıllarda Fırat’ın doğusunda yaşayan ve baskın bir şekilde Kürt halkının yoğunlukta olduğu yerlerde, Türk kimlik inşası politikası hayata geçirilmiştir. Türk kimliğinin baskın hale getirilmesi anayasal süreçle başlamaktadır. Öyle ki “(…) Türklük sıfatının, vatandaşlık bağı olarak dinsel ya da ırksal bir anlam içermediği, içermeyeceği, bunun yalnızca bir coğrafi bağ ifade ettiği 1924 Anayasası ile anayasal bir tanıma kavuşturulmuş, güvenceye alınmıştır.“[9] Bilindiği üzere, anayasal tanım ırksal bir ifade taşımasa da, milliyetçi bakış açısıyla diğer kimlikler Türklük potasında eritilmektedir. Bu bakımdan, kimlik inşası, uzun süreli ve her alanı kapsayan faaliyetleri gerekli kılmaktadır. Bu doğrultuda, “Ulus devletin kimlik inşası, eğitimden bürokrasiye, ekonomiden hukuka, edebiyattan tarihe ve sanattan spora kadar hemen her alanı ulusal bir ruhla şekillendirmek suretiyle gerçekleşmiştir.“[10]
Türdeş bir toplum yaratmak için nüfusun da yekpare olması gerekmektedir. Türk olmayan en büyük azınlık grup olarak Kürtler, tek parti yönetici kadroları için en çabuk şekilde Türkleştirilmesi gereken etnik grup olmuştur. Kürtlerin Osmanlı’daki göreli özerk yapıları, merkezileşmiş bir ulus devlet için tehlike teşkil etmektedir. Ayrıca Kürtlerin geleneksel olarak kuvvetli kültürel bağlara sahip olmaları, kendi ana dillerinin olması ve en nihayetinde asırlardan beri ülkenin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde yaşamış olmaları, Türkleştirme politikasının kapsamını geniş tutmayı gerektirmektedir. Tek parti, bu konuda tavizsiz bir yaklaşım sergilemiştir. Bu duruma örnek olarak, “Türkleştirilme politikalarından kasıt sokakta konuşulan dilden, okullarda öğretilecek tarihe, eğitimden, sanayi hayatına ticaretten devlet personel rejimine; özel hukuktan vatandaşların belirli yerlerde iskân edilmesine kadar toplumsal hayatın her boyutunda, Türk etnik kimliğinin her düzeyde ve tavizsiz bir biçimde egemenliğini ve ağırlığını koymasıdır.“[11]
Tüm bu tartışmaların odağında, Kürt isyanları kendi içinde farklı sebepler barındırsalar da, genel olarak ulus devlet içindeki Türkleştirme politikalarına karşı verilen bir reaksiyondur. Zira tek parti dönemi, ülkenin doğusunda Türkleştirme politikalarının farklı kollardan sürdürüldüğü ve masada askeri seçeneğin sürekli saklı tutulduğu bir inşa döneminin yansımasıdır. Kimlik inşası süreci, tek parti tarafından kapsamlı bir analizin ürünüdür; zira bu konuda tek parti yöneticileri tarafından merkeze iletilmek üzere yazılan birçok Kürt Raporu mevcuttur. Keza çıkarılan yasalar ve uygulanan politikaların kapsayıcılığı, tek partinin Türkleştirme projesine atfettiği önemi açık bir şekilde göstermektedir. Kürt kimliğini baskılamak için, gerektiğinde ülkedeki demografik yapıyla bile oynanmıştır. İskân politikaları ile amaçlanan, aslında Türkleştirme projesini hayata geçirmek ve ülkenin doğusunda Türk etnik kimliğini dominant hale getirmektir. Ülkedeki sosyolojik yapıyı göz önüne almayan bu süreç, zorunlu olarak gayri Türk olan Kürtleri, tek parti döneminde göç ve şiddet politikalarına maruz bırakmıştır.
Kimlik Kavramı
Tek parti döneminde Kürt kimliğine uygulanan asimilasyon politikalarının detaylarına bakmadan önce, kimlik mefhumuna dair genel bir değerlendirme yapma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Kimlik kavramının tanımlanmasında birçok disiplinin katkı sağladığı göz önüne alınacak olunursa, kimliğe yönelik üzerinde ortak bir mutabakatın sağlandığı evrensel bir tanım söz konusu değildir. Zira modern yaşamın içerisinde bireylerin birden fazla kimlik aidiyeti söz konusudur. Kimlikler, insana doğumundan itibaren kendi rızası olmadan verili olarak geldiği gibi, yaşamın içerisinde bireyin hür tercihiyle de meydana gelmektedir. Bu bakımdan, kimlikler çeşitlilik arz etmektedir. Bu duruma bakıldığında, “Hepimiz kendi yaşamımızda, bireyler olarak, kendi geçmişimizin ya da ortaklıklarımızın, sosyal etkinliklerimizin ürünü olan, birbirinden apayrı bağlamlarda, çeşitli kimliklere sahibizdir.“[12] Kimlik, bu anlamıyla bir aitlik de içermektedir. “Bu açıdan kimlik, bireyi, kimi zaman diğerlerinden farklılaştıran kimi zamanda diğerleri ile benzeştiren bir araç işlevi görmektedir.“[13]
Kimliğin insanları diğerlerinden ayıran ve birleştiren yanları, doğal olarak bireyin bir sosyal gruba aitlik hissi taşımasını sağlamıştır. Dâhil olunan grubun değerleri benimsenmekte, hatta içselleştirilmektedir. Bireyin kimliklere ilişkin yargısı aklı ön plana çıkarmaktadır. Bu bakımdan, “Sahip olduğumuz kimliklerin çoğulluğunu ve bunların ima ettiği farklı şeyleri fark etmenin yanı sıra, kaçınılmaz olarak birbirinden farklı olan ve belirli kimliklerin inandırıcılığının ve geçerliliğinin belirlenmesinde tercihin rolünü görmek de çok önemlidir.“[14] Tercihe yapılan atıf, bireyin aklını kullanmasına işaret etmektedir. Etnik temelli oluşumlar ise, doğuştan olabileceği gibi sonradan da değişebilmektedir. Irksal olarak değişim ise mümkün değildir. Kimliklerin birbirine benzememesi doğal bir sonuçtur. Sorunu ortaya çıkaran bir kimliğin diğerini ötekileştirerek kendi içinde eritmeye çalışmasıdır. Tek partinin uygulamaları Kürt kimliğini görmezden gelme, tanımama ve gerektiğinde baskılama üzerine kuruludur. Kimliklerin farklı dilsel, dinsel, kültürel farklılıkları çoğulculuk temelinde kabul edildiğinde sıkıntı çıkmazken, tek bir kimliğin diğerlerini baskılaması durumunda kimliklerin çatışması şiddeti doğurmaktadır. Türkiye’de Türk ve Kürt kimliklerinin çatışmasından ziyade, tek partinin devlet aygıtını kullanarak Kürtleri Türkleştirmek istemesi söz konusudur. Devletin sahip olduğu şiddet tekeli, doğu bölgesinde Türk kimliğini egemen kılmak için uygulanmıştır.
