“Türk parlamento tarihi ve Türk parlamenterliği ne zaman başlar?” diye bir soru sorsak, şüphesiz ilk cevap 1876 Kanun-i Esasi’nin ilanı ve ilk meclisi mebusanın açılışıdır olurdu. Nitekim daha öncesinde siyasi ve hukuki düzenleme niteliği arz eden “Sened-i İttifak” (1808), “Tanzimat Fermanı” (1839) ve “Islahat Fermanı” (1856) da her ne kadar bu alanda düzenlemeler olsalar da, bir parlamentonun kurulması ile sonuçlanmadığı için başlangıç tarihi olarak kabul edilmez. Kanun-i Esasi, Türklerin ilk yazılı anayasası olmasının yanı sıra, Osmanlı Devlet geleneğinde yönetici hükümdarın (Osmanlı Sultanı) yetkilerini seçilmiş bir meclis (Meclis-i Mebusan) ve atanmış bir meclis (Meclis-i Ayan) ile paylaşmasına ilk örnektir. Mutlakiyet’ten Meşrutiyet’e geçişte yaşananlara baktığımızda, bu süreci hazırlayan iki önemli etken görürüz. Avrupa’da yaşanan benzeri örneklerin çokluğu ve Tanzimat sonrası Osmanlı aydın sınıfının bu konuda ki ısrarlı çalışmalarıdır. Özellikle bu işin mimarları olan Ziya Paşa, Mithat Paşa ve Namık Kemal’i bu süreçte üstlendikleri görevler ve gayretleri nedeniyle unutmamak gerekir. Türk parlamenter sistemine geçişin önde gelen mimarları bu kişilerdir dersek yanlış bir ifade kullanmış olmayız.
Meclis-i Mebusan’ın sadece bir sene (Mart 1876-Şubat 1877) görev yapabilmesi ve Kanun-i Esasi’nin de yine sadece bir sene yürürlükte kalması, şüphesiz Sultan II. Abdülhamid’in 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nı (93 Harbi) bahane ederek hem anayasayı rafa kaldırması, hem de meclisi süresiz tatil etmesi sebebiyle olmuş ve bu ilk parlamento denemesinin arzu edilmeyen bir şekilde sonlanmasına yol açmıştır. Sadece anayasa ve meclis değil, bu sürecin mimarları da kendilerini ya sürgünde bulmuş, ya da daha kötü mecralara savrulmuştu. Sultan II. Abdülhamid’in Meşrutiyet’le başlayıp istibdat ile devam eden saltanı, yine bir Meşrutiyet ilanı daha doğrusu meclisin yeniden açılması ve anayasanın yeniden yürürlüğe konulması eylemi ile son buldu. Öyle ki; 1908 yılının Temmuz ayında gerçekleşen ve siyasi tarihe II. Meşrutiyet adıyla geçen bu hadise, yine Jön Türklerin öncülük ettiği aydın sınıfın baskısı ile parlamenter yönetim geri dönülmesine yol açtı. Zira iki Meşrutiyet arası dönemde II. Abdülhamid yönetiminin baskıcı ve özgürlükleri kısıtlayan yönetim anlayışı, anayasal yönetime olan özlerimi artırmada büyük rol oynamıştı.
Birinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan süreçte İstanbul’un resmen işgali (16 Mart 1920) ile bir kez daha ve bu kez hiç açılmamak üzere kapanan Meclis-i Mebusan, Türk parlamento tarihinde yerini alarak tarihin sayfalarına çekilecekti. Milli mücadelenin merkez üssü olan Ankara’da 23 Nisan 1920 de toplanan I. Meclis, gerek üyelerinin seçim şekli, gerekse temsil ettiği ve sorumlu olduğu makamın (millet) farklı oluşu nedeniyle ayrı bir yere konmaktadır. Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nı (Kurtuluş Savaşı) kazanan meclis olarak da tarihe geçen bu dönem, Lozan Antlaşması ile resmen bağımsızlığı tanınan ve dünya devletleri arasında yerini alan Türkiye’nin de kurucu meclisi unvanını taşımaktadır. TBMM tarihinde önce 1921, akabinde de 1924 anayasaları ile yeniden anayasal bir hüviyet kazanana parlamento, bu dönemde başta Saltanat ve Hilafet’in kaldırılması ve bir dizi devrim hükmünde kanun ile yepyeni bir dönemin başladığını ilan etmekteydi. Uzun yıllar tek partili döneme şahitlik eden 1924 anayasası, 1946 seçimleri ile birlikte mecliste birde muhalefet partisine ev sahipliği yapmış ve çok partili hayat çok partili parlamentoyu da beraberinde getirmişti.
