İZMİR İKTİSAT KONGRESİ-1923

upa-admin 12 Aralık 2019 4.681 Okunma 0
İZMİR İKTİSAT KONGRESİ-1923

Giriş

İzmir İktisat Kongresi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “kökleri”ni bilmede, dünü anlamada, bugünü kavramada ve yarına bakmakta çok önemli ekonomik, toplumsal, siyasi ve hukuki bir belge olma sıfatını taşımaktadır (Z. Hafızoğulları, 2001, s. 1).

Tanzimat’ın İlanına Kadar Osmanlı Ekonomisi

16 yıl süren Viyana Seferi sonunda 1699’da Avusturya, Venedik ve Rusya ile imzalanan Karlofça Barışı, tarihimizdeki ilk toprak kaybı olarak bilinir. Osmanlı İmparatorluğu, Karlofça Antlaşması ile topraktan bile daha önemli olan bazı değerlerini kaybetmiştir. Bunlar da, özetle, akıncılığın ve korsancılığın yasaklanmasıdır.

Osmanlı İmparatorluğu, 18. yüzyıla üç büyük sorunla giriyordu. Bunlardan ikisi, Antlaşma’da belirtilen korsanlığın ve akıncılığın yasaklanmasıydı. Diğeri ise, Amerika kıtasının keşfinin tamamlanıp Avrupa’ya dönüşün zengin biçimde oluşu idi. Osmanlı Devleti, Akdeniz’de hüküm süren korsanlara hiçbir zaman tam olarak güvenmese de, ‘Garp Ocakları’ denilen Kuzey Afrika eyaletleri aracılığıyla Ege’den itibaren Akdeniz’deki ticaret trafiğini kontrol ediyordu. Bu eyaletlerin gelirleri ise, Karlofça Antlaşması ile korsanlığın yasaklanması nedeniyle gitgide azalıyordu. Aynı şekilde, Kırım Hanlığı da Rusya içlerine yaptığı akınlarla Osmanlı İmparatorluğu’nun kuzeydeki savunma çemberini oluşturuyordu. 1827’de Navarin’de Osmanlı donanmasının yakılması, hemen ardından Ege’yi ortadan bölen Yunanistan devletinin kurulması ve Osmanlı’nın iyi eğitimli Rum kaptanlarının Yunanistan’a geçmesi gibi olaylardan sonra, Osmanlı, artık çok zor bir sürece girmiş bulunmakyta.

Bu gelişmelerin ardından, Osmanlı ekonomisinde çatırdamalar başlamıştı. Çok ucuz fiyatla ülkeye gelen gümüş, diğer bölgelerdeki gümüş üretimini olumsuz yönde etkilerken, ödemelerde güçlük çeken hazine çareyi paranın ayarını düşürmekte buldu. Sultan II. Mahmut adına basılan paralarda öncekilere göre çok daha düşük yüzdede altın veya gümüş kullanılmıştır. Bu da, paranın satın alma gücünü düşürmüştür. Öyle ki, 1812’de bir duka altın 12 kuruş iken, 20 yıl içinde % 300 değer kazanarak 35 kuruşa yükselmiştir. Osmanlı Devleti, darphanelerinde bastığı altın ve gümüş sikkelerinin ayarını bozmakla kalmamış, bir de 1839’dan itibaren bütçe açığını kapatmak üzere ‘Kaime’ adı ile para yerine geçen kıymetli kâğıtları piyasaya sürmüştü. % 8 faizli bu değerli kâğıtların taklitleri yapılabildiği gibi, karşılıkları da yoktu. Ordunun temel unsuru olan Yeniçeri Ocağı kaldırılmış, ordunun donanması da yakılmıştı. Osmanlı’nın en gözde ve jeostratejik eyaletinin yani Mısır’ın isyan etmesi ise, devleti daha da büyük tavizlerle Batı’nın insafına bırakmıştır. Balta Limanı Antlaşması da, işte bu hava içinde imzalanmıştır. 17 Ağustos 1838’de İngiltere ile imzalanan ve sonra diğer ülkelerle de imzalanacak olan antlaşmaya göre:

  • Osmanlı vatandaşı gayrimüslimler ülkede diledikleri malları diledikleri kadar alıp tebaası olduğu ülkeye götürebiliyorlardı (M. Hergüner, 2006, s. 15).
  • Buğday ve mısır gibi bazı kritik mallar Padişah’ın özel iznine tabi idi. Ancak daha sonra bu mallar işlenmiş şekilde çok yüksek fiyattan Osmanlı Devleti’ne dönecekti.
  • Yine bir başka madde gereğince, ithalat için % 5, ihracat içinse % 12 vergi ödenecek ve her iki satımdan % 2’lik bir kısmı hazinenin olacaktı (M. Hergüner, 2006, s. 16).

Birinci Dünya Savaşı’na Kadar Osmanlı Ekonomisi

Osmanlı İmparatorluğu’nun yabancı ülkelere ilk borçlanması Kırım Savaşı (1854) ile başladı. 1854 Ağustos’unda Mısır’ın yıllık vergisinin ipotek edilmesi ile alınan 3 milyon İngiliz lirası ilk borçlanmadır. Bundan sonra ise, borçlanmalar birbirini takip edecektir. Tabi her borçlanma için ya bir eyaletin gümrük geliri veya öbürünün yıllık vergisi gösterilecektir. Aldığı taze paraları yatırım yerine saray inşaatları ve düğün gibi gereksiz şatafatta harcayan Osmanlı Maliyesi, 1875’de tamamen çıkmaza girmişti. 1875 yılında devletin mali durumu aşağıdaki gibiydi (M. Hergüner, 2006, ss. 16-17).

