Giriş
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler literatürünün en önemli konularından olan ve görece yeni kavramsallaştırmalarla zenginleşen Uluslararası İlişkiler Teorileri konusunun güvenlik kavramına bakışını farklı paradigmalar bağlamında ele almak, bu yazının temel amacıdır.
İdealizm ve Güvenlik Olgusu
Uluslararası İlişkiler disiplininde İdealizm’in önemli bir yeri vardır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında zamanın ABD Başkanı Woodrow Wilson, İdealizm akımının öncülüğünü yapan isimdir. Birinci Dünya Savaşı’nın sebep olduğu yıkım sonucunda, yeni bir uluslararası kurumsallaşmanın gerektiği görüşü kabul edilmiştir. Bu görüşü savunanlar, Woodrow Wilson’ın önderliğinde bir araya gelerek Milletler Cemiyeti’ne liderlik etmiş ve “kolektif savunma” yerine “kolektif güvenlik” temelinde yeni bir kurumsallaşmaya gidilmiştir. Buna göre, uluslararası çatışmaların şiddet yoluyla engellenmesi için şiddete başvuran devlete karşı güç birliği yapılması ve bu şekilde bir güvenlik tesisi düşüncesi mevcuttur (Bozdağlıoğlu, 2007: 137).
İdealizm’i savunan isimler, Uluslararası İlişkileri şekillendiren tek etkenin güç olmadığı, uluslararası hukukun, ahlaki değerlerin ve uluslararası örgütlerin de uluslararası ilişkileri şekillendirmede önemli rollerinin olduğunu belirtmektedirler. Ancak, ilerleyen yıllarda Milletler Cemiyeti’nin ülkelerin dış politika aracı olarak kullanılması nedeniyle güvenilirliğini kaybetmesi ve İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasını engelleyememesi nedeniyle etkinliğini kaybettiği bilinmektedir. İdealizm’in etkinliğini yitirmesi sonrasında da, Realizm yeniden Uluslararası İlişkiler disiplini içerisinde önem kazanmaya başlamıştır.
Realizm ve Güvenlik Olgusu
Klasik Realist yaklaşım, 1940 ile 1970 yılları arasında Uluslararası İlişkiler disiplini içerisindeki çalışmaların ağırlık noktasını oluşturmuştur. Bu yaklaşımın temelinde, güç kavramı ve ulusal güç bulunmaktadır. Realistler arasında devletlerin kapasitesi ile askeri gücü arasında paralellik kurulmaktadır.
Mearsheimer’a göre, Realistler, NATO ya da AB gibi uluslararası kurumların, dünyadaki güç dağılımının genel bir yansıması olduğunu düşünmektedirler. Bunun yanı sıra, bu uluslararası kurumlar, “büyük güçlerin” kendi çıkarları doğrultusunda oluşturdukları yapılardır ve devletlerin uluslararası politikadaki davranışlarını etkileyebilecek bağımsız bir etkiye sahip değillerdir. Bu nedenle de, Rrealistlere göre uluslararası kurumlar barışı sağlama konusunda önemli bir etkiye sahip değillerdir (Mearsheimer, 1995: 7). Realist teorisyenlerin görüşleri şu şekilde özetlenebilir:
- Uluslararası sistem anarşiktir.
- Devletler doğasından kaynaklanan nedenlerle, bazı saldırgan askeri yeteneklere sahip olmaktadırlar.
- Devletler diğer devletlerin niyetleri konusunda emin olamazlar.
- Devletleri yönlendiren en temel dürtü bekâdır.
- Devletler, anarşik olan bu uluslararası sistemde bekâlarını nasıl sürdüreceklerini stratejik olarak düşünürler.
Öte yandan, Klasik Realistler uluslararası politikayı güç mücadelesi ve bu mücadelenin sonucunda oluşacağını varsaydıkları güç dengesiyle açıklarlarken, Neo-Realistler ise bu noktada anarşinin devletlerin davranışlarını belirlediğini varsaymaktadırlar (Arı, 2010: 164). Realizm, İkinci Dünya Savaşı sonrası Uluslararası İlişkiler disiplininin geçerli teorisi olarak geleneksel güvenlik yaklaşımının oluşumunda büyük bir etkiye sahip olmuştur.
Neo-Realizm ve Güvenlik Olgusu
Kenneth Waltz’un 1979 yılında yayımlanmış olan Uluslararası Politika Teorisi (Theory of International Politics) adlı kitabı, Neo-Realizm’in temel prensiplerini ortaya koyan önemli bir çalışmadır. Klasik Realizm’in uluslararası siyasetin ana aktörleri olan devletler üstünde durmasını eleştiren Waltz’a göre, teoriler devletlere vurgu yaptığı kadar, sisteme de yoğunlaşmalıdır. Neo-Realizm, Klasik Realizm’den farklı olarak, uluslararası sistemin anarşik yapısı üzerine odaklanmakta ve bu anarşik yapının uluslararası ilişkilerin ana aktörleri olan ulus-devletlerin davranışlarını nasıl etkilediğini anlamaya çalışmaktadır (Waltz,1990: 32). Waltz, devletlerin farklı yapılara ve farklı ideolojilere sahip olmasına rağmen neden benzer politikalar benimsediklerini izah etmeye çalışmıştır.
