BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’İN ULUSLARARASI SİSTEM İÇERİSİNDE ARTAN İŞLEVSİZLİĞİ

upa-admin 13 Mart 2024 744 Okunma 0
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’İN ULUSLARARASI SİSTEM İÇERİSİNDE ARTAN İŞLEVSİZLİĞİ

İkinci Dünya Savaşı sonrasında 1945 yılında hayata geçirilen Birleşmiş Milletler (BM), uluslararası sistemde dünya barışını inşa etmek, siyasi düzeni yeniden kurmak ve anarşik yapının daha dengeli hale gelmesini sağlamak amacıyla kurulmuştur. Birleşmiş Milletler, anarşik yapısal düzende devletler arasındaki dengeyi korumak, olası tehditler karşısında önlemler almak ve adalet ve uluslararası hukuk ekseninde uyuşmazlıkların çözümüne katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Özellikle, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle çift kutuplu yapısal düzen sona ermiş, devlet merkezli güvenlik anlayışı yerini insan merkezli güvenlik yaklaşımına bırakmıştır. Bu kapsamda, insani müdahale ve ya koruma sorumluluğu doktrinleri önemli bir işlev kazanmaya başlamıştır.

Uluslararası alanda hak eşitliğini gözeten, ekonomik, sosyal, kültürel ve insancıl nitelikteki sorunları çözüme kavuşturmayı amaçlayan uluslararası örgütün sistem içerisindeki rolü her geçen gün daha fazla tartışılmaktadır. Küresel sorunların çözümünde arzulanan başarıya ulaşamayan ve sistem içerisindeki normatif gücünü yitirdiği yönde söylemler pek çok gözlemci tarafından tespit edilmektedir. Özellikle, Birleşmiş Milletler’in Barış Gücü operasyonlarındaki başarısızlığı, uluslararası hukuk ilkelerinin uygulanmasındaki belirleyici konusunda aktif bir duruş sergileyememiştir.

20. yüzyılda insanları veya sivilleri korumayı amaçlayan insani müdahale kavramının yerini 21. yüzyılda Koruma Sorumluluğu doktrini almıştır. Koruma Sorumluluğu, 2001 yılında, BM, Uluslararası Müdahale ve Devlet Egemenliği Komisyonu’nu (ICISS) kurmuştur. Koruma sorumluluğu olarak değiştirilen yeni kavram, hukuki dayanağını olan aynı zamanda insani müdahale kavramının eksikliklerini tamamlama yönünde kendisini yenileyen bir kavramdır. Örneğin, soykırım, savaş suçları, etnik temizlik ve insanlığa karşı işlenen suçlar koruma sorumluluğu doktrini altında yer almaktadır. Koruma doktrini çerçevesinde devletler, bu sorumlulukları gerçekleştirmede başarısız olur ise, uluslararası toplum bu görevi devralacaktır. Birleşmiş Milletler, devletler adına bu sorumluluğu almış, tarihsel örneklerden yola çıkarsak alınan müdahale kararlarının çok da başarılı olmadığı görülmüştür. Örneğin, Darfur, Suriye ve Libya iç savaşları KoS ilkesinin uygulanmadığı, Batı’nın veya BM’nin geç müdahale kararı aldığı örnekler arasında yer almaktadır. Özellikle, BM, ABD’nin 2003 yılında Irak işgaline, Ruanda, Bosna ve Somali’de yaşanan katliamları engelleme konusunda etkili bir duruş sergileyememiştir. Bilhassa, insan hakları konusunda devletlerin vatandaşlarına yönelik sorumluluklarını yerine getirememesi, koruma sorumluluğu doktrini çerçevesinde diğer devletlere tanınan hak ve sorumlulukların BMGK’de yer alan üye devletlerin veto gücüyle engellenmesi veya uluslararası kurum ve kuruluşların gün geçtikçe daha da işlevsiz hale gelmesi bu çalışmanın gerekliliğini ortaya koymuştur. Bu bağlamda, Batılı ülkeler normatif kimlik çatısı altında insan haklarını ihraç eden konumda lanse edilirken, çıkar eksenli dış politikalarını sürdürmeye devam etmektedir. Dönüşen yapısal düzen içerisinde bireyi ön plana çıkaran politikaların yerini revizyonist, değişimi amaçlayan ve maddi güç unsurların daha fazla ön plana çıktığı bir anlayış hâkimdir.