İtibari Borç                                   5.297.676.500 Frank

Senelik Faiz                                 299.068.487    Frank

Bütçe Geliri                                 570.666.560    Frank

Borçların faizini bile ödeyemeyecek durumdaki Osmanlı İmparatorluğu Maliyesi, 6 Ekim 1875’de moratoryum ilan etti. Çıkarılan kaimelerin alınan borçların ödemesi durduruldu. Osmanlı Devleti’nin ilan ettiği moratoryum Rus Savaşı’ndan sonra ele alındı ve 1881’de Düyun-u Umumiye (Genel Borçlar İdaresi) kuruldu. İdarenin temel görevi, Osmanlı kaynaklarını ve Osmanlı Maliyesi’ni idare etmekti. Zaman içinde çok geniş bir teşkilata sahip olan idare, Kurtuluş Savaşı’na kadar faaliyet göstermiş ve Lozan Barış Antlaşması ile çalışmalarına son verilmiştir. Osmanlı, Düyun-u Umumiye’den ve kapitülasyonlardan kurtulmak için büyük gayretler harcamıştır. Türk-İtalyan Savaşı’nın ardından imzalanan Uşi Antlaşması (18 Ekim 1912) ile, İtalyanlar Osmanlı’nın kapitülasyonları kaldırmasına yardımcı olacağını vaat etmişti. Araya giren Balkan Savaşı buna imkân vermedi. Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’nın ilk günlerinde ve daha savaşa katılmadan 16 Eylül 1914’de kapitülasyonların kaldırıldığını ilan etmişti. Ama ne var ki, ilk itiraz müttefik olan Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndan gelmişti.

Osmanlı İmparatorluğu, 4 yıl süren Birinci Dünya Savaşı süresince başta ekonomi olmak üzere bütün sektörlerin Türkleştirilmesi ve millileştirilmesi gayretlerinde bulundu. Örneğin, İzmir Valisi Rahmi Bey, bölgesindeki yabancı şirketlerin Türk memur çalıştırmasını ve Türkçe lisanın kullanılmasını isterken, Talat Paşa da Osmanlı Maliye Nazırı Vekili olarak Osmanlı Bankası’nın Türk idareciler tarafından yönetilmesini istiyordu (M. Hergüner, 2006, s. 17).

Kurtuluş Savaşı’nda Türk Ekonomisi

Devlet Gelirleri

Kırım Savaşı’nın masraflarını karşılamak üzere 24.08.1854 günü Londra’da % 6 faizli 5 milyon liralık (3 milyon İngiliz lirası) tahvil çıkartılmıştır. Bu tahviller, İngiliz uyruklu Palmer ortakları ile Fransız uyruklu Goldschmid ve ortakları tarafından alınmış, ödenmesi için Mısır’dan alınan yıllık vergi (160.000 İngiliz lirası) gösterilmişti. 1874 yılına gelindiğinde, toplam borçlanma 239 milyon lira olurken, ele geçen miktar 127 milyon lira idi (M. Hergüner, 2006, ss. 21-22).

Düyun-u Umumiye

Cağaloğlu’nda şimdiki İstanbul Erkek Lisesi binasında teşkil olunan bu yönetim 7 kişiden oluşuyordu. Bir üye İngiliz ve Hollandalı alacaklarının temsilcisi, Alman, Fransız, Avusturyalı ve İtalyan alacaklıları için birer üye, Osmanlı uyruklular için bir üye ve Osmanlı Bankası’ndan bir üye 5 yıl süreyle görev yapacaktı. İdare düzenli çalışıyor çiftçi ve diğer üreticilerin parasını hem de piyasa değerinden ve peşin olarak ödüyordu. Düyun-u Umumiye’nin bir diğer faydası da Osmanlı Hükümeti’nin borçlanmasına olanak sağlaması olmuştur. Geçen zaman içinde giderek güçlenen idare, Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu gelirlerinin yarısına yakınına hâkimdi. Nitekim bu kurum, Kurtuluş Savaşı için önemli bir mali kaynak olmuştur. Aynı durum Osmanlı Bankası için de geçerliydi. TBMM Osmanlı Bankası’ndan avanslar alıyor, banka da bu avansları 3 Kasım 1920’de yaptığı idare heyeti toplantısı ile özel hesaba kaydediyordu (M. Hergüner, 2006, ss. 22-23).

