Öz: Son yıllarda, dünyanın en büyük ekonomilerine sahip olan Çin Halk Cumhuriyeti (kısaca Çin) ile Amerika Birleşik Devletleri’nin (kısaca ABD) birbirleriyle olan rekabetleri uluslararası küresel sistemde önemli bir yer tutmaktadır. Bu makalede, ABD’nin Donald Trump’ın Başkanlığı döneminde kendisine küresel siyasette en önemli rakip olarak gördüğü Çin’e yönelik nasıl bir politika izlediği, bu politikalarında neyi hedeflendiği ve ne kadar başarıya ulaştığı konusunda bir değerlendirme yapılacaktır. Bu bağlamda, ABD-Çin rekabeti hakkında ekonomik ve siyasi alanlarda değerlendirmeler yapılacak ve gelecek dönemde nasıl bir politika işleneceğiyle ilgili öngörülerde bulunulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Amerika Birleşik Devletleri, Çin Halk Cumhuriyeti, ABD-Çin Rekabeti, Ticaret Savaşı, Küresel Ekonomik Sistem.
**********************************************************************************************************
Giriş
İlk olarak “ticaret savaşı” kavramını kısaca açıklayacak olursak, bu kavramı, iki ülkenin birbirlerine karşı ekonomik anlamda çıkar gözeterek uyguladığı vergi ve kota gibi yaptırımlar olarak tanımlayabiliriz. Ticaret savaşlarında temel amaç ülke ekonomisini korumak olsa da, bu tür politikaların sonucunda genellikle bunun tam zıttı etkilerin ortaya çıktığı görülmüştür. Son yıllarda, uluslararası sistemde, dünyanın en büyük ekonomilerine sahip olan ABD ve Çin arasında ticaret alanında çeşitli gerilimler başlamıştır. Bu ticaret alanındaki gerilimlerin nedeni, -Çin’in aradaki farkı hızla kapaması nedeniyle- ABD’nin uluslararası sistemdeki başat rolünü korumaya çalışmasıdır. Geçmiş dönemlerde yaşanan Soğuk Savaş’ta da, ABD, uluslararası sistemde başat güç statüsünü korumak için Sovyetler Birliği’ne karşı bir güç mücadelesine içerisine girmiştir. Sonraki dönemlerde de, ABD, yükselen güç statüsünde olan Çin’e karşı bu mücadeleyi çeşitli alanlarda sürdürmeye başlamış ve buna devam etmiştir. Donald Trump’ın ABD Başkanlığına seçildikten sonraki dış politika anlayışının ise, siyasal ve ekonomik anlamda kendi başat güç statüsünü koruyup, hızla yükselen Çin karşısında güç kaybetmemek olduğunu söyleyebiliriz. ABD’nin Mart 2018’de Çin’e karşı uyguladığı ek gümrük tarifeleriyle iki ülke arasındaki ticaret savaşı resmen başlamıştır. Çin’in de buna karşı olarak çeşitli misillemelerde bulunmasıyla birlikte, iki ülke arasındaki ticaret savaşları daha da şiddetli bir hâl almıştır.
Bu makalede, ABD’de Donald Trump’ın Başkan seçilmesiyle birlikte Çin’e karşı başlattığı ekonomik ve siyasi rekabet temelindeki dış politika anlayışı ve 2018’de bu ülkeye karşı başlattığı ticaret savaşı başarılı olmuş mudur sorularına cevap aranacaktır.
