Müslümanların kutsal ayı olan Ramazan’ın ilk günlerinden beri Kudüs’teki Mescid-i Aksa ve çevresinde İsrail polisi ile Filistinliler arasında yaşanan gerginlik, aslında bugün devam eden çatışma ve kaosun ayak sesleri olarak nitelenebilir. Öyle ki, yine Ramazan ayı içerisinde İslam dinince özel bir önem atfedilen manevi değeri yüksek Kadir Gecesi’nde had safhaya ulaşan Filistinli Araplar ile İsrail güvenlik güçleri arasındaki çatışma ve gerginlik, ilerleyen günlerde Ramazan Bayramı’nı da içine alacak şekilde giderek büyüyen ve dozu artan bir şiddet ortamı yaratmıştır. Dünyadaki bütün Müslümanların Filistinlilere yönelik destek açıklamaları ve gösterileri sürerken, İslam’ın senede sadece bir kez kutlanılan bu önemli bayramının Filistin’deki çatışmanın gölgesinde ve hayatını kaybeden masum siviller bağlamında “buruk” geçtiği ifade edilmiştir.
Aslına bakılırsa, Arap Baharı sürecinde değişen güvenlik stratejileri bağlamında “güvenlik” ve “istikrar” konusunda kendinden emin hareket eden İsrail, özellikle Yahudi Lobisi’nin yoğun etkisi altındaki Trump yönetiminin bölgedeki beklenti ve çıkarlarına uygun Ortadoğu politikaları sayesinde bölgesel anlamda stratejik bir güç ve etki alanı elde etmiştir.[i] Yine Trump yönetiminin dış politikadaki önemli figürlerinden olan ve aynı zamanda Başkan Donald Trump’un damadı Jared Kushner’in hazırlanmasında ve akdedilmesinde etkili olduğu İbrahim Anlaşmaları (Abraham Accords) ile, İsrail, Doğu Akdeniz’den Körfez’e kadar uzanan bir hat üzerinde stratejik bir manevra kabiliyeti kazanmıştır.[ii] Aynı şekilde, Filistinlilere dayatılan Yüzyılın Anlaşması (Deal of Century) ile bölgede İsrail’in isteklerine meşruiyet kazandıracak bir formül bulma uğraşısı devam ederken, uluslararası toplumun tepkisini çeken Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan eden karar da bizzat Başkan Trump tarafından dünya kamuoyuna açıklanmıştır.[iii] İsrail, ABD’nin kendi çıkar ve politikalarıyla paralel bu adımları sayesinde bölgede diplomatik ve siyasal açılardan varlığını ve meşruiyetini sağlamlaştırmaya çalışmıştır.
Ayrıca, İsrail, ABD’ye rağmen Çin’le geliştirdiği karşılıklı bağımlılık ilişkileri ve Çin’in bölgede artan yatırımları ekseninde de siyasal ve diplomatik boyutun yanında ekonomik olarak da bölgesel bir aktör olarak daha önce hiç olmadığı kadar stratejik bir önem ve güç elde etmiştir.[iv] Bölgedeki Amerikan angajmanının askeri ve siyasal olarak kademeli olarak azalmasıyla birlikte etkinliğini artırmaya başlayan İsrail, Arap Baharı süreciyle birlikte etrafı adeta bir ateş çemberine dönerken kendi iç istikrarını korumuş, dahası Mısır’da yönetim değişikliğine yol açan Sisi darbesini destekleyerek bölgede kendi aleyhine gelişecek stratejik denklemleri değiştirmeye başlamıştır.[v] Bu kapsamda, İran tehdidini bölgedeki Sünni rejimleri kışkırtmak ve kendi yönlendirmesinde bir araya toplamak için adeta birleştirici bir unsur olarak kullanan İsrail, Körfez alt-sisteminde Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Suudi Arabistan ile geliştirdiği yakın ilişkiler neticesinde bölgesel ölçekte bir İran-karşıtı bloğun doğmasını sağlamıştır.