İlerleyen zaman zarfında, 1950 genel seçimleri ile Demokrat Parti’nin iktidara gelişi ve yönetimde farklı bir anlayış çizmesi ile yeni bir döneme girilmiştir. Demokrat Parti’nin 1960 darbesi ile iktidardan uzaklaştırılması ve akabinde yaşanan yeni süreç önce 1961 anayasasının ilanı akabinde de yeni anayasa gereği çift kanatlı parlamentoyu getirmişti. Bu kez öncekilerden farklı olarak parlamentoda, TBMM Genel Kurulu ve Cumhuriyet Senatosu yer almakta idi, Meclis üyelerine Milletvekili, Cumhuriyet Senatosu üyelerine de Senatör denilmekteydi. Çift kanatlı parlamentonun özellikle kanunların yapımı aşamasında ciddi etkisi olduğu ve Senato üyelerinin niteliğinin bu dönemde eğitim ve kültür açısından ciddi bir düzeyde olduğu bilinmektedir. Yine bir askeri darbe ile 1980 yılında kapanan parlamento, bu kez 1982 anayasası doğrultusunda 1983 yılında kapılarını açacak; ancak bu kez de tıpkı 1960 öncesi olduğu gibi tek kanatlı (Cumhuriyet Senatosu kapatılmıştır) olarak çalışacaktır. 1983-2002 yılları arasında önce 1983-1991 dönemi tek başına Anavatan Partisi (ANAP) iktidarı, akabinde 1991-2002 yılları arasında süregelen koalisyon hükumetleri ve en nihayetinde 2002 yılı sonlarında işbaşına gelen AK Parti hükümeti ile Türk parlamento tarihi seyrine devam etmiş ve bu dönemlerde de birçok siyasi kriz yaşanmıştır.
Cumhurbaşkanı ve TBMM Başkanı gibi seçimler Meclis içerisinde ve anayasanın gösterdiği doğrultuda yapılırken, 2007 yılında yapılan anayasa referandumu ile Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi kararlaştırılmış ve ilk kez 2014 yılı Ağustos ayında sandık başına gidilmiştir. Partisiz ancak halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı uygulaması ilk örnek olduğundan dolayı, çoğu konuda nasıl adım atılacağı bilinememiş ve birbirinden farklı uygulamalar bu dönemde yaşanmıştır.
Yine bir anayasa referandumu ile bu kez 2017 yılı Nisan ayında yapılan anayasa değişikliği, halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı’nın partili olabileceğini ve bu Cumhurbaşkanı’nın yürütmenin doğrudan başı olarak görev yapacağı hükümlerini getirmekteydi. Yani Başbakanlık makamı kaldırılacak ve Bakanlar doğrudan Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanarak yürütme organını oluşturacaktı. Adına “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen bu yeni düzende önceleri Meclis’in işlevinin daha da artacağı ve eskiye nazaran daha bağımsız olacağı söylense de, yeni sistemin uygulanmaya başlandığı 2018 yılı Haziran seçimleri sonrası meclisin fonksiyonunun hiçte söylendiği gibi olmayacağı anlaşılmıştı. Parlamenter sistemde önceliğin yasama organı olduğu aşikar iken, değişen düzende özellikle yürütme organı üyelerinin meclis çatısı altında olmayışı ciddi sıkıntıların olacağını ortaya koymuştu. Öyle ki; aradan geçen iki senelik zaman zarfında yeni sistemin aksaklıkları daha da gözle görünür hale gelmiş ve güçlü bir parlamentonun yine Senato ile daha da güçlendirilmesi ve yeniden parlamenter sisteme dönülmesi gerektiği anlaşılmıştı.
Türk parlamento tarihinde eşine az rastlanır bir döneme tanıklık ettiğimiz bu günlerde, açışının da 100. senesi olan TBMM gerektiği gibi kanun koyucu fonksiyonu taşımamakta ve asli işlevini yapamamaktadır. Yeni düzende parlamenter sistemin nasıl özellikler taşıması gerektiği söylenmek istenildiğinde:
– Yeniden bir anayasa değişikliği ile Başbakanlık makamı olan bir yürütme organı oluşturulması,
– Partisiz ve tarafsız Cumhurbaşkanlığı makamı,
– TBMM genel kurulunun yanı sıra tıpkı 1961-1980 arası dönemde olduğu gibi Cumhuriyet Senatosu’nun da açılması,
– Milletvekili ve siyasi partiler kanunlarında ciddi değişikler yapılması ve başta ön seçim olmak üzere pek çok demokratik yapılanmanın kalıcı hale getirilmesi,
TBMM’nin ikinci yüzyılına başlayacağı bu önümüzdeki dönemde büyük önem arz etmektedir. Öyle ki; kanunların yapım sürecinde gösterilen titizlik ve gayret bu kanunların uygulanması sürecinde ortaya çıkmakta ve sonuçları da ona göre olmaktadır. Parlamenter sisteme yukarıda saydığımız hususlar göz önünde bulundurularak yeniden dönüş yapılmalı ve bu konuda yapılacak anayasa değişikliği de tüm siyasi çevrelerin ortak mutabakatı ile yapılmalıdır. Unutulmamalıdır ki parlamenter sistem Türkiye Cumhuriyeti için en demokrat ve en ideal yönetim anlayışıdır.
Ali İzzet KEÇECİ