Giriş
Cliff Kupchan, Amerikalı önemli bir siyasi analist ve eski devlet görevlisidir.[1] Kupchan, Rusya Federasyonu ve İran İslam Cumhuriyeti üzerine uzmanlaşmış bir siyasi risk danışma ve analiz şirketi olan Eurasia Group-Avrasya Grubu’nun Başkanıdır. İran konusunda önemli bir uzman kabul edilen Kupchan[2], Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’le de birçok kez bizzat görüşmüştür[3]. Kupchan, 2023 yılı Haziran ayında, ABD’nin ünlü dış politika portalı/dergisi Foreign Policy için “6 Swing States Will Decide the Future of Geopolitics” (Jeopolitikanın Geleceğine Yön Verecek 6 Sarkaç Devlet) adlı önemli bir makale yazmıştır[4]. Bu makale, şimdiden ilgi görmüş ve Türk ve yabancı akademisyenlerce defalarca refere edilmiştir. Bu yazıda, bu makale özetlenecek ve tartışılacaktır.
Makalenin Özeti
Cliff Kupchan, alt başlığı “These middle powers of the global south should be the focus of U.S. policy” (ABD dış politikasının odağı küresel güneyin bu orta büyüklükte devletleri olmalıdır) olan makalesine Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’nin Rusya ile mücadelesine destek sağlamak amacıyla Brezilya, Hindistan, Endonezya ve Suudi Arabistan gibi ülkelere yönelik diplomasi atağını anlatarak başlamakta ve günümüzde kısaca OBD olarak ifade edilen orta büyüklükte devletlerin (İngilizce middle powers) İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en güçlü konumlarına ulaştıklarını, ancak halen iki süper güç ABD ve Çin’in gerisinde olduklarını belirtmektedir.
Bu bağlamda, Kupchan, OBD veya bu makalesinde kullandığı “swing states” (sarkaç devletler) kavramına uygun olan 6 ülkeyi yazısında ön plana çıkarmaktadır. Bunlar; Brezilya, Hindistan, Endonezya, Suudi Arabistan, Güney Afrika ve Türkiye’dir. Kupchan’a göre, bu devletler, iki süper güçten (ABD veya Çin) herhangi biriyle tamamen müttefik ilişkisi içerisinde değildir ve bu nedenle de yeni güç dinamikleri yaratmakta özgürdür. Ayrıca, bu devletlerin tamamı G-20 üyesi ve jeopolitik ve jeoekonomik alanlarında aktif ülkelerdir. Bu bağlamda, bu 6 devlet, küresel güneydeki jeopolitik trendleri anlamak açısından da barometre işlevi görmektedirler.
Bu devletlerin önem kazanmalarına dair sebepleri iki ana başlık altında toplayan Kupchan’a göre, 1-) uzun vadeli tarihsel gelişmeler, 2-) kısa vadeli küresel trendler bu devletlerin önem kazanmasına etkili olmaktadır. Uzun vadeli tarihsel gelişmeler perspektifinden bakıldığında, bu tarz sarkaç devletlerin önem kazanması, Soğuk Savaş’ın taraf seçmeyi gerektiren çift kutuplu ya da Washington’la mutlak müttefikliği gerektiren ABD hegemonyası döneminin tek kutuplu düzeninin ardından günümüzde başlayan Çin-ABD ikiliğinin gevşek olması nedeniyle, bu ülkelere geniş bir hareket alanı sağlanmasıdır. İkinci olarak ise, küreselleşmenin yavaşlaması nedeniyle, son dönemde başlayan bölgeselleşme trendi bu ülkeleri önemli hale getirmektedir. Bölgelerinde lider ülkeler olan sarkaç devletler, tedarik zincirlerini yakın ülkelere/coğrafyalara toplamayı ön plana çıkaran “near-shoring” (yakın ikamecilik) ve müttefik devletlerle ticareti arttırmayı amaçlayan “friend-shoring” (arkadaş ikameciliği) ilkeleri doğrultusunda, Çin’den uzaklaşan/kaçan uluslararası firma/şirketlerin ilgilerine mazhar olmaktadır. Bunun en iyi örneği, Çin’den çıkan Amerikan firmalarının tercih ettiği Hindistan’dır. Enerji piyasalarının bölgeselleşmesi ise Suudi Arabistan’ın elini güçlendirmektedir. Nitekim Riyad, finans piyasası açısından da bir merkez olma yolundadır. Uluslararası Para Fonu-IMF’nin fragmantasyon uyarısı da hesaba katılırsa, bu tarz OBD’lerin hareket alanları yakın gelecekte daha da genişleyecektir.
