2017-2021 yılları arasında ABD Başkanlığı yapan ve Türkiye-ABD ilişkilerinde de istikrarsız politikaları ile tanınan Donald Trump, evrakta sahtecilik ve porno film yıldızı iki kadına 280 bin dolar “sus payı” ödediği suçlamaları başta olmak üzere kendisine yöneltilen 34 ayrı suçtan hâkim karşısına çıktı.
45. ABD Başkanı olan Trump, aleyhindeki suçlamalar nedeniyle ABD tarihinde hâkim karşısına çıkan ilk eski ABD Başkanı oldu. Bu tarihi davada Trump’ın suçlandığı temel husus, kendisinin 2016 seçim kampanyasında seçim yasalarını ihlal ettiğini gizlemesiydi. 16 sayfalık iddianamede, şirket kayıtlarında tahrifat ve sahtecilik suçuna kapsamında değerlendirilen 34 ayrı başlığa odaklanıldı. Savcı Chris Conroy, “Sanık Donald Trump, 2016 Başkanlık seçimlerinin bütünlüğünü ve diğer seçim yasalarının ihlallerinin baltalamaya yönelik yasa dışı bir komployu gizlemek için New York’taki ticari kayıtlarında tahrifat yapıldığı” iddiasında bulunarak, Trump’ın 2016’daki Başkanlık seçimleri sırasında şahsına zarar verebilecek bilgiyi seçmenlerden saklamak için işlenen suçu gizlemek adına New York’taki muhasebe kayıtlarında defalarca sahtecilik yaptığını vurguladı.
Savcılığa göre, Trump Vakfı tarafından tutulan ödeme kayıtlarının sahte olduğu iddiası var. Gerçekte aralarında bir dava takip anlaşması yoktu ve bunlar bir avukata 2017’de sunduğu hukuki hizmetler karşılığı yapılmış ödemeler değildi. Trump, varlık fonunun hesaplarında kendisinin ve diğer kişilerin işlediği suçu gizlemek amacıyla sahtecilik yapılmasını sağladı. Savcı Alvin Bragg, Trump’ın, bu ödemelerin neden yapıldığını sahtecilik yaparak gizlediğini çünkü ödemelerin bir suçu gizlemek için yapıldığını öne sürüyor. Amerikan hukukuna göre birine susması için para ödemek aslında yasa dışı değil, ama bir siyasetçinin Başkanlık kampanyasına katkıda bulunmak için para harcamak ama onu beyan etmemek, federal kampanya finansmanı yasalarının ihlal edilmesi anlamına geliyor. Savcı Alvin Bragg de, Trump’ın muhasebe kayıtlarında yaptığı sahteciliğin ağır suç haline geldiğini savunuyor.
Trump’ın davasına atanan yargıç Juan Merchan, Trump’a yönelik bir “susma emri” uygulamadı, ancak Trump’ı kışkırtıcı veya huzursuzluğa neden olabilecek yorumlar yapmaktan kaçınması konusunda uyardı. Fakat Trump, kendisinden beklenen şekilde popülist çizgisini bozmayarak savcının bu uyarısına uymadı ve Florida’da destekçilerine seslendi. Konuşmasında, Trump, yargıç Merchan’ın kendisinden nefret ettiğini, mahkemenin taraflı davrandığını, bu durumun siyasi bir karar olduğunu ve 2024 seçimlerine müdahale amacı taşıdığını vurguladı.
Duruma biraz daha farklı bir boyutta bakacak olursak, ABD’de hukuki sisteminde savcılar, partilerden adaylığını koyuyor. Demokrat Partili Manhattan Savcısı Alvin Bragg’in de gelmeden önceki vaadi, eski Başkan bile olsa hukuksuzluk yapan herkesi yargılamaktı. Anti-demokratik ülkelerde kriz çıkarma ve isyanların fitilini ateşleme konusunda her zaman ismi geçen George Soros’un da bu savcıyı desteklediği ve finanse ettiği iddia ediliyor. ABD’de Soros gibi siyasete yön veren birçok lobi var. Soros’un verdiği demeçlerden, amacının Kongre baskını yapan Cumhuriyetçilerin yargılanması olduğu anlamını çıkarırsak, bu anlamda ABD müesses nizamında hukuka siyasetin karıştığını söylemek pek yanlış olmaz.
Trump’ın fiziki olarak hapse girmesinin teoride mümkün ama siyasi olarak çok düşük bir ihtimal olduğunu söylemek gerekiyor. Hiç şüphesiz, Trump, kendisine karşı yürütülen bu hukuki süreçleri siyasi propaganda aracı olarak kullanacaktır. İki hafta önce taraftarlarına tutuklanabileceği mesajını veren ve ona inananların gelip bu kararı protesto etmeleri için çağrıda bulunan Trump, “siyasette mağdurlar kazanır” sözüne istinaden, bu durumdan büyük bir mağduriyet çıkarmaya ve kamuoyunun desteğini arkasına almaya çalışacaktır.