Şark Islahat Planı
Erken dönem Cumhuriyet’te Türk kimliğinin inşasıyla birlikte, Anadolu’da dini ve milli homojenleştirme politikası yürütülmüştür. Bu doğrultuda, Ermeni nüfusun 1915 olaylarıyla (tehcir politikası) Anadolu’daki nüfusunun ve etkinliğinin azalması, Cumhuriyet sonrası Yunanistan’la imzalanan mübadele antlaşmasıyla da Rumların göç etmesi, ülke içinde dini homojenliği sağlamıştır. Geriye milli homojenleştirme süreci kalmıştır. Bu bakımdan Kürt kimliği için ulus devletin varlığı, asimilasyon sürecinin de başlangıcına tekabül etmektedir. Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde milliyetçi perspektifle inşa edilen Türk kimliği, doğuda bazı isyanlara neden olmuştur. Şeyh Said İsyanı, dini argümanları da olmakla beraber, özünde bir Kürt ayaklanmasıdır. Bu isyan, tek partiyi Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgede daha sert ve kapsayıcı önlemleri almaya sevk etmiştir. Bu önlemlerin en kapsamlısı ve tek partinin Kürtlere yönelik bakışının en önemli delili olan Şark Islahat Planı’dır. “Plan, Cumhuriyetin Kürt siyasetinin rehber metnidir.“[15] Şark Islahat Planı’nın gayesi, Türklüğü bölgede eğitim, iskân, demiryolları ve ordu eliyle egemen kılmak üzerinedir. Şark Islahat Planı, Kürtlerin Türkleştirilmesi sürecinde tek partinin izlediği yol haritasıdır. “İlhamını Türklükten başka etnik kimliklerin kültürel haklarla donanamayacağını bildiren 1924 Anayasası’ndan alan bu metin, Cumhuriyet’in takip ettiği Kürt siyasetini kuşatan, onu şekillendiren paradigmayı inşa etmiş gibidir.“[16]
Bu plan, tek parti yönetici kadrolarının doğuda yaşayan Kürtler üzerinde askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel olarak konumlanmasını hedeflemektedir. Zira plan, doğu bölgesi için bir sıkıyönetim ilanıdır. Umumi müfettişliklerin tarihimizde yer almasının başlangıcı da bu planla gerçekleşmektedir. Umumi müfettişlikler, tek partinin Kürtlere yönelik politikasının bölgedeki uygulayıcısı konumundadır. Öyle ki, umumi müfettişliklerin görevlerini daha iyi yerine getirebilmeleri için bölgedeki askeri güçler de onların emrine verilmiştir. Bu bağlamda ele alındığında, karakol yapımı, askeri gücün takviyesi ve askeri idari kadroların Türklerden seçilmesi planın detaylarında yer almaktadır. Umumi müfettişlikler, aynı zamanda Şeyh Said İsyanı gibi yeni isyanların çıkması durumunda bölgede hızlı müdahale edebilecek bir pozisyon da üstlenmiştir. Bu doğrultuda ele alınacak olunursa, umumi müfettişlikler Kürt kimliği üzerinde devlet otoritesini sağlayan işlevsel bir araçtır. Bir başka ifadeyle, “Umumi müfettişlikler dönemin İçişleri Bakanlığı müsteşarı Sabri Çıtak’ın deyimiyle, ‘devletin gözü kulağı’ olup ‘devletin kudret ve kuvvetini’ temsil etmektedir.“[17] Bu doğrultuda ele alındığında, umumi müfettişlikler Şark Islahat Planı’nın amacını tatbik için tek parti tarafından hayata geçirilmiştir. Şark Islahat Planı, sadece askeri seçenekleri göz önüne alarak değerlendirilebilecek bir metin de değildir. Aynı zamanda, bu plan, Kürt kimliğinin asimilasyonu için eğitimden, gündelik hayatta konuşulacak lisana memuriyete atanacak insanların etnik kimliğine kadar detaylı bir şekilde ele alınmıştır.
