Geçtiğimiz günlerde Çin lideri Şi Cinping, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından Kremlin’de ağırlandı. Bu görüşme, Çin ve Rusya gibi Batı’nın karşısında konumlanan iki büyük devletin “birlik-beraberlik” imajı vermesi açısından önemliydi. Rusya-Ukrayna Savaşı sürecinde, Çin, direkt olarak Rusya’nın Ukrayna’ya girmesini ve sivillere yönelik eylemlerini “insanlık suçu” olarak tasvir etmese de bunlara destek vermemiş, fakat Batı tarafından Rusya’ya uygulanan ambargolara taraftar olmayarak da Putin’e dolaylı şekilde destek vermişti.
Görüşmenin ana konu başlıklarından ilki, iki taraf arasındaki stratejik iş birliğinin sürdürülmesiydi. Çin Devlet Başkanı Cinping, ziyaretinde, Rus mevkidaşı Vladimir Putin’e, Çin ve Rusya’nın “pratik iş birliğini” daha fazla ilerletmek için daha yakın çalışması gerektiğini tavsiye etti. Neredeyse tüm konularda Pekin ve Moskova’nın büyük bir gelişme kaydettiklerini bildiren Cinping, “İş birliğimizin erken hasadı bize avantaj sağlar” şeklinde konuştu. Cinping’den “Değerli dostum” diye bahseden ve Moskova’da ağırlamaktan memnuniyet duyduğunu bildiren Vladimir Putin ise, Ukrayna’daki savaş nedeniyle Rusya’yı terk eden Batılı şirketlerin yerine Çinli işletmelerin geçmesine yardım etmeye hazır olduklarını ifade etti. Putin’in bu düşünceleri, Batı tarafından Rusya’ya uygulanan ambargoların Çin yatırımları ile doldurulacağının planlandığını gösteriyor.
Çin’le enerji alanında da büyük bir iş birliği içinde olacaklarını ifade eden Putin de, “Sibirya 2” gaz hattı konusunda neredeyse bütün parametrelerde mutabık kalındığını vurguladı. Bu hat, 50 milyar metreküp gazın Rusya’dan güvenilir ve istikrarlı bir şekilde tedarikini öngören bir proje niteliğinde. Putin’e göre, Rus iş dünyası, Çin ekonomisinin giderek artan enerji kaynakları ihtiyacını hem mevcut projeler, hem de mutabakat sürecinde bulunan projeler kapsamında karşılayacak güce sahip. Rusya, Batı’nın kendisine uyguladığı ambargolar sonrasında petrol, doğalgaz, LNG, kömür ve elektrik alanında Çin’in stratejik tedarikçiliği konumunu pekiştirmiş durumda.
Yine ticari ilişkilerin geliştirilmesine istinaden, görüşmenin sonunda iki taraf kapsamlı ortaklık ve stratejik iş birliğinin derinleştirilmesine dair ortak bildiri ile ekonomik işbirliğinin temel alanlarına yönelik 2030 kalkınma planına ilişkin ortak bildiriyi imzaladı. Putin, 2022’de Rusya-Çin ticaret hacminin pandemiye ve yaptırım baskısına rağmen tarihi seviyeye yükseldiğini ve 185 milyar dolara ulaştığını vurguladı. Rusya ve Çin arasındaki ticarette ulusal para birimlerinin payının artmasından yana olduklarını kaydeden Putin, diğer ülkelerle ticarette de Çin Yuan’ını daha fazla kullanmak istediklerinin altını çizdi. Tabii bu noktada Çin de çatışmanın bazı etkilerini hissediyor. Meta fiyatlarının artması, tahılın pahalılaşması ve yaptırımların boyutunun büyüklüğü, Çin mallarının Rusya üzerinden Batı’ya ihraç edilmesi girişimlerini kesintiye uğratıyor. Bu olumsuzluklar, Çin’in Rusya ile ekonomik iş birliği sahalarını genişletmesini mecburi kılıyor.
Rusya-Ukrayna Savaşı’nın bitirilmesi ve barış ortamının sağlanması ise toplantıda görüşülen bir başka konuydu. Putin görüşme öncesi yaptığı açıklamada, “Çin’in barış planının birçok hükmü, Batı ve Kiev hazır olduğu zaman, Ukrayna’da sorunun çözümü için temel oluşturabilir” diyerek savaşın bitmesine yeşil ışık yaktı. Putin’in bu ılımlı tavrı, hesapların dışında uzun bir sürece yayılan ve Rusya’ya askeri, siyasal ve ekonomik anlamda darbe vuran savaşta Kremlin’in direnme gücünün kırıldığı olarak da yorumlanabilir. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping de, Pekin’in Ukrayna’daki savaş konusunda “tarafsız bir pozisyona” sahip olduğunu ve barış ve diyaloğu desteklediğini söyledi. Şi Cinping, Ukrayna’da savaşın bulması için daha önceden 12 maddelik barış planını taraflara sunmuştu. Bu maddelerden bazıları, kısaca; bütün ülkelerin egemenliğine saygı, BM anlaşmasına uyulması, Soğuk Savaş zihniyetinden vazgeçilmesi ve bir ülkenin güvenliğinin diğer ülkelerin aleyhine önlemlerle sağlanmaması prensibine saygı duyulması, askeri çatışmaların sona ermesi, Rusya ve Ukrayna’nın diyaloğa davet edilmesi ve barış görüşmelerinin yeniden başlaması, nükleer santrallerin korunması, çatışma sonrasında zarar gören şehirlerin yeniden inşası ve tek taraflı yaptırımlara son verilmesi şeklinde tezahür etmişti.