Tütün Rejisi

İngiltere ve Fransa ile 1859 yılında yapılan ticaret antlaşması ile tütün dışarıya gümrüksüz ihraç olunmuştur. Osmanlı Hükümeti, tütünden gümrük alamayışının acısını tütün fabrikalarının üretimine vergi koyarak çıkartmıştır. Osmanlı Devleti, bu gelir getiren kurumunu da 1881 yılında Düyun-u Umumiye’ye devretmiştir. 22 Mayıs 1882 günü Fransızlar ‘Memaliki Osmaniye Duhanları Müşterekülmenfaa Reji Şirketi’ -halk arasındaki adıyla ‘Reji İdaresi’ni- kurmuşlardı. Şirket 30 yıl için imtiyaz almış olup, her yıl Düyun-u Umumiye’ye 750.000 Osmanlı lirası ödeyecekti. Reji İdaresi, tütün üreticilerine kredi verebilecek elde ettiği karın bir miktarını Düyun-u Umumiye ve Osmanlı Hükümeti’ne verecekti. Reji İdaresi, bu kâr verme işinde dürüst davranmamış ve gelirlerini ve kârlarını düşük gösterme yolunu seçmişti. Tütün üreticisinin malını Reji İdaresi’ne satmaya mecbur olması, tütün fiyatının düşük tutulmasına neden oluyordu. Osmanlı Hükümeti, tütün rejisinin 30 yıllık imtiyazının bittiği 1912 yılında şirketin faaliyetlerine son vermeyi denedi; ancak araya giren Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı bu planlamayı engelledi ve imtiyaz uzatıldı (M. Hergüner, 2006, ss. 23-24).

Aşar ve Hayvan Vergileri

Aşar vergisi tarım ürünlerinden ona bir oranda alınan vergidir. Mültezimlerin topladıkları aşar devlet gelirlerinin % 30’unu oluşturuyordu. Hayvan vergisi ise Tanzimat’ın ilanından (1839) sonra hayvan başına alınan bir miktar (genelde 5 kuruş) olarak tayin olunmuştur. Bütçe gelirlerinin % 12-13’ünü hayvan vergisi oluşturmaktaydı (M. Hergüner, 2006, s. 24).

Gelir Vergisi

Ticaret ve sanat yapan kişilerden alınan gelir vergisi 1825 yılında iktisap rejimi adıyla başlamıştır. 1839 yılında yapılan düzenlemeyle esnaf ve tüccarların yıllık gelirlerinin saptanarak, buna göre takdir edilen oranda alınan vergi şekline dönüştürülmüştür. Yıllık gelirin % 3’ü gelir vergisi olarak alınmıştır. 1886 yılında verginin adı “Temettü Vergisi” olarak değişmiştir. Osmanlı Devleti, özellikle 1838 Ticaret Antlaşması nedeniyle yabancı uyruklulardan hatta kendi vatandaşı olup konsolosluklardan pasaport çıkaran gayrimüslimlerden vergi alamıyordu. 1888 yılında Temettü Vergisi’ni % 1 arttıran devlet, verginin kapsamını genişletmiş aylık alan işçilerin de temettü vergisi vermesini istemiştir. 1907 yılında yürürlüğe giren kanunla, nüfusu 2000 üzerinde olan yerleşim yerlerindeki ticaret, sanat erbabı ile serbest meslek sahiplerinden bu vergi alınmıştır. 1914 yılında Fransa’daki uygulama esas olarak yeniden düzenlenen kâr vergisi, yerleşim yerlerinin özelliği ve kazançların durumu gibi yeniden sınıflara ayrılmıştır (M. Hergüner, 2006, s. 25).

Gümrük Vergileri

Bilindiği gibi ünlü 1838 Ticaret Antlaşması, Osmanlı Devleti’nin gümrük gelirlerini azaltmıştır. 1861 ve 1862 yıllarında yapılan yeni antlaşmalarla, gümrük vergileri ülke menfaatlerine olacak şekilde yeniden düzenlenmiştir. Buna göre, ithalat vergisi % 5 ‘den % 8’e yükseltilmiştir. Osmanlı Devleti, 1883 yılında yeniden bir düzenleme yapmayı denedi ise de, bunda başarılı olamamıştı. Gümrük vergileri için 1907’de yapılan düzenleme ile ithalat vergisi % 8’den % 12’ye çıkartılmış, 1916 yılında ise mal değeri üzerine ağırlık esasına göre gümrük vergisinin düzenlenmesi toplam gelirin % 18 artmasını sağlamıştır (M. Hergüner, 2006, s. 26).

TBMM ve Ekonomi

28 Ocak 1920’de yapılan 6 maddelik Misakı Milli’nin konumuzla alakalı maddesi:

  • Milli ve ekonomik gelişmeye imkân çerçevesinde girmek, daha ileri ve modern bir şekilde işleri yürütmeyi başarabilmek için her devlet gibi bizim de tam bağımsızlığa ve hürriyete ihtiyacımız vardır. Bu, hayatımızın ve geleceğimizin esasıdır. Bu nedenle, siyasal, adli ve mali gelişmemizi önleyecek sınırlamalara karşıyız. Hissemize düşecek borçlarımızın ödenmesi bu esasa aykırı olamaz. 18 Mart 1920 günü (İstanbul’un işgalinden iki gün sonra) Mustafa Kemal Paşa kolordulara bağımsız mutasarrıflıklar ile Şile, Kartal ve Gebze Kaymakamlıklarına aşağıdaki emri vermişti.
  • Osmanlı Devleti’ndeki bankalar ile Düyun-u Umumiye ve reji idareleri, maddi mevcutlarını o mahalde bulunan en büyük mülkiye ve maliye memuruna bildireceklerdir. Ödemeler veya göndermeler, bu iki memurun kontrolünde yapılacak olup Heyeti Temsiliye’ye bilgi verecektir.
  • İstanbul’a para gönderilmeyecektir.
  • Adı geçen kurumlar 18 Mart 1920 tarihi itibariyle mevcut durumlarını Heyeti Temsiliye’ye bildireceklerdir (M. Hergüner, 2006, s. 32).