Bu duruma örnek vermek gerekirse “(…) vilayet ve kaza merkezlerinde hükümet ve belediye dairelerinde ve diğer kuruluşlarda, okullarda, çarşı ve pazarlarda Türkçeden başka dil kullananlar hükümet ve belediyenin emirlerine aykırı davranmakla suçlanacak ve cezalandırılacaktır.“[18] Görüldüğü üzere, plan, Kürtlerin yoğun yaşadığı yerlerde ve kamusal alanda Kürtçe’ye yasak getirmektedir. Bu bakımdan, eğitim ve dil unsurları Türk kimliğinin inşa edilmesinde devletin kullandığı önemli bir araçtır. Tek parti eğitimi zorunlu hale getirip, eğitim dilini de Türkçe yaparak Kürt çocuklarının küçük yaşlardan itibaren Türkçe öğrenmesini hedeflemiştir. Bu bağlamda, “Kemalist Cumhuriyetin esas gayelerinden biri de eğitim yoluyla toplumun sekülerleştirilerek, Türkleştirilmesi ve homojen hale getirilmesidir.“[19] Bu süreçte dilin benimsenmesi ve konuşulması için tek partinin hazırladığı planın uygulayıcıları ise Türk Ocakları olmuştur. Nitekim, “Bölgede Türk Ocakları, yatılı bölge okulları ve kız okulları açılarak yöre çocuklarının eğitim yoluyla eritilmeleri öngörülmektedir.“[20] Şark Islahat Planı’nın eğitim ve dil politikası tek partinin otoriter zihniyetini göstermesi bakımından önem arz etmektedir. Türklüğün bölgedeki gücünü artırmak için açılan okullar ve Türk Ocakları, Kürtçe’nin atıl kalmasına yol açmıştır.
Planın diğer bir boyutunu da demiryolları ve hükümet binaları oluşturmaktadır. Bölgedeki demiryollarına önem verilme nedeni, yeni bir isyanda devletin askeri gücünü bölgede ulaşılır kılmayı amaçlamaktır. Doğu bölgesinin yer şekilleri ve feodal yapısı, ulus devletin askeri ve idari olarak merkezileşmiş yapısıyla tezat bir görünüm teşkil etmektedir. Bu tezatlığın giderilmesi, planın amacına ulaşması ve olası bir ayaklanma durumunda askeri gücün bölgede egemen olması için demiryollarının yapımına hız verilmiştir. Bu noktada, Çağlayan’ın demiryollarıyla ilgili tespiti konunun daha iyi anlaşılması bakımından değerlidir: “Demiryolu ulaşımının doğuya kaydırılmasının en önemli gerekçelerinden biri de, demiryolunun dil ve kültür birliğini sağlamada bir araç olarak görülmesidir.“[21] Bu tespitten de yola çıkarak, demiryolları Türkleştirme projesinin başarıya ulaşması için düşünülmüştür. Şark Islahat Planı’nın 18. maddesi de, devletin gücünün şekilci yanına işaret etmektedir. “Görkemli hükümet binaları ve Jandarma karakolları yapılmalıdır.“[22]
İskân Politikaları
Şark Islahat Planı’nın belki de en önemli amacı, Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki Kürt ağırlığını kırmak ve iskân kanunlarıyla bölgede Türklüğü egemen kılmaktır. Bu bakımdan, Şark Islahat Planı’nın detaylarını oluşturan iskân kanunları, Kürtlerin Batı’ya zorunlu göçünü ve aynı şekilde Balkanlar ve Kafkasya coğrafyasından getirilen muhacirlerle Karadeniz bölgesindeki insanların doğuya yerleştirilmesini içermektedir. Bu doğrultuda, “(…) Türkiye’de çıkarılan ilk iskân kanunu, 31 Mayıs 1926 tarih ve 885 sayılı İskân kanunudur.’’[23] Planın maddelerinde konuyla ilgili olarak şu noktalar dikkat çekicidir. “Yugoslavya’dan gelmekte olan Türk ve Arnavutlar ile İran ve Kafkasya’dan gelecek Türkler, öncelikle Elazığ-Ergani-Diyarbakır, Elazığ-Palu-Kiğı, Palu-Muş arasındaki Murat Vadisi, Bingöl dağının doğu ve güneyi ve Hınıs, Murat vadeleri, Muş Ovası, Van Gölü havzası, Diyarbakır-Garzan-Bitlis hatlarında iskân edilecektir.“[24] Bu iskân politikalarıyla, “Fırat’ın Doğusu” diye tabir edilen bölgedeki demografik yapı değiştirilmek istenmiştir. Kürtlerin hâkim etnik unsur olarak yer aldığı il ve ilçelere yerleştirilecek olan muhacirler, bölgede Türk kimliğini inşa etmek için elzemdir.
