Giriş
Son bir buçuk aydır Dağlık Karabağ’da devam eden çatışmalar, Azerbaycan Ordusu’nun sahada kazandığı başarılarının ardından, Ermenistan, Azerbaycan ve Rusya arasında imzalanan anlaşma ile sona ermiştir. Bu anlaşma sayesinde, uzun yıllardır Dağlık Karabağ’ın statüsüne dair belirsizliğin çözülmesi öngörülmüştür. Türkiye kamuoyu da, kuşkusuz, “tek millet, iki devlet” mantığıyla büyük destek verdiği Azerbaycan’ın başarısından büyük memnuniyet duymuştur. Bu yazıda, belirtilen anlaşmanın ve bundan sonraki sürecin Türkiye’nin rolü açısından değerlendirmesini yapacağım.
Anlaşmanın İçeriği
Rusya, Azerbaycan ve Ermenistan arasında imzalanan ve Dağlık Karabağ’da yaklaşık son bir buçuk aydır devam eden çatışmaların sona ermesini sağlayan anlaşmanın metni Rus yetkililer tarafından uluslararası kamuoyuna Kremlin’in internet sitesi üzerinden duyurulmuştur. Anlaşma maddeleri aşağıdaki gibidir:[1]
- 10 Kasım 2020 Moskova saatiyle 00.00’da Dağlık Karabağ çatışma bölgesinde tam ateşkes sağlandığı ve tüm askeri faaliyetlerin durdurulduğu ilan edilir. Bundan sonra Taraflar olarak anılacak olan Azerbaycan Cumhuriyeti ve Ermenistan Cumhuriyeti, bulundukları pozisyonlarda kalır.
- Agdam ilçesi, 20 Kasım 2020 tarihine kadar Azerbaycan Cumhuriyeti’ne iade edilir.
- Dağlık Karabağ’daki cephe hattı boyunca ve Laçin koridoru boyunca, hafif silahlı 1.960 asker, 90 zırhlı personel taşıyıcı, 380 otomobil ve özel araçtan oluşan Rusya Federasyonu barış gücü konuşlandırılır.
- Rusya Federasyonu barış gücü, Ermenistan silahlı kuvvetlerinin çekilmesine paralel olarak konuşlandırılır. Rusya Federasyonu barış gücünün görev süresi 5 yıl olup Taraflardan hiçbirinin bu hükmün yürürlüğünün sona ermesinden 6 ay önce beyanda bulunmaması halinde, sonraki 5 yıllık dönemler için kendiliğinde uzar.
- Çatışan Tarafların mutabakatlara uyup uymadığını izleme verimliliğinin artırılması amacıyla, barış gücü ateşkes kontrol merkezi konuşlandırılır.
- Ermenistan Cumhuriyeti, Kelbecer ilçesini 15 Kasım 2020’ye, Laçin ilçesini 1 Aralık 2020’ye kadar Azerbaycan Cumhuriyeti’ne iade eder. Dağlık Karabağ ile Ermenistan’ın bağlantısını sağlayacak ve aynı zamanda Şuşa şehrini etkilemeyecek olan Laçin koridoru (5 km genişliğinde) Rusya Federasyonu barış gücünün kontrolünde kalır. Tarafların mutabakatı ile Dağlık Karabağ ve Ermenistan arasındaki bağlantıyı sağlayacak Laçin koridorunun yeni güzergahı için önümüzdeki üç yıl içinde inşaat planı oluşturulacak ve daha sonra bu güzergahın korunması için Rus barış gücü konuşlandırılacak. Azerbaycan Cumhuriyeti insanların, araçların ve kargoların Laçin koridoru boyunca her iki yönde seyahat güvenliğini garanti eder.
- Yerelde yerinden edilmiş kişiler ve sığınmacılar, Dağlık Karabağ topraklarına ve çevredeki ilçelere BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin kontrolü altında döner.
- Savaş esirleri, rehineler ve diğer tutukluların yanı sıra cenazelerin değişimi gerçekleştirilir.