[vi] Sözü edilen bu blok, Mısır’da İhvan-karşıtı, Yemen, Suriye, Lübnan ve Irak’ta ise İran-karşıtı (anti-İran) bir tutum benimsemiştir. İsrail öncülüğünde ve yönlendirmesinde bir araya gelen bu set/blok, Mısır’daki Mursi’yi deviren 3 Temmuz (2013) darbesi ve 2017-Katar Kriziyle anti-İhvan kimliğini ortaya koyarken, bölgede ortaya çıkarak küresel birer krize dönüşmüş Suriye ve Yemen’de Şii hilali ve İran karşıtı bir tavır takınmıştır. Libya’da ise, Türkiye karşıtı politikalar izlemek suretiyle Ortadoğu’da İran, Türkiye ve Katar’ı “tehdit” olarak kodlayarak kategorize etmişlerdir.[vii] Günümüzde Türkiye ile Mısır ve İsrail arasındaki yakınlaşmaya benzer biçimde Riyad ve Tahran arasındaki resmi görüşmelerle hızlanan diplomasi trafiği bu bölgesel güç eksenlerini ya da cepheleşmeyi tamamen ortadan kaldırmasa bile yumuşatması bir nebze mümkün olan gelişmelerdir. Ayrıca en önemli unsur olarak Trump’un ardından ABD Başkanı Başkan seçilen Joe Biden ve ekibinin bölgeye yönelik politikası da Ortadoğu’ya yönelik analizlerde hesaba katılması gereken faktörlerin başında gelmektedir. Biden’in özellikle İran’la nükleer diyalog kanallarını açması ve İsrail’in Batı Şeria’daki girişimlerini işgal olarak nitelemesi Trump dönemindeki kadar güçlü ve pürüzsüz bir ABD-İsrail ilişkilerinin var edilemeyeceği kanısına yol açmıştır.[viii]
Ancak İsrail’in 10 Mayıs’ta Gazze’ye başlattığı saldırıların ardından Biden’in bahse konu saldırıları kınamak yerine destek verdiği açıklamalarını yapması, ABD’nin bölgeye yönelik tarihsel temellere dayanan İsrail yanlısı politikadan vazgeçmediğini ve vazgeçmeyeceğini göstermesinin yanında bu durum bazı çevrelerce Yahudi Lobisi’nin Amerikan siyasal sistemindeki hâkim etkisinin bir yansıması olarak yorumlamayı gerektirmiştir.[ix] Yine bölgedeki rejimlerden İsrail’e yönelik tepki ve kınamalar çok cılız kalırken, en güçlü tepki ve akabinde yoğun bir diplomasi çabası Filistin konusuna hassasiyetle yaklaşan Türkiye’den gelmiştir. Bu meyanda 20’ye yakın ülkenin devlet ve hükümet başkanıyla telefon görüşmesi yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Birleşmiş Milletler (BM) VE İslam İşbirliği Teşkilatı (İTT) başta olmak üzere uluslararası örgüt ve platformları da harekete geçirmek amacıyla girişimlerde bulunmuştur.[x] Ayrıca, Erdoğan, Hıristiyanlığın ruhani lideri Papa Franciscus’la da görüşerek, üç dinin kutsal mekânlara sahiplik yapan topraklarda şiddetin sona ermesi için İsrail’e çağrıda bulunmasını rica etmiştir.[xi]
Batı Şeria’daki Filistin halkının Şeyh Cerrah Mahallesi başta olmak üzere maruz kaldığı evlerinden çıkarılma, linç, şiddet, terör ve tedhiş eylemlerinin yanında, Gazze şeridinde yaşayan sivil halka yönelik hava harekâtı Filistin Direniş Cephesi’ni harekete geçirmiştir. Özellikle Hamas, İsrail Savunma Kuvvetleri’nce beklenmeyen ölçüde bir karşı-operasyon başlatarak Aşkelon ve Aşdod gibi İsrail’in önemli kentlerine yönelik yoğun bir füze saldırısı gerçekleştirmeye başlamıştır. İsrail’in hava savunma sisteminin belkemiğini oluşturan “Demir Kubbe” (Iron Dome) sisteminin zaman zaman karşılamakta zorlandığı hatta geç kaldığı Hamas’ın bu operatif faaliyetleri karşısında, İsrail yönetimi, kara harekâtı da dâhil diğer bütün seçenekleri değerlendirmeye başlamış ve şiddetin dozunu arttırmaktan çekinmemiştir.