Üçüncü bir konu ise, Hindistan ve Endonezya gibi bazı sarkaç devletlerin henüz Soğuk Savaş döneminde koloni yönetiminden çıkmış olmalarıdır. Bu nedenle, Soğuk Savaş döneminin iki kutuplu ortamında, bu devletlerin etkisi sınırlı olabilmiştir. Oysa şimdi tamamen özerk olan bu devletler, gelişimlerini tamamladıkları için, uluslararası sistemde çok daha etkili olabilirler. Ancak bu devletleri yeni bir Bağlantısızlar Hareketi veya BRICS gibi ideolojik uyumları olan yapılar gibi de değerlendirmemek gerekir. Bu tarz bir ideolojik bağımlılığın yokluğu, bu devletleri transaksiyonel hareket etmeye yönlendirmekte ve bu da uluslararası sistemdeki etkilerini arttırmaktadır.
Küresel trendler açısından bir diğer etken, ABD-Çin rekabetinin sarkaç devletlere yeni fırsatlar sağlamasıdır. Örneğin, Hindistan, ABD-Çin rekabeti sayesinde ABD’nin Çin’i dengelemek için oluşturduğu QUAD’a üye olmuş ve jeopolitik değerini yükseltmiştir. Ama aynı Hindistan, BRICS’in de temel bir üyesidir. Brezilya ve Endonezya ise, Çin’in lityum, nikel ve alüminyum gibi kritik yeraltı kaynakları konusundaki heveslerinden istifade etmişlerdir. GMF’nin yaptığı güncel bir araştırma göstermektedir ki[5], sarkaç devletler bazen bir konuda ABD veya Çin’e yakınlaşsalar da, genelde bağlılıkları konusunda dengeli davranma eğilimindedirler. Bu sayede, bu devletler, şimdilik iki süper gücü farklı alanlarda birbirlerine karşı destekleyerek hareket serbestisi kazanmaktadırlar. Ancak temel teknolojiler, yarı-iletkenler, yapay zekâ, kuantum teknolojisi, 5G iletişimi ve biyoteknoloji gibi konularda, sarkaç devletler, ABD ile Çin arasında bir tercih yapmak zorunda kalabileceklerdir.
Benzer şekilde, sarkaç devletler, küresel iklim politikalarından da olumlu etkilenmektedirler. Kirlilik ve iklim değişikliği gibi küresel sorunlarla bu devletlerin katılımı olmadan ciddi bir netice elde etmek mümkün değildir. Ormansızlaşma ve karbonsuzlaşma gibi konularda da, sarkaç devletler olmadan ilerleme sağlanması düşünülemez.
Sarkaç devletler, Rusya’nın Ukrayna işgali konusunda da belirleyici olmuşlardır. Baştan itibaren Batı’nın Moskova’ya yönelik yaptırımlarına ve Ukrayna’ya yönelik destek politikasına katılmayan sarkaç devletler, savaşın daha çok Avrupa güvenliğini ilgilendirdiğini ve küresel güvenlik açısından önem taşımadığını iddia etmişlerdir. Bu bağlamda, bilhassa Türkiye, Rusya ile ilişkilerini bu süreçte daha da geliştirerek, Batılı müttefiklerin yaptırım ruhuna aykırı hareket etmiştir. Bu nedenle, ABD, şimdiden bazı Türk şirketlerini cezalandırmıştır. Diğer OBD’ler daha nötr kalmaya gayret ederken, Güney Afrika ise Rusya’ya doğru meyletmiştir. Sarkaç devletlerin altısı da, savaşın başlangıcından beri Rusya ile olan siyasi ve ekonomik ilişkilerini derinleştirmişlerdir. IMF öngörülerine göre, Rusya ekonomisi, bu yıl yüzde 0,7 oranında büyüyecektir. Bu, Batı’nın istediği paralize etme etkisinin yaratılamadığını göstermektedir. Bu süreçte, sarkaç devletler, yaptırımlara katılmayarak Rusya’nın ayakta kalmasına destek olmuş ve olmaya devam edeceklerdir.
Sarkaç devletlerin diplomasideki önemleri de giderek artmaktadır. Örneğin, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya-Ukrayna Savaşı sürecinde tahıl anlaşmasına öncülük ederek önemli bir diplomatik başarı kazanmıştır. Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva ve Hindistan da bu süreçte etkin olmuşlardır. Hindistan’ın bu konudaki itibarı özellikle yüksektir, zira Şubat ayı itibariyle aktif Birleşmiş Milletler (BM) Barış Gücü askerlerinin yüzde 8’ine katkıda bulunmaktadır. Endonezya ve Güney Afrika da arabuluculuk ve Barış Gücü olarak oldukça aktif konumdadırlar.