ABD Devlet Başkanı Donald Trump’ın Çin’e Yönelik Siyasi Politikası
Donald Trump’ın Başkan seçilmesi sonrasında Çin’e yönelik uyguladığı siyasi ve ekonomik politikalarından bahsetmeden önce, devletler arasındaki siyaset ve dış politika meselelerinde çok önemli bir yer tutan “hegemonya” ve “güç” kavramlarının tanımıyla işe başlayabiliriz. Kısaca açıklamak gerekirse, “hegemonya” kavramı, uluslararası sistemde diğer devletlerin üzerinde çeşitli yönlerden baskı ve hâkimiyet kurma çabası olarak tanımlanabilir. “Güç” ise, bir devletin diğer devletten istediğini çeşitli şekillerde almasıdır. Ancak “güç” kavramı her zaman için savaş ve çatışma şeklinde değil, aynı zamanda siyasal ve ekonomik olarak da kullanılabilir. Uluslararası sistemde yeni ve güçlü aktörlerin ortaya çıkması ve müesses nizama meydan okuması, her zaman için sistemin istikrarını bozucu faktörler arasında zikredilir. Somut bir örnek vermek gerekirse; Almanya’nın 20. yüzyılın başlarındaki artan güç tahkimi, uluslararası sistemdeki güç dengesini sarsmış ve Birinci ve İkinci Dünya savaşlarının patlak vermesinde en etkili faktör olmuştur.[1] Bu örnek dışında, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD ile Sovyetler Birliği, Soğuk Savaş sonrası dönemde ise ABD süpergüç olarak sahneye çıkmış ve uluslararası sistemi kendi çıkarlarına göre şekillendirme düşüncesi ve çabası içerisine girmiştir.
Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de, devletler, halen uluslararası sistem içerisinde lider ve kural koyucu bir statüde olma yolunda diğer devletlerle yapılan ilişkilerde diplomatik olarak güç odaklı ve daha baskılayıcı bir yol izlemektedirler. Bu çerçevede, günümüzde uluslararası arenada ABD ve Çin Halk Cumhuriyeti sık sık karşı karşıya gelmektedirler. Soğuk Savaş sonrasında tek süper güç olma yolunda ilerleyen Amerika Birleşik Devletleri için, onun gücüne alternatif olma yolunda ilerleyen belki de tek devlet olarak Çin görülmektedir. Bu alternatif güç, sadece askeri ve savunma olarak değerlendirilmemelidir; aynı zamanda ekonomi, işgücü kapasitesi, yumuşak güç unsurları ve yatırım çekebilme kapasitesi gibi unsurların son yıllarda Uzak Asya’nın yükselen gücüne kayması da ABD için Çin’in tehlikeli bir rakip statüsüne yükselmesine neden olmuştur.
Daha önceki döneme baktığımızda ise, ABD’de 2009-2017 dönemlerinde Başkanlık yapmış Barack Obama da dış politikasında Çin’i Kuzey Kore’yi dizginlemek, küresel ekonomik sistemin istikrarını korumak, uluslararası terörizmle mücadele etmek ve küresel iklim değişikliği gibi bazı konularda önemli bir müttefik olarak görmesine rağmen, bir taraftan da Asya-Pasifik’teki güç mücadelelerinde stratejik bir rakip olarak değerlendirmiş ve bu şekilde algılamaya devam etmiştir. Obama sonrasında Başkanlığa gelen Donald Trump ise, Obama döneminde bazı konularda uygulanan stratejik ortaklık perspektifinden tamamen uzaklaşarak, yönünü doğrudan Çin’le rekabete çevirmiştir. Çünkü ABD içerisindeki ve uluslararası sistemdeki birçok büyük yatırımcının Çin’i üretim merkezi olarak seçmesi, Trump ve danışmanlarına dünyanın ticaret ve üretim gücünün Çin’e kaydığını göstermiştir. Bu da, uluslararası sistemde ABD’nin kural koyma gücü ve hegemonyasının azaldığına yönelik önemli bir göstergedir. Bu durumu uluslararası politik ekonomi çerçevesinde açıklayacak olursak, dünya siyasetinde söz sahibi olmak isteyen devletlerin askeri gücün yanı sıra en önemli araç olan ekonomik gücü de ellerinde bulundurması gerekmektedir. Nitekim Trump’ın Başkanlığa geldiği dönemde Çin’in ekonomik ve işgücü olarak hızla büyümeye devam etmesi ve aynı zamanda Yeni İpek Yolu (Tek Kuşak Tek Yol) gibi büyük ve küresel nitelikte ekonomik projeleri desteklemesi, ABD’nin endişelerini arttırmıştır. Dahası, Trump, Rusya ile yakın ilişkiler kurmak istediği için, Çin’i rakip olarak göstermesi ona politikalarında meşruiyet sağlamıştır. Trump döneminde, uluslararası sistemde güç kaybı yaşayacağını anlayan ABD, Çin’e ekonomik olarak baskılayıcı politikalar ve ekonomik yaptırımlar uygulamaya başlamıştur. Sonuç olarak, Donald Trump’ın Çin’e yönelik siyasi politikası, Çin’in ABD’ye alternatif bir güç olma yolunda ilerlediği düşüncesi temelinde gelişmektedir.
