İRAN NEDEN ABD İHA’SINI DÜŞÜRDÜ?

upa-admin 24 Haziran 2019 1.531 Okunma 0
İRAN NEDEN ABD İHA’SINI DÜŞÜRDÜ?

İran Devrim Muhafızları Donanması tarafından, 20 Haziran’da, bir Amerikan İHA’sı (drone) olan RQ-4 Global Hawk’un Umman Körfezi üzerinde vurulduğu uluslararası basında yazılmaktradır. ABD’nin iddiasına göre, düşen İHA uluslararası hava sınırları içerisinde uçarken vurulmuştur. Ancak İran tarafı, uçağın İran’ın hava sahasında dolaşırken vurulduğunu öne sürmektedir. İran’ın Hava Kuvvetleri Komutanı Ali Hacizade, olayla ilgili gazetecilerin sorularına yanıt olarak, düşürülen İHA’nın birkaç kez uyarıldığını, ancak İran’ın hava sahasından uzaklaşmadığını ve kurallara göre savunma işleminin başlatıldığını açıklamıştır.

Amerikan RQ-4 Global Hawk uçağı, 60.000 feet’te uçabilen en gelişmiş casus uçağı türlerinden biridir ve onu radarların tespit etmesi de mümkün değildir. Ancak yaşanan bu olaydan sonra, ABD Hava Kuvvetleri teknolojisinin önüne kocaman bir soru işareti konmuştur. Washington Post‘un raporunda yazdığı üzere, ABD Ordusu İran’dan çok daha iyi askeri yeteneklere sahipken, İran da küçük çaplı bir savaş kriziyle ABD Ordusu’nu tehlikeye atabilir ve işlerini zorlaştırabilir. Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nin 2018 tarihli bir raporuna göre, İran’ın balistik füzelerini, füze menzillerini ve dikkatli çalışmasını görmezden gelmek mümkün değildir.

Ayrıca, Arap, Çin ve Rus medyası da bu olayı analiz ederek, İran’ın ABD’ye karşı gizli savunma gücü hakkında değerlendirmelerde bulundular. Sputnik Rus Haber Ajansı’nın bildirdiğine göre, RQ-4 Global Hawk en gelişmiş Amerikan droneları arasında yer almaktadır ve sivil taşıma uçakları kadar pahalıdır. Sputnik şöyle yazıyor: “Amerikalılar, ‘drone’un her çeşit radar sistemini geçebildiğini ve altmış beş bin fit yüksekliğe ve çok yüksek hızda efsanevi bir durumda uçma ihtimaline sahip olduğunu iddia etti. Uçağın gövde yapısı özel koruyucu metalden yapılarak, radarlar tarafından algılanması imkânsız olarak nitelendirildi. Ancak İran hava savunma sistemi, uçağı düşürerek, İranlıların Amerikan efsanelerini engelleyebilecek bir dizi süper efsanevi füzeye sahip olduğunu kanıtladı.

Ancak aynı İran, ABD Başkanı Donald Trump’ın yarattığı çıkmazdan kurtulmak için harekete geçmek zorundadır. Amerikan ‘drone’unun düşürülmesini, bu çıkmazı kırma girişimi olarak değerlendirmek gerekir. İran, JCPOA anlaşmasındaki yükümlülüklerini azaltmanın yanı sıra, ABD’ye uymayı reddettiğini ve askeri bir çatışmada zorbalığa verilen cevabı gösterdiğini göstermiş oldu. Bu olayın gerçekleşmesiyle birlikte, artık taraflar, karşılıklı olarak birbirlerine gövde gösterisi yapmak yerine, diplomasi kapsamında bu krizin aşılmasında aktif olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Trump, İran’a karşı yanlış hesaplama yaparak, baskı ve yaptırımların arttırılmasıyla İranlı yetkilileri müzakere masasına zorlayacağını düşünerek her türlü tecrit ve dışlama politikasını uyguladı. Fakat görünen o ki, İran derin bir ulus-devlet geleneğine sahip olduğu için, halkının desteğiyle en zor günleri bile bütün sıkıntılara karşın aşmakta ve İran rejimi de bu desteğe dayanarak baskıcı ve mantıksız müzakerelere “hayır” yanıtı vermektedir. Japonya Başbakanı Şinzo Abe’nin Tahran ziyareti, aslında bunu tam olarak ortaya koydu. İran Dini Lideri Ayetullah Hameney, yeni bir müzakere yerine, Trump’ın JCPOA anlaşmasına geri dönmesini ve taahhütlerini gerçekleştirmesini istediğini açıkladı. İran ile ABD arasındaki mevcut kriz, stratejinin kuralları gereği, ancak tam zirveye ulaştığı zaman inişe geçmeye başlayacaktır.