TBMM, 16 Mart 1921’de Sovyet Rusya ile Moskova Antlaşması’nı imzalamıştı. Asıl önemli olan ise, antlaşmanın 7. maddesinde belirtildiği üzere, TBMM’nin kapitülasyonları kaldırdığının kabul edilmesidir. 13 Ekim 1921’de Sovyet Rusya, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ile yapılan Kars Antlaşması ile TBMM yukarıda belirtilen hususlar bir kez daha belgeleniyordu (M. Hergüner, 2006, s. 34). Kurtuluş Savaşı sırasında TBMM’nin ekonomik yönden iki büyük ve radikal tedbiri olmuştur. Savaş ekonomisinin idamesine yönelik olan bu tedbirlerden birincisi Tekâlifi Milliye (ulusal yükümlülükler), diğeri ise Harp Encümeni’dir. 5 Ağustos 1921’de Tekâlifi Milliye emirleri yayınlanmıştı. Bu emirler, her ailenin ordu ihtiyaçlarına katkıda bulunmasını, elde bulunan ordu ihtiyacı malzemenin % 40’ına el konulmasını ve terk edilmiş sahipsiz malların teslim alınmasını içerir (M. Hergüner, 2006, ss. 34-35).

İzmir İktisat Kongresi Hazırlıkları

TBMM’nin açılışından 5 ay sonra Mustafa Kemal Paşa tarafından 18 Eylül 1920 günü Teşkilat-ı Esasiye Kanunu teklifi hazırlandı. 31 madde olarak teklif olunan taslak metnin 2., 3. ve 4. maddeleri kapitülasyonlardan kurtulmaya yönelikti (F. Çoker, 1994 ss. 160-186).

Lozan Barış Konferansı’nın 2 Aralık 1922-2 Şubat 1923 tarihlerini kapsayan ve 2 aylık süre içinde işlenen konular kısaca “kapitülasyonlar” olarak isimlendirilmektedir. İktisadi, mali, kültürel ve teknoloji benzeri konuların görüşüldüğü konular temelde 3 ayrı boyutu oluşturmaktadır.

Birincisi; Osmanlı Devleti’nin 1535 yılında Fransa’ya verilmesiyle başlayan imtiyazlardır. Geçen zaman içinde verilen imtiyazlar yaygınlaşmış, büyümüş ve Osmanlı’nın ekonomik ve siyasi yönden manevra alanı daralmıştı. İngiltere ile 1838 yılında yapılan Balta Limanı Ticaret Antlaşması ise sonun başlangıcı olmuştu. Osmanlı İmparatorluğu, İkinci Meşrutiyet’le birlikte kapitülasyonlardan kurtulmak istemişse de, bunda başarılı olamamıştır. Lozan görüşmeleri sırasında Batı bu imtiyazların kaldırılmasını kabul etmiş görünürken, daha karmaşık imtiyazların getirilmesini öneriyor ve buna karşılık bazı güvenceler sunuyordu.

İkincisi; 19. yüzyıldan itibaren dünyada benimsenen küreselleşme stratejisinin getirdiği uluslararası anlaşmalardır. Örneğin, 5 Temmuz 1912 tarihli uluslararası radyo-telgraf sözleşmesi gereğince su altı ve yer altı kablolarının inşası, kullanımı ve korunması elbette ki uluslararası bir konuydu. İngiltere, Fransa, İtalya temsilcileri, görüşmeler sırasında bu konuları da ülkemizin bağımsızlığı aleyhinde irdeliyorlardı.

Üçüncüsü; idari ve kültürel olgulardı. Osmanlı’nın başlangıçtan beri uyguladığı cemaat sistemi yabancıların imparatorlukta kurumsallaşmasını sağlamıştı. Mahkemeleri, okulları, dini merkezleri ve konsoloslukları adeta devletçikler haline gelmişti. Örneğin, denizcilikte İngilizce, Fransızca, Rumca konuşuluyor, Türkçe lisan kullanılmıyordu. Yabancılar ve azınlıklar kendi mahkemelerinde yargılanıyorlardı.

Kapitülasyonlar, TBMM’nin en hassas olduğu konuydu. Türk Heyeti’nin Lozan’a gidişinde verilen talimatlardan biri hatta birincisi konferansın kesilmesine yol açsa bile, kapitülasyonların kabul edilmemesiydi (M. Hergüner, 2006, ss. 38-39).

 Türkiye İktisat Kongresi – İzmir 1923

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sonucu oldu. Milliyetçi kadro, Anadolu halkının gerçek kurtuluşunun ancak iktisadi zaferin kazanılması ile mümkün olacağı bilincindeydi. Daha Ocak 1923’de zaferden iki üç ay sonra, Mustafa Kemal, “Türkiye Devleti devlet-i iktisadiye olacaktır” diyerek, o andan itibaren temel amacı öz bir biçimde açıklamıştı. Nitekim daha barış anlaşması imzalanmadan ve Cumhuriyet ilan edilmeden, Şubat 1923’te, takip edilecek iktisat politikasının belirlenmesi için İzmir’de Türkiye İktisat Kongresi toplanmıştır.