ABD Devlet Başkanı Donald Trump’ın Çin’e Yönelik Ekonomi Politikası
Uluslararası sistemde süper güç olarak tanımlanan ABD, karşısında kendisine rakip olabilecek tek ülkeyi Çin Halk Cumhuriyeti olarak görmektedir. Bu bağlamda, yukarıda da bahsettiğimiz üzere, ABD’nin Trump döneminde Çin’e karşı çeşitli alanlarda yaptırımlar ve baskıcı bir politika ileri uyguladığı anlaşılmaktadır. Bu politikaların küresel ekonomik sisteme yansıması ise, iki ülke arasında gelişen ticaret savaşı veya ticaret savaşları olarak ortaya çıkmıştır. Ticaret savaşı kavramı, bir ülkenin kendi ekonomisi korumak istemesi neticesinde diğer ülkelerden aldığı ithalat mallarına yüksek derecede vergilendirmesi ve kotalar koyması neticesinde çıkmaktadır. Bu çerçevede, Donald Trump’ın Başkan olarak seçilmesiyle, ABD, Çin’e karşı bir ticaret gerilimi başlatmıştır.
Bu ticaret savaşının iki temel nedeni olduğunu söyleyebiliriz. Birinci olarak, Çin’in haksız ticaret uygulamaları ve fikri mülkiyet haklarına uymadığı gerekçesiyle ABD’nin bu ülkeye yaptırım uyguladığını söyleyebiliriz. İkinci önemli nedenin ise, ABD ekonomisinde son yıllarda cari açığın artmasını önlemek olarak belirtilebilir. Bana kalırsa, ABD’nin yaptırım kararının büyük ölçüde ikinci nedenden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Bu başlığı biraz daha açacak olursak; ABD içerisindeki yatırımcıların ucuz işgücü ve düşük maliyetli üretimler neticesinde yatırımlarını Çin’e kaydırmasıyla birlikte ABD ekonomisinin uzun vadede ciddi zarar göreceği aşikârdır. ABD ise, bu durumu göz önünde bulundurarak, Çin’den gelen çeşitli sanayi malzemelerine ek gümrük vergileri koymuştur. Buradaki temel amaç ise, yatırımcının ülke içindeki malları kullanmasını sağlamak, içeride yeni istihdam alanları oluşturmak ve yatırımcıların diğer ülkelerden ucuza mâl ettiği malların yolunu kesmektir. Bu bahsettiğimiz yaptırımlar, ABD tarafından ilk olarak kota ve tarifelerle uygulama sokulmuştur. Nitekim Mart 2018’de çelik ve alüminyuma % 25 ve % 10 ek gümrük vergisi getirilmesiyle bu uygulamalar başlamıştır. Çin de buna karşılık çeşitli misillemelerle çeşitli ABD ürünlerinde % 15-% 25 arasında değişen tarifeler uygulamıştır. Bu şekilde devam eden ticaret gerilimi, ABD’nin Çin’in teknolojisi markası olan Huawei’ye çeşitli yaptırımlar uygulamasıyla devam etmiştir. ABD’nin bu ticaret gerilimi diğer bir perspektiften bakıldığında, Çin’in “One Belt One Road” (Tek Kuşak Tek Yol veya Bir Kuşak Bir Yol) olarak bilinen Yeni İpek Yolu projesinin uygulamaya geçmesiyle ABD’nin küresel ekonomik sistemde pasif kalacağını düşünmesi de etkilidir. Çünkü bu projenin Avrupa ve Asya’dan tam 65 ülke üzerinden geçmesi, dünya ekonomisinin artık Amerika yönümlü olarak değil, Asya ve Avrupa çevresinde gelişeceğini düşündürmektedir. ABD de, işte bu öngörü gerekçesiyle, Çin’i frenlemek istemektedir.
Kaynak: World Economic Outlook, Nisan 2020.