- Bölgedeki tüm ekonomi ve ulaşım bağlantıları üzerindeki blokaj kaldırılır. Ermenistan Cumhuriyeti insanların, araçların ve kargoların her iki yönde sorunsuz şekilde seyahat etmesinin organizasyonu amacıyla Azerbaycan Cumhuriyeti’nin batı bölgeleri ile Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti arasındaki ulaşımın güvenliğini garanti eder. Ulaşımın kontrolü, Rusya Federal Güvenlik Servisi’nin (FSB) Sınır Birimi organları tarafından gerçekleştirilir. Tarafların mutabakatı ile Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’ni Azerbaycan’ın batı bölgelerine bağlayan yeni ulaşım yollarının inşası sağlanacaktır”
Anlaşmanın Bölgesel ve İç Kamuoylarında Yansımaları
Rusya tarafından üçlü anlaşmanın imzalandığının duyurulmasından itibaren, Ermenistan, Rusya, Azerbaycan ve Türkiye kamuoyunda gündemden düşmediği söylenebilir. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, anlaşmanın Azerbaycan’ın bölgedeki varlığını arttıran maddelerini kabul etmesinden dolayı kendi ülkesinde vatan haini ilan edilerek istifa etmesine yönelik protestolarla karşı karşıya kalmış durumda. Ayrıca Ermenistan Cumhurbaşkanı Armen Sarkisyan’ın da bu anlaşmadan haberdar olmadığını açıklaması Paşinyan’ın konumunu daha da zorlaştırıyor. Her ne kadar askeri zafer Azerbaycan’ın lehine olsa da, Ermeniler, Paşinyan’ın daha ağır bir mağlubiyeti önlemek amacıyla bile olsa anlaşmayı kabul etmiş olmasına büyük tepki göstermiştir. Ancak Paşinyan’ın henüz anlaşmayı imzalamamış olduğunu da gözden kaçırmamak gerekir. Ayrıca Paşinyan’ın fiziki saldırılara uğradıldığı ve linç edilmeye çalışıldığı iddiaları da kamuoyunda yer alıyor.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ise, anlaşmanın kabulünü takiben ulusal sesleniş konuşması gerçekleştirmiş ve bu anlaşmanın Azerbaycan için tam bir zafer metni olduğunu açıklamıştır. Anlaşmanın detaylarını kamuoyu ile paylaşırken de, Aliyev, Ermenistan’ın ağır bir yenilgi ile karşı karşıya kaldığını vurgulamıştır. Şüphesiz ki, Aliyev, bu anlaşma metni ile dönem dönem Azeri halkının kendisine desteğinin azaldığına yönelik iddiaları savuşturma imkânı elde etmiştir. Her ne kadar Azerbaycan, bölgedeki 3 rayonu savaşmadan teslim almış ve toplam 7 rayonu kurtarmış olsa da, Dağlık Karabağ’ın statüsü halen belirsizliğini korumaktadır. En önemli mesele ise, Rus askerlerinin bundan böyle Karabağ’da bulunacak olmasıdır.
Ermenistan’a ait Zengezur üzerinden açılacak olan hat ile Nahçıvan ile Azerbaycan’ın ana toprakları arasında bağlantı sağlanması öngörülse de, belirtilen hattın Ermenistan toprakları üzerinde olması ve kontrolünün de Rusya’da bulunmasının hem Azerbaycan, hem de Türkiye için çok olumlu olduğu söylenemez. Benzer şekilde, Laçin’de açılacak olan 5 km genişliğindeki koridor ile Karabağ ve Ermenistan bağlantısının sağlanması, yine koridorun Ermenistan’a bağlı olması ve kontrolünün Rusya’da olması öngörülmektedir. Dolayısıyla, Karabağ’ın toprakları küçülürken, bölgenin Rus himayesi altına girmesi, anlaşmanın Azerbaycan için olumlu olduğu kadar bazı olumsuz noktaları da bulunduğu şeklinde değerlendirilebilir.
Rusya için bu anlaşmanın tam bir diplomatik zafer olduğu şeklinde yorumlar bulunmaktadır. Bu durum, Rusya’nın bölgedeki diplomatik arabulucu konumunu güçlendirmesi ve hem Azerbaycan’a, hem de Ermenistan’a sözünü dinletmesi algısından kaynaklanmaktadır. Ayrıca, Rusya, hem Azerbaycan topraklarında barış gücü adı altında var olacak, hem de Karabağ’da kontrolü elinde tutacaktır. Dolayısıyla, Rusya, her iki tarafla da bağlarını güçlendirmiştir. Bu bağlamda, sonraki dönemler için Rusya hem bu konu özelinde, hem de bölgedeki genel politik dinamikler anlamında elini sağlamlaştırmıştır. Ayrıca Avrupa Birliği’ne yakın bir politikacı olan Nikol Paşinyan’ın hizaya çekilmesi de Rusya ve Putin adına çok önemli bir başarı olmuştur.