[xii] ABD, Fransa ve diğer birçok Batılı ülkeler, bu asimetrik denklemde Hamas ve Filistin Direniş ekseni karşısında İsrail’in kendini savunma/meşru müdafaa hakkını kullandığını belirterek, İsrail hükümetinin eylemlerini tasvip etmiş ve desteklemişlerdir.[xiii] Yukarıda anlattığımız dış politikada kendisine bölgesel güç ve derinlik kazandıran gelişmelere rağmen İsrail uzun süredir iç siyaset açısından bir kriz ve hükümet bunalımıyla karşı karşıya kalmıştır. Buradan yola çıkılarak, bizzat İsrail iç siyasetinden bazı kesimler Başbakan Benyamin Netanyahu’nun iç siyasetteki krizin ve başarısızlığın üzerini örtmek için Gazze’ye ve Filistinlilere yönelik saldırıları artırma eğiliminde olduğunu ve bu yolla meşruiyetini dış tehdit olgusuna dikkat çekerek sağlama yoluna gittiğine işaret ederek bu durumu eleştirmişlerdir.[xiv]
Gazze şeridine yönelik sivil katliamların devam etmesiyle birlikte İsrail’e yönelik tepkilerin artmasına rağmen operasyonların süreceğine işaret eden Netanyahu yönetimi, 1967 sınırları çerçevesinde başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin Devleti’nin kurulmasıyla son bulacak olası bir Filistin Barışı’na her açıdan karşı olduğunu bir kez daha açık etmiş durumdadır. Batı Kudüs gibi Doğu Kudüs’ü de işgal ederek yönetimi altına almaya çalışan İsrail yönetimi, ABD’nin tek taraflı olarak kabul ettiği “Kudüs’ü İsrail’in ebedî başkenti ilan” kararını uluslararası toplumun bu yöndeki tepkisine rağmen hukuksal düzlemde kabul ettirme ve bu durumu devam ettirme eğiliminde olmuştur. Fakat Kudüs’ten ne pahasına olursa olsun vazgeçmeyeceğini gösteren Filistinli Arapların “direniş/murabıt” pozisyonuyla ve neredeyse “üçüncü İntifada” olgusu ile karşı karşıya kalmış görünmektedir.[xv] Ayrıca Hamas’ın bugüne kadar gösterdiği en büyük çaplı saldırı ve direniş harekâtı olarak 2021 saldırılarının belki de ilk Arap-Filistin savaşı olarak ele alınması gerekliliğiyle karşı karşıya kalınmıştır. Bilindiği üzere, Arap-İsrail savaşları olarak bilinen savaşlar dizisinde (1948, 1956, 1967 ve 1973) İsrail karşısında savaşan taraflar genellikle Mısır, Suriye, Irak, Ürdün ve Lübnan gibi devletler ile bu devletlerin askerî kuvvetlerinden oluşan bir Arap koalisyonu olmuştur. Hizbullah, Hamas, el-Fetih ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) gibi siyasal ve yerel aktörler ya da milisler düzenli bir savaş taktiği (nizami harp) biçiminde İsrail’le karşıya gelmemişler, eylemler genellikle karşı-harekât ve misilleme olarak gerçekleşmiştir. Yine günümüzdeki çatışmalarda Hamas’ın taktik ve stratejik kapasitesini arttırdığını ve elindeki roket, füze vb. mühimmatı çeşitlendirdiğini görmekteyiz.[xvi] Filistin Özerk Yönetimi lideri Mahmud Abbas, uluslararası topluma çağrı yaparak İsrail saldırılarının bir an evvel durdurulması gerektiğini belirtirken[xvii], El-Aksa Camii imamı da, tüm dünyaya mesaj göndererek, İslam Peygamberi’nin miraca yükseldiği bu kutsal mekânın maneviyatına yönelik olumsuz hareketlerin ve İsrail güvenlik güçlerinin Mescid-i Aksa işgalinin ve orantısız şiddetinin durdurulmasını istemiştir.[xviii]