Son olarak, bu ülkelerdeki bilimsel uzmanlık ve mühendisliğin gelişimi, onları gelecekte nükleer silahların yayılması konusunda riskli hale getirmektedir. Nükleer silahların yayılmasının bir sonraki örneği, eğer gerçekleşirse, büyük olasılıkla küresel güneydeki bir ülkede olacaktır. Yakın vadede, özellikle de Suudi Arabistan ile yakınlaşmadan sonra, İran dünyanın en tehlikeli yayılma riski olmaya devam etmektedir. İran’ın gizli bir nükleer güç haline gelmesine sadece birkaç teknolojik adım kaldı, Tahran, çok kısa bir süre içinde atom bombası yapabilecek bir devlet durumunda. Riyad’la ilişkilerin dibe vurduğu ve Tahran’ın bombaya koştuğu bir senaryoda, yakın gelecekte, Suudiler ve muhtemelen Türkler de bomba yapımının peşine düşebilir. Suudilerin İsrail ile diplomatik ilişki kurma karşılığında diğer tavizlerin yanı sıra ABD’den nükleer garanti talep etmelerinin nedeni de budur; Riyad, nükleer silah olmasa bile nükleer şemsiyenin sağladığı korumayı istemektedir.
Batı egemenliğine karşı ana denge unsuru olarak BRICS ülkelerine odaklanılması, küresel güney hakkında ilginç olan pek çok şeyi gizlemektedir. Çünkü Çin ve Rusya’nın BRICS’e dahil edilmesi, kararsız devletlerin kritik yükselişini maskeliyor. Çin, bugün iki kutuplu dünyanın iki büyük gücünden biri. Çin’i küresel güneyin bir parçası olarak görmek biraz abartılı olur; çünkü Çin’in ekonomik gücü ve kapsamlı jeopolitik hırsları onu farklı bir devlet haline getirmektedir. Rusya, bir orta güç ama düşüşte olan bir güç. Ayrıca dünyaya yaklaşımında aşırı revizyonist bir devlettir ki, bu, küresel güneyin kararsız devletlerinin paylaşmadığı bir görüştür. Dolayısıyla, jeopolitik açıdan en aktif iki BRICS devletinin politikalarının, kararsız devletleri yönlendirenden farklı bir mantıkla açıklanması gerekiyor.
Bununla birlikte, BRICS devletlerinin Çin’in yönetimi altında küresel güneyi temsil etme iddiasında olan daha resmi bir kurum haline gelip gelmeyeceği sorusu da halen ortada duruyor. Özellikle de 19 ülkenin daha gruba katılmaya ilgi duyduğunu ifade ettiği göz önüne alındığında -ki 5 üye yeni katıldı-, bu ihtimal, Batı için açık bir meydan okumadır. Ancak bu tehdidin gerçekleşmesi pek olası değil. Hindistan etkili bir BRICS ülkesi ve Çin’le ilişkilerinde ciddi engel ve bariyerler mevcut. Suudi Arabistan, Brezilya, Türkiye (NATO üyesi), Hindistan ve hatta Güney Afrika’nın ABD ve diğer kilit Batılı ülkelerle güvenlik ya da ticaret alanında hâlâ önemli ilişkileri var. Bu ülkeler ABD’den uzaklaşmış olabilirler ama bu, Çin’in yönettiği, Rusya’nın desteklediği ve ABD’ye aktif olarak karşı çıkan bir oluşuma katılmaktan farklıdır. Şu an itibariyle BRICS ortak bir gündem geliştirme ve uygulama becerisi gösterememiştir, bu nedenle çok az kurumsal gelişme sağlanmıştır. Yeni üyelerin katılımı da, bu süreci daha da zor hale getirecektir.
Bazıları bu görüşlerime karşı çıkabilir. Neticede, bu ülkeler -Hindistan dışında- bu sene ekonomik büyüme beklentilerinin altında kalmış halen gelişmekte olan piyasalardır. Yapay zekâ gibi teknolojik devrimler de, gelişmiş ülkelerden ziyade, gelişmekte olan küresel güney ülkelerini daha sert vuracaktır. Çevresel (iklim) sorunları da bu ülkelerde daha şiddetli olacaktır. Buna rağmen, bu ülkelerin jeopolitik olarak güçlü kalacakları argümanı yerli yerinde durmaktadır.