Öte yandan, Türkiye, sorunun çıkış noktasından bu yana Azerbaycan’a verdiği desteği ilan etmekten çekinmemiştir. Hem diplomatik, hem de askeri alanda Azerbaycan’ın yanında olduğunu belirten Türkiye, pek çok defa masada ve sahada var olmak istediğine dair açıklamalarda bulunmuştur. Ancak özellikle Türkiye’nin kendi sorunları üzerinden uluslararası politikada yaşadığı zorluklar, bu konuda daha aktif bir rol oynamasının önünü kesmeye çalışmıştır. Çatışmalar devam ederken Türkiye’nin arabuluculuk konusunda açık tekliflerine ise Avrupa Birliği’nden sık sık eleştiriler gelmiştir. Türkiye açısından anlaşmanın içeriği konusunda farklı tartışmalar bulunmaktadır. Türk basınında yer alan iddiaların aksine, anlaşma metninde Türk askerinin barış gücü olarak konumlandırılmasına dair herhangi bir madde bulunmamaktadır. Ayrıca Türkiye anlaşmada imzası olan bir ülke de değildir. Hatta Kremlin Sözcüsü Dmitri Peskov, Türk barış gücü askerlerinin Dağlık Karabağ’da konumlandırılmasına yönelik bir anlaşma bulunmadığını açıkça söylemiştir. Ancak Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev’e göre, Türkiye de bölgede askeri güç bulundurarak söz sahibi olacaktır. Bu konuda henüz tam bir netlik yoktur. Bir diğer iddiaya göre ise, Türkiye’nin sahada gezici bir görevinin olmayacağı, Dağlık Karabağ dışında belirlenen gözlem noktasında konuşlanacağına dair müzakereler devam etmektedir.
Sonuç
Türkiye’nin Azerbaycan Ordusu’na teknik anlamda destek sağlamasına ek olarak, bu davada Azerbaycan’ın haklı olduğuna dair söylemleri uluslararası kamuoyunda geniş yankı uyandırmıştır. Özellikle Türkiye’nin arabuluculuk yapmak istemesi, Azerbaycan’a açık desteği nedeniyle pek sıcak karşılanmamıştır. Öte yandan, Rusya, Sovyetler Birliği döneminden bu yana taşıdığı bağların bölgede halen geçerli olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. Anlaşma Rusya’nın arabuluculuğu ile gerçekleşmiş ve bölgedeki varlığını arttırmak açısından Rusya için önemli bir fırsat yaratmıştır. Ayrıca Rusya tarafların anlaşmasını sağlayarak daha fazla insanın ölümünün önüne geçmiş ve hem uluslararası, hem de bölgesel algısına olumlu katkı sağlamıştır. Bu bağlamda, Rusya’nın Türkiye’yi bölgede safdışı bırakmaya yönelik çabalarının da gözardı edilmemesi gerekmektedir. Türkiye’nin bölgedeki olası varlığının çerçevesi henüz belirsizliğini korumakla beraber, anlaşmaya açıkça Türkiye’nin dahil edilmemesi dış politika parametreleri açısından bölgedeki gücünü zayıflatan bir etki yaratmıştır. Ancak müzakereler sonucunda Türkiye’nin görev kapsamının belirlenmesi ile etki alanının netleşmesi gerekmektedir. Bu anlaşma ile Dağlık Karabağ sorunu tamamen çözülmemiş, fakat parçalara ayrılmıştır. İlk adım sınırların yeniden belirlenmesi olarak değerlendirildiğinde, bir sonraki aşamanın küçülen toprakları ile Dağlık Karabağ’ın statüsünün tanımlanması olacağı öngörülebilir. Bu da, Batılı devletlerin (ABD, AB) hiçbir siyasal sorunu (Kıbrıs Sorunu, Ege Sorunu, Doğu Akdeniz vs.) çözemedikleri bir ortamda, Rusya’nın dış politikasının sonuç alıcı tavır aldığının ispatlanması anlamında (ki daha önce Hazar Denizi’nin ve Karadeniz’deki deniz yetki alanları ve münhasır ekonomik bölgelerin paylaşılması anlamında da Moskova’nın barış/çözüm yanlısı tavrı ortadadır) çok önemlidir. Dolayısıyla, bu süreçte en çok kazanan ülkeler topraklarını kurtaran Azerbaycan ve bölgede barış ve istikrarı sağladığı gibi hâkimiyetini de tesis eden Rusya’dır. Türkiye de, özellikle Nahçıvan kanalıyla Azerbaycan ve Orta Asya ile komşu bir ülke haline geleceği için, kazananlar safındadır. Kaybedenler ise, Ermenistan ve Batı dünyasıdır (ABD, AB). Bir diğer önemli husus ise, Azerbaycan’ın dış politikada Elçibey dönemindeki gibi Batı ve Türkiye yanlısı tavırdan ziyade, Haydar Aliyev’in geliştirdiği “denge politikası” ve “tarafsızlık” yaklaşımı ile sonuca ulaşmayı başarmasıdır.
Dr. Gamze HELVACIKÖYLÜ