Ortadoğu’da savaş ve barış denince ilk akla gelen çatışma ve krizlerden biri olan ve bölgedeki diğer tüm etnik, dini, mezhepsel vb. diğer birçok krizin çözümü için model olduğuna inanılan Arap-İsrail sorunu, uzun bir geçmişe sahip olan ve başarısız barış planlarına konu olmuş dünya politikasındaki belli başlı krizlerden birisidir. Ayrıca İsrail-Filistin sorunu, Kudüs ve işgal edilen diğer yerler bağlamında sadece bir toprak ve kaynak paylaşımı meselesi olmayıp aynı zamanda bir kimlik çatışmasıdır. Bu kimlik çatışması, aynı toprağa bağlılık üzerine geliştirilen değerler üzerine inşa edilmiş iki toplumun aynı toprak parçası ve aynı kutsal mekânlar üzerinde diğerinin varlığını mutlak suretle reddetmesi ve bahse konu territoryal (karasal) sınırlar içinde hak iddia etmesi meselesidir. Bu açıdan baktığımızda, İsrail-Filistin meselesine “çözümü zor çatışma” niteliği kazandıran da bizzat bu kimlik çatışmasıdır.[xix] Her ne kadar sorunun temelde Yahudi yerleşimciler, Filistinli mülteciler ve Kudüs’ün statüsü gibi üç temel parametresi olduğu ifade edilse de, çözüme ve barışa odaklanan birçok çalışma ve barışa yönelik hukuki düzenleme de kimlik çatışması boyutu göz ardı edilmektedir.
Tarihsel düzlemde Oslo, Camp David Süreci, Madrid Konferansı, Mitchell Komisyonu, Tenet Planı, Allon Artı Planı gibi birçok barış girişiminin nihai bir çözüm getiremediği İsrail-Filistin sorunu, postmodern dünyanın ve 21. yüzyılın en önemli problemlerinden ve çatışmalarından biri olmaya devam etmektedir.[xx] Halihazırda gelinen noktada, İsrail’in katliam boyutuna varan terör ve şiddet eylemlerinin sona ermesi için muhtemel bir ABD arabuluculuğu ya da BM platformunda varılacak bir konsensüs ile bu saldırıların şimdilik sona erdirileceği tahmin edilse de, tarihsel süreçte olduğu gibi bu “pamuk ipliğine bağlı” ve geçici bir ateşkes olmaya devam edecektir. İsrail-Filistin sorununda kalıcı çözüm; sınırları uluslararası hukuk ve BM kararları çerçevesinde belirlenmiş, varlığı uluslararası toplum tarafından desteklenen Filistin Devleti’nin ilânı ile mümkün olabilecektir. Bu ise, yanı başında varlığını sürdüren üstelik Kudüs’e ortak bir Arap Devleti’ni kabul etmesi kesinlikle mümkün olmayan İsrail için imkânsız bir seçenek olarak değerlendirileceği için, analitik temelde kurulan bu çözüm ya da kurgusal barış planı pratikte çözümsüzlüğe ya da imkânsızlığa mahkûm kalmaktadır. İsrail’in razı olduğu tek çözüm, Filistin Özerk Yönetimi’nce sert bir tepkiyle karşılanan ve kabul edilmeyen Yüzyılın Anlaşması’nda belirtildiği şekli ile “kukla devlet” görünümündeki bir Filistin Devleti’dir.[xxi]