Planda hangi aşiretlerin Batı illerine göç ettirileceği kararını tek parti yönetici elitleri vermektedir. Öyle ki, kararın alınmasında özellikle bölgede ortaya çıkan Kürt isyanlarıyla doğrudan bağlantılı olduğu düşünülen ve bölgede Kürtlüğü güçlü şekilde temsil eden aşiretlerin sürülmüş olması, tek partinin doğu illeri üzerindeki otoritesini de artırmaya yönelik stratejik bir adımdır. Dolayısıyla, ülkedeki demografik yapıyı yapboza uğratmayı amaçlayan iskân politikaları, bölgedeki Kürt aşiretlerini ve ileri gelenlerini batıya sürerek tek partiyi bölgede tek egemen güç olarak konumlandırmaktır. Nitekim tek parti, iskân için dönemin kısıtlı şartlarında bütçe ayırarak bölgenin Türkleştirilmesine ne kadar büyük bir önem atfettiğini de göstermektedir. İskân kanunları ilk olarak Şark Islahat Planı’nın yürürlüğe girmesinden bir yıl sonra uygulansa da, bununla sınırlı kalmaz. Kürtlerin Ermenilerden kalan yerlere yerleştirilmemesi hedeflenmiştir. Bu tarz bir yerleştirme planında, Kürtlerin, Ermenilerin eskiden sahip olduğu meskûn bölgelere yerleşmemesi için gerekli tedbirlerin alınması da iskânın Türkleştirmeye hizmet ettiğini açıkça göstermektedir. Şark Islahat Planı’nda bu konuya ilişkin madde şu şekildedir: “Van şehri ile Midyat arasındaki hattın batısında Ermenilerden kalan araziye Türk göçmenler yerleştirilecektir.“[25]
Görüldüğü üzere, bölgedeki Türkleştirme projesini tamamlamak için her türlü tedbir düşünülmüştür. Hülasa, Şark Islahat Planı ve bu planın mihenk taşı olan iskân kanunları Kürtleri bölgeden göç ile uzaklaştırmayı eğitim ve dil aracılığıyla asimile etmeyi amaçlamaktadır. Tek parti için inşa edilmekte olan ulus devlet, her yönüyle kaynaşmış bir toplumu hedeflemektedir. Bu bakımdan, Kürtler, Müslüman tebaa içerisinde yer alan grup olarak dini homojenliğe uygun olsalar da, ülkenin doğu ve güneydoğu bölgesinde kalabalık bir nüfusa sahip olmaları ve Türkçe dışında ana dilleri bulunması sebebiyle ulusun inşa sürecinde Türklüğün hâkim kılınmasına engel teşkil etmektedir. Dolayısıyla, Kürt aşiretlerinin batıya göç ettirilmesiyle muhacirlerin Doğu bölgesinde iskân edilmesi ulus devletin kaynaşmış toplum yaratma hedefinden soyutlanarak anlamlandırılamaz.
Bu bağlamda, “İskân Kanunu, Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya’nın deyimiyle, tek dille konuşan, bir düşünen, aynı hissi taşıyan bir memleket yaratmak için çıkarılmış önemli bir yasaydı.“[26] Öyle ki, iskân politikaları 1930’lı yılların Türkiye’sinde Kürt Sorunu’nu demografik müdahalelerle aşmayı hedeflemektedir. Bu doğrultuda düşünülecek olunursa, “Zorunlu göç ve Türk nüfusun yerleştirilmesiyle Cumhuriyet’in başlangıç döneminde Türk kimliği merkeze alınmış, Kürt kimliği illegalleştirilip periferiye itilmiştir.’’[27] Erken dönem Cumhuriyet’in Kürtlere bakışı, ilk 20 yıl içerisinde bu yaklaşımla ifade edilirken, Kürtleri doğu bölgesinden batıya zorunlu göçe tabii tutmanın meşru gerekçesi olarak ise Kürtlerin sadakatsizliği, kaçakçılık gibi girişimleriyle asayiş problemleri gösterilmektedir.
Bunun yanı sıra, aşiretlerin silahlı oluşu, bölgedeki hâkim feodal yapı, bölgenin coğrafi koşullarının gelişime açık olmaması nedeniyle insanların geçim kaynağında yaşadıkları zorluklar da göz ardı edilmemesi gereken unsurlardır. Tüm bu etmenler, Şark Islahat Planı ve iskân kanunlarına dair tartışmalarda mihenk taşı gibidir. Yine de tek partinin Kürtlere yönelik demografik müdahalesi haydutluk ve genel asayiş sorunlarıyla açıklanamayacak kadar ideolojik temelli bir yaklaşımın ürünüdür. Erken dönem Cumhuriyet’in Türk kimliğini Batılılaşma hedeflerine giderken merkeze alması ve bu kimliği milliyetçilik üzerinden tasarlaması, gayri Türk olan Kürtlerin tek parti için nüfus olarak gücü kırılması gereken grup yapmıştır. Tek partinin Kürtlere yönelik bakışı uluslaşma sürecindeki bir devletin milliyetçi karakteri göz önüne alınmadan değerlendirilemez. Nitekim kapsamlı bir şekilde hazırlanan Şark Islahat Planı ve iskân kanunları, bölgede yaşayan Kürtler için ulus devletin inkâr politikalarının en iyi örneğidir. Kürtlerin diline yasak getirilmesi, bölgenin nüfus yapısının yapboza uğratılması, aşiretlerin batı illerine sürgün edilmesi, yine planın detaylarında yer alan demiryolları ve askeri karakollarla Kürtler üzerinde bir baskı kurulması, ulus devletin Kürt kimliğine bakışında ilk yirmi yılının özeti gibidir.
Tek Parti Döneminde Hazırlanan Kürt (Şark) Raporları
Erken dönem Cumhuriyet’in Kürt kimliğine yönelik bakışında birçok değişkenin rolü vardır. Bu bakımdan tek parti yönetici kadrolarının farklı adlarla anılsa da, hazırladıkları raporlar ulus devletin, Kürtlere yönelik bakışında bize ayrı bir pencere açmaktadır. Bu raporlar, tek partinin iktidarının ilk 20 yılında Kürt kimliğine yönelik olarak yapılması gerekenlerin detaylandırılmış bir analizidir. Zira ulus devlet içinde Kürtlerin bulundukları konumu, Kürt kimliğinin nasıl Türkleştirileceği, bunun hangi parametreler üzerinden yapılması gerektiği, soruna yönelik askeri tedbirlerin nasıl alınacağının ayrıntıları raporların muhtevasında gizlidir. Tek partinin Kürtlerle ilgili bu derecede kapsamlı ve çok sayıda rapor hazırlaması, bölgeye atfedilen önemi göstermektedir.