Yukarıda gösterilen reel GSYİH tablosuna bakacak olursak, Çin’in ABD’ye oranla 1960’lardan beri daima daha fazla büyüdüğünü görebiliriz. Dünyada en büyük güç ve söz sahibi olan ABD’nin Çin’i tehdit olarak görmesinin nedeni bu tablodan da daha iyi anlaşılmaktadır.[2] Zira bu şekilde devam eden ekonomik koşullarda, Çin, yakın bir gelecekte ABD’yi geçecek ve dünyanın en büyük ekonomisi olacaktır.
Ancak her ne kadar ABD ve Çin birbirleriyle “ticaret savaşı” içerisinde olsalar da, ekonomilerini geliştirmek için politikalarını ve diplomatik ilişkilerini de geliştirmek zorundadırlar. Bu zorundalık, bu iki ülkenin dünyanın en büyük iki ekonomisi olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda, yaklaşık iki yıldır devam eden ticaret savaşları, her iki ülkenin de ekonomilerini ve hatta küresel ekonomik sistemi olumsuz yönde etkilemektedir. Ancak 2019 yılı sonunda, ABD ve Çin yönetimleri, aralarındaki ticaret savaşını durdurabilecek bir ateşkes konusunda anlaşmaya vardılar ve 15 Ocak 2020’de ABD Başkanı Donald Trump ile Çin Devlet Başkanı Yardımcısı Liu He iki ülke arasında Birinci Faz Ticaret Anlaşması’nı (Phase One) imzaladılar.[3]
Donald Trump’ın Ticaret Savaşı Politikası Başarılı Oldu Mu?
ABD’nin küresel ekonomide Çin’i hedef alan ticaret yaptırımları, Mart 2018’de çeşitli sanayi ürünlerine ek gümrük vergileri koymasıyla başlamıştır. Bu yaptırımların arkasından, Çin de ABD’nin çeşitli mallarına ek vergiler koyarak misillemede bulunmuştur. Ancak ABD tarafının uyguladığı bu ticaret kısıtlamalarının tam olarak siyasi amacına ulaşmadığını söyleyebiliriz.
ABD’nin Çin ile olan Dış Ticareti (Milyon Dolar) | ||||
İHRACAT | İTHALAT | DIŞ TİCARET HACMİ | DENGE | |
2018 | 120.289 | 539.243 | 659,532 | -418.953 |
2019 | 106.447 | 451.651 | 558.098 | -345.204 |
2020 (İlk 7 ay) | 58.527 | 221.864 | 280.391 | -163.336 |
Kaynak: https://www.census.gov/foreign-trade/balance/c5700.html, (ABD Sayım Bürosu).
Yukarıdaki ABD ve Çin arasındaki dış ticaret verilerine bakacak olursak; Çin’e olan 2019’daki dış ticaret hacminin 2018’deki veriye göre negatif yönde ilerlediğini görebiliriz. Bu bağlamda, Trump döneminde Çin’e karşı verilen dış açıkta ciddi bir azalma olmuş ve ticaret dengesi kısmen de olsa sağlanmıştır. Ancak ABD için olumlu değerlendirilebilecek olan bu durum, dünyanın en büyük ekonomilerine sahip olan bu iki ülke arasındaki ticaretin azalması nedeniyle küresel ekonomi için iyi sonuçlanmayacaktır. Zira bu ticaret savaşı, sadece ABD’nin açıklarının artması ile değil, aynı zamanda Çin’in de büyüme oranlarında gerilemeye neden olmış ve küresel ekonomi yavaşlama trendine girmiştir. Bu ise, yeniden milliyetçi/devletçi politikaların yükselmesine neden olmuştur. Bu durum ise, siyasi istikrarsızlık ve gerilimler olarak birçok bölgede karşımıza çıkmış ve ABD’nin küresel siyasal liderlik imajına büyük zarar vermiştir.