18. ve 19. yüzyıllarda Avrupa’da dalga dalga yayılan anti-semitist hareketlerle kıtadaki Yahudi varlığına son vermeye çalışan Batı dünyası, Ortadoğu bölgesine sempati ambalajında transfer ettiği Siyonizm’le mücadele eden Müslüman coğrafyanın yardım, çözüm ve barış çığlıklarına adeta kulak tıkamaktadır. Bölgeyi yaklaşık 400 yıl idare etmiş olan Osmanlı Devleti’nin ve Hilafet’in dağılmasının ardından bu coğrafyaya hâkim olan istikrarsızlık ve çatışma ortamının en somut ve belirgin örneği olan İsrail-Filistin sorunu Yahudi Lobisi’nin ulusal bir yurt kurmak için Uganda ve el-Ariş tekliflerini beğenmeyerek Filistin topraklarında ısrar etmesinin neticesidir. Bunun yanında, herkesin malûmu olduğu üzere 1947-BM Genel Kurulu’nca kabul edilen “Taksim Planı” kararıyla sanki orada hiçbir halk yaşamıyormuş gibi Filistin toprakları üzerinde Siyonist bir devletin inşa edilmesi ile temelleri atılmış ve günümüze kadar gelmiş bir sorundur.[xxii]
1948’ten bu yana sürekli işgal ve ilhak politikası izleyerek genişleyen İsrail, neredeyse Filistinlilerin yaşadığı bütün topraklara hukuk dışı (işgal ve ilhak) yol ve yöntemlerle el koymuş bu eylemlerini geçersiz sayan ve işgal ettiği topraklardan geri çekilmesini öngören 242, 338 gibi temel BM kararlarını da hiçbir zaman tanımamıştır.[xxiii] Son saldırıları ile dünyanın dört bir yanından tepki toplamasına rağmen saldırılara devam edileceği gibi pişkin bir açıklamaya imza atan Netanyahu yönetiminin Avrupa’daki birçok devlet yanında ABD tarafından desteklenmesi ve üstelik İsrail yönetimiyle 735 milyon dolarlık yeni bir silah anlaşmasına varıldığının açıklanması da daha önce “Ermeni Soykırımı” yalanını dillendiren Biden yönetiminin rengini belli etmesi olarak nitelenmektedir.[xxiv]
Gözler Filistin için toplanacak BM Genel Kurulu toplantısına çevrilmişken, yukarıda da ifade edildiği üzere bölgeyi adil ve istikrarlı yönetimi altında 400 yıl idare ve muhafaza etmiş Osmanlı Devleti’nin son Kudüs Mutasarrıfı Kemal Bey’in sanki bugünleri yaklaşık 100 yıl öncesinden tahmin etmiş gibi payitahta (İstanbul) yazdığı raporuna dikkatleri çekerek noktalamak sanırım daha manidar olacaktır. Kudüs’ün son Osmanlı Mutasarrıflarından Kemal Bey’in İstanbul’daki hükümete yazdığı rapor, meselenin de bir bakıma özünü teşkil etmektedir. Kemal Bey’e göre, bütün dünyanın dikkatleri bu bölgeye yoğunlaşmıştır ve bugün, yarın, gelecekte ve her zaman dünya durdukça dikkatler Kudüs ve etrafındaki coğrafyaya yoğunlaşacaktır; çünkü bu bölge; “Cevalangâh-ı Musa”dır (Hz. Musa’nın dolaştığı topraklar), “Mehd-i İsa”dır (Hz. İsa’nın doğduğu yer) ve “Mirac-ı Muhammedi”dir (Hz. Muhammed’in miraca çıktığı yer). Mutasarrıf Kemal Bey, İstanbul Hükümeti’ne hitaben yazdığı raporunda, aslında bölgenin üç semavi din için de aynı derecede önem taşıdığına kutsiyetine ve bu nedenle gelecekte çatışmaların merkezi olacağına dikkat çekmek istemiştir.[xxv]
Kapak fotoğrafı: Arab News
Mehmet BABACAN
DİPNOTLAR
[i] Ceyhun Çiçekçi, Arap Baharı Sonrası İsrail Dış Politikası: Kavram, Bağlam, Pratik ve Kuram, İstanbul: Kriter Yayınları, 2018. Ceyhun Çiçekçi, “Paryanın Hegemonyası: Arap Baharı Prizmasından İsrail’in Ortadoğu Politikaları”. Küresel ve Bölgesel Güçlerin Ortadoğu Politikaları: Arap Baharı ve Sonrası. ed. Tarık Oğuzlu ve Ceyhun Çiçekçi. 201-243. Ankara: Nobel Yayınları, 2. Basım, 2021.
