ABD BAŞKANI DONALD TRUMP’TAN ‘YENİDEN BÜYÜK AMERİKA: GÜCÜNÜ KAYBEDEN AMERİKA’YI AYAĞA KALDIRMAK’

upa-admin 02 Ağustos 2019 1.371 Okunma 0
ABD BAŞKANI DONALD TRUMP’TAN ‘YENİDEN BÜYÜK AMERİKA: GÜCÜNÜ KAYBEDEN AMERİKA’YI AYAĞA KALDIRMAK’

Kitabın Künyesi: Donald J. Trump, Yeniden Büyük Amerika: Gücünü Kaybeden Amerika’yı Ayağa Kaldırmak, Çeviren: İrem Sağlamer, İstanbul: Pegasus Yayınları, 2017.

Giriş

Seçildiği günden beri dünya kamuoyunun gündeminden düşmeyen, ancak bazı söylem ve uygulamalarıyla tartışmaların ve eleştiri oklarının da hedefi haline gelen Amerika Birleşik Devletleri’nin 45. Başkanı Donald J. Trump’ın kaleme aldığı “Yeniden Büyük Amerika: Gücünü Kaybeden Amerika’yı Ayağa Kaldırmak” adlı eser (kitabın orijinal İngilizce ismi Great Again: How to Fix Our Crippled America‘dır), 2016 Başkanlık seçimleri esnasında seçim kampanyasının mihenk taşı haline gelen “Amerika’yı Yeniden Büyük Yapalım” (Make America Great Again) sloganının bir çözümlemesini içermektedir. Bu doğrultuda düşünüldüğünde, 2017 Pegasus Yayınları basımı ve İrem Sağlamer’in çevirisini yaptığı kitap, ABD’nin yeniden nasıl büyük olacağının politik, iktisadi ve içtimai izleklerini aktarmaktadır. Bu yazıda, eserin bir hülasası okuyucuya takdim edilmiştir. Ancak kitabın tam manasıyla anlaşılması için tamamının okunması gerektiği de gözden kaçırılmamalıdır.

Great Again: How to Fix Our Crippled America

Yazara Dair

Donald J. Trump, 14 Haziran 1946’da Amerika Birleşik Devletleri’nin New York eyaletinde dünyaya gelmiştir. Trump, Amerikalı ünlü bir işadamı, popülist bir siyasetçi ve 2016 yılından beri ABD’nin Başkanıdır. İşadamı olarak emlak, eğlence ve spor alanlarında faaliyet yürüten Trump’ın, gerek Amerika’da, gerekse de yurtdışında birçok ofis, otel, gökdelen ve golf tesisleri bulunmaktadır. Aynı zamanda bir muharrir de olan Trump’ın yayımlanmış birçok kitabı bulunmaktadır. Nitekim 1987 yılında kaleme almış olduğu The Art of the Deal (Anlaşma Sanatı) adlı otobiyografik eser, iş dünyasında tüm zamanların en çok satan kitaplardan biri olarak dört milyondan fazla kopya satmıştır. Politikacı olarak ele alındığında ise, Cumhuriyetçi Parti’nin bir üyesi olan Donald J. Trump, 16 Haziran 2015’te resmen Birleşik Devletler Başkanlığına aday olurken, Kasım 2016’da ABD’nin seçilmiş Başkanı olmuştur. Günümüzde de halen ABD Başkanlığını görevini ifa etmektedir.

Yeniden Büyük Amerika: Gücünü Kaybeden Amerika’yı Ayağa Kaldırmak

Kitabın Özeti

Kitabın önsözünde, yazarın, tarihe geçmiş önemli insanların sözlerini okuduğuna değinilerek, Amerika Birleşik Devletleri’nin 16. Başkanı Abraham Lincoln’ün “Çalışıp hazırlanacağım ve belki günün birinde şans kapımı çalacak” sözüne atıfta bulunularak, Trump’ın gerek iş hayatında, gerekse de Başkanlık yarışı sırasında bu makamlara ulaşmak için fazlasıyla ön hazırlık yaptığına yer verilmektedir. Öyle ki, Birleşik Devletler Başkanlık yarışını kazanmasının kendisi için büyük bir sürpriz olmadığını vurgulayan Donald Trump, yine de sonuçları çantada keklik olarak görmediğini, ama yıllardır bu yarışa kendisini hazırladığını belirtmektedir. Her daim yurtsever bir kişi olduğunu aktaran Trump, seçimi kazanmış olmanın kendisinde büyük bir kıvanç hissi yarattığını ve ülkesine hizmet etmek için girdiği tüm zorluklara değdiğini ifade etmektedir.