Bu ticaret savaşının iki taraf için de çeşitli sebeplerle olumlu olmaması nedeniyle, iki ülke, 2020’nin başında Birinci Faz Anlaşması yapmışlardır. Bu anlaşmada, iki taraf da belli noktalardaki yaptırımlardan ve uygulamalardan vazgeçmiştir. Birinci Faz Anlaşması, iki taraf için yaşanan ticaret savaşını kısmen de olsa dondurucu bir etki yaratmıştır. Ancak kısmen de donmuş olan bu gerilim, Çin’in Wuhan kentinde 2019 yılı sonlarında Covid-19 virüsünün ortaya çıkmasıyla tekrar alevlenmiştir. Bu virüs ortamında, özellikle ABD’nin siyasi açıklamalarında Çin’i suçlamasıyla ve aynı şekilde Çin’in de ABD’yi suçlamasıyla, iki ülke arasındaki siyasi gerilim daha da artmıştır.
Sonuç olarak, Donald Trump’ın Çin’e uyguladığı ticaret savaşı politikasının tam manasıyla başarılı olmadığını söyleyebiliriz. Çünkü, her ne kadar ABD’nin Çin’e karşı dış ticaret açığı azaltılsa ve Çin’in hızlı ekonomik büyümesi durdurulsa da, hem ABD ekonomisi de bu süreçte krize girmiş, hem de yükselen ekonomik duraklama ortamında siyasi krizler ve çatışmalar patlak verdiği için, ABD’nin başat güç ve siyasal liderlik iddiaları zayıflamıştır. Ayrıca Çin’in ABD’ye göre çok daha fazla nüfus ve işgücüne sahip olması ve Çinlilerin düşük yaşam standartlarına alışkın olmaları nedeniyle, küresel ekonomik durgunluk, ABD’ye Çin’den daha büyük zarar verebilir.
Sonuç
Sonuç olarak, özetlemek gerekirse, ABD-Çin ticaret savaşları, ABD’nin uluslararası sistemde kendisine rakip olan Çin’e karşı bir takım yaptırımlar uygulamasıyla başlamıştır. ABD’nin bu tutumu, gelecek vadede Çin’in kendisine oranla daha büyük bir güç olmasını engellemek için izlediği politikalarından biridir. Çünkü Çin’in uluslararası sistemde büyük ekonomik projelere imza atması, örneğin Pekin’in başlattığı Bir Kuşak Bir Yol projesinin tam 65 ülkeden geçmesi, hem bu ülkelerin ekonomik ve kültürel olarak gelişmesine, hem de bu ülkelerin Çin’le daha büyük bir ekonomik pazar oluşturarak ABD’nin ekonomik etkisinin azalmasına yol açacaktır. Ancak ABD buna karşılık kendi küreselleşme vizyonunu ortaya koymak yerine, izolasyonist ve milliyetçiliğe dayalı politikalara yönelmiş ve bu da tüm dünyada istikrarı azaltmıştır.
Eren ÇÖLÜKOĞLU
KAYNAKÇA
- KAYA, Melek (2019), “ABD-Çin Ticaret Savaşları ve Türkiye”, Türkiye Mesleki ve Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 2.
- KOÇ, Yusuf Emre (2020), “ABD-Çin Rekabetinde Gerilim Alanları”, Kriter Dergi, Sayı: 47, Erişim Tarihi: 01.09.2020, Erişim Adresi: https://kriterdergi.com/file/262/abd-cin-rekabetinde-gerilim-alanlari.
- ÖZDEMİR, Gloria Shkurti (2020), “ABD-Çin Birinci Faz Ticaret Anlaşması’na Korona Virüsün Etkisi”, SETA, Sayı: 289, Erişim Tarihi: 02.09.2020, Erişim Adresi: https://setav.org/assets/uploads/2020/07/P289.pdf.
[1] Yusuf Emre Koç (2020), “ABD-Çin Rekabetinde Gerilim Alanları”, Kriter Dergi, Sayı: 47, s. 76, Erişim Tarihi: 01.09.2020, Erişim Adresi: https://kriterdergi.com/file/262/abd-cin-rekabetinde-gerilim-alanlari.
[2] Melek Kaya (2019), “ABD-Çin Ticaret Savaşları ve Türkiye”, Türkiye Mesleki ve Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 2, s. 23.
[3] Gloria Shkurti Özdemir (2020), “ABD-Çin Birinci Faz Ticaret Anlaşması’na Korona Virüsün Etkisi”, SETA, Sayı: 289, s.1, Erişim Tarihi: 02.09.2020, Erişim Adresi: https://setav.org/assets/uploads/2020/07/P289.pdf.