İnsani müdahale alanındaki başarısızlığının yanı sıra, öte yandan, küresel sağlık, göç, ekosistem ve güvenlik gibi konular açısından ortaya çıkan yeni tehditlerin çözümlenmesi sorunsalı BM’nin güvenilirliğinin sorgulanmaya başlamasına neden olmuştur. Özellikle Covid-19 döneminde Dünya Sağlık Örgütü’nün başarısızlığı ön plana çıkmış, gelişmekte olan ülkelere yönelik gerekli tedarik malzemelerin temininde yaşanan gecikmeler hız kazanmış ve devletlerin artan korumacı politikaları karşısında Birleşmiş Milletler krizinin çözümüne yönelik etkili çalışmalar sürdürememiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 5 daimi üyesi olan ABD, İngiltere, Çin, Rusya ve Fransa’nın veto gücünü elinde bulundurması küresel sorunların çözümünü  geciktirirken, BM Genel Sekreteri’nin tarafsız bir duruş sergilemesini zora sokmaktadır. Değişen yapısal düzende, özellikle güç dengelerinin yeniden inşa edildiğine şahit olunmaktadır. ABD karşıtı düzenin inşa sürecinde yer alan iki önemli güç olan Çin ve Rusya arasında artan ittifak ilişkisi, bu iki devletin BM Güvenlik Konseyi’ndeki duble vetosu ile sonuçlanmaktadır. Çin ve Rusya’nın müdahale konusundaki endişeleri ve insan haklarının savunulmasına dair Batı ile aralarındaki bakış açısı farklılıkları bakımından birlikte hareket etmeleri ve bunun “duble veto’’ya neden olması şaşırtıcı bir gelişme değildir. Özellikle, Batı’nın ulusal çıkarlar kapsamında aldığı fakat insani boyutta lanse ettiği uluslararası müdahale örnekleri, BMGK üyeleri ABD, Fransa ve İngiltere tarafından kabul görse de, Çin ve Rusya ekseninde duble veto ile karşı karşıya kalmaktadır.

Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ifade ettiği gibi “Dünya 5’ten büyüktür ilkesi” ile, Ankara, küresel yapının geleceğinin güncel şartlara göre yeniden revize edilmesini amaçlarken, BMGK’de yer alan 5 daimi üyenin diğer ülkelerin geleceğini belirlemesine izin verilmemesi konusundaki söylemleri ile mevcut düzendeki memnuniyetsizliğini dile getirmektedir. Benzer ifadelerle, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, küresel kurumları “evrensel” ve “günümüz gerçeklerini temsil edecek” hale getirmek için reform çağrısında bulunmuş ve yapısal reform sürecinin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Özellikle, 2022 yılında başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı ve 2023 yılında İsrail ve Filistin arasındaki sıcak çatışmanın bölgesel çatışmadan ziyade küresel etkilerinin daha fazla hissedilmesin yol açmış, daimi üyelerin veto gücünü elinde bulundurması ise savaşın süresini uzatmış ve insani kayıpların sayısını arttırmıştır. Birleşmiş Milletler’in (BM) 1948 yılında kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, temel kurucu bir belge olmanın yanında evrensellik özelliği de taşımaktadır. İsrail-Filistin arasında yaşanan savaş karşısında, BM, uluslararası toplumun, sorunun adilane biçimde ateşkese davet etmesi ve barışçıl çözüm için aksiyon alması elzem görünmektedir. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, Güvenlik Konseyi’ni Gazze’de “insani bir felaketi önlemek için baskı yapmaya” ve İsrail ile Filistinli militanlar arasında tam bir insani ateşkes çağrısında bulunsa da çok başarılı sonuçlar elde edemediğine şahit olunmuştur.

Ukrayna’da savaş mağduru olan sivillere kapılarını açan Avrupa devletleri, Rusya’ ya yönelik askeri, ekonomik ve siyasi yaptırımlar uygulayan ABD ve Avrupalı güçler veya gerekli tüm insani yardımların temini için gerekli imkânları sağlayan Batılı güçler, Filistin-İsrail iç savaşında aynı dış politika çizgisinden ilerlememiştir. BM bünyesinde farklı konu başlıklarında çalışmalarına devam eden alt örgütlerin bütçesine de en çok katkı sağlayan ülkenin ABD olması da BM’nin artan bağımlılığının bir göstergesidir. Örneğin, Birleşmiş Milletler bütçesine katkı sağlayan ilk üç ülke ABD % 22, Çin % 12, Japonya ise % 8’dir.