[ii] Haydar Oruç, ““Normalleşmeden Öte Dayatma Olarak İbrahim Anlaşmaları”, Ortadoğu Analiz, 11(96), (Aralık 2020), 26-29, İsmail Numan Telci, “İsrail-Körfez Normalleşmesinin Stratejik Boyutu: Denizcilik, Havayolları ve Askerî İşbirliği”. Ortadoğu Analiz 11/ 96 (Aralık 2020), 12-17, Haydar Oruç, “Arap Ayaklanmalarının Kazananlarından Biri İsrail mi?”. Ortadoğu Analiz 12/ 98 (Şubat 2021), 38-41.
[iii] Cafer Talha Şeker, “Yüzyılın Anlaşması ve Ortadoğu’da Yeni Enerji Hattı”, İNSAMER. Erişim 6 Nisan 2021. https://insamer.com/rsm/icerik/dosya/dosya_2178.pdf Berdal Aral, “Yüzyılın Anlaşması mı, Yüzyılın İhaneti mi?”. Anadolu Ajansı (AA). Erişim 6 Nisan 2021. https://www.aa.com.tr/tr/analiz/yuzyilin-anlasmasi-mi-yuzyilin-ihaneti-mi/1720064
[iv] Ayşe Yıldız, “Çin-İsrail İlişkileri”, İNSAMER. Erişim 29 Mart 2021. https://insamer.com/rsm/icerik/dosya/dosya_3458.pdf
[v] Haydar Oruç, “Arap Ayaklanmalarının Kazananlarından Biri İsrail mi?”. Ortadoğu Analiz 12/ 98 (Şubat-2021), 38-41.
[vi] Mehmet Rakipoğlu, “İsrail İle Normalleşmenin Farklı Bölgesel Eksenler Üzerine Etkisi” Ortadoğu Analiz, 11(96), (Aralık-2020), 34-37.
[vii] Taha Kılınç, “Röportaj: Yeni Ortadoğu Çerçevesi Çizenler Katar, Türkiye ve İran’ı Aynı Safa Koydu”, Stratejik Ortak, 1(1), (2021), 40-45.
[viii] BBC News Türkçe. “ABD Dışişleri Bakanlığı: Batı Şeria’yı işgal altındaki bölge olarak kabul ediyoruz”. Erişim 6 Nisan 2021. https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-5661196 Taha Dağlı, “ABD’nin İsrail ve Filistin Politikası Değişir mi?”, Kriter, Yıl: 5, Sayı: 53, (Kasım-2020), 41-43.
[ix]NTV, “Biden, İsrail’e destek çıktı”, 12.05.2021 Erişim Tarihi: 18.05.2021 https://www.ntv.com.tr/dunya/biden-israile-destek-cikti,r8OIRshYHkuoLEcjfq-lAQ
AA, “Trump’ın İsrail’e verdiği desteğe rağmen Amerikan Yahudileri Biden’ın yanında” 02.11.2020 Erişim Tarihi: 18.05.2021 https://www.aa.com.tr/tr/dunya/trumpin-israile-verdigi-destege-ragmen-amerikan-yahudileri-bidenin-yaninda/2028011
[x] Yeni Şafak, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan Filistin diplomasisi: 20’ye yakın ülkenin devlet ve hükümet başkanıyla telefon görüşmesi yaptı”, 14.05.2021 Erişim Tarihi: 18.05.2021 https://www.yenisafak.com/gundem/cumhurbaskani-erdogandan-filistin-diplomasisi-20ye-yakin-ulkenin-devlet-ve-hukumet-baskaniyla-telefon-gorusmesi-yapti-3623255
[xi] Sabah, “Son dakika: Başkan Erdoğan’dan Papa’ya Filistin çağrısı”, 17.05.2021 Erişim Tarihi: 18.05.2021 https://www.sabah.com.tr/gundem/2021/05/17/son-dakika-baskan-erdogandan-filistin-diplomasisi-papa-franciscus-ile-gorustu
[xii] Cumhuriyet, “İsrail’in ‘Demir Kubbe’si tartışılıyor”, 16.05.2021 Erişim tarihi: 18.05.2021 https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/israilin-demir-kubbesi-tartisiliyor-1836551