Fikirlerini aktarmaya başladığında, gerçekçi bir seciyeye sahip olduğunu belirten yazar, seçim kampanyası döneminde statükonun insafsız ve beceriksiz muhaliflerinin kendisinin karşısında birleştiğine değinerek, bu isimleri sıralamaktadır. Trump’ın yapmış olduğu tasnife bakıldığında; başa geçtiklerinde ne yapacağını bilmeyen siyasetçiler, elleri ceplerinde olan lobiciler, adil olmak konusunda “olgu” ile “görüş” arasındaki nüansı bilmeyen medya sektörü mensupları, Amerikalıların yüzde 20’si işsizken onlara verilmesi gereken işleri alan yasadışı göçmenler ve nihayetinde bütçeyi onaylamaktan aciz ABD Kongresi ön plana çıkmaktadır. Tüm bu parametrelere ek olarak, Başkanlık ve yürütme organının da yetersiz olduğuna değinilerek, ülkenin mihenk taşı olan orta sınıf ve yoksulluk batağındaki 45 milyon Amerikalının gelirinin daha da düştüğüne ve sükût-u hayal içerisinde olduklarına vurgu yapılmaktadır. Bilahare, kitabın yazıldığı esnada Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Suriye’de tek etkili lider olduğuna dikkat çekilerek, bu durumun Amerika için utanç verici olduğuna yer verilmektedir. Aynı zamanda, Ortadoğu’da trilyonlarca dolar kaybedildiği ve İran’la değersiz bir nükleer anlaşma imzalandığını belirten yazar, tüm bu zorluklara karşın Amerika’nın sağduyuya ve ticari zekâya sahip bir lidere ihtiyaç duyduğunu ifade etmektedir. Nitekim inşa edilen binalara ve tatil merkezlerine atıfta bulunularak, Trump markasının Amerika için mükemmellik ikonuna denk düştüğünün altı çizilmektedir. Öyle ki, medya politikacılar ve sözde liderlerin Trump’a tepki göstermesine rağmen, O’nun sabır göstererek halka gittiğine ve kimseden finansal bir desteğe gereksinim duymadığına değinilmektedir. Bu gelişmeler ışığında vizyonunu açıklama yoluna giden Trump, orta sınıf ve düşük gelirlinin kazandığının daha fazlasının cebinde kalmasını sağlayacak bir vergi planı ve güçlü bir ordu vaadinde bulunduğunu aktarmaktadır. Aynı zamanda denizaşırı şirketlerin paralarını yeniden ait oldukları ülkeye yani Amerika’ya çekmeye teşvik ettiğini belirten yazar, Obamacare ve eğitim sistemine dair de eleştirilerde bulunmaktadır. Bu tenkitlere bakıldığında; sağlık sisteminin maliyetli olduğuna dikkat çekilirken, eğitimde de ortak müfredatın gereksizliğine vurgu yapılmaktadır. Öyle ki, eğitimin bölgesel temelli olması gerektiğine değinen yazar, sağlık konusunda da çözüm önerisi olarak sigorta şirketleri arasında artması planlanan rekabet ortamını işaret etmektedir.