Krizin bir değerlendirmesini yapmak gerekirse; ABD, siyasi sert davranış ve tek taraflı yaptırımlarla İran’ı eylem mantığına son vermeye itiyor. Ancak Amerika’nın yaptırımları ve köşeye sıkıştırma planları, artık seçme şansını İran’dan uzaklaştırarak sınırlamaktadır. İran, Trump’ın yarattığı çıkmazdan kurtulmak için harekete geçmek zorunda kalıyor. Aslında, Amerikan ‘drone’unun düşürülmesini, İran’ın çıkmaza bir cevap verme girişimi olarak nitelemek doğru bir tespit olabilir. Stratejik bağlamda, kriz yönetimi açısından, krizin doruğa çıkmaya başladığı süreçte davranışlar sertleşiyor. İran ile ABD arasındaki mevcut durum değerlendirildiğinde; iki ülke arasındaki kriz aslında doruğa yeni yaklaşıyor. Elbette, tarafların krize karşı tepkileri kendi siyasi ilkelerine dayalı olarak yansıyabilir.  İki tarafın savaş ihtimalinden uzak kalmaları ve karşılıklı olarak verilen mesajlarda vurgulanan savaşın çıkmaması doğrultusunda çaba sarfetmeleri gerçek ise, tarafların krizin doruk noktasına varıp geri çekilme aşamasına geçmeleri beklenebilir. Trump, olayın hemen ertesi günü, İran’ı üç farklı noktadan vuracağı tweetini atmıştır. Ama son aşamada bundan vazgeçtiğini de açıklamıştır. Olaydan sonraki günlerde Tramp’ın davranışlarını ve ifadelerini not edersek, İran’a saldırmayı reddettiğini ve sadece bir drone için 150 İranlı askerin ölmesinin anlamsız olduğunu açıkladığını görüyoruz.

Aslında bu ifade ve tavır, Trump’ın yaklaşımının gerginlikten uzaklaşmaya çalışmak çerçevesinde şekillendiğini göstermektedir. Bu davranış, aslında iletişim bilimindeki “fışkıran çeşme teorisi” kavramıyla örtüşmektedir. Yani, çeşme zirveye ulaştığında, iki kere hızlanır ve düşer. İran ile ABD arasındaki mevcut kriz de aynen doruk noktasına ulaşarak zamanla yumuşamak zorundadır. Zira Trump’ın elindeki tüm baskı mekanizmaları uygulanmış ve sonuç alınamamıştır. İran’ın resmi ordusu sayılan Devrim Muhafızları’nın terörist gruplar listesine alınmasına ek olarak, bankacılık sistemini çökertmek amacıyla ticari ilişkileri durdurma çabasından başlayarak petrol satışlarını sıfıra getirmeye kadar olan baskı mekanizmaları artık etkili olmadığını göstermektedir. Şu andaki duruma bakıldığında, aslında ABD, İran’a karşı resmi bir ekonomik savaş sürdürmektedir. Ancak ekonomik savaşın fiziki savaşa dönüşmesi durumunda, sadece Ortadoğu bölgesi değil, bölge ötesi krizlerin de yaşanması kaçınılmazdır. Trump bunu anlamakta ve İran yetkilileri de bu konunun ciddiyetinin farkına varmaktadırlar. Ancak İran, gerginliğin devam etmesinin ekonomik ve ticari altyapısını zayıflatacağına vakıfsa, ABD de aynen yıpratıcı ve kısa süreli bir savaşta birçok bölgedeki çıkarlarının yok olacağının ve en başta İsrail’in bu süreçte zarar görebileceğinin farkına varmaktadır. Taraflar, bu gerçeklere dayalı olarak, artık diplomasi seçeneğini tercih etmeliler. Fakat ne yazık ki, halen daha bazıları, bu iki ülke arasında bir savaşın yaşanmasını istiyor ve İran’ın üstesinden kolayca  gelebileceklerini zannediyorlar. Nitekim ABD Federal Havacılık İdaresi, Basra Körfezi ve İran ile ilgili bölgedeki tüm ticari ve askeri uçuşların durdurulmasını emrettiği gibi, ABD hükümetinin bazı danışmanlarında gerginliğin hâlâ devam etmesi niyeti görülmektedir. Bu krizin, diğer ülkeler tarafından aracılık edilmediği takdirde ve İsrail, Suudi Arabistan ve diğer Arap Körfezi Şeyhlerinin müdahalesi ve kışkırtıcı siyasetleri devam ettiği müddetçe aşılması kolay değildir.