ABD, küresel liderliğinin zayıflamasını önlemek için iyi hazırlanmış diplomatik bir strateji oluşturmalıdır. Bu ülkelerin birçoğunu G-7 toplantısına davet etmek iyi bir başlangıç olmuştur, ancak çok daha fazlasına ihtiyaç vardır. Daha iyi bir strateji, Amerikalı kilit diplomatların daha üst düzey ziyaretleriyle başlayacaktır. Geliştirilmiş bir politika, aynı zamanda ABD pazarına erişim sorununu çözmeye başlayan daha çevik bir ticaret stratejisini de içerecektir. Daha geniş anlamda, ABD’nin 6 kararsız ülkenin ve küresel güneyin ABD’nin kilit politika kararlarına vereceği tepkileri daha iyi tahmin edebilmesi gerekmektedir. Örneğin, Batı’nın Rusya’nın savaşına ilişkin politikalarının küresel güneyde yabancılaşma yaratma derecesi Washington’ı şaşırtmıştır. Bu tür bir öngörü kabiliyeti, küresel güneyin birçok ülkesindeki duyguların ve elit inançların daha iyi anlaşılmasını gerektirecektir. İkinci olarak, ABD-Çin gerginliği dramatik bir şekilde artar ve Soğuk Savaş tarzı bir çatışmaya dönüşürse, kararsız devletlerin ve aslında tüm orta güçlerin gücü darbe alacaktır. Ayrışma genişleyecek ve kararsız devletler muhtemelen bir tarafa, ya da diğerine daha yakın durmak zorunda kalacaktır. Son olarak, kararsız devletlerin yükselişi nedeniyle artık dünyada jeopolitik sonuçlar üzerinde etkisi olan daha fazla ülke var. Bu devletler arasında, ulusal çıkarlarını yoğun bir şekilde takip etmenin ötesinde belirgin davranış kalıpları yoktur. Artık her jeopolitik konuda daha fazla itici gücümüz var. Bu da, zaten zorlu bir çaba olan jeopolitik sonuçların tahminini daha da zorlaştırmaktadır.
Makalenin Tartışılması
Makale, Uluslararası İlişkiler literatürünü zenginleştiren ve daha önce de kullanılmasına rağmen pek bilinmeyen “swing states” (sarkaç devletler) kavramını -ki bu tabir daha çok salıncak eyalet olarak ABD iç politikasında Demokrat ve Cumhuriyetçiler arasında her seçimde karar değiştiren eyaletler için kullanılır- artan iki kutupluluk veya çok kutupluluk ortamında dış politika tercihleri pek de öngörülemeyen 6 önemli orta büyüklükte devlet (Brezilya, Hindistan, Endonezya, Suudi Arabistan, Güney Afrika ve Türkiye) bağlamında yorumlayan özgün bir çabanın ürünüdür. Elbette, yarı-akademik ve popüler ve ciddi bir dergide yayınlandığı için, dipnotlu ve referanslı ve uzun teorik açıklamalardan yoksundur. Makalede açıkça vurgulanmayan ama altı çizilen görüş, bu 6 devletin ABD’nin etkisinin üst düzeyde olduğu mevcut küresel sistem ve statükodan memnun olmadıkları ve durumlarını geliştirmek için alternatif politikalara yönelmiş olmalarıdır. Ancak bu devletlerden Batılı olarak kabul edilebilecek tek ülke zaten Türkiye’dir. Diğerleri ise, Batı ile yakın kültürel, siyasi, ekonomik ilişkileri olan ama hiçbir zaman Batılı kurumlara üye olmamış ülkelerdir. Ayrıca, bu ülkelerden Brezilya, Hindistan, Suudi Arabistan ve Güney Afrika BRICS üyesidirler. Bu bağlamda, BRICS’in ne derece ABD veya Batı karşıtı olduğu da tartışılabilir. BRICS konusunda bir diğer önemli detay, Endonezya ve Türkiye’nin henüz bu konuda harekete geçmemiş olmalarıdır. Ancak BRICS’in askeri ve siyasiden çok bir ekonomik yapı olduğu düşünülürse, bu ülkelerin BRICS’e katılımı da dışlanabilecek bir ihtimal değildir. Zira Türkiye, askeri-güvenlik boyutu da olan Şanghay İşbirliği Örgütü’ne diyalog ortağı olmayı kabul etmiştir.