Tüm bu tartışmaların odağında çözümün liderlikte gizli olduğunu belirten Trump, maksadının rakipleri gibi yüzlerce sayfalık hükümet düzenlemeleri ve bürokratik iş projelerinden ibaret olmadığını ifade etmektedir. Zira Amerika’nın boğazına kadar kurala battığına vurgu yapılarak, bu durumun ticari anlamda insanların hareket kabiliyetini kısıtladığına ve şirketlerin kurulamadığına yer verilmektedir. Bu bakımdan Amerika’nın yeniden kazanmaya ihtiyacı olduğuna değinen Trump, ülkesinin daha fazla siyasi söyleme gereksinim duymadığını aktarmaktadır. Herkes tarafından bilinen bir başarı hikâyesine sahip olduğunu vurgulayan yazar, mevcut kurallara göre oynamadığını ve anketleri takip eden bir siyasetçi olmadığını belirtmektedir. Nitekim herkesin mutluluğunu düşünen bir diplomat olmadığının da altını çizen Trump, bir şeye inandığında asla durmadığını ve düştüğünde hemen ayağa kalkıp kazanana kadar mücadele eden bir seciyeye haiz olduğunu okuyuculara izah etmektedir. Dolayısıyla, “Amerikan Rüyası”nın öldüğünü düşünen birçok kişi olmasına rağmen her zamankinden daha güçlü bir Amerika’yı inşa edeceğinin sözünü veren yazar, bilahare medyaya yönelik çıkarımlarda bulunmaktadır. Bu bağlamda, kendisini “medyanın nefret etmeye bayıldığı adam” olarak tanıtan Trump, aslında medyanın O’nun sorulardan kaçmayan yanını bildiğini belirtmektedir. Başkanlık yarışı esnasında katıldığı tartışma programlarını kaç kişinin izlediğine dair sayısal veriler ışığında aktarımda bulunan yazar, bu programların NBA finallerinden bile daha çok izlendiğine dikkat çekmektedir. Medya vasıtasıyla inşa ettiği imajın dünyanın en lüks markalarından biri olmasını sağladığını belirten Trump, bu savını NBC’de yayınlanan The Apprentice (Çırak) programıyla temellendirmektedir. Zira bu programın televizyon tarihinin en başarılı programlarından biri olduğuna dikkat çekilerek, bu yayın sayesinde insanların kovulmamak adına nasıl daha verimli çalışılması gerektiğini öğrenmeye çalıştığına yer verilmektedir. Siyasal medyayla ekonomik medya arasında bir mukayese yapan yazar, ekonomi medyasında saygı duyulan muhabirlerin varlığına dikkat çekerken, politik medyanın güvenilmez olduğu ve gerçeği aktarma konusunda vurdumduymaz bir tavır içerisinde olduğunu belirtmektedir.

Medyaya yönelik çözümlemelerinin ardından göç meselesini ele alan yazar, ülkesinin tutarlı bir göç politikası olmadığına değinerek, sınırını denetleyemeyen ülkenin varlığını idame ettiremeyeceğini belirtmektedir. Öyle ki, Trump’ın göçü sevdiğine, ancak yasadışı göçe karşı çıktığına yer verilerek, yasadışı göçün Amerikan Rüyası’nı yaşamak isteyen çalışkan, başarılı ve yasal yollarla ülkeye girmeye çalışan insanlara karşı hiç de adil olmadığına vurgu yapılmaktadır. Ülke sınırlarının korunmamasının bir tehlike işareti olarak görülmesi gerektiğine dikkat çeken yazar, bu durumu yasa dışı göçmenlerin bulaştığı suçlarla temellendirmektedir. Aynı zamanda suça bulaşan yasa dışı göçmenlerin cezaevinde tutulmasının da bir maliyet kalemi yarattığına vurgu yapılarak yasa dışı göçün durdurulmasının gerekliliğine işaret edilmektedir. Bu anlamda yapılması gereken ilk adımın güney sınırına bir duvar (Meksika Duvarı) inşa etmek olduğuna dikkat çeken Trump, bu duvarın yapılabilirliğine atıfta bulunmaktadır. Duvarın inşasında fiziki şartların uygunluğuna ilişkin de bilgiler yer almaktadır. Mamafih, duvar inşasının dünyada da başarılı örnekleri olduğunu vurgulayan yazar, konuya örnek olarak İsrail’in inşa ettiği duvarı belirtmektedir. Duvarın maliyetinin Meksika tarafından karşılanacağında ısrarcı bir tavır takınan Trump, muhtelif sınır ücretlerini ve geçici vize ücretlerini yükseltme gibi formüller sunmaktadır. Bu duruma ilaveten, Meksika’ya dış yardımın kesilebileceği ve Amerika Birleşik Devletleri’yle kurulacak müspet ilişkilerin Meksika’nın lehine olacağının hatırlatılması gerektiği üzerinde duran yazar, kötü insanların gelmesini engellemenin tek başına yeterli olmayacağını da belirtmektedir. Öyle ki, yasalara uymayanların kovulması, suçluların ise cezaevinde tutulmak yerine ülkelerine gönderilmesinin elzem olduğu okuyucuya sarih hatlarla aktarılmaktadır. Onları geri almaya yanaşmayan ülkelere vizelerin kesilmesi ve yurttaşlarının Amerika Birleşik Devletleri’ni yasal yollarla ziyaret etmesini engelleyici cezai müeyyidelerin uygulanabileceği satır aralarına eklenmektedir. Yasadışı göçün yanı sıra, doğum yoluyla vatandaşlık hakkına da karşı çıkan Trump, harikulade bir değer olarak tanımladığı Amerikan yurttaşlığının ülkede doğan her çocuğa verilmesinin sakıncalarına ilişkin bilgi aktarımında bulunmaktadır. Bazı annelerin çocuklarını Amerika’da dünyaya getirmek için kimi zaman bir gün boyunca güney sınırını yürüdüğüne ya da düzmece evraklarla yasadışı şekilde ülkeye girdiğine değinen yazar, bu konuda ihtisas yapmış şirketlerin varlığından da bahsetmektedir. Hülasa, yasadışı göçü durdurmak isteyen Trump, mevcut göç kanunlarının tersine işlediğine dikkat çekerek, kendi ülkesinin ve kendi halkının birincil öncelik olması gerektiğini ifade etmektedir.