Bölgede etnik olarak Kürtlerin ağırlıkta olması ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında ortaya çıkan isyanlar, akıllarda yer edinen “Sevr korkusu”nu canlandırmaktadır. Bu dönemde hazırlanan ilk raporlardan biri, Abdülhalik Renda’nın hazırladığı yazanaktır. Bu raporun diğerlerine kıyasla en büyük farkı, Şark Islahat Planı’na temel oluşturması ve bu bakımdan tek partinin konuya ilişkin yaklaşımını gösteren ilk yazılı belge olmasıdır. Öyle ki, hazırlanan bu rapor, Şark Islahat Planı gibi nüfus yapısı, Kürt isyanlarının karakteristiği ve Türkleştirilme konusunda lisandan demiryollarına kadar birçok başlığın ele alındığı bir metindir. Bu raporla ilgili en önemli ayrıntı, Şeyh Said İsyanı sonrası yazılmış olmasıdır. Zir bu rapor, isyan sonrası Cumhuriyet’in Kürtlere yönelik bakışını net olarak yansıtması bakımından değerlidir. Raporda isyana dair şu tespitler yapılmıştır: “İsyan, din ve irtica perdesi altında milli bir harekettir.“[28] Daha öncede vurgulandığı gibi, raporda açık bir şekilde Şeyh Said İsyanı’nın milli içerikli olduğu belirtilmektedir. Bu da, resmi tarih yazımında irtica bağlamında aktarılan isyanın Kürt kimliğindeki ilk etnik ayaklanma olduğunu göstermektedir. Rapordaki Kürt isyanın etnik karakterine yönelik tespitin bir başka önemli noktası da, ulus devlet içinde uygulanan politikaların Kürt kimliğinde yarattığı tepkidir. Yine de, Şeyh Said İsyanı yekpare etnik temelli bir Kürt isyanı olarak değerlendirilemeyecek kadar farklı hizipleşmeleri içermektedir. Rapor, bölgede devlet otoritesini sağlamak için yapılması gerekenleri de içermektedir. Bu bakımdan Renda’nın raporu aşiretlerle ilgili tespitleri de içermektedir: “Aşiret hayatını ortadan kaldırmak için hükümeti güçlü yapmak gerekmektedir.“[29] Rapordaki aşiret hayatını kaldırma ifadesi, hükümetin istemediği ve isyanlara karıştığını iddia ettiği aşiretleri sürerek cezalandırma ve iktidar boşluğunu da ulus devletin merkezileşmiş idari, askeri ve adli yapısıyla donatmaktır. İskân kanunları da bu raporda yer alana aşiret hayatına dair tespitlerle yakın bir paralellik göstermektedir. Devlet otoritesini egemen kılma, aşiret yapısının bölgedeki nüfuzunu kırma girişimlerinin altyapısı bu raporda gizlidir. Nitekim raporla ilgili en önemli detaylardan biri de, bölgedeki Kürt nüfusun ağırlıkta olduğunun kabul edilmesi ve onları Türkleştirmek için yapılması gerekenleri içermesidir. Raporda nüfusla ilgili şu tespite yer verilmektedir: “Türk nüfusu Kürt nüfusunun dörtte birinden daha azdır.“[30] Görüldüğü üzere, raporda açıkça nüfusla ilgili bilgiler yer almıştır. Bu bakımdan raporun iskân politikalarına dair bir fikir verdiği açıktır. İskân edilen yerlerin raporda geçen illerle yakınlık göstermesi de bu önermeyi doğrulamaktadır. Raporun devamında ise, Şark Islahat Planı’ndaki gibi bölgedeki Kürt nüfusun Türkleştirilmesine yönelik politikaların ayrıntıları yer almıştır. Lisan ve demiryolları konusundaki tavsiyelerin Şark Islahat Planı’nda yer alması da hazırlanan raporun Ankara’da karşılık bulduğunu göstermektedir.