ABD, Haziran 2015 tarihinde P5+1 ülkeleri tarafından imzalanmış JCPOA anlaşmasından geri çekilmiş ve ardından İran’a ağır yaptırımlar uygulamıştır. Diplomasiyi hiçe sayan Trump, aslında sadece bir önceki Amerikan Başkanı ve hükümetinin kararını reddetmekle kalmayıp, aynı zamanda 2231 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararını da hiçe saymıştır. Bununla birlikte, diğer AB ülkelerinin üst düzey politikacılarının da imzalarını çiğnemiştir. İran’a karşı resmen yıpratıcı, çürütücü ağır yaptırımlar ve sınırlandırmalarla, İran devleti ve milletine en zor günleri yaşatmaya çalışmakta ve ekonomik savaşla halkın devlete karşı kışkırtılmasını planlamaktadır. Trump, diyalog ve diplomasi yerine baskıyı tercih etmekte ve müzakerelerden bahsederken dayatıcı ve koşullu müzakereyi kastetmektedir. Ancak bütün bu gelişmeler, aslında İran’ı seçim yapma fırsatından uzaklaştırıyor ve krizin derinleştiği bir duruma getiriyor. Trump’ın davranışını, bir boks maçında karşı tarafı ring köşesine sıkıştırmaya benzetebiliriz. ABD hükümeti, İran’ı oyun içerisinde baskı altına almak için tüm baskı mekanizmalarını uygulamış; fakat bu kez İran da nakavt olmadan kendisini köşeden kurtarmıştır. Bu nedenle, ‘drone’un vurulması nedeniyle İran tarafı suçlu gibi algılansa da, aslında olayları bu noktaya getiren ABD’dir.

Trump, benim görüşüme göre, İran’la ilgili olarak bir hesaplama hatası yapmıştır. İran’a ne kadar çok baskı yaparsa, İran rejimini mevcut pozisyonundan o kadar uzaklaştırabilecek ve yumuşamasını sağlayacak zannetmiştir. Aynı hata Kuzey Kore ve Venezuela’da da yapılmıştır. Yapılan baskılar ve planlar, tüm bu ülkelerde yararlı olmadığı gibi, İran konusunda da sonuçsuz kalmıştır. Öte yandan, unutulmamalıdır ki İran alelade bir devlet değildir ve güçlü bir ulus-devlet geleneği bulunmaktadır. Bu sistemin tarihi bir geçmişi vardır. Nitekim İran halkı, rejim karşısında farklı görüşlere sahip olsalar bile, ulusal çıkar ve toprak bütünlüğünün korunması yönünde daima fikir birliği içerisinde olmuşlar ve bu yaklaşımı tarih boyunca göstermişlerdir. Bu bağlamda sorulacak sorular ise şunlardır: “Acaba Trump hükümeti bu gelişmelerden ders aldı mı? Hâlâ İran’ı boks ringinin köşesine itmeye çalışacak mı, yoksa krizi çözmek için başka bir yol mu seçecek?”…

Gelecekteki koşullar çok da öngörülebilir değildir. İran’ın drone olayı basit bir konu olarak görülmemelidir. Bu olay, aslında İran’ın Amerikan baskısına karşı ciddi bir tepkisi olarak nitelendirilmelidir. Şimdi, iki taraf bir uzlaşıya vararak, siyasi bir irade gerginliğe son vermek zorundalar. Bu arada, arabulucu ülkelerin etkisi çok önemlidir. Ancak arabulucu ülkeler her iki tarafın da güvendiği ülkeler olmalıdır. Sonuç olarak, İran’ın yaptığı eylem aslında “caydırıcı” olarak düşünülmelidir. Caydırıcı eylem, geçerliliği ve işlevselliğini koruyorsa, mesaj olarak tarafları uyarır; aksi takdirde ise, derin çatlakların oluşumuna neden olabilir. İran, yaptığı caydırıcı eylem ile kendisini koruma konusunda gerçekten ciddi olduğunu ve bu bağlamda gerekirse askeri güç kullanacağını apaçık gösterip ABD’ye mesajını gönderdi. Böylece, krizden kurtulmanın ve çözümün tek yolu diplomasi olduğunu dolaylı olarak ortaya koymuş oldu. Nitekim bu olaydan sonra, İran Dış İşleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, ülkesinin askeri harekâtını ciddi şekilde destekleyerek, ABD ve Avrupa ülkelerini JCPOA kurallarına uymayı ve krizin bitmesi için Trump’ın yeniden anlaşmaya uyum sağlama mecburiyetinde olması gerekliliğini bir kez daha vurguladı. Şimdi gerek ABD, gerekse AB ülkeleri İran konusunda ciddi bir karar alma aşmasındalar. Ya gerginliği sürdürecekler ve tüm bölgeyi krize sokacaklar, ya da diplomasinin varmış olduğu ve Trump dışında tüm tarafların kabul ettiği anlaşmayı devam ettirecekler.

 

Prof. Dr. Ghadir GOLKARIAN

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.