Yazar, bu görüşlerin akabinde dış politikaya ilişkin analizler yapmaktadır. Amerika’nın yaşamış olduğu dış politika çıkmazında kariyer diplomatlarını itham eden Trump, içinde bulunulan kaotik ortamda onlara kulak verilmemesi gerektiğinin altını çizmektedir. Dış politikaya ilişkin anlayışının sağlam temellere oturduğunu belirten yazar, bu durumu “güçlü ordu”, “Amerika’yla çalışan ülkelerin ödüllendirilmesi”, “çalışmayanların iktisadi manada cezalandırılması” gibi parametreler üzerinden isnat etmektedir. Öyle ki, askeri gücü kullanmak zorunda kalmamanın en iyi yolunun o gücü görünür kılmaktan geçtiğine değinen yazar, mevcut hedeflere çağdışı askeri bütçeyle ulaşmanın olanaksızlığını ifade etmektedir. Nitekim kitapta, orduya para harcamanın iyi bir yatırım olduğu belirtilmektedir. Zira ordunun gereksinim duyduğu donanımın binlerce Amerikalı işçi tarafından üretildiğine dikkat çekilerek, bu durumun istihdama nasıl katkı sağladığına işaret edilmektedir. Orduyu güçlendirme boyutunda öne çıkan diğer bir faktör ise, Amerika’nın korumasına ihtiyaç duyan ülkelerin bunun için ödeme yapması gerekliliğidir. Nitekim bu duruma örnek olarak Suudi Arabistan ve Güney Kore gibi ülkelerin adı verilmektedir. Zira Suudi Arabistan’ın petrolden kazanmış olduğu zenginlik bir yana, Amerika’nın koruması olmadan varlığını bile idame ettiremeyeceğine dikkat çekilirken, Güney Kore ile Kuzey Kore sınırında bekleyen Amerikan askerlerine de atıfta bulunularak, Güney Kore’yi salt Amerika’nın koruduğu okurlara hatırlatılmaktadır. Bu duruma paralel olacak şekilde, Irak’ta harcanan trilyonlarca doların anlamsızlığına işaret eden yazar, Irak’ın Amerikan halkına tehdit oluşturmadığını ve George W. Bush yönetiminin neden saldırıya geçtiğine dair hiçbir fikriyata sahip olmadığını ifade etmektedir. Savaşın getirdiği yıkımı gördüğünü de belirten Trump, menfi sonuçlara yol açan bu travmanın etkilerinden bahsetmekte ve Irak Savaşı’na kesinkes karşı çıktığını ifade etmektedir. Dış politika çözümlemesinde IŞİD ve İran’a da bir parantez açan yazar, IŞİD tehdidinde güç kullanmanın zorunluluğuna vurgu yapmaktadır. Düşmanı durdurmak için Amerika’nın yeni bir 11 Eylül’e daha ihtiyacı olmadığına dikkat çekilerek, IŞİD’in gelir kaynağı olan petrol alanlarının bombalanmasının dünya petrol arzını çok az etkileyeceği ifade edilmektedir. IŞİD’in militan sayısının nispeten az olduğunu, ancak korkuyu yayma konusunda son derece muvaffak olduğunu belirten Trump, insanlar nezdinde IŞİD’in çok büyük bir gücü olduğuna yönelik yanılsamanın varlığından bahsetmektedir. Bir diğer tarafta ise İran’ı ele alan yazar, köktenciler başa geçmeden önce İran’ın güçlü bir ülke olduğunu belirtmektedir. Oysaki fanatik dincilerin İran’da iktidar olmasının ardından Ortadoğu’da İsrail’e yönelik çok büyük bir tehdidin doğduğuna dikkat çekilerek, bu tehdidin ciddiye alınmasının gerekliliğine vurgu yapılmaktadır. Nitekim Yahudileri her daim sevdiğini ifade eden Trump, İsrail ile olan özel ilişkileri desteklediğini belirtmektedir. İran’ın hem Amerika’ya, hem de denizaşırı ülkelerdeki Amerikan Ordusu’na yönelik bir tehdit olduğunu vurgulayan yazar, İran’la yapılan nükleer anlaşmayı tenkit ederek, kendisinin yaptırımları kaldırmaktan ziyade bunları artıracağını aktarmaktadır. İran’ın hâlâ nükleer silah üretme olasılığından dem vuran Trump, bu durumun İsrail’i ve bölgedeki diğer müttefikleri korumak adına Amerika’yı, aşırı tedbirler almaya mecbur bırakan yanına dikkat çekmektedir. Dış politika ekseninde son olarak Çin’e parantez açan yazar, Çin’le iktisadi manada rekabet içerisinde olduklarını ve her iki ülkenin de karşılıklı olarak birbirine bağlı olduğunu ifade etmektedir. Hatta Çin ekonomisinin sağlığının Amerikan ticaretine daha fazla ihtiyaç duyduğuna değinilse de, ucuz işgücü ve sanayi casusluğuyla Çin’in sektörleri yıktığına ve teknolojiyi çaldığına yönelik saptamalara yer verilmektedir.

