ABD’nin New York kentinde başlayan Filistin yanlısı protestolar hız kesmeden sürüyor. Columbia Üniversitesi’nde geçtiğimiz hafta polis tarafından 100’den fazla göstericinin gözaltına alınmasının ardından, İsrail-Hamas Savaşı sürecinde İsrail’in yapmış olduğu insan hakları ihlalleri ve insanlık suçunu merkezine koyan öğrenci protestoları ülke genelindeki diğer üniversitelere de yayılmış durumda. Öğrenciler, üniversitelerin İsrail’in Gazze’deki saldırılarını destekleyen tüm şirketlerle ve bazı durumlarda bizzat İsrail’le ilişkilerini sonlandırmaları yönünde çağrıda bulunuyor. Columbia’daki protestocular ise, arkadaşlarına yönelik bu baskının ardından yeniden toplanarak çadır kampları kurdu ve gösterilerini daha dikkat çekici hale getirdi.
Üniversite yetkilileri, protestolara karşılık yaptıkları açıklamada, protestocuların bölgeyi boşaltması için verilen süreyi uzattıklarını söyledi. Göstericilerin önemli sayıda çadırı kaldırmayı taahhüt ettiklerini ve kampta yalnızca öğrencilerin kalması konusunda anlaştıklarını vurguladılar. Bazı üniversitelerde eğitime ara verilirken, bazılarında ise öğretim üyeleri derslere girmeme kararı alarak öğrencilerle birlikte protestolara destek verdiler.
Üniversitelerdeki protestolar, Başkan Joe Biden’ın Ortadoğu politikasına karşı aylardır biriken memnuniyetsizliğin doruk noktasını oluşturuyor. Genç ve sol görüşlü seçmenler, 81 yaşındaki Biden’ın yeniden aday olmasından dolayı zaten hayal kırıklığı yaşıyorlardı, üstüne bir de ABD’nin Netanyahu’ya ve İsrail’in saldırılarına koşulsuz destek vermesi, genç seçmenler arasında tepkilerin artmasına zemin hazırladı. Öte yandan -geleneksel olarak Demokratlara oy veren- Yahudi yurttaşlar da Biden’ın hem dış, hem de iç politikadaki krizde nasıl bir politika izleyeceğini yakından takip ediyor.
Gelişmeler, 1968 yılında başlayan ve Vietnam Savaşı’nı protesto eden öğrenci hareketlerini hatırlatıyor. O dönemler de, savaş karşıtı üniversite öğrencileri ayaklanmış, gösteriler iktidardaki Demokrat Parti’yi derinden etkilemiş ve Başkanlık seçimlerini kaybetmesine sebep olmuştu. Nihayetinde devam eden protestolar neticesinde ise, ABD, Vietnam’dan çekilmek zorunda kalmıştı.
Protestoların bu kadar büyümesini tetikleyen aslında birkaç sebep var. Birçok üniversitede yalnızca Gazze’deki katliamlara dikkat çekmek amacıyla masumane bir şekilde başlayan eylemlerin bu kadar büyümesinin ilk sebebi, güvenlik güçleri ile öğrencilerin karşı karşıya gelmesi. İçlerinde Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan olmak üzere her dinden ve etnik kökenden öğrencinin gözaltına alınması, polis ve öğrenciler arasında sözlü ve fiziksel tartışmaların yaşanması, hatta alanında ileri gelen öğretim üyelerinin bile göz altına alınarak prestijlerinin sarsılması, ABD’nin adeta bir “güvenlik ülkesi” olduğunu, yıllardır süre gelen “özgürlük mü güvenlik mi?” tartışmasında özgürlük kavramının güvenlik karşısında pek bir değeri olmadığını gösteriyor. Üstelik daha önce yapmış olduğu bir konuşmada “İsrail’e düşman olan herkes Teksas’ın da düşmanıdır” diyerek İsrail’e yakınlığı ile bilinen Teksas Valisi Greg Abbot’un, Teksas Üniversitesi’ne ulusal muhafızları ve atlı polisler göndermesi de işleri iyice çığırından çıkarttı. Coplarla göstericileri döven atlı polisler, işleri daha da ileri götürerek göz yaşartıcı gaz kullandı. Bu yaşananlar, ABD’nin aslında “sözde özgürlükler ülkesi” olduğunu bir kez daha kanıtladı.