Renda’nın raporu gibi dönemin İçişleri Bakanı olan Cemal Uybaydın’ın raporu da Şark Islahat Planı’na kaynaklık eden bir metindir. Uybaydın’ın raporu da, diğer raporlar gibi, odak noktasını iskân aracılığıyla bölgede Türklüğü egemen hale getirmek üzere yazılmıştır. Raporların ortak noktası, Kürtleri temsil yoluyla asimilasyona uğratmak, bölgedeki Kürt nüfusu asayiş sorunlarının ve isyanların temel müsebbibi olarak gösterip onları eğitim ve iskân politikalarıyla sindirmeye çalışmaktır. Özellikle devleti temsil eden adli, askeri, idari ve ekonomik yapıların tamamında Türklerin yer alıyor olması bölgede yaşayan Kürt nüfusun devlet dâhilindeki kadrolara alınmaması tek partinin Kürtlere bakışını resmetmektedir. Tek parti döneminde hazırlanan önemli raporlardan biri de umumi müfettişlik görevini de yürüten Abidin Özmen’in yazanağıdır. Zira Abidin Özmen’in görevi göz önüne alındığında, bölgeyi bilen bir yöneticinin hazırladığı rapor olarak ayrı bir öneme sahiptir. Özmen de Renda ve Uybadın gibi bölgenin Türkleştirilmesi için atılması gereken adımları ayrıntılı olarak ele almıştır. Doğu illerinin çoğunu gezen Özmen, raporda odak nokta olarak Kürtlerin bölgede sağlamış olduğu demografik ağırlığı kırmayı Kürtçe’nin konuşulmasını engelleyerek, Kürtlerin Türkçe aracılığıyla asimilasyonunu hedeflemektedir. Bu noktada Özmen Türkleştirmenin başarıya ulaşması için gereken adımları özetlemektedir: “Bölgenin Türkleşmesi için bölgeye Türk yerleştirilmeli, Türk, Kürt ve Aleviler birbirinden kız alıp vermeli, Batı’dan bölgeye gelen asker ve memurlar, Kürt kızlarıyla evlenip bölgeye yerleşmeli ve kendilerine arazi verilmelidir.“[31]
Tüm bu gelişmeler ışığında değerlendirilecek olunursa, bölgede Türklüğü hâkim kılmak için ileri sürülen tavsiyeler nüfus yapısı, eğitim, yol ve kültür üzerinden yapılandırılmıştır. Üç raporda da nüfusla ilgili ayrıntılar geniş bir yer kaplamaktadır. Kürtlerin o bölgenin otokton bir halkı olmasına rağmen tek parti tarafından Türkleştirilmek istenmesi, bölgedeki nüfus yapısının değiştirilmesini zorunlu kılmıştır. Türklüğün başat bir faktör olarak bölgede güçlü kılınması, tek partinin önceliğidir. Kürt aşiretlerinin zorla göç ettirilmesi de feodal yapının kırılması değil bölgedeki etnik dağılımı Türklerin lehine değiştirmek için yapılan ve raporlarda hiçbir şekilde gizlenmeyen en önemli adımdır. Raporlarda Kürtler için temsil ve tedip gibi kavramların kullanılması, askeri, idari, adli organlarda Kürtlere yer verilmemesi vatandaşlık tanımında herkesin eşit olduğu yönündeki genel kabulü pratikte geçersiz kılmaktadır. Bu bakımdan, raporlarlar, tek partinin vatandaşlık tanımını Türk kimliği üzerinden milliyetçi bir bakış açısıyla inşa ederken Kürtleri asimilasyonunu zorunlu grup olarak konumlandırmıştır. Dolayısıyla, Kürt kimliğinin asimilasyonuyla ilgili en ufak ayrıntıya bile raporlarda rastlanmaktadır. Zira sağlık konusundan bölgedeki yol yapım çalışmasına adli ve idari organlarda kimin istihdam edileceğinden memurların kimlerle evleneceğine kadar her detay bu raporlarda yer almıştır.
Renda, Uybaydın ve Özmen’in raporlarından sonra İsmet İnönü’nün hazırladığı rapor, tek partinin Kürt kimliğine bakışında bizlere ışık tutan temel bir kaynaktır. İsmet İnönü’nün raporunun en önemli niteliği, tek partinin Kürtlere yönelik hayata geçirdiği Şark Islahat Planı’ndan 10 yıl sonra Doğu illerini gezmesi sonucunda ortaya çıkmış olmasıdır. Bu durum, doğal olarak planın ve iskân kanunlarının ne derecede başarılı olduğunu göstermesi bakımından önem teşkil etmektedir. İnönü’nün raporunda da geniş ölçekte iskân politikaları yer almaktadır. Özellikle bölgeye yerleştirilen muhacirlerin durumu raporun önemli konularından biridir. Raporda, bölgede Türklüğü egemen hale getirmek için yerleştirilen muhacirlerin sıkıntıları ve yapılması gerekenlerle ilgili tespitler yer almaktadır. Her ilin coğrafi koşulları göz önüne alarak raporunu hazırlayan İnönü, illerde yürütülen iskân çalışmalarına, bölgenin demografik yapısına ve Türkleştirme projesinde atılması gereken adımları tek tek kaleme almıştır. Kürtlerin yoğun yaşadığı bir il olan Diyarbakır için şu tespitte bulunmuştur: “Diyarbakır, kuvvetli Türklük merkezi olmak için tedbirlerimizi kolaylıkla işleyebileceğimiz bir olgunluktadır.“[32] İnönü, gerekli olan tedbirleri raporunun devamında sıralamaktadır. Demiryollarına önem verilmesi, yerleştirilen muhacirlerin bölgede kalıcı olmasını sağlamak için verilecek maddi yardım, kent ve kasabalarda devletin gücünü gösterecek karakollar ve hükümet binalarının yapımı tek tek ele alınmıştır. Raporun dikkat çeken bir diğer noktası da, İnönü’nün, ülkeye zararlı faaliyetler verebilecek olan Suriye sınırına dikkat çekmesidir. Suriye’deki Fransızların varlığına değinen İnönü, Kürtlerin Suriye sınırında yürüttüğü kaçakçılık faaliyetlerinin bölgedeki asayişi zedelediğine değinmektedir. Suriye bölgesindeki Kürtlerin ülkenin doğu kısmında huzuru bozacak hale gelebileceğinin endişesi raporun kilit unsurlarından biridir. İller konusunda ayrıntılı demografik bilgiler veren İnönü, hangi ilde Kürtlerin daha yoğunlukta olduğu hangi illerin ise iskân politikalarını uygulamaya daha elverişli olduğunu sayısal veriler ışığında anlatmaktadır. Bu illerden biri de Van’dır. İnönü, raporunda Van’la ilgili şu tespite yer verir: “Sağlam bünyeli iyi bir Van şehri şarkta Cumhuriyetin önemli bir temeli olacaktır.“[33] Bu duruma ilaveten, Türkleştirme konusunda dilin önemine de değinen İnönü, raporunda bu konuya da yer vermiştir: “Kürtleşmiş ve kolayca Türklüğe dönecek yerleri okutmak, hatta Kürtlere Türkçe öğreterek Türklüğe çekmek için ilk tahsil ve onun iyi hocası çok etkili vasıtadır.”[34] İnönü, aynı zamanda, illerin içinde bulunduğu zor koşullara da değinmekte bölgedeki umumi müfettişliklerin uygulamalarına yer vermektedir.