Kitapta bilahare eğitim, enerji, sağlık, vergi yasaları ve altyapıya ilişkin çözümlemeler de sunulmaktadır. Öyle ki, kişisel eğitim hayatının bir hülasasını okura takdim eden yazar, akabinde Amerikan eğitim sisteminin günümüzde kötü durumda olduğunu ifade etmektedir. Bu durumu ise Federal Eğitim Bakanlığı’nın eğitim politikalarına bağlayan Trump, ortak müfredatı eleştirerek eğitimin yerel düzeyde yürütülmesi gerektiğine ilişkin malumat aktarımında bulunmaktadır. Keza ders içeriklerinin toplumun entelektüel seviyenin en alt ortak paydasına hitap ettiğine değinilmekte ve eğitimde daha rekabetçi bir ortamın inşa edilmesinin gerekliliğine vurgu yapılmaktadır. Rekabetin insanı güçlendiren yanına işaret eden yazar, okullarda çocukların birbirleriyle rekabet etmelerinin müspet bir durum olduğunu belirtmektedir. Aynı zamanda okulların güvenliğine ilişkin de çıkarımlarda bulunan yazar, çocukların okula silah getirmesini engellemek için okula metal dedektör yerleştirmenin tüm sorunları bertaraf edemeyeceğinin altını çizmektedir. Tüm bu gelişmeler ışığında yükseköğrenime de bir parantez açan Trump, öğrenim giderlerinin hızla artmasına koşut olarak birçok genç için üniversite hayatının ulaşılamaz boyutlara geldiğini vurgulamaktadır. Öyle ki, dört yıllık bir diplomanın altı haneli bir borç yükü yarattığına işaret edilmektedir. Borçların affedilmesinin mümkün olmayacağı dile getirilse de, öğrencilere yardım edecek adımların atılması gerektiğini yönünde tespitler sıralanmaktadır.

