Emekli Uluslararası İlişkiler Profesörü olan Baskın Oran (İzmir, 1945), 1968’de bitirdiği Siyasal Bilgiler Fakültesi’de (Mülkiye) asistanken 1971 ve 1980 cuntaları tarafından toplam 9 yıl süreyle üniversiteden atıldı; her seferinde Danıştay’da kazanarak akademiye geri döndü. 1999-2009 arasında Avrupa Konseyi Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu (ECRI) nezdinde ulusal irtibat görevlisi idi. Ekim 2004’te Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulunun Azınlık ve Kültürel Haklar Raporu’nu yazınca mahkemeye verildi ve beraat etti. 2006’da erken emekliliğini isteyerek Oxford (2006) ve Harvard (2009) üniversitelerinde bir dizi konferanslar verdi. Aralık 2008’de “Ermenilerden Özür Kampanyası”nı başlatan dört kişi arasında yer aldı. Nisan 2013’te Kürt Barışı çerçevesinde “Akil İnsanlar” Ege bölgesi heyetinde bulundu. Ocak 2016’da 1.128 akademisyenin “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzalayanlardan biriydi. Mülkiye’de vermekte olduğu lisansüstü dersleri Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL döneminde yasaklandı. Haftalık yazıları Agos, T24, Artigerçek ve Ahval’de yayınlanıyor. Bugüne kadar 80’i aşkın bilimsel makalesi yayınlandı.
Türkiye’de sırayla şu kitapları basıldı: Azgelişmiş Ülke Milliyetçiliği – Kara Afrika Modeli; Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu; Atatürk Milliyetçiliği – Resmî İdeoloji Dışı Bir İnceleme; Kenan Evren’in Yazılmamış Anıları (2 cilt); Nerde O Eski Mahpushaneler; Devlet Devlete Karşı; Kalkık Horoz – Çekiç Güç ve Kürt Devleti; Yunanistan’ın Lozan İhlalleri; Küreselleşme ve Azınlıklar; Türk Dış Politikası – Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar (ed.), (1919-1980, 1980-2001, 2001-2012 olarak 3 cilt); Dalavera Memet’in Bodrum Tarihi (Feyhan Görgün’le birlikte); Enişte Gözüyle Bodrum; Türkiye’de Azınlıklar – Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama; M.K. Adlı Çocuğun Tehcir Anıları-1915 ve Sonrası; Türkiye İnsan Hakları Bilançosu – 2006 İzleme Raporu; Türkiyeli Kürtler Üzerine Yazılar; Türkiyeli Gayrimüslimler Üzerine Yazılar; Türk Yargısı ve Adaleti Üzerine Yazılar; Kürt Barışında Batı Cephesi – “Ben Ege’de Akilken…”; Recep Tayyip Erdoğan’ın Yazılmamış Anıları.
Yurtdışında yayınlanmış kitapları ise şunlardır: M.K., Récit d’un déporté arménien – 1915 (Editions Turquoise, Fransa); Turkish Foreign Policy 1919-2006 (ed.) (The University of Utah Press, ABD). Nisan 2018’de Farsça yayınlanacak: (ed.) Türk Dış Politikası – 2001-2012, (Tahran, Institute for Political & International Studies-IPIS).
Prof. Dr. Baskın Oran’ın önemli bir İngilizce eseri olan Turkish Foreign Policy 1919-2006
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Sayın hocam, yoğun çalışmalarınıza ara vererek bize zaman ayırdığınız için öncelikle size okurlarımız adına teşekkür ederim. Size Türkiye iç siyaseti ve Türk Dış Politikası hakkında birkaç soru sormak ve değerli fikirlerinizi almak istiyorum. Türkiye’deki demokratik rejimin kalitesi konusunda son yıllarda Batı ülkelerinin akademik çevreleri ve basın-yayın organlarında yaygın bir eleştirel duruş gözlemleniyor. 15 Temmuz 2016 tarihindeki başarısız darbe girişimi ve sonrasında uygulamaya sokulan Türk tipi Başkanlık sistemiyle bu yöndeki eleştiriler daha da arttı. Siz, Türkiye’deki cari rejimi Batılı demokratik standartlar açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’nin yer aldığı Orta Doğu coğrafyasının gerektirdiği zorluklar ve terörizmden kaynaklanan riskler de değerlendirildiğinde, sizce Türkiye’de istikrarlı bir demokratik rejim kurulması için neler yapılabilir?