Sonuç
Bu çalışmanın amacı, tek partinin ulus devlet inşa etme sürecinde Kürt kimliğine uyguladığı inkâr ve asimilasyon politikalarına ilişkin ayrıntılı bir bakış açısı sunmaktır. Bunun için öncelikli olarak Osmanlı’daki Batılılaşma hareketleri içerisinde en son benimsenen Türk milliyetçiliğinin yeni devletin kurulmasında üstlendiği işlevsel role bakılmıştır. Vatandaşlık tanımının Türklük üzerinden yapılması, yeni kurulan devletin mütecanis bir toplum olarak Anadolu’da yaşayan tüm kimlikleri Türklük üzerinden tanımlamasına yol açmıştır. Bu bağlamda düşünülecek olunursa, Osmanlı’dan miras kalan çok kültürlü sosyolojik yapı ulus devlet inşasında bir sorun olarak görülmüştür. Öyle ki, dini anlamdaki homojenleşme büyük oranda sağlansa da, en büyük sıkıntı ülkenin doğu ve güneydoğu bölgelerinde yoğunlaşan Kürtlerdir.
Osmanlı içerisinde Müslüman tebaa olarak geçen Kürtler, bölgenin otokton halkı olarak yeni inşa edilen ulus devlette Türkleştirilmesi istenen en büyük kitleyi oluşturmaktadır. Bu bakımdan anayasadaki vatandaşlık tanımında yer almayan Kürtler, önce inkâr edilmiş, akabinde de eğitim, kültür, dil ve iskân kanunlarıyla asimile edilmeye çalışılmıştır. Dolayısıyla, Kürt kimliğinin reddi erken dönem Cumhuriyet’in ilk 20 yılında birçok Kürt isyanına da neden olmuştur. Zira Kürt isyanları, bu bağlamda Türk kimliğini merkeze alan uluslaşma projesine gösterilen bir tepkinin sonucudur. Yine de Kürt isyanlarının milli karakteri baskın olsa da, bu isyanları yekpare bir şekilde etnik kökenli ayaklanma olarak değerlendirmek yanıltıcı olmaktadır. Çünkü bu isyanların bazıları dini saik de taşımaktadır.
Tek partinin Kürt kimliğine bakışını en iyi yansıtan belge olarak Şark Islahat Planı, bölgede devlet gücünün yerleşmesi için hazırlanan eğitimden, demiryollarına, iskân politikalarından, karakol yapımına kadar her şeyin ayrıntılı ele alındığı bir rapor olarak bu çalışmada göstermeye çalıştığımız asimilasyon politikaları için rehber niteliğindedir. Nitekim bu çalışmanın odaklandığı ana nokta, Kürt kimliğini yok saymayla asimile etmenin nasıl işlendiğini ve gerekçelerinin hangi parametreler üzerinden temellendirildiğini ortaya çıkarmaktır. Bu doğrultuda, iskânın amacı açık bir şekilde bölgedeki demografik yapıyı Kürtlerin aleyhine bir şekilde değişikliğe uğratmaktır. Öyle ki, yıllarca bölgede yaşayan Kürt aşiretleri Batı illerine göç ettirilirken, yerleştirilen Türkler ve muhacirler sayesinde devletin Türk kimliğini bölgede inşa etmesi hedeflenmiştir. Türkleştirme projesi tek partinin bütçe ayırdığı, konu üzerine raporlar yazdırdığı ve iktidarı boyunca emek harcadığı bir husustur. Bu doğrultuda eğitimde ve kamusal alanlarda Türkçenin benimsenmesi, Kürtlerin ana diline yabancılaşmasına ve kendi kimliklerini kaybetmesine neden olmuştur. Milliyetçiliğin tüm dünyada yükselişe geçtiği bir dönemde milliyetçi saik üzerinden inşa edilen ulus devlet Türk kimliğini merkeze alan yapısıyla diğer kimlikleri bilhassa da Kürt kimliğini dışlayıcı bir karaktere sahip olmuştur. Öyle ki, bu dışlayıcı karakter 1923-1940 yılları arasında tek partinin resmi politikaları ve söylemleriyle hayata geçirilmiştir. Özetle ulus devletin modern ve milliyetçi karakterine uymayan Kürt kimliği tek parti tarafından inkâr ve asimilasyon politikalarıyla bastırılmaya çalışılmıştır.
İsmail Uğur AKSOY
KAYNAKÇA
- ZÜRCHER, E. J. (2012). Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, Çev. Yasemin Saner, İstanbul: İletişim Yayınları.
- BORA, T. (2014). Türk Sağının Üç Hali: Milliyetçilik İslamcılık Muhafazakârlık, İstanbul: Birikim Yayınları.
- BAYRAK, M. (2013). Kürtlere Vurulan Kelepçe Şark Islahat Planı, Ankara: Öz-Ge Yayınları.
- ÇAĞLAYAN, E. (2014). Cumhuriyetin Diyarbakır’da Kimlik İnşası (1923-1950), İstanbul: İletişim Yayıncılık.
- SEN, A. (2006). Kimlik ve Şiddet Kader Yanılsaması, İstanbul: Türk Henkel Yayınları.
- ÖZTÜRK, S. (2011). İsmet Paşa’nın Kürt Raporu, İstanbul: Doğan Kitap.