[xiii] Dünya Gazetesi, “ABD, İsrail’e olan desteğini yineledi” 14.05.2021 Erişim Tarihi: 18.05.2021 https://www.dunya.com/dunya/abd-israile-olan-destegini-yineledi-haberi-621209
[xiv] AA, “İsrail uzmanına göre Gazze’ye yönelik saldırılar Netanyahu’ya yarıyor”, 14.05.2021 Erişim Tarihi: 18.05.2021 https://www.aa.com.tr/tr/dunya/israil-uzmanina-gore-gazze-ye-yonelik-saldirilar-netanyahu-ya-yariyor/2241487
[xv] Burhanettin Duran, “Filistin Gençleri, Kudüs’ün İkinci Endülüs Olmayacağını Haykırdı”, Sabah, 14.05.2021 Erişim Tarihi: 18.05.2021 https://www.sabah.com.tr/yazarlar/duran/2021/05/14/filistin-gencleri-kudusun-ikinci-endulus-olmayacagini-haykirdi
[xvi] Murat Yeşiltaş, “Hamas’ın roketleri Demir Kubbe’ye karşı”, Sabah, 15.05.2021 Erişim Tarihi: 18.05.2021 https://www.sabah.com.tr/yazarlar/perspektif/murat-yesiltas/2021/05/15/hamasin-roketleri-demir-kubbeye-karsi
[xvii] TRT Haber, “Filistin Devlet Başkanı Abbas, Biden ile görüştü”, 15.05.2021 Erişim Tarihi: 18.05.2021 https://www.trthaber.com/haber/dunya/filistin-devlet-baskani-abbas-biden-ile-gorustu-581036.html
[xviii] Haber 7, “Mescid-i Aksa İmamı, İsrail zulmünü anlattı”, 15.05.2021 Erişim Tarihi: 18.05.2021 https://www.haber7.com/dunya/haber/3100170-mescid-i-aksa-imami-israil-zulmunu-anlatti
[xix] Bora Bayraktar, “Barış”, Ortadoğu: Aktörler, Unsurlar, Sistemler, (ed.) Mehmet Şahin, (İstanbul: Kopernik Yayınları, 2019), s.139.
[xx] Zekeriya Kurşun, “Filistin Meselesi Tarihten Bağımsız Düşünülebilir mi?”, ORDAF, 25.05.2014 Erişim Tarihi: 18.05.2021 https://ordaf.org/filistin-meselesi-tarihten-bagimsiz-dusunulebilir-mi/
[xxi] Independent Türkçe, “Filistinli Liderler Trump’ın Uzun Süredir Beklenen Ortadoğu Barış Planını Şiddetle Reddetti: Yüzyılın Şamarı” 29.01.2020 Erişim Tarihi: 18.05.2021 https://www.indyturk.com/node/124866/d%C3%BCnya/filistinli-liderler-trump%C4%B1n-uzun-s%C3%BCredir-beklenen-ortado%C4%9Fu-bar%C4%B1%C5%9F-plan%C4%B1n%C4%B1-%C5%9Fiddetle
[xxii] Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu: Siyaset, Savaş ve Diplomasi, Cilt 1, 7. Baskı, (Bursa: Alfa Akdemi Yayınları, 2017), 242-247.
[xxiii] BBC, “BM Genel Kurulu’nun En Önemli Kudüs Kararları”, Erişim Tarihi: 18.05.2021 https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-42440136
[xxiv] Ekovitrin, “Gazze saldırısı öncesi ABD ile İsrail arasında silah anlaşması imzalandı”, 17.05.2021 Erişim Tarihi: 18.05.2021 https://www.ekovitrin.com/dunya/gazze-saldirisi-oncesi-abd-ile-israil-arasinda-silah-anlasmasi-h254184.html
[xxv] Zekeriya Kurşun, “Türkiye’nin Ortadoğu ve Afrika’ya Bakışı”,12 Eylül 2014, ORDAF (Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği) Yayını, Erişim Tarihi: 18.05.2021 http://ordaf.org/turkiyenin-ortadogu-afrikaya-bakisi/