Kurtuluş Savaşı’ndan sonra ekonominin alacağı yön ve biçim, Lozan Barış Antlaşması görüşmelerinin kesintiye uğradığı bir dönemde İzmir’de Şubat 1923’te toplanan Türkiye İktisat Kongresinde temel nitelikleriyle belirlendi.

İktisat Kongresinin başlıca iki amacı:

  • Tüccar, çiftçi, sanayici ve işçi kesimlerinin kendilerine özgü sorun ve isteklerini belirlemek ve bu kesimlerin siyasal kadro ile bütünleşmesini sağlamak.
  • İktisadi Misak’la ilgili temel kararlar almak.

İktisadi Misak ile ilgili en önemli kararlar şu şekildedir:

  • Yerli üretim teşvik edilmeli, israftan ve lüks ithalattan kaçınılmalıdır.
  • Girişim ve çalışma özgürlüğü esastır; fakat tekelciliğe izin verilmemelidir.
  • Ekonomik kalkınmamıza katkısı olmak ve kanunlarımıza uymak kaydı ile yabancı sermayeye izin verilecektir (H. Şahin, 2014 s. 24).

Kongre’de benimsenen İktisadi Misak esasları, Türkiye halkının tutum ve davranışları konusunda görüş ve ilkelere yer verilmektedir. Kongre’nin 1135 delegesinin kabul ettiği ilk 12 maddede, Türk ulusunun egemenliği, bağımsızlığı, meclis ve hükümetine bağlılığı vurgulanmaktadır. Türklerin çok çalıştığı, kendi ürettiğini kullandığı bilimsel ve teknik gelişmeleri benimsediği, çalışkan ve dürüst, nüfus artışından yana olduğu, doğal kaynaklarını kendi çıkarı için kullanmak istediği, yabancı sermayeyi yasalara uyduğu sürece karşı olmadığı, aracı ve tekellere karşı olduğu ve farklı sınıf ve mesleklerde bulunanların birbirlerine sevgi ile bağlı oldukları dile getirilmektedir.

Kongreye, çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi kesimlerinin delegeleri katılmıştır. Fakat delegelerin seçiminde belirli ölçü veya kural gözetilmemiş, birçok sivil, asker ve bürokrat delege olarak kongreye çağırılmıştır. Tüccar, çiftçi, sanayici ve işçilerin oluşturduğu bu dört grup arasında Kongre’ye en hazırlıklı biçimde katılan tüccar grubuydu. Kongre’den önce İstanbul’da Milli Türk Ticaret Birliği kurulmuş ve çeşitli raporlar hazırlayarak görüşlerini oluşturmuştu. Bu grubun Kongre’ce benimsenen ilkeleri başlıca şu noktalarda toplanıyordu: Hükümetin de ortak olacağı bir “Ticaret Ana Bankası” kurulması; kambiyo ve borsa işlerinin düzeltilmesi, Cuma günlerinin herkes için resmi tatil günü olması, madenler ve ormanlar ile ilgili yasaların, deniz ticaretinin, ticaret işlerinin ve gümrük işlemlerinin yeniden düzenlenmesi, tekellerin kaldırılması, Ticaret Odalarının düzenlenmesi, dış ticaretin, ortaklarla ilgili yasa hükümlerinin düzeltilmesi, iktisat eğitimine önem verilmesi ve gelir vergisi, ulaştırma ve haberleşme alanlarında ticari işlemlere kolaylık sağlanması (Y. Kepenek, 1990, s. 34).

Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Ekonomik Tercihler ve Hedefler

Cumhuriyet’in kuruluşunu gerçekleştiren grup, Batılılaşmanın yanındaydı. Hedef, Batı’nın önüne geçmek ve Batı medeniyetine ulaşmaktı. Bu şekilde, Batı’nın kural ve kurumları alınarak iktisadi ve toplumsal gelişme daha kısa sürede gerçekleşmiş olacaktı. Kemalist kadro, iktisadi gelişmeden sanayileşmeyi anlamaktaydı. Yani ekonomik kalkınma sanayileşerek gerçekleşecekti. Yönetici kadronun amacı, ülkenin imkânlarını harekete geçirerek sanayileşmeyi kısa zamanda gerçekleştirmekti. Türkiye ekonomisi için tarım son derece önemli olup, nüfusun % 80’ini barındırıyordu. Dolayısıyla, yaşam düzeyinin geliştirilmesi ancak tarımın desteklenmesi ile mümkün olacaktır. Kırsal alanda üretilecek kaynaklar da sanayileşme ile harekete geçilmesine bağlıydı. Sanayi tesislerinin kurulması için gereken sermaye, döviz ve işgücü, hammadde sağlayacak olan sektör tarım idi. Yani Cumhuriyet’in ilk yıllarında sanayinin gelişmesi için tarım ihmal edilmemeli ve tarımsal kaynaklar da harekete geçilmeliydi.  Cumhuriyet yöneticilerinin diğer bir önemli hedefi, ulaştırma altyapısının geliştirilmesiydi. Ulaştırmanın geliştirilmesi ve ekonominin bütünleşmesi; iç piyasanın genişletilmesi ve böylece tarım ve sanayi üretiminin uyarılması için gerekli olduğu kadar, milli birliğin sağlanması ve yurt savunması için de hayati önem arz ediyordu (H. Şahin, 2014, s. 23).