Eğitimin ardından enerji konusunda saptamalarda bulunan yazar, iklim değişikliğinin insan kaynaklı olmadığını belirterek, selefi Barack Obama’nın 2015 yılında “Birliğin Durumu” (State of the Union) konuşmasında gezegendeki en büyük tehdidi iklim değişikliği olarak duyurmasını tenkit ederek, Amerika’nın hâlihazırda yaşadığı politik ve ekonomik sorunları dile getirmektedir. Mamafih, sözüm ona iklim değişikliği yüzünden enerji gereksinimlerini alternatif yollarla gidermek için geliştirilen teknolojinin yüksek maliyetli olduğuna dikkat çeken yazar, Amerika’nın gelecek yüzyıla kadar yetecek enerji rezervi olduğunu ifade etmektedir. Enerji alanında Amerika’nın petrol bağımlısı olduğuna ve Ortadoğu’da yaşanan istikrarsızlıklara değinilerek, Amerika’nın kendi rezervlerini kullanmasının icap ettiğine yönelik tespitlere yer almaktadır. Nitekim üniversitelerde yapılan bazı araştırmalara atıfta bulunularak, Amerika’nın ileride Suudi Arabistan ve Rusya’yı geride bırakarak dünyanın en büyük petrol üreticisi olacağına ilişkin tahminlere de yer verilmektedir. Bu çerçevede, yenilenebilir enerji kaynaklarının maliyetli olduğunu belirten yazar, olağanüstü miktardaki fosil yakıtı kullanmak için yapılması gereken şeyin karar verip daha fazla sondaj yapmaktan geçtiğini vurgulamaktadır.

Sağlık hizmetleri konusunda ise Obamacare uygulamasının menfi yanlarına dikkat çekilmektedir. Öyle ki, bu uygulamayla sağlık sistemi daha karmaşıklaşmış, sigorta lobilerine taviz verilmiş ve nihayetinde insanların mevcut doktoruna gitme hakkı gasp edilmiştir. Tüm bu parametrelere ek olarak, sistemin yüksek maliyetli yanına dikkat çeken yazar, herkes için karşılanabilir, iyi uygulanan ve doktorunu seçme özgürlüğünün olduğu rekabeti teşvik eden yeni bir sağlık reformuna Amerika’nın ihtiyaç duyduğunu belirtmektedir. Bu durumun yanı sıra, Büyük Buhran’dan beri Amerika’da belirli bir ekonomik seviyenin altında olanlara her daim sosyal güvenlik ağı takdim edildiğine dikkat çeken yazar, bu bakımdan sosyal güvenlik sistemine dokunulmaması gerektiğinin altını çizmektedir. Çünkü bilhassa emekliler, tekaüt maaşlarının yanı sıra sosyal güvenlik sistemine bel bağlayarak yaşamlarını sürdürmektedir.

“Amerika’yı yeniden büyük yapma”iddiasının ortaya konulduğu eserde, son olarak silah taşıma hakkı, altyapı ve vergi yasaları mercek altına alınmıştır. Anayasanın ikinci ek maddesine değinilerek, silah taşıma hakkının bütün Amerikalılar için önem arz eden niteliğine göndermede bulunulmaktadır. Dolayısıyla, insanların, kendilerini ve ailelerini korumak maksatlı bu haktan istifade etmesinin doğal bir süreç olduğu vurgulanmaktadır. Yıllar içerisinde eyalet hükümetlerinin söz konusu ikinci ek maddeye karşı saldırı içerisinde olduğunu belirten Trump, kendisinin hiç kullanmak zorunda kalmamasına karşın silah taşıdığını ve bu sayede kendisini güvende hissettiğini belirtmektedir. Ne var ki, akıl hastaları ve suçluların silaha erişim hakkının olmaması gerektiğini ifade eden yazar, silah taşımanın amacını, zarar verme eğilimli insanlara karşı bir uyarı niteliği teşkil etmesiyle açıklamaktadır. Bir silaha sahip olmanın dini inancı seçmek veya basının hükümeti kritik etmesi kadar doğal bir süreç olduğuna da yer verilmektedir. Aynı zamanda silahlı kuvvetler mensuplarının da üslerde ya da askerlik şubelerinde silah taşımalarına izin verilmesi gerektiğine değinilmektedir. Zira mevcut kanunların silahlı kuvvetler üyelerini kendi üslerinde savunmasız bıraktığı ifade edilmektedir.

