Seyyid İbrahim Reisi liderliğindeki 13. hükümetin göreve başlamasıyla birlikte, İran nükleer anlaşması olarak bilinen JCPOA (Ortak Kapsamlı Eylem Planı) müzakerelerinin hızlanarak sonuçlandırılması ve İran’daki zorlu siyasi-ekonomik durumun müzakere masasında yaptırımlar kaldırılarak çözüme kavuşturulması bekleniyordu. Ancak Hasan Ruhani hükümetinin son günlerinde Viyana’da yapılan 6. tur müzakerelerle birlikte, nükleer müzakerelerin henüz net bir ufuk göstermediği ve 7. tur müzakerelerin nasıl gelişeceğinin halen daha belirsiz olduğu ortaya çıktı. Bu gelişmelerin ardından, İran ile P4+1 (Çin, Rusya, Birleşik Krallık, Fransa + Almanya) grubu arasındaki nükleer görüşmelerin çıkmaza girdiği düşünülüyordu. Viyana görüşmelerinin son turunda, Joe Biden hükümetinin İran’ı zor bir karar olarak nitelendirdiği siyasi bir karar almaya zorladığı ortaya çıktı. Bu kararla, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) hükümeti, İran’ın nükleer müzakerelere ilişkin başka bir anlaşmanın metnini kabul etmesini ve İran’ın bölgesel politikalarının yanı sıra savunma ve caydırıcılığa yönelik büyük kısıtlamaları içerecek yeni bir anlaşma imzalamasını istiyor.
2015 nükleer anlaşmasına ilişkin son 6 tur görüşmede, iki tarafın büyük bir anlaşmaya yakın göründüğüne dair çelişkili haberler gelmeye başlamış ve aynı spekülasyon uluslararası medyada da gündem konusu olmuştu. Ancak Haziran’daki son müzakere turundan birkaç ay sonra, bu tür haberler çok iyimser görünmeye başladı ve çok taraflı müzakerelere daha fazla yer verilmemesi, İran ile Batı arasında bir çatlağın var olduğuna işaret ediyordu. İran Dışişleri Bakanı Amir (Emir) Abdullahian, İran’ın müzakereleri sürdürmeye hazır olması için İran hükümetince kesin ve kapsamlı bir karar alınacağını ifade ederek, en kısa zamanda müzakere masasına geri dönüleceğini söylemişti; fakat görünen o ki, İran, ABD’ye halen güvensizlik içinde bakıyor ve nihai anlaşmaya daha çok zaman var. Bu nedenle, İran ile P4+1 arasında bu hafta Viyana’da yeni tur görüşmelerinin başlaması yerine, nükleer anlaşmanın metniyle ilgili görüşmeler Brüksel’de devam edecek.
Rusya, Çin, Fransa ve Almanya’nın liderleri, geçtiğimiz günlerde müzakere sürecini hızlandırmak için ortak bir toplantı çağrısında bulundular; ancak İran’ın belirli nedenlerle bu konuda acele etmediği sezilmektedir. İran, ABD’nin, önceki Başkan Donald Trump’ın JCPOA anlaşmasına yaptığını yapmayacak bir ABD Başkanı’nın var olduğunu göstermesini, yani anlaşmanın güvencesinin ve devamlılığının taahhüt edilmesini istiyor. Bu, son derece mantıklı ve yasal bir taleptir. Fakat ABD’deki güç dengesinin karmaşık yapısı göz önüne alındığında, ne Biden, ne de gelecekteki herhangi bir Başkan böyle bir konuda garanti veremez. Viyana görüşmeleri, JCPOA’ı canlandırmayı amaçlıyor ve böyle bir metin, İran ile anlaşma imzacıları arasında yeni bir anlaşmanın çerçevesini oluşturmalıdır. Bunun nedeni, İran’ın, ABD’nin JCPOA’dan çekilmesinden bu yana nükleer faaliyetlerinin kapsamını arttırması ve aynı zamanda bir öncekinden daha fazla yaptırımla karşı karşıya kalmasıdır. Viyana görüşmelerinde, İran; Birleşik Krallık (İngiltere), Fransa, Almanya, Rusya ve Çin ile doğrudan, ABD ile de dolaylı olarak müzakere ediyor.