- GÜVEN, D. (2005). 6-7 Eylül Olayları: Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları ve Stratejileri Bakımından, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
- M. (2010). ‘’ Ayrılıkçı Kürt Hareketinin Tarihsel Dinamiklerine Kısa Bir Bakış’’, Alternatif Politika, Cilt. 2, Sayı.2.
- N. (2013). ‘’Modern Türkiye’de Kimlik: Kürt Kimliğinden Kürt Sorununa’’, Akademik İncelemeler Dergisi, Cilt.8, Sayı.2.
- GÜLDİKEN. N. (2006). ‘’ Ulus, Ulus-Devlet ve Uluslaşma Kavramlarına İlişkin Tartışmalar ve Türkiye’’, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt.7, Sayı.2.
- ÖZDOĞAN. M. (2015). ‘’Türkiye’de Ulus İnşası ve Dil Devrimi’’, Akademik Hassasiyetler Dergisi, Cilt.2, Sayı.3.
- ULUÇ. Ö. (2012). ‘’İmparatorluktan Ulus Devlete Vatandaşlık Halleri: Osmanlı ve Türkiye’de Vatandaşlık Politikaları’’, Toplum Bilimleri Dergisi, Cilt.6, Sayı.12.
- İLYAS. A. (2014). ‘’Tek Parti Döneminde Aşiretleri Kontrol Altına Almak İçin Çıkarılan Kanun ve Hazırlanan Raporlar’’, The Journal of Academic Social Science Studies, Sayı.28.
- ÇAĞLAYAN. E. (2015). ‘’Erken Cumhuriyet Döneminde Muş, Bitlis ve Van’a Yapılan İskân Çalışmaları ( 1923-1938)‘’, The Journal of Academic Social Science Studies, Sayı.38.
[1] Eric Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, Çev. Yasemin Saner, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2012), s. 252.
[2] Tanıl Bora, Türk Sağının Üç hali: Milliyetçilik, Muhafazakârlık, İslamcılık, (İstanbul: Birikim Yayınları, 2014), s. 35.
[3] Ibid, s. 35.
[4] Dilek Güven, 6-7 Eylül Olayları: Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları ve Stratejileri Bakımından, (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2005), s. 84.
[5] Özlem Uluç, “İmparatorluktan Ulus Devlete Vatandaşlık Halleri: Osmanlı ve Türkiye’de Vatandaşlık Halleri”, Toplum Bilimleri Dergisi, Cilt 6, Sayı: 12, Temmuz-Aralık 2012, s. 15.
[6] D. Güven, op.cit, s. 89.
[7] Mehmet Özdoğan, “Türkiye’de Ulus İnşası ve Dil Devrimi (1839-1936)”, Akademik Hassasiyetler Dergisi, Cilt 2, Sayı: 3, 2015, s. 229.
[8] Ercan Çağlayan, Cumhuriyet’in Diyarbakır’da Kimlik İnşası (1923-1950), (İstanbul: İletişim Yayınları, 2014), s. 13.
[9] Nevzat Güldiken, Ulus, “Ulus Devlet ve Uluslaşma Kavramlarına İlişkin Tartışmalar ve Türkiye”, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 7, Sayı: 2, 2006, s. 162.
[10] E. Çağlayan, op.cit, s. 14.
[11] Ibid, s. 15.
[12] Amartya Sen, Kimlik ve Şiddet: Kader Yanılsaması, Çev. Ahmet Kardam, (İstanbul: Türk Henkel Yayınları, 2006), s. 44.
[13] Nurullah Altun, “Modern Türkiye’de Kimlik: Kürt Kimliğinden Kürt Sorununa”, Akademik İncelemeler Dergisi, Cilt 8, Sayı: 2, 2013, s. 50.
[14] A. Sen, op.cit, s. 24.
[15] Mehmet Bayrak, Kürtlere Vurulan Kelepçe: Şark Islahat Planı, (Ankara: Öz-Ge Yayınları, 2013), s. 14.
[16] Ibid, s. 14.
[17] E. Çağlayan, op.cit, s. 88.
[18] M. Bayrak, op.cit, s. 38.
[19] E. Çağlayan, op.cit, s. 26.
[20] M. Bayrak, op.cit, s. 38.
[21] E. Çağlayan, op.cit, s. 227.
[22] M. Bayrak, op.cit, s. 38.
[23] Ercan Çağlayan, “Erken Cumhuriyet Döneminde Muş, Bitlis ve Van’a Yapılan İskan Çalışmaları (1923-1938)“, The Journal of Academic Social Science Studies, Sayı: 38, 2015, s. 138.
[24] M. Bayrak, op.cit, s. 37.
[25] Ibid, s. 127.
[26] E. Çağlayan, op.cit, s. 118.
[27] Maya Arakon, “Ayrılıkçı Kürt Hareketinin Tarihsel Dinamiklerine Kısa Bir Bakış”, Alternatif Politika, Cilt 2, Sayı: 2, Ekim 2010, s. 179.
[28] M. Bayrak, op.cit, s. 93.
[29] Ahmet İlyas, “Tek Parti Döneminde Aşiretleri Kontrol Altına Almak İçin Çıkarılan Kanun ve Hazırlanan Raporlar”, The Journal of Academic Social Science Studies, Sayı: 28, 2014, s. 332.
[30] M. Bayrak, op.cit, ss. 95-96.
[31] E. Çağlayan, op.cit, s. 96.
[32] Saygı Öztürk, İsmet Paşa’nın Kürt Raporu, (İstanbul: Doğan Kitap, 2011), s. 9.
[33] Ibid, s. 22.
[34] Ibid, s. 49.