Kurumsal ve Yasal Düzenlemeler ve Ekonomi Politikası Uygulamaları

Hükümet, İktisat Kongresi’nde alınan kararlar ile ekonomik mevzuat ve ekonominin kurumsal yapısı ile ilgili yeniden düzenlemeye başlamıştır. 1923-31 yılları arasında ekonomide yasal ve kurumsal düzenlemeler şöyledir:

1924 yılında çıkarılmış olan bir kanun ile ihracata yönelik sanayilerin kullanmış oldukları ithal hammaddelerin gümrük vergisinden bağışık tutulması sağlanmıştır. Çiftçi grubun da İktisat Kongresi’nde istemiş olduğu gibi, 1925 tarihinde aşar vergisi kaldırılmıştır. Aşar vergisinin kaldırılmasındaki amaç, köylü üzerindeki vergi yükünün hafifletilmesi olup, bu vergi yükü toprak sahipleri ile tekel maddeleri daha çok tüketen şehirli nüfusa kaydırılmıştır.

1923-1930 dönemlerinde önemli millileştirme uygulamaları arasında, yabancı sermayede olan demiryolu hatları devlet tarafından satın alınmıştır. Millileştirme uygulamaları arasında kabotaj hakkının ülke sakinlerine tanınması ve yabancı sermayeye yasaklanması sayılabilir.

1925 yılında toprakta özel mülkiyet konusu İsviçre Medeni Kanunu ile yasal temele oturtulmuş olup, 1927 ve 1929 yıllarında çıkarılan kanunlar ile topraksız köylülere devlete ait olan topraklardan bir bölümü verilmiştir. Böylece tarımda üretim artışı sağlanmıştır.

Türkiye İktisat Kongresi’nde tüccar grubunun önerisi üzerine alınan karar doğrultusunda, 1924 yılında, yarı-resmi özellik taşıyan İş Bankası kurulmuştur. İş Bankası, Cumhuriyet döneminde kurulan özel sermayeli ilk Türk mali kuruluşudur (H. Şahin, 2014, s. 27). Cumhuriyet’in ilk 10 yılında bankacılık sektöründe yabancı bankaların ağırlığı oldukça fazla idi. İş Bankası’nın kurulmasından ve Ziraat Bankası’nın sermayesinin artırılmasından sonra ulusal bankaların sistem içindeki ağırlığı biraz yükseldi (H. Şahin, 2014, s. 27).

Ülke için önemli ihtiyaçlardan biri olan şeker üretimini arttırmak amacıyla, hükümet, 1925 yılında şeker fabrikalarının kurulmasıyla ilgili bir kanun çıkarmıştır. Cumhuriyet döneminde geliştirilmeye çalışılan ilk sınai alt sektör şeker üretimidir. Şeker üretiminin öncelikli olarak seçilmesi rastlantı olmayıp, şeker üretiminde ithal ikamesine gitmekten daha rasyonel bir politika olamazdı. Bu uygulama ile ulaştırma ve tarım sektörü de canlandırılacaktı.

Şeker fabrikaları kanunu ile getirilen teşvik uygulamaları, 1927 tarihinde Teşvik-i Sanayi kanununun yürürlüğe konulması ile genişletilmiştir. 1927 yılında da yerli sanayii teşvik için 1913 tarihli Teşvik-i Sanayi kanunu gözden geçirilerek ve yeni teşviklerle genişletilerek uygulamaya konulmuştur  (H. Şahin, 2014, s. 28).

Cumhuriyet’in ilk yıllarında özel sektöre öncelik veren bir milli iktisat politikası benimsenmiş olup, ekonomiye müdahale sınırlanmıştır. Bununla, devlet ekonominin yönlendirilmesi için kurumsal yapıyı oluşturma çabasına girmiştir. Ve 1925 yılında Sanayi ve Ticaret Odaları ile ilgili yasalar çıkarılmıştır. 1926’da Devlet İstatistik Dairesi, 1930’da İstatistik Umum Müdürlüğü, 1962’de Devlet İstatistik Enstitüsü ve 2005 Kasım ayında da Türkiye İstatistik Kurumu adını alan kurum, önemli bir boşluğu doldurmuştur.

Ekonomik Sektörlerin Gelişimi

Tarım

Tarımsal üretimin arttırılması için özellikle vergi, kredi ve toprak mülkiyeti konularında önemli adımlar atılmıştır. Tarımsal vergi konusunda en önemli gelişme, 1925 yılında Aşar’ın kaldırılması olmuştur. Yine atılan adımlardan bir diğeri, özel mülkiyeti yaygınlaştırmak üzere yasal düzenlemeler yapılması olmuştur.