Avrupa Birliği (AB) Dış ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Yardımcısı Enrique Mora, yakın zamanda Tahran’a yaptığı ziyarette, İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Ali Bagheri (Kani) ile nükleer müzakerelerin yeniden başlamasını görüşmek üzere bir araya geldi. Bu kez, Abbas Araghchi yerine Ali Bagheri, nükleer müzakere ekibinin başına geçecektir. Hasan Ruhani’nin nükleer anlaşmasını eleştiren Ali Bagheri, şimdi müzakerelerden sorumlu olacaktır. İran, bu kez müzakereler için müzakerelere girmek istemiyor. Bunun yerine, nihai bir anlaşmaya ve pratik bir sonuca ulaşmaya çalışmaktadır. Bazı Batılı diplomatlar ve uluslararası ilişkiler analistleri, Brüksel’de planlanan müzakerelerin iyi bir fikir olduğunu söylüyorlar. Çünkü, bu, iki tarafa da önceki 6 tur görüşmeleri gözden geçirme ve İran’ın yeni müzakere ekibiyle ilgili tüm belirsizlikleri giderme şansı veriyor.
Yeni İran ekibinin müzakerelere önceki ekipten daha fazla taleple döneceğine dair ise net bir izlenim var. Bu, Avrupalı diplomatlar arasında endişelere de yol açıyor. Her halükarda, önemli olan İran’ın nükleer faaliyetlerini sınırlandırması ve kalkınma üzerindeki yaptırımlar krizini sona erdirmesi gerektiğidir. Trump yönetiminden bu yana zor bir sürece giren nükleer anlaşmada sonuç alınamaması nedeniyle, İran, geçmişteki yaptırımlara dayanmasının yanı sıra, Trump’tan bu yana yürürlükte olan yeni yaptırımlarla da karşı karşıyadır. Mevcut durumda, İran, ciddi bir siyasi ve ekonomik izolasyondan muzdariptir. Batı ile yaşanan gerilimler ve kırılgan yaptırımların devam etmesi nedeniyle, İran, birçok hayati ticari ve ekonomik fırsatı kaybetti. İran’dan geçmesi beklenen ve orta ve uzun vadede İran için çok kazançlı olabilecek malların transit güzergâhları tamamen başka güzergâhlara yönlendirildi. Örneğin, Lacivert transit güzergâhını buna örnek verebiliriz. Bu arada, İran ile bölge ülkeleri, özellikle Basra Körfezi Arap ülkeleri arasındaki gerilim, İsrail’in bölgedeki varlığını güçlendirmesine ve İran’a karşı geniş bir cephe oluşturmalarına neden oldu. İran’ın uluslararası arenada siyasi konumunun zayıflaması, Güney Kafkasya’da yaşanan gelişmeler ve olaylarda dahi İran’ı pasif hale getirmiştir. Güneyden kuzeye geçiş güzergâhı ve İran ile Rusya arasındaki ticaretin aksaması, İran’ın bir yere ulaşmasını engelledi ve Tahran yeni bir zafiyetle karşı karşıya kaldı.
Nükleer anlaşmanın başarısız olmasının yol açtığı pek çok sorun, Rusya’nın İran’a karşı bir adım ileri, bir adım geri politikası izlemesine ve İsrail’in İran’ın Suriye’deki mevzilerine yönelik saldırıları karşısında sessiz kalmasına neden oldu. Güney Kafkasya’daki gelişmelere Moskova ciddi tepki vermiyor ve bu gidişat İran’ı zor duruma sokmaktadır. Doğal olarak, böyle bir durumun sonucu, İran’ın bölgedeki rakipleri, özellikle de Türkiye, bundan en iyi şekilde yararlanmaya ve Goris-Qapan rotası yol ve sınır güzergâhını kullanarak Azerbaycan topraklarını Nahçıvan’a bağlamaya çalışmaktadır. Böylelikle, İran ile Ermenistan arasında kara sınırının olmaması, İran’ı kapalı bir alana sıkıştırabilir. Bundan dolayı, İran, gerek Azerbaycan’a, gerekse de Türkiye’ye ve ayrıca üçlü Azerbaycan-Türkiye-Pakistan askeri tatbikatına tepki göstermektedir. Tahran, herhangi bir sınır ve jeopolitik değişimlere suskun kalmayacağını, bu konuda gerekli tedbirlerin alınmasını ve bu konuya hiçbir ülkenin müsamahayla yaklaşmaması gerektiğini ifade etmiştir. Bu arada, Bakü, Erivan ile sınırın çizilmesi ve normal ilişkilerin başlatılması konusunda bir anlaşmaya varmaya çalışıyor. Ayrıca, İsrail, çeşitli görüşleri ve diplomatik ziyaretleri gerçekleştirerek, İran’ı bir oldu-bitti karşında bırakmak ve tedbirsiz savaşa mecbur kılmaya çalışıyor. Azerbaycan-İran gerilimi de bunlardan biridir zaten. Ancak herkes için şu anda kafalardaki soru şudur: “İran savaşa mi itilecek, yoksa nükleer anlaşmaya mı yanaşacak?”…
Sonuç olarak, yıllarca süren yüksek gerilimler ve düzensiz diplomasiden sonra, İran nükleer sorununa müzakere edilmiş bir çözümün kolay olmayacağı bence artık herkes için açık olmalıdır. ABD Başkanları ve İsrail Başbakanları, rutin olarak tüm seçeneklerin masada kalması konusunda ısrar etseler de, ne ABD’nin, ne de İsrail’in İran’ın nükleer programını ortadan kaldırmak için aleni askeri güç kullanması bizce pek olası değil. Bizce artık nükleer silaha sahip bir İran’ın olduğu bir dünya tasavvur etmeye başlamanın zamanı geldi. Bunun olmaması için ise nükleer anlaşmanın yenilenmesi gerekir.
