ORTADOĞU BÖLGESİ GÜÇ DENGESİNDE TÜRKİYE-İRAN YAKINLIĞININ ÖNEMİ

upa-admin 26 Ocak 2024 519 Okunma 0
ORTADOĞU BÖLGESİ GÜÇ DENGESİNDE TÜRKİYE-İRAN YAKINLIĞININ ÖNEMİ

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin Türkiye ziyareti, önceden yaşanan birçok iptal durumu nedeniyle, ancak bu hafta Çarşamba günü gerçekleştirilebildi. Uluslararası politikada önemli roller oynayan ve özellikle Ortadoğu bölgesinin iki temel siyasi-güvenlik aktörü olan Türkiye ve İran’ın liderleri arasında gerçekleştirilen önemli görüşmelere ilişkin, gerek yazılı basında, gerekse internet gazetelerinde ve sanal ortamda çeşitli görüş ve analizler ortaya konuldu. Ancak öyle görünüyor ki, her türlü analizin ötesinde, iki ülke Cumhurbaşkanlarının buluşmasının karşılıklı ilişkilerin geliştirilmesinde olası etkileri bağlamında öncelikle şu soru sorulmalı: İran-Türkiye ilişkilerinin uzun vadeli ve kalıcı bir stratejik ortaklığa dönüştürülmesi mümkün mü?

Bu soruyu yanıtlamak için, bu tarihi ziyaretin önemini değerlendirerek işe başlamakta fayda var. Bilindiği üzere, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin Türkiye ziyareti, bölgede gerilimin ciddi oranda arttığı bir döneme denk geldi. Ziyaret, İsrail’in Gazze’yi bombalaması ve buraya bir kara harekâtı düzenlemesi ve Yemen’deki Husilerin Bab el Mendeb’de İsrail’e giden ticari gemilere saldırıları karşısında İngiltere ve ABD’nin Yemen’i vurmalarına kadar birçok önemli gelişmenin ortasında gerçekleşti. Bunun yanı sıra, İran’ın Pakistan, Suriye ve Kuzey Irak sınırlarına yakın bölgelere yönelik füze saldırıları da  siyasi, ekonomik ve güvenlik boyutlarında çeşitli etkiler yaratmıştır.

İbrahim Reisi, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın birkaç ay önce mevkidaşı ile İsrail’in Gazze saldırıları ile Irak ve Suriye’deki gelişmeler başta olmak üzere ikili ve bölgesel konuları tartışmak üzere görüşmeyi planladığı bir dönemde Ankara’ya geldi. İki ülkenin yakınlaşmasını istemeyen İran ve Türkiye’deki bazı muhaliflerin dezenformasyon çabalarına rağmen, iki ülke liderleri, tam gayretle yakınlaşmak ve çok boyutlu iş birliğinin temellerini oluşturmak için bu ziyarete büyük önem verdiler. Türkiye ile İran’ı uzun süredir birbirlerine düşman olarak göstermeye çalışan, hatta bazı aşamalarda soğuk bir atmosfer yaratmayı da başaran çevreler, Ankara ile Tahran arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi ve genişletilmesi ve bu doğrultuda akl-ı selim hareket edilmesi gerektiğini hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde herkese gösterdiler.

Unutulmamalıdır ki, İran ve Türkiye, bazı bölgesel siyasi konularda siyasi vizyon ve dış politikaya yönelik yaklaşım açısından görüş farklılıklarına sahip olsalar da, bu durum, bu tarz farklılıkların düşmanlığa dönüşeceği anlamına gelmemektedir. Her ülke, en yakın stratejik müttefiki olan devletle bile ilişkilerinde bazı konularda çelişkili ve farklı bakış açılarına sahip olabilir. Genel olarak AB üyelerinin birbirlerine bakış açıları bu açıdan örnek alınabilir. Ancak şunu da gözden kaçırmamak gerekir ki, Türkiye İran’ın ve İran da Türkiye’nin düşmanı değildir. Daha doğrusu, defalarca üzerinde durulan gerçeği bir kez daha tekrarlamakta yarar görüyorum. İran ile Türkiye birbirlerine karşı tartışmasız rakiplerdir! Dolayısıyla, iki ülkenin yakınlıkları rekabet alanını kapsasa da, bu tarz eğilimler, süreç içerisinde kesinlikle fırsat ve katılım aşamasına da dönüştürebilir.