Gücün sürekli artırılması gerektiğini düşünen Realistlere karşın, Neo-Realistler gücün devletin hayatta kalması ve çıkarlarının korunması amacıyla yeterli düzeyde olması gerektiğini belirtmekte, yeterli düzeyde olmayan gücün devletlerin arzu etmedikleri çatışmalara yol açabileceğini ileri sürmektedirler. Bu da, uluslararası güvenliği tehdit eden en büyük unsurlardandır.
Eleştirel Teori ve Güvenlik Olgusu
Soğuk Savaş’ın ardından, klasik güvenlik yaklaşımlarının yeterli olmaması, yeni teorilerin doğmasına yol açmıştır. Bu bağlamda, eleştirel teori geliştirilmiştir. Eleştirel teorisyenler barışın sağlanması amacıyla devletin davranışlarını değiştirme adına cesur taleplerde bulunmaktadırlar.
Güvenlik çalışmalarına Eleştirel Teori yaklaşımı, güvenliği bireyden topluma uzanan geniş bir profilde kuramsal ve pratik bağlamda değerlendirmektedir. Bu teoride “eleştirel” ifadesi, egemen yapı, ön kabuller ve süreçlerin dışından parametrelerin incelenerek daha derinlikli bir perspektif inşa etmeyi amaçlamaktadır. Söz konusu bu kuram, “özgürleştirme” misyonunu hedef olarak kabul etmektedir (Kardaş, 2007).
Eleştirel Teori, güvenliğin önündeki en önemli tehdit unsurları olarak; kapitalizm kaynaklı ekonomik krizleri, gelir dağılımındaki eşitsizliği ve politik istikrarsızlıkları görmektedir. Kapitalizm eleştirisi üstüne kurulu bu yaklaşımın yanı sıra Soğuk Savaş sonrası dönemdeki güvenlik tehditlerinin de farklılaştığını ileri sürmektedir. Eleştirel Teori, güvenlik kavramının daha evrensel bir bakış açısıyla ele alınmasını vurgulamaktadır. Realist ve Neo-Realist teorilerin devleti merkeze koyan güvenlik yaklaşımının ötesine geçmektedir. Eleştirel güvenlik anlayışında “özgürleştirme” temel değer olarak ele alınmakta, birey ve adalet gibi kavramlara odaklanılmaktadır.
Yapılandırmacı (Konstrüktivist) Teori ve Güvenlik Olgusu
Literatüre Aleksandr Wendt ile giren ve ‘Sosyal İnşacı Kuram’ olarak da bilinen Konstrüktivizmin ana amacı, Realizm ve İdealizm’i ortak noktada buluşturmak olarak görülmektedir. Konstrüktivist teorisyenlere göre, güvenlik kavramı ele alınırken kimlik kavramı önemli bir yer tutmaktadır.
Yapılandırmacılar, uluslararası sistemin yapısını, ulus-devletler ile etkileşim içinde ve değişebilir bir olgu olarak görmeleri nedeniyle Neo-Realistlerden farklılaşmaktadırlar. Bu bağlamda, anarşinin devletlerin davranışlarının bir sonucu olarak oluştuğunu belirterek anarşinin bir sabit olmadığını savunmaktadırlar (Bozdağlıoğlu, 2007: 149-150). Yapılandırmacı yaklaşımda, Realist yaklaşımın öngörmüş olduğu “ulusal güvenlik”, “ulusal çıkar” veya sadece askeri gücün şekillendirdiği güvenlik anlayışı terk edilmiştir. Güvenliğin askeri bir altyapısının olduğunu kabul etmesinin yanında, normlar ve değerler gibi düşünsel faktörlerin bunların da temelini oluşturduğunu savunulmaktadır.
Sonuç
Uluslararası İlişkiler teorilerinin güvenlik yaklaşımlarını ele almaya çalışan yazı serisinin ilk bölümünde Realizm, Neo-Realizm, İdealizm, Eleştirel Teori ve Yapılandırmacılık teorisi incelenmeye çalışılmıştır. Bu teorilerin geliştiği tarihsel bağlam ve koşullar güvenlik kavramına bakışlarını şekillendiren başlıca unsurlardandır, denebilir.
Begüm BURAK
KAYNAKÇA
- Arı, T. (2010), Uluslararası İlişkiler Teorileri, Bursa: MKM Yayıncılık.
- Bozdağlıoğlu, Y. (2007), “Yapılandırmacı Yaklaşım (Konstrüktivizm)”, Uluslararası İlişkiler, Giriş, Kavram ve Teoriler (Der.: Haydar Çakmak), Ankara: Platin Yayınları.
- Kardaş, T. (2007), “Güvenlik: Kimin Güvenliği ve Nasıl?”, Uluslararası Politikayı Anlamak, “Ulus Devlet”ten Küreselleşmeye (Der.: Zeynep Dağı), İstanbul, Alfa Yay., ss. 125-152.
- Mearsheimer, J. (1995), “The False Promise of International Institutions”, International Security, Cilt: 19, no: 3.
- Waltz, K. N. (1990), “Realist Thought and Neorealist Theory”, Journal of International Affairs, 44, ss. 21-37.