Ancak İran’ın nükleer güce ulaşmasının ciddi riskleri de mevcut. İran İslam Cumhuriyeti’nin nükleer silahlara yönelmesi, paradoksal şekilde rejimin yıkılmasına bile yol açabilir. Bombayı elde etmek, kısmen, Washington’ın sadece Tahran’ın nükleer programına değil, İslamcı devletin kendisine odaklanmasına izin verecek ve sert yaptırımlara dayalı ABD politikasının daha da artmasını sağlayacak, muhtemelen rejim açısından geri tepecek bir hamle olabilir. Bir nükleer cephanelik, bizce rejime umutsuzca can attığı güvenliği sağlayamaz; tam tersine, bir nükleer silahı test ettikten kısa bir süre sonra, İran rejimi, kendini her zamankinden daha savunmasız bile bulabilir. 2005 yılından bu yana, İran, kazananı olmayan bir sürece girdi ve yıllar boyunca hüsrandan başka bir sonuca varamadı. Dolayısıyla, JCPOA, bize göre bir şekilde sonuca varmalı ve anlaşma yenilenmelidir. Diğer taraftan, ABD ve müttefikleri de bunu anlamış oldular ki, ne diplomasi, ne örtülü eylem, ne de askeri güç tehdidi, İran’ın nükleer bombaya doğru yürüyüşünü yavaşlatmak konusunda pek etkili olmadı; onu durdurmak bir yana, nükleer program ülkede daha da meşru bir hale gelmiş olup, ABD politikalarının etkisizliği nedeniyle bölgedeki diğer ülkeler de nükleer çalışmalarına hız vermeye başladılar. Onlarca yıllık yasadışı araştırma ve üretime dayalı olarak, Tahran’ın nükleer bir silahı test etmek için yeterince uranyumu kısa süre içerisinde hızla zenginleştirebileceğine dair çok az şüphe var. Ve İran’ı yöneten sert adamlar, bombayı ele geçirmenin eşiğinde duramayacak kadar ABD’den ve önderlik ettiği küresel düzenden şüphe ediyorlar.
Bazılarınca, İran nükleer bomba elde ederse bile bir şey kazanamayacaktır ve bunu sadece caydırıcı bir mekanizma olarak kullanacaktır. Fakat bu analiz karşısında şu soru dikkat çekicidir: Acaba böyle bir durumda İran’ın yanında olan Rusya ve Çin bile nükleer silaha sahip olan İran’ı kolayca kabul ederler mi? Eğer ederlerse, neden JCPOA’yı yeniden diriltmek ve ayakta tutmak istiyorlar? Demek ki, bunu hem İran, hem de dünya politikacıları iyi biliyorlar ki, İran nükleer silah peşinde değil ve artık JCPOA ayaklandırılmalı ve diplomasi başarı çığlığını atmalıdır. Yoksa İsrail’in uyduruk iddiaları ile yaşanacak gerilimli sürecin hiç kimseye bir faydası olmayacak. Bizce, çıkar yol, JCPOA anlaşmasının yenilenmesidir ve tarafların bu konuda üzerlerine düşen fedakârlıkları yapması gerekmektedir. Aksi takdirde, nükleer silahlara erişmiş bir İran, İsrail ve bölge ülkeleri için bir risk unsuru olacağı gibi, garip bir şekilde rejimin devamlılığı noktasında da risk oluşturabilir.
Prof. Dr. Ghadir GOLKARIAN