İlk nüfus sayımı 1927 yılında yapılmış ve bu sayımın sonucunda Türkiye nüfusu 13.649.945’tir. Nüfusun % 80,9’unun tarım ile istihdam edildiği tespit edilmiştir. Bu dönemde tarımsal üretim  teknolojisi ilkel ve ortalama verim oldukça düşüktür. Nüfus sayımı ile aynı yıl gerçekleştirilen Tarım sayımına (1927) göre, tırmık, traktör, çayır makinesi, harman makinesi tınaz makinesi vb. tarım makineleri toplamı 15.700 civarındadır. Cumhuriyet’le birlikte tarımda makineleşme hamlesi de başlatılmıştır. Bu doğrultuda, ilk olarak çok sayıda traktör ve diğer, tarım alanında kullanılan makineler getirilmiştir. Bu gelişmelere rağmen, yurda gelen bu makineleri kullanabilecek eğitim düzeyine köylünün sahip olmaması, altyapı ve döviz kıtlığı nedeniyle tarımda makineleşme devam ettirilememiştir. Bu nedenle, tarıma verilen destek sınırlı kalmış ve devlet sanayi öncelikli kalkınma stratejisi izlemiştir. Ekonominin imkânları sınırlı ve yetersiz olduğundan tarıma verilen destek de sınırlı kalmıştır.

Bu dönemde, devlet, Ziraat Bankası aracılığıyla tarım kredilerini genişletmiştir. 1924 yılında Ziraat Bankası’nın tarıma açtığı krediler 17 milyon TL iken, 1930’da bu rakam 35,7 milyon TL ye yükselmiştir. Ancak 1950 ye kadar tarıma açılan kredilerin toplam banka kredilerine oranı % 18’i aşamamıştır (H. Şahin, 2014, s. 32).  Bunlara rağmen, 1929’da kabul edilen yasaya göre tarım kredi kooperatifleri kurulmuştur. Hükümet tarımda ilerlemeyi sağlamak için tarım tekniği okulları açmış, deneme istasyonları açmış ve tarım kredi kooperatifleri yaygınlaştırılmıştır.

Tüm bu uğraş ve girişimlere rağmen, tarımsal üretimde köklü bir değişim sağlanamamıştır. Tarımsal üretim miktarı % 58 oranında artmıştır. Ancak 1929 krizinin de etkisiyle, serbest piyasada oluşan ürün fiyatları krizi izleyen yıllarda düşmüştür. Tarım ve sanayi ürünlerinin fiyat oranı dönem boyunca tarımın zararına gelişmiştir. Tarımsal üretim genellikle pazara kapalı organik güze dayalı ve hava koşullarına bağımlı niteliktedir (Y. Kepenek, 1990, s. 39).

Sanayi

Cumhuriyetin ilk yıllarında  sınai gelişmenin sağlanması için 1923 tarihli İktisat Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda önlemler alındı. Bu doğrultuda, 1927 yılında Sanayii Teşvik Yasası çıkarılmış, 1925’de Sanayi Maadin Bankası kurulmuştur.

Sanayi ve Maadin Bankası’nın kuruluş amacı, özel sektöre kredi sağlamak, özel kesimle ortaklıklar kurmak ve devlete ait olan sanayi kuruluşlarını geçici olarak işletmek ve zamanla bunları özel kesime devretmekti. Banka, kamu kesiminin özel kesime kaynak aktarma sürecinin başlangıç düzenlemesi olarak alınabilir. Banka, 1932 yılına kadar faaliyette bulunmuş ve devlete ait işletmeleri özel sektöre devretmemiş; fakat 16 özel sermayeli girişime ortak olmuştur. Ancak “bu girişimlerin özel sektör ortakları çoğunlukla sermaye taahhütlerini yerine getirmedikleri için” banka işlevlerini başaramamıştır (Y. Kepenek, 1990, s. 39).

Kısaca Türkiye Cumhuriyet’nin ilk yıllarında özel sektör eliyle sanayileşmeyi amaçlamış bu yönde politikalar izlemiştir. Özel sektörün sanayiye yatırım yapması teşvik edilmeye çalışılmıştır. Özel sektörün yeterli sermayeye sahip olmaması, sanayileşme için gerekli altyapının yokluğu, girişimci tecrübesinin eksikliği gibi nedenlerden dolayı tüm teşviklere rağmen mevcut ticari sermayeyi sanayiye aktarmak kolay olmamış ve özel sektör eliyle sanayileşme süreci harekete geçirilememiştir.

Ülkenin sanayi üretiminin yapısı 1927 sanayi sayımı sonuçlarından izlenebilir. 65 bin dolayında işletmenin % 43.59’u tarım, % 23.88’i dokuma ve % 22.61’i maden sanayi makine yapımı ve onarımı gurubundan oluşmaktadır. Bu oranlardan yola çıkarak, sanayileşmenin ilk aşamasında olunduğu söylenebilir. Sınai üretim temel tüketim gereksinimlerini karşılamamaktadır. Örnek verecek olursak; şeker üretimi toplam tüketimin % 14.5’i gibi bir kısmını karşılanmakta ve bu tüketimin %85.4’ü ithalatla sağlanmaktadır (Y. Kepenek, 1990, s. 40).