Bu görüşmenin farklı bir boyutu daha var. Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından tutuklama emriyle aranan bir savaş suçu zanlısı Putin ile geçen yaz Birleşmiş Milletler’in raporunda insanlığa karşı suç işlendiği iddia edilen Çin’in diktatörü Cinping’in Moskova’da dostça baş başa oturması ve yeni dünya düzenine ilişkin atılacak adımları müzakere etmesi, iki ülkenin Batı’yı uluslararası sistemde düzen kurucu bir aktör olarak görmediğini ve kendilerini Batı’nın üstünde ve küresel arenada “oyun kurucu” statüsünde konumlandırdığını gösteriyor. Vladimir Putin hakkındaki tutuklama kararının ardından Putin’in hareket özgürlüğünü kanıtlaması ve Çin ile stratejik ittifakının boyutlarını vurgulaması gerekiyordu, bu noktada iki lider arasında yapılan görüşme aslında Batı’ya şu mesajı verdi: “Sizin aldığınız kararların bir hükmü yok. Dünyanın en güçlü devletlerinden Çin bizim arkamızda ve yeni dünya düzenini bu iki ülke şekillendirecek”. Dolayısıyla, bu görüşme, Batı’ya bir gözdağı niteliğinde düşünülebilir, hatta başta ABD olmak üzere Batı’da tedirginlik bile yaratabilir. Nitekim Rusya Devlet Başkan Yardımcısı Yuriy Uşakov da, Putin ve Cinping arasında Moskova’da gerçekleşen görüşmede uluslararası politikada görülen sorunların çözümüne yönelik atılan adımların, Batı ülkelerinin tedirgin olmasına sebep olduğu minvalinde konuştu.
Batı’nın ise bu ziyarete cevabı gecikmedi. Her adımda kenardan şahin bir tavırla görüşmeyi izleyen Washington, Çin’in Ukrayna’da bir barışçıl güç olduğu fikrini aşağıladı ve Cinping’i Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından savaş suçlarından sayılan haydut bir Rus lidere diplomatik kılıf sağlamakla suçladı.[1] Fakat hem Rusya, hem de Çin, bu eleştirileri umursuyor gibi görünmüyor. Zira büyük küresel güçler olarak gereken saygıyı görmedikleri ve Batı’nın iki yüzlülüğü üzerine inşa edildiğine inandıkları dünya düzenini kabul etmiyorlar. Dolayısıyla, kendi düzenlerini yaratmak istiyorlar. Bilhassa Rusya cephesinden bakıldığında, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana ABD’nin tek kutuplu dünya düzeninin başat aktörü olarak kabul görmesi Putin’in yıllardır zihnini kemiriyor, dolayısıyla Moskova uluslararası sistemin kontrolünü ABD öncülüğündeki Batı’ya bırakmamak için her yolu deniyor. Fakat ABD’nin ulusal güvenlik stratejisi raporlarında Rusya’nın bir tehdit algısı yaratmadığı, sahip olduğu “ekonomik, diplomatik, askeri ve teknolojik güç” ile ABD’ye küresel sistemde “rakip olabilecek tek güç Çin” olarak geçiyor.
Sonuç olarak, bu görüşme, sadece Moskova- Pekin arasında ticari ve siyasi ilişkilerinin geliştirilmesi olarak değil, Rusya ve Çin’in Batı’ya karşı gövde gösterisi yapması ve “yeni dünya düzeninin kuruculuğunu üstlenmesi” şeklinde okunmalı. Bu “oyun kurucu” rolünü bir yıldır savaşta büyük yara alan Rusya’nın tek başına üstlenemeyeceği ve Putin’in Cinping’e ihtiyacı olduğu yadsınamaz bir gerçek. Dolayısıyla, kurulan yeni dengeler şu soruyu gündeme getiriyor: “Dünya nasıl bir küresel düzene mahkum edilecek? Diktatör liderlerin otokrasilerinin kabul gördüğü fakat ekonomik açıdan güçlü bir düzen mi, yoksa demokrasi kılıfı altında toplumların sömürüldüğü ve gizliden gizliye iç karışıklıklara çanak tutulan bir düzen mi?”… Aslında bu ikisinin de pek bir farkı yok gibi görünüyor. Sadece ikincisi içinde demokrasi (!) kelimesi geçtiği için kulağa daha hoş geliyor.
Doç. Dr. Eren Alper YILMAZ
[1] CNN Politics, “How Xi and Putin’s new friendship could test the US”, March 2023, https://edition.cnn.com/2023/03/22/politics/xi-putin-us-relationship/index.html.