NATO’nun 75. yıldönümü zirvesi geçtiğimiz günlerde ABD’de gerçekleştirilmiştir. 9-11 Temmuz 2024 tarihleri arasında Devlet Başkanları düzeyinde yapılan görüşmeler neticesinde çeşitli kararlar alınmıştır. Washington Bildirgesi’nde alınan kararlara dair içerik analizi aşağıda sunulmuştur.
NATO Zirvesi Bildirgesi’nde “Barışı korumak için kurulan NATO, tarihteki en güçlü İttifak olmaya devam etmektedir” denilmiştir. Elbette bu cümleye karşılık olarak aklımızda bazı sorular belirebilir. Küresel bir savaş aygıtı nasıl barışı korumak için kurulmuş olabilir? Hangi barış ve kimin barışını koruyorsunuz? Eğer bildiride belirtildiği gibi “Her ulus kendi güvenlik düzenlemelerini seçme hakkına sahiptir” gibi bir değer yargısı varsa, diğer aktörler de her ulus kendine göre barışı sağlama hakkına sahiptir diyemez mi? NATO’nun kuruluş sürecindeki asıl neden, güçlü bir SSCB’nin denge unsuru olması nedeniyle, İkinci Dünya Savaşı sonrasında komünizme karşı set çekmek ve hegemon güç olmak isteyen ABD’dir. ABD tarafından SSCB gibi muazzam bir güçle doğrudan karşı karşıya kalınmak ise istenmemiştir. Bu nedenle, Kanada ve 10 Batı Avrupa devleti de bu riskle karşı karşıya bırakılmıştır. Büyük bir savaş aygıtı olan NATO örgütünün stratejileri ve politikaları da doğal olarak askeri-güvenlik odaklı gerçekleşmiştir. Kurumsal yapının izlediği strateji ve politikaların tamamı ABD dış politikasının izdüşümüdür. İkinci Dünya Savaşı sonrasında düşman SSCB iken, ardından bu aktörün tarih sahnesinden silinmesi sonrasında da NATO örgütü varlığını sürdürmüştür. Yeni hedef ise yüce İslam dini ve coğrafyası olmuştur. Soğuk Savaş’ın bitişinden sonra kendini kaynağı belirsiz bir şekilde dünyanın jandarması olarak gören ABD, İslam coğrafyasında küresel seviyede askeri harekâtlara girişmiştir.
ABD’nin 1990 yılından itibaren bizzat katıldığı savaşların envanteri dahi bu aktörün sınır aşan müdahale motivasyonunu ortaya koymaktadır. Körfez Savaşı (1990-1991), Somali İç Savaşı (1992-1995), Bosna Savaşı (1992-1995), Kosova Harekâtı (1998-1999), Afganistan Savaşı (2001-2021), Irak Savaşı (2003-2011), Suriye İç Savaşı (2011-….), Libya Operasyonu (2011-….), Yemen Müdahaleleri (2022-…). Bunun yanında, ABD’nin Güney Amerika ülkelerinde düzenlenen askeri cunta kalkışmalarındaki rolü, İran’a yönelik saldırgan yaklaşımı, Kuzey Kore politikası ve Tayvan stratejisi de dikkat çekicidir. ABD’nin 1990 yılından başlayarak kurmaya çalıştığı yeni dünya düzeninde NATO’nun hayati önemi vardır. SSCB’nin yıkılmasının ardından tehdit unsuru olarak görülen İslam coğrafyasına yönelik yapılan saldırılar karşısındaki gösterilen eylemsel tepkiler ise uluslararası terörizm olarak tanımlanmıştır.
Özellikle Afganistan başta olmak üzere Irak, Suriye ve Libya gibi devletlerin hedefte olduğu görülmüştür. 11 Eylül 2001 (9/11) saldırılarının ardından girişilen askeri harekâtlar teröre karşı “sonsuz savaş” olarak nitelendirilmiştir. Bu bağlamda, 2001 yılında Afganistan’ın başında bulunan Taliban düşmanlaştırılmıştır. Ancak aradan geçen 20 yılın ardından Afganistan’ın kontrolü yine Taliban’a verilmiş ve ABD bu ülkeden adeta kaçarcasına ayrılmıştır. Yani önce düşmanlaştırılan aktöre yeniden ülke teslim edilmiştir. Ancak bu süre zarfında uluslararası terörizm ve önleyici savaş gibi kavramlar Uluslararası İlişkiler literatürüne sokulmuştur. Afganistan, Irak, Suriye ve Libya’da girişilen hiçbir müdahaleden istikrarlı bir sonuç çıkmamıştır. ABD’nin çıkarlarına aykırı görülen aktörler terörist olarak tanımlanmış ve bunlarla NATO gibi elverişli bir aparatla mücadele edilmiştir. Bu bağlamda, NATO, ABD’nin dış politikasını meşrulaştıran bir örgüttür. NATO’nun 75. yıl Washington Bildirgesi’nde “Terörle mücadele, toplu savunmamız için esas olmaya devam etmektedir. NATO’nun terörizmle mücadeledeki rolü …. İttifak’ın caydırıcılık ve savunma konusundaki 360 derecelik yaklaşımının ayrılmaz bir parçasıdır.” ifadesi kullanılmıştır. Oysaki buradaki terörle mücadeleden kasıt ABD’nin hegemonik çıkarlarına uymayan örgütlerle mücadeledir. NATO gibi küresel seviyede en büyük askeri örgütün bu düzeyde bir tehdit algılaması uluslararası güvenliğin sağlanmasına dair gerçekçi bir izlenim vermemektedir. Bu kararlılık da, ABD dış politikasının NATO’ya yansıtılmasını ifade etmektedir. Bu yaklaşımın daha genişletilmiş hali “şer ekseni” ya da “haydut devlet” politikasında görülmektedir. Amerikan politikasına karşı çıkan devletler (İran, Suriye ve Kuzey Kore gibi) düşmanlaştırılmakta ve bu yeni durum NATO gibi vasıtalarla diğer aktörlere benimsetilmektedir.
Terörle mücadelenin devam edeceği söylemi 75. yıl Bildirgesi’nde önemli bir kararlılığı ifade etmektedir. Bunun yanında, yapılan açıklamaların en önemlisi ise “Rusya, Müttefiklerin güvenliğine yönelik en önemli ve doğrudan tehdit olmaya devam etmektedir” şeklinde duyurulmuştur. Öncelikli hedef olarak uluslararası terörle mücadele yaklaşımı yerine artık Rusya ile mücadelenin geçtiği görülmektedir. Soğuk Savaş döneminde komünizmle mücadele söylemiyle SSCB’ye karşı girişilen amansız savaş, onun ardılı olan Rusya ile de devam etmektedir