Dış Ticaretin Yapısı

Tablo 1. 1923-1931 İthalat İhracat Dengeleri (Yüzde)

1923 1924 1925 1926 1927 1928 1929 1930 1931
İhracat 84.7 158.9 192.4 186.4 158.4 173.5 155.2 127.0 101.0
İthalat 144.8 193.6 241.6 234.7 211.4 223.5 256.3 147.6 127.0

Cumhuriyet’in ilk yıllarında sanayi henüz kurulamamış, tarıma dayalı yapıda dönüşüm sağlanamamış ve iç tüketimde kayda değer ithal ikamesi sağlanamamıştır. Bahsettiğimiz üzere, gıda maddeleri gibi temel tüketim mallarının iç talebi ithalat ile karşılanıyordu. Bu ithalat da, tarımsal ve madensel hammaddeleri ihracatı ile sağlanıyordu. Bu nedenle, Türkiye dışa bağımlı bir ülkeydi diyebiliriz.

1924’te dış ticaret hacminde önemli bir yükselme gerçekleşmiştir. İhracat 1924’ten 1928’e kadar yükselmiş. 1929’dan sonra ise düşmüştür. Bunun nedeni, kuşkusuz 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı (Büyük Buhran) ve yeni dış ticaret rejimi ile ilgilidir. Türkiye, kapitalist Batı ülkelerindeki bunalımdan ihraç malların fiyatlarının yükselmesi ve paranın değerinde meydana gelen düşmelerden dolayı etkilenmiştir. İhracat miktar olarak artmış; fakat fiyatların düşmesi ihracat değerinin daralmasına yol açmıştır. İhracatın daralması, hükümeti ithalatı miktar olarak daha fazla sınırlamak zorunda bırakmıştır. Fakat Türkiye’nin sanayileşebilmek için daraltıcı politika uygulamak yerine yatırım ve ara malları ithalat oranını yükseltmeye ihtiyacı vardır. Bu nedenle, Türkiye’nin ithalat kapasitesini geliştirmesi gerekiyordu. Bunun için de, dışa açık bir politika izlenmeliydi.

Bu doğrultuda, 1930’lu yıllarda kotalara ve ikili anlaşmalara dayalı dış ticaret politikası Türkiye’nin ithalat yapısını, sanayileşme politikasına uyumlu hale getirmesini kolaylaştırmıştır. İthalatında birleşimindeki nihai tüketim mallarının payı azalmış, ara ve yatırım mallarının payı artmıştır. Yurt içi sınai üretim etkili bir korumaya kavuşmuştur (H. Şahin, 2014, s. 38). Bazı nihai tüketim mallarına ithalat yasağı ile mutlak koruma getirilmiştir. Öte yandan, ithalat kısıtlamadan daha önce ithal edilen bazı malların fiyatlarının yükselmesine olmuştur. İthalat kısıtlamaları ve bu amaçla lisans dağıtımı haksız kazançlara ve rantlara yol açmıştır (H. Şahin, 2014, s. 38).

Para ve Maliye Politikası

Mustafa Kemal Atatürk, para değerinin istikrarlı kalmasına önem vermiştir. Bunu bir prestij meselesi saymıştır. J-Kurtuluş Savaşı’nda bile savaş ihtiyaçlarını para basarak karşılamaktan kaçınmıştı. Düyun-u Umumiye borçları ödenirken, tarım sektöründen Aşar vergisinin kaldırılmasına rağmen denk bütçeden taviz verilmeden sıkı para politikası uygulanmıştır.

Sonuç

1923-29 yılları arasında İktisat Kongresi’nde alınan kararlara göre yeni kurumlar ve ekonomik yapı düzenlenmeye çalışılmıştır. Bu dönemde, kısmı liberal bir düzen yaşanmıştır. Devlet özel sektöre yatırım yapmaya teşvik edecek çeşitli yasal ve kurumsal düzenlemeler gerçekleştirmiştir. 1930’larda liberal dönemden müdahaleci döneme geçişin temel nedeni ise, 1929 yılında dünya ekonomik bunalımının etkisi, özel sektör ve yabancı sermayenin beklenen ekonomik kalkınmaya sağlayamaması ve Osmanlı Devleti’nden kalan borçların ödenmesinin getirdiği ağır yüktür. Bu nedenlerle, 1930’larda daha devletçi bir ekonomiye geçilmek zorunda kalınmış; ancak bu konuda da Sovyetler Birliği gibi ideolojik devletçilik kaçınılmıştır.

Hasan Ebrar ALARÇİN & Ebru AKBUNAR & Meltem DEMİR

 

KAYNAKÇA

  • HERGÜNER, Mustafa, İzmir İktisat Kongresi İçin İstanbul’da Yapılan Çalışmalar, İstanbul, 2006.
  • KEPENEK, Yakup, Gelişimi, Üretim Yapısı ve Sorunlarıyla Türkiye Ekonomisi, Ankara: Verso Yayıncılık, 1990.
  • ÇOBAN, Yasin, Türkiye Ekonomisi, İstanbul: İkinci Sayfa Yayınları, 2015.
  • HAFIZOĞULLARI, Zeki, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Fikri Temelleri, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, 2001.
  • ÖZÇELİK, Özer & TUNCER, Güner, “Atatürk Dönemi Ekonomi Politikaları”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 9 (1), 2007.
  • ŞAHİN, Hüseyin, Türkiye Ekonomisi, Bursa: Ezgi Kitabevi, 2014.

                                                         

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.