Cumhuriyetçi Parti’nin ağır topları şimdiden Trump’a karşı davanın bir cadı avı ve siyasi amaçlı bir operasyon olduğu konusunda açıklamalar yaptı. Bu dava, Trump’ı partinin adaylık yarışında rakipleri tarafından mağduriyete uğratılan bir figür olarak avantajlı kılabilir. Hatta Trump’un suçlu olmadığını söyleyen Demokrat Partili hukukçular da var. İddianame yazıldıktan sonra oradaki hâkim veya jürinin siyasi bir karar vermesi, ABD hukukunun güvenilirliğinin yeniden sorgulanmasına yol açacaktır.
Öte yandan böyle bir iddianame veya mahkûmiyet, Trump’ın ABD Başkanlığına aday olmasını yasal olarak engellemiyor. Trump’ın hakkında dava açılması, tutuklanması, tutuksuz yargılanması veya hapse girmesi Başkanlık yarışına girmesine engel değil. ABD Anayasası’nda ilginç bir şekilde Başkan olma koşulları arasında temiz sicil mecburiyeti yok. Bu durumda, legal olarak Trump’ın kampanya yürütmesi ve teorik olarak ülkeyi yönetmesinin önünde herhangi bir mâni bulunmuyor. Büyük suç işlemenin cezası normalde çok ağır koşullar getiriyor, örneğin sicilinde ağır suç olanlar devlet memuru olamıyor. Ancak bu seçilmişler için geçerli değil. ABD tarihinde sicilinde suç teşkil eden kişilerin de siyasi mevki yarışına girdiklerine dair birçok örnek var. Dolayısıyla, Trump, 2024 seçimlerinde tutuklansa bile yeniden adaylığını koyabilir.
Bu davanın en önemli sonuçlarından birisi, ABD’nin önemli bir geleneğinin daha yıkılmış olmasıdır. Eski iktidarlara karşı her ne kadar intikam duygusuyla hareket edilse de, mevcut düzen, Manhattan Savcılığı’nın eski bir ABD Başkanı’na açtığı davayla son bulmuş oldu. Burada elbette “kimsenin hukukun üzerinde olmadığı” mesajı veriliyor, ancak adeta bir tabu yıkılarak ileride eski Başkanlara karşı “siyasi amaçlı davalar” açılabilmesinin de yolu açılmış oluyor. Bu durum ileride, ABD’de hukukun üstünlüğü ve siyasi çıkarlar arasında bir “ikilem” baş göstereceğinin sinyallerini veriyor.
Her ne kadar ABD demokrasinin beşiği olarak görülse de, Amerikan siyaseti uzun süredir bir kutuplaşma süreci yaşıyor. Trump’ın çıkışı büyük oranda beyaz Amerikalı ve sistemden dışlanmış kitlelerin tepkisinin bir sonucuydu. Bu kitlelerin aşırı uçtaki temsilcilerinin Trump’ı desteklemek adına neler yapabilecekleri 6 Ocak olaylarında görülmüş oldu. Kongre’yi işgal noktasına gelen marjinal gruplar, Amerikan siyasetindeki bölünmüşlüğün ve hukuk tanımazlığın bir tezahürü olarak tarihe geçti. Bu davada Trump’ın siyasi mağdur konumunda görülmesi bu bölünmüşlüğü ileriki süreçte daha da derinleştirecektir. Sistemin bu kitleleri bir şekilde aşırı uç noktalardan uzaklaştırıp merkeze doğru çekme çabalarına karşın, Trump gibi popülist figürler bu kitlelerin tepkisini her daim canlı tutacaktır.
Sonuç olarak, Trump örneğinden hareketle, ABD siyasasında hem sağda, hem de solda yaşanan aşırı kutuplaşma ve merkeziyetçiliğin zayıflaması, uzlaşma kültürü üzerine kurulan iki partili sisteme de zarar veriyor. Her iki partinin desteği olmadan Temsilciler Meclisi ve Senato’da yasaların çıkarılması mümkün kılınmazken; ekonomiden eğitime, sağlıktan dış politikaya kadar birçok konuda partilerin aşırı uç kesimlerinin kullandığı “aşırıcı hareketler” ve “haksız yargılama usulleri” sistemi kilitliyor. Amerikan siyasetinin en önemli açmazlarından biri haline gelen bu durum, içerde konsensus sağlanamadığı ve çatışma kültürünün yükseldiği için dış politikada da güvenilmez, anti-demokratik ve gayri-hukuki bir Amerika profilini karşımıza çıkarıyor.
Doç. Dr. Eren Alper YILMAZ