Bunların yanı sıra, bu ülkelerin üçünün (Türkiye, Suudi Arabistan, Endonezya) Gazze krizi nedeniyle fay hatları tetiklenen ve BM Güvenlik Konseyi’nde temsil edilmeyen İslam dünyasından olması bence tesadüfi değildir. Günümüzde nüfusları çok ve siyaset, ekonomi ve diplomaside etkileri fazla olan Müslümanlar, buna karşın uluslararası sistemde eksik temsil edilmekte ve bu da bu devletleri ve halklarını, uluslararası sistemin mimar ülkesi olarak görülen ABD’ye karşı hınç duygularına yönlendirmektedir. Bu bağlamda, Müslüman devletleri sistem dışına iten İsrail’in aşırı davranışlarını törpülemek, Filistin Sorunu’na kalıcı bir çözüm bulmak, Türkiye’yi yeniden Batı sistemine dahil etmek için Avrupa Birliği üyelik sürecini canlandırmak ve ekonomik yardım yapmak, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerini yeniden hizalandırmak, Brezilya, Hindistan ve Endonezya ile ilişkileri geliştirmek ve İran’ı tamamen karşı kampa itmemek gibi seçenekler, Washington’ın kolaylıkla uygulayabileceği yöntemlerdir. ABD, kuşkusuz, bunları yaparken Birleşik Krallık ve Avrupa ülkeleri gibi geleneksel müttefiklerinden de yararlanmalı ve sorumlulukları delege ederek eşgüdüm sağlamalıdır.
Bir diğer önemli husus, ideolojik kamplaşma düzeyi olacaktır. Mevcut Amerikan yönetimi, demokrasi-otokrasi ikilemi ve Ukrayna krizini iyi kullanarak, Avrupa ve Asya’daki müttefikler üzerindeki gücünü tesis etmiştir. Geleneksel müttefiklerden bir tek Türkiye bu bağlamda halen çok ayrıksı durmaktadır. Bunun dışında ise, Batı, büyük ölçüde bütünleşmiştir. Ancak hem Rusya’nın BRICS desteğinin de etkisiyle Ukrayna’da askerî açıdan mağlup edilememesi, hem de İsrail’in 7 Ekim Hamas saldırısı sonrasında verdiği aşırı tepkinin ABD’ye yönelik tepkileri arttırması nedeniyle, Batı blokunda savrulmalar başlayabilir. Böyle bir durumda ABD’nin ideolojik kararlılığı ne ölçüde olacaktır ve Washington, daha gevşek ve geniş müttefiklik mi, yoksa daha dar ve kararlı bir ideolojik eksen mi belirleyecektir, bunlar önemli konulardır. Zira Türkiye’nin Batı ile ilişkiler, büyük ölçüde bu soruya verilecek cevaba göre tayin edilecektir. Dahası, ABD’deki demokratik seçimler ve bu seçimlerde yarışan adayların birbirlerine taban tabana zıt ve hiçbir devlet sürekliliği göstermeyen yaklaşımları (Biden vs. Trump), Washington’a olan güveni çok eksiltmektedir. İran nükleer anlaşması, Afganistan vs. birçok konuda geçmişte hep zigzaglar yapan ABD, bu kadar gelişmiş düşünce kuruluşları ve üniversitelerine rağmen nasıl dış politikada bu kadar başarısız oluyor diye düşünüldüğünde ise, kuşkusuz, büyük devlet ve süper güç olmanın herkesle aynı anda ilgilenmeyi gerektirmesinin zorluğunu da belirtmek gerekir.
Sonuç
Sonuç olarak, Cliff Kupchan’ın bu güncel çalışması, bu alandaki literatürü zenginleştiren, konular üzerinde düşündüren ve daha çok okumaya teşvik eden önemli bir düşünce yazısıdır. Bu kavramın daha da netleştirilmesi için ise, kuşkusuz, istatistiki bazı veriler ve dış politika davranış kalıplarının çalışmaya eklenmesi faydalı olacaktır.
Kapak fotoğrafı: Foreign Policy
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] https://en.wikipedia.org/wiki/Cliff_Kupchan.
[2] https://qz.com/260284/a-top-expert-has-turned-pessimistic-on-irans-nuclear-talks-with-the-west.
[3] https://www.pbs.org/newshour/show/russia-making-costly-mistake-ukraine-campaign.
[4] https://foreignpolicy.com/2023/06/06/geopolitics-global-south-middle-powers-swing-states-india-brazil-turkey-indonesia-saudi-arabia-south-africa/.
[5] https://www.gmfus.org/news/alliances-shifting-global-order-rethinking-transatlantic-engagement-global-swing-states.