Prof. Dr. Baskın Oran: Birincisi, “terörizm” derken, PKK’nin (ki bunu söyleyen bizzat İçişleri Bakanı), “dağda 300 kişi kaldığı” bir durumdan bahsediyoruz. “Türk tipi Başkanlık” rejimi derken ise, “Tek Adam” rejiminden bahsediyoruz. Çünkü Başkanlık rejimi olabilmesi için karşı dengeler şarttır; yürütme üzerinde parlamentonun denetimi ve özellikle de yargının denetimi. Oysa TBMM fiilen kapatıldı (düşünün ki iş olmadığı için şu anda kapalı), yargı da tamamen “Tek Adam“ın elinde çünkü tüm siyasal ve toplumsal yaşamı elinde tutan, bütün yasaklamalara ve tutuklamalara karar veren Sulh Ceza yargıçlarını atayan Hakimler ve Savcılar Kurulu’nu (HSK) tek başına AKP (AK Parti) Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tayin ediyor; bir kısmını doğrudan, bir kısmını da AK Parti+MHP koalisyonu vasıtasıyla TBMM üzerinden. 1925 Şeyh Said İsyanı’nı Mustafa Kemal Paşa nasıl tüm muhalefeti bastırmak için kullandıysa (ki Nutuk’u ancak 1927’de okuyabilmiş olmasının sebebi budur), Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Allah’ın lütfu” dediği 15 Temmuz darbe teşebbüsünü aynen öyle kullandı. Ama arada 91 yıl var; böyle mi olacaktı siyasal gelişme?
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Türk Dış Politikası’nda son yıllarda zorlu bir dönemden geçiliyor. Tıkanan Avrupa Birliği (AB) tam üyeliği yolunun yanı sıra, geleneksel müttefiklerden Amerika Birleşik Devletleri ile de Suriye, Kürt Sorunu ve Rusya’dan S-400 alınması gibi konularda yaşanan ciddi anlaşmazlıklar var. Ayrıca İslam dünyasında da -Katar başta olmak üzere birkaç ülke dışında, bilhassa da Körfez ülkeleriyle- ilişkilerin hız kestiğini görüyoruz. İsrail’le ilişkiler ise zaten yıllardır düşük profilde seyrediyor. Buna karşın, Türk Dünyası ile ilişkiler konusunda ciddi ilerleme ve ümitler söz konusu. Siz Türk Dış Politikası’nın yaşadığı bu dönüşümü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Baskın Oran: Türk Dünyası ile ilişkilerin neler olduğunu bilmiyorum. Ama (Gürcistan hariç) bütün komşularımızla ve ayrıca bütün büyük devletlerle (ABD, Rusya, AB) sürekli kavga halinde olduğumuzu biliyorum. Türkiye, eğer ben dış politika biliyorsam, dış politikasında hiç bir zaman böyle bir duruma gelmemişti. Ben hiç böyle şey görmedim. Herkesle kavga ne demek yahu? “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur”u kanıtlamaya mı çalışıyoruz, nedir? Katar kim, ne zaman nereden çıktı?
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Koronavirüs (Covid-19) salgını, son birkaç aydır dünya siyasetini belirleyen en önemli konu haline geldi. Siz bu salgının dünya siyaseti ve Uluslararası İlişkilere nasıl etkileri olabileceğini düşünüyorsunuz?
Prof. Dr. Baskın Oran: 15 dakikada bir gündem ve koşullar değiştiği için birşey diyemeyeceğim doğrusu. Ama korktuğum bişey var: İnsanları cep telefonu vasıtasıyla uzaktan kontrol etmenin gerçekleşeceği bir “1984”ten çekiniyorum.
Prof. Dr. Baskın Oran’ın 3 ciltlik Türk Dış Politikası serisi
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Türkiye’de yeni kurulan muhalefet partilerini (Gelecek Partisi ve DEVA Partisi) nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce muhalefetin sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanma şansı var mı?
Prof. Dr. Baskın Oran: Dediğim gibi, her an her şey değişiyor bu istikrarsız ülkede; kesin birşey söylemem sadece müneccimlik olur. Fakat şunu söyleyebilirim: dünyanın en olumlu olayı, yanlış bir hareketin içinden muhalefet başlamasıdır. Bu iki parti ve ayrıca AK Parti içinden yükselmeye başlayan sesler çok sağlıklı ve çok doğal bir duruma işaret ediyor. Yol-köprü müteahhitlerini beslemek için örgütlenmiş bir iktidarın ekonomik bakımdan sıfırı tükettiği, siyasal bakımdan tüm muhalefete baskı yapılan, bu baskıların yayın yasakları ve başka şiddet yöntemleriyle örtülmeye girişildiği, dış politikada ise Suriye’nin iki parçasının ilhak edilmeye çalışıldığı bir ülkede bu iktidarın gidişi gidiş değil. Fakat CHP muhalefeti de muhalefet değil ve HDP felç edilmiş vaziyette. Durum budur. Bekleyelim biraz daha…
Doç. Dr. Ozan Örmeci: 2007 yılında bağımsız sol aday olarak milletvekili seçilmek için çok renkli ve etkili bir kampanya düzenlediniz. Ancak az bir oy farkıyla milletvekili seçilemediniz. Bir akademisyen olarak siyasi deneyimlerinizi nasıl özetlersiniz? Sizce halkımızın bilimadamlarının siyaset yapmalarına yönelik bakışı nedir?