İki ülkeyi siyasette aynı yola sokan önemli noktalardan birisi, meşum ve lanetlenmiş terörle mücadeledir. İran tarafında, Türkiye’nin Irak ve Suriye’de PKK ile mücadelesini ön plana çıkarması ve Türkiye, İran ve Suriye’de Kürt bölücülerle mücadelede fikir birliğine varması bekleniyor. Öte yandan, Suriye sorununu çözmek amacıyla Türkiye, Rusya ve İran arasında kurulan ve Suriye’de kalıcı barış ve istikrarın sağlanması için çalışan Astana Grubu’nun çalışmalarının önemi de ortada. Çünkü Suriye, sadece Türkiye ve İran için değil, aynı zamanda Doğu Akdeniz’e sahili olduğundan dolayı bölgenin istikrarı için de kilit bir ülkedir. Öte yandan, İran dış politikasının en hassas boyutu, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki savaş sonrasında inişler ve çıkışlarla bir süredir devam eden pürüzlerden sonra artık bölgede dengelerin oturması hususunda ortak bir noktaya gelinmesidir. Bilindiği üzere, İran’ın dış politikasının defalarca karşı karşıya kaldığı Güney Kafkasya meselesinin işlenmesi, bu ülkenin Türkiye ve hatta Azerbaycan ilişkilerini geliştirmesinde çeşitli problemler meydana getirmiştir.  Bu arada Türkiye’yi Azerbaycan’a bağlayan ve İran’ın özel tepki gösterdiği Zengezur Koridoru’nun hayata geçirilmesinin bu toplantının en önemli konularından biri olduğu düşünülüyordu. Her ne kadar Tahran kendi topraklarından transit geçişin sona ermesi ve Zengezur Koridoru üzerinden Ermenistan’la doğrudan bağlantı kurmanın zorluğu konusundaki endişelerini dile getirse de, Türkiye, kısa süre önce İran üzerinden bir transit rota kurma arzusunu açıkça vurgulamıştı. İşte bundan sonra, senaryo üretenlerin kötücül hedeflerine yönelik analizleri ivme ve heyecan kaybına uğramıştı.

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin ana girişinde Cumhurbaşkanı’nın kişisel resepsiyonu medyanın ilgisini çekti. Erdoğan ve Reisi’nin tören alanında hazır bulunması ve 21 para top atışı eşliğinde İran ve Türkiye milli marşlarının çalınması, Türkiye’nin bu toplantıya siyasi protokoller açısından ne kadar önem verdiğini gösteriyor. Doğal olarak, yüz yüze görüşmeler ve Türkiye-İran Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi’nin 8. toplantısının başlamasını müteakiben kültür, bilim, medya, içişleri, ulaştırma, ticaret ve eğitim gibi alanlarda 10 önemli mutabakatın imzalanmasının ardından, uzun süredir hedeflenen 30 milyar dolarlık ticaret hacmine ulaşmanın her iki ülke açısından da güzel ve yararlı gelişmelere zemin oluşturacağı ortak basın toplantısında vurgulandı.