Olayları büyüten bir diğer dinamik ise, İsrail yanlısı ABD medyasının olaylarda ateşe benzin dökmesi. Gösteriye katılan öğrencilerin medyada adeta “antisemitist”, “neo-nazi” veya “terör yanlısı” olarak gösterilmesi, bu yaftaları kabul etmeyen öğrencileri daha çok tetikliyor. Gazze’ye yapılan saldırıların bir an önce durdurulmasını istemenin “antisemitizm” ile bağdaştırılmasını mantıksız bulan öğrenciler ve öğretim üyeleri, medyanın bu taraflı tutumunu, İsrail’e verilen desteğin bir tezahürü olarak görüyor. Zaten barış yanlısı Yahudi toplumunun fertleri de, üniversite öğrencilerinin barış için yaptığı eylemlere destek verip, evrensel insan haklarının korunması çabasının içinde yer almaya çalışıyorlar. Öte yandan, geleneksel medyanın bu türdeki manipülatif haberleri, koyu Yahudi olan öğrencileri de İsrail lehine tetikleyerek, onları barış için gösteri yapan diğer öğrencilerle karşı karşıya getiriyor.
Gösterileri alevlendiren bir diğer unsur ise Yahudi işadamları ve siyasetçilerin üniversitelere baskı yapması. Örneğin Harvard gibi vakıf üniversitelerinin pek çoğu Yahudi iş adamlarından ciddi miktarlarda bağış alıyorlar. Savaş başladıktan sonra kampüste düzenlenen İsrail’e tepki gösterilerini “düşünce özgürlüğü” kapsamında değerlendirdiği için eleştirilen Harvard Üniversitesi’nin ilk siyahi ve kadın Rektörü Claudine Gay, işadamlarının ve siyasetçilerin baskısına dayanamayarak istifa etmişti. Aynı şekilde Pensilvanya Üniversitesi Rektörü’nün istifa etmesinde de işadamlarından alınan bağış faktörü önemli bir rol oynamıştı. Pensilvanya Üniversitesi’ni ayakta tutan, her yıl 100 milyon dolar miktarında bağış yapan bir Yahudi iş adamı, “Eğer o Rektör orada oturmaya devam ederse, ben bu bağışımı geri çekerim” diyerek bağışını askıya aldığını deklare etti. Bunun üzerine, Rektör, kamuoyunun da tahakkümü altında kalarak istifa kararı aldı. Bu tür durumlar, üniversitedeki akademik özgürlük ortamının “sermaye sınıfının ve siyasetin baskılarına” ne kadar açık olduğunu gösteriyor. ABD gibi bilimsel alanda dünyanın en üst sıralarında bulunan bir ülkede bile akademinin böylesine derin şekilde ticarileştiğini ve siyasileştiğini görebiliyorsak, kendi ülkemizdeki üniversitelerde bu tür durumlara pek de şaşırmamak gerekir.
Peki, gösterilere yönelik yapılan bu baskıyı yalnızca “İsrail-Hamas Savaşı” bağlamında görmek mümkün mü? Aslında bu sorunun cevabını verebilmek için ABD’yi yıllardır süregelen “ifade özgürlükleri ülkesi” bağlamında değerlendirmek gerekir. ABD; Harvard, Columbia, Yale, Stanford, MIT gibi dünyanın en kaliteli üniversitelerine sahip olan, “özgür düşünme ortamı”, “akademik bağımsızlık” gibi mottoların vücut bulduğu bir ülke. Bu üniversitelerin her dil, din, ırk ve etnik kökenden öğrenci ve akademisyene kucak açtığını unutmamak gerek. Dolayısıyla, çok kültürlü yapının getirmiş olduğu bilimsel çeşitlilik, cesaret ortamı ve yüksek örgütlenme gücü var. Yani üniversite öğrencilerinin burada gösterdikleri duruşu, aslında direkt olarak Filistin’in savunulmasından ziyade, dünyada gelişen zulüm, haksızlık ve ölümlere karşı özgür bir şekilde düşüncelerini ifade etmenin ve örgütlenme gücünün getirmiş olduğu bir direniş sarmalının tezahürü olarak okumalıyız. Zulmün kimi etkilediğinden ziyade, ortada var olan zulmün kendisi eleştiriliyor aslında. Aynı haksızlığa İsrail de maruz kalsa, eminim ki ABD’nin en kalifiye üniversitelerinde okuyan seçkin ve vicdanlı öğrenciler ile bu üniversitelerde görev yapan özgür akademisyenler benzer tepkileri göstereceklerdir. Fakat ne yazık ki, siyaset ve sermayenin özgürlükleri nasıl etkisi altına aldığını ve bilimsel özgürlüğün nasıl var yok olmaya yüz tuttuğunu, yaşanan bu gösterilerin yıkıcı sonuçlarına bakarak daha iyi anlıyoruz. Eğer çatışmalar bu şekilde devam ederse, ABD’nin akademik ve bilimsel kalitesi yerine, bilimsel intiharını konuşacağız anlaşılan.
Kapak fotoğrafı: https://www.nbcnews.com/news/world/israel-hamas-war-continues-roil-american-colleges-sparking-walkouts-rcna122173
Doç. Dr. Eren Alper YILMAZ