Prof. Dr. Baskın Oran: Ben asla ve kat’a bir politikacı değilim, olamam da. Bir akademisyenin söylemi ile bir politikacının söylemi yüzde yüz farklıdır, farklı olmak zorundadır. Çünkü akademisyen ilke olarak bilimsel doğruları söyler, politikacı ise halkın duymak istediklerini söylemek zorundadır yoksa kaybeder. Bu durumda yapılacak tek şey, politikacının bilim adamının danışmanlığına başvurması ve onun söylediklerini siyasal terimlerle ifade etmesidir. Benim 2007’de aday oluşum, tamamen, yeni ortaya çıkmakta olan Türk sivil toplumunun sesini duyurmak içindi; bundan öte birşey değildi. Kazanamayışımız ise, tamamen bir siyasal hata yüzündendir: Seçim olacağı anlaşılınca, o zamanki Kürt partisinin (BDP) eşbaşkanları (Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk) evimde ziyaret ettiler; partinin beni karşıma o bölgede aday çıkartmayarak destekleyeceğini söylediler. Ben çok teşekkür ettim ve şunu söyledim: “Şimdiden konuşmalıyız: Seçilirsem bağımsız kalırım, partinize katılmam”. Buna cevapları: “Biz sizi otuz yıldır izliyoruz, böyle birşey talep etmiyoruz, sizin bizim dışımızdaki varlığınız demokrasi için daha önemlidir”. “Tamam” dedik, anlaştık. Fakat siyasal hata dediğim olay (veya, Kürt hareketinin gençlik hatası) gerçekleşti: Partinin İstanbul İl Başkanı aynı bölgeden adaylığını koydu benden sonra. Onun üzerine parti temsilcileriyle bir toplantı yaptı bizim hareket, ben de vardım, şöyle dedim: Biliyorsunuz değil mi, iki çok önemli gerçek var: 1-) Oylar bölüneceği için ikimiz de kazanamayacağız; 2-) Bunun faturası partinize yollanacak. Anlamışlardı durumu, daha fazla ısrar etmedik ve sonuç böyle oldu. Sonucun böyle olması, benim gibi bir akademisyeni bir politikacı gibi hareket etmekten alıkoydu, ayrıca ailemin düzeni de bozulmamış oldu, bunlar da şerden hayırdır.
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Genç okurlarımız için eserlerini beğendiğiniz yazar ve bilimadamlarından birkaç tanesinin ismini öğrenmek isterim.
Prof. Dr. Baskın Oran: Çok sayıda insandan, yazardan yararlandım 1964’ten beri. Aralarında tercih yapmak doğru olmaz.
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Bize vakit ayırdığınız için çok teşekkürler. Yeni bilimsel çalışmalarınızı merakla bekliyor ve Türkiye’de istikrarlı bir demokratik rejimin kurulması noktasında katkı ve tavsiyelerinizi talep ediyoruz.
Baskın Oran: 1923’te rejim kurulduğunda, demokrasiye geçmek çok zordu; çünkü hem bir imparatorluk yıkılıyor ve yepyeni bir düzen kuruluyordu, hem de uluslararası toplum o sırada (iki savaş arasında) faşist veya en azından faşizandı. Ama aradan 100 yıl geçti. Bir asır geçtikten sonra hâlâ otokratik bir rejim kurmaya soyunmak bu memleketi ziyan etmektir. Demokrasiden başka seçenek yoktur. Şunu da söyleyeyim: O dönemde demokrasinin tanımı “çoğunluğun iradesi” idi. Yani, bugün “çoğunlukçuluk” (majoritarianism) denilen çoğunluk diktatörlüğü ki, azınlık diktatörlüğünden daha tehlikelidir. Bugün ise demokrasinin tanımı, “azınlığa saygı”dır. Bu kadar basit.
Röportaj: Doç. Dr. Ozan Örmeci
Tarih: 25.05.2020