Altyapı meselesine gelindiğinde ise, Amerika’da havaalanlarının, köprülerin, elektrik şebekelerinin ve raylı sistemlerin çok kötü durumda olduğuna değinilerek, onarımının da zaman geçtikçe daha pahalı hale geldiğine yer verilmektedir. Nitekim ülkedeki mühendislerin görüşlerine atıfta bulunularak, her dokuz köprüden birinin yapısal olarak yetersiz, takribi dörtte birinin ise fonksiyonel olarak eskidiğine işaret edilmektedir. Havaalanlarının rezalet durumda olduğu ve elektrik şebekelerinin çağdışı kaldığını belirten Trump, önceliklere atıfta bulunarak, Mars’a köprü inşa etmeden önce Mississippi Nehri’nin üzerindeki köprülerin çökmemesinin güvence altına alınması gerektiğini ifade etmektedir. Bu duruma binaen, altyapı projelerine kaynak sağlamanın muhtelif yolları olduğuna değinen yazar, işin püf noktasının parayı doğru yere aktarmak olduğunu belirtmektedir. Zira “Amerika’yı yeniden büyük yapmak” için, evvela altyapıdan başlamanın zaruretine dikkat çekilmektedir.

Trump tarafından, Amerika’daki herkesin üzerinde mutabık kaldığı bir diğer sıkıntı olarak vergi sistemi gösterilmektedir. Öyle ki, mevcut yasayı “aptalca” olarak nitelendiren Trump, bu yasayı gerçekte kimsenin anlayamadığından şikâyet etmektedir. Dolayısıyla, her yıl Amerikalıların hükümete ne kadar borçlu olduğunu ilan etmek için koca bir sektörün türediğinden bahseden yazar, mevcut sistemin en çok ihtiyacı olandan parayı daha fazla aldığını, diğerlerinin ise vergi yükünü azalttığını belirtmektedir. Aynı zamanda, mevcut vergi politikasının şirketleri Amerika’ya yeniden yatırım yapmaktan vazgeçirdiğini ve küçük işletmelerin de büyümesini engellediğini ifade etmektedir. Çözüm olarak rasyonel bir vergi politikası üzerinde duran Trump, orta sınıf Amerikalılara vergi indirimi sağlayacak, vergi yasalarını sadeleştirecek, vergi mükelleflerinin senelik endişelerini azaltacak, şirketleri Amerika’ya yatırım yapmaktan caydırmayacak ve nihayetinde iktisadi yapıyı büyüterek istihdam yaratacak bir vergi planının gerekliliğinden bahsetmektedir. Öyle ki, bu planın ilk hedefi vergi indirimi sağlamak iken, ikinci maksadı vergi yasalarını basitleştirmek ve orta sınıfın cebinde parasının kalmasını sağlayarak tüketici harcamalarını artırmaktır.