ABD’nin BM örgütü içerisinde sağladığı çok yönlü ekonomik destek, sistem içerisinde yer alan diğer devletler karşısında ayrıcalıklı bir pozisyon elde etmesini sağlamaktadır. Birleşmiş Milletler’in ABD ekonomisine olan bağımlılığı, aynı zamanda politik ve askeri operasyonları sonuçlandırma noktasında önemlidir. ABD, BM bütçesine sağladığı yüksek miktardaki finansal katkı ile BM içerisinde alınan kararları sorgulama hakkı elde ederken, bu kararların kendi çıkarlarına uygun olması yönünde de önemli çaba göstermektedir. ABD’nin BM barış koruma operasyonu bütçesine en çok katkı sağlayan ülke olması, BM’nin yürüttüğü çeşitli operasyonlarda ABD desteğine olan ihtiyacı göstermektedir. BM, aldığı uluslararası kararlarda ve ya giriştiği tüm olası müdahalelerde ABD desteğini arkasına alarak beraber hareket etmeye özen göstermektedir. Ancak ABD gölgesinde işleyişini sürdüren BM’nin tarafsız bir tutum sergilemesi gerekmektedir. İsrail’in meşru olmayan politikalarına yönelik desteğini sürdüren ABD, uluslararası hukuk çerçevesinde BM örgütünün çağrılarına duyarsız, sivillerin ölümüne sessiz kalarak sistem içerisinde uzun yıllar içerisinde inşa ettiği liberal yapıyı büyük oranda zedelemektedir. BM’nin özellikle bugüne kadarki en çok personel kaybını bu savaşta yaşamıştır. BM’nin kendi personelini koruyamadığı bu savaş ortamında ne yazık ki zayıflar için hukukun bir koruma kalkanı görevi görmediğine bir kez daha şahit olunmuştur.

Sonuç olarak, 1945 yılında 51 üyesi bulunan bu örgütünün günümüzde 193 üyesi bulunmaktadır. İki kutuplu yapısal düzende devlet odaklı dış politika paradigmasının hâkim olduğu bir dönemde tanımlanan BM görev tanımı, günümüzde geçerliliğini yitirmektedir. BM, ABD’nin mevcut gücünü kullanarak kurumsal imajını garanti altına alırken, ABD de BM kimliği çatısı altında sistem içerisindeki gücünü garanti altına almaktadır. Tarihsel gelişmelerden ve yaşanan başarısız örneklerden de yola çıkarsak, BM’ye yönelik en önemli reform birimi BMGK olarak tanımlanmaktadır. Reform önerileri kapsamında, BM’nin daimi üye sayısını arttırılması, BM içerisindeki tüm üyelerin temsil gücünün evrenselleşmesi, ABD hegemonyasından sıyrılarak eşit ve adil kararlar alması ve anti demokratik yapısının revize etmesi gerekmektedir. Ayrıca BM’nin insani krizlere hızlı ve etkili bir şekilde müdahale edebilmesi için operasyonel kapasitesi artırılabilir. Bürokratik engellerin azaltılması ve acil durum müdahalesindeki gecikmelerin önlenmesi için daha etkin bir yapı oluşturulabilir. Üye ülkeler arasındaki siyasi gerilimleri azaltmak için, BM, uluslararası iş birliği ve diyaloğu teşvik etmesi gerekmektedir. Yapısal reformlar, kurumların işleyişindeki değişiklikler, kaynak yönetimi, diplomatik çözümler, önerilerin daha işlevli hale getirilmesi ve uluslararası hukukun güçlendirilmesi gibi alanlarda atılacak adımlar değişimin habercisi olacaktır. Herşeye rağmen, kitlelerin büyük çoğunluğunda savaş karşıtlığının, silahsızlanma arzusunun, küresel ve yerel düzlemde barış amacının olduğunu hatırlatmak gerekir. BM yapısının daha adil, insancıl ve barışçıl olması için işleyişinin revize edilmesi bu kapsamda elzemdir.

Kapak fotoğrafı: https://www.linkedin.com/pulse/what-problems-weakness-challenges-confront-united-how-h-soleimany

Dr. Seda Gözde TOKATLI

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.