Bunların gölgesinde, bazı ortak bakış açıları, iki ülke olan İran ve Türkiye’yi stratejik bir anlaşma yoluna sokabilir. Bilindiği üzere, Suriye ve Irak’ta iç savaş yıllardır sürüyor. Bu süreçte iki ülke açısından bakıldığında, bölücü terör örgütü PKK’nın İran kolu olan PJAK’ın varlığı, Türkiye ile İran için ortak bir güvenlik tehdidi haline geliyor. Özellikle 15 Temmuz 2016 darbe girişiminde ABD’nin yadsınamaz rolü, Ankara açısından Türk-Amerikan ilişkilerinin genel tanımıyla sahtekârlık ve düşmanlık anlamına geldiğini kanıtlamıştır. İran’ın ABD ve onun bölgedeki destekçileriyle doğrudan ve dolaylı mücadelesi ise yıllardır tüm şiddetiyle sürüyor. ABD, uzun yıllardır Sovyetler Birliği’nin çöküşünde başardığı hikâyenin aynısını İran, Türkiye, Suriye ve hatta Irak üzerinde gerçekleştirmek ve sonunda Büyük Orta Doğu Projesi’ni hayata geçirmek istiyor. Dolayısıyla, Türkiye ve İran, sınırlarında ciddi ve hayati bir güvenlik tehdidi bulunduğunu çok iyi biliyorlar. Bu bağlamda, İran ve Türkiye’nin ülkedeki ayrılıkçılık ve güvensizlik faktörünü ortadan kaldırmak ve sınırlarını istikrara kavuşturmak için iş birliği yapmaları, dış politikada dürüst ve tutarlı bir yaklaşımı gerektirmektedir. Bu, bizce gerekli ve kaçınılmazdır.

Türkiye’nin Suriye’deki en büyük kaygısı, ABD destekli Kürtlerin bağımsız/özerk siyasi yapılar kurması ve gelecekte Ankara’ya yönelik bir güvenlik tehdidi oluşturmasıdır. Bu bağlamda, Suriye’nin merkezi yönetiminin desteklenmesinin gerekliliği apaçık ortaya çıkıyor. Ancak Suriye, artık bölünme tehlikesinin gerçeğe dönüştüğü bir noktadadır. Kabul edilmesi gereken gerçek, bölünmüş Suriye’yi ABD ve Rusya dışında kimin kontrol edeceğidir. Türkiye, İran ve hatta İsrail’in bu ortaklıkta siyasi, ekonomik ve askeri bir rolü olabilir mi? ABD ve Avrupa Birliği ile artan gerilim ve ayrışma stratejisi karşısında Türkiye’nin bölgede Rusya ve İran ile doğrudan iş birliği yapma ihtimali bizce giderek artıyor. Bir diğer önemli konu da İran-Türkiye arasındaki Basra Körfezi’ndeki iş birliğinin Katar üzerinden yansımasıdır. Her iki ülke de Katar’ı destekliyorlar. Katar’daki Türk askeri varlığı her ne kadar küçük olsa da, ABD dahil tüm bölge ülkelerine karşı caydırıcı bir niteliktedir. Özellikle Katar’daki Türk Donanması unsurlarının İran’la iş birliği yapması, ABD ve İngiltere için yeni kabus senaryolarına yol açabilir.

Bununla birlikte, Çin’in bölgeye yönelik ekonomi-politik puzzle tamamlamasını da dikkate alırsak, Hint Okyanusu’ndan Çabahar Limanı’na, oradan tren yoluyla Anzali Limanı’na ve oradan da Doğu Avrupa ve hatta yeni planlanmış ve bitirilmesine az kalan Anzalı-Astara-Culfa-Kars demiryoluna dikkat çekilirse, o zaman artık Türkiye-İran denkleminde gelecek siyasi-ekonomik altyapılarının güçlendirmesini anlamak pek de zor olmayacaktır. Tabi ki, her ülkenin ekonomik istikrarı sağlanır, milli gelir oranı artar ve refah seviyesi yükselirse, birçok sosyal, siyasal ve güvenlik sorunları da kendiliğinden çözülmüş olacaktır. Dolayısıyla, bu bölgede istikrarın tesisi ve devamı için, bu iki köklü ülke arasında stratejik iş birliği oluşturulması yönünde bir politika izlenmesi mümkün ve dahası kesinlikle gereklidir.

Prof. Dr. Ghadir GOLKARIAN

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.