“Amerika’yı yeniden büyük yapma” iddiasını sürekli olarak dile getiren yazar, son olarak kendi hayatındaki değer yargılarını özetlemektedir. Öyle ki, insanların zengin olduklarında kendiliğinden mutlu olacakları yönünde bir yanılsama içerisinde olduklarına değinen Trump, servetle mutluluğun tamamen farklı durumlar olduğunu ifade ederken, yakın çevresinde zengin olup da mutlu olmayan birçok insan olduğunu vurgulamaktadır. Asıl saadetin servette değil, ailede gizli olduğunu belirten yazar, bu noktada kendi ailesinden bahsetmektedir. Nitekim Trump’ın iş eğitimini babasından aldığına, her daim çalıştığına, ancak iyi bir baba olmakla birlikte iyi bir eş olamadığına yer verilmektedir. Çocuklarının da kendisi gibi çalışkan ve saygılı olduğunu belirten Trump, bazı arkadaşlarının ailesinde olduğu gibi alkol ve uyuşturucu sorunuyla uğraşmadıklarının altını çizmektedir. Çocukluğunda sert bir mizacının olduğunu ifade eden yazar, dövüşmekten korkmamakla birlikte zaman içerisinde disiplini ve başkalarına saygı duymayı öğrendiğini de ifade etmektedir. Mutlu olmanın bir diğer boyutunun ise dinde saklı olduğunu aktaran Trump, kendisinin Kilise’yi ve Tanrı’yı sevdiğini sarih hatlarla okurlara ifade etmektedir. Öyle ki, İncil’i bu zamana kadar yazılmış en önemli kitap olarak gördüğüne değinen yazar, pazar günlerinin çoğunda ve tatillerde her daim Kilise’ye gittiğine vurgu yapmaktadır. Kendisinin kadınlarla ilgili ne düşündüğünü merak edenleri de yanıtsız bırakmayan Trump, kadınlara yaklaşımının müspet olduğu ve onlara kuruluşlarında yer verdiğine değinmektedir. Öyle ki, performansları ölçüsünde kazandıkları sorumlulukları verdiğini, eşit ücret ödediğini, hak ettikleri takdirde terfi ettiğini, işini yapmadıkları durumunda ise kovduğunu izah etmektedir.

Mesleki yaşamına bakıldığında ise ticarette sözünün arkasında durduğuna ve sonunu getiremediği tehditlerde bulunmadığına yer verilmektedir. Tüm bu tartışmaların odağında, yeryüzünde Amerika Birleşik Devletleri’nden daha fazla kıvanç duyduğu bir şeyin olmadığını belirten Trump, ülkesinde anayasanın ülkesi dışında ise şüphesiz ki müttefiklerinin arkasında durduğunu ifade etmektedir. Son olarak, “Amerika’yı yeniden büyük yapmak” için heyecan uyandırıcı bir ortam tesis etmenin ve iyi insanları doğru pozisyonlara yerleştirmenin gerekliliğine atıfta bulunulmaktadır. Amerika’yı yeniden büyük yapmanın ülke içerisinde başladığına değinen yazar, Birleşik Devletler başkanının hem dünyanın en güçlü insanı olduğuna, hem de demokrasi ve özgürlüğün sözcüsü olduğuna işaret etmektedir.

Sonuç

Bilhassa uluslararası medya kuruluşlarının hedef haline getirdiği ve kimi otoriteler tarafından popülizm yapmakla itham edilen ABD’nin 45. Başkanı Donald J. Trump’ın kaleme aldığı Yeniden Büyük Amerika adlı eser, kendisine Başkanlık yarışını kazandıran seçim kampanyasının vurucu sloganı “Amerika’yı Yeniden Büyük Yapalım” anlayışına ilişkin ayrıntılı bir çözümlemeyi içermektedir. Söz konusu kitap, her ne kadar akademik bir derinliğe sahip olmasa da, Trump’ın politik yelpazedeki konumlanışını ve fikriyatını anlamlandırmak için rehber niteliğinde bir eserdir. Öyle ki, önyargısız bir şekilde ele alındığında, Amerika Birleşik Devletleri’ni yeniden büyük yapma iddiasıyla Başkanlık yarışına giren ve bu yarıştan muvaffakiyetle ayrılan Trump’ı, bizatihi kendi kaleminden okumak isteyenler için bu eseri herkese tavsiye etmekteyim. Kitap, Trump fenomenin kazara oluşmadığını ve ABD’nin yıllardır ihmal edilen sorunlarının bir sonucu olduğunu anlamak açısından da oldukça önemli bir tarihi vesika olarak değerlendirilmelidir.

 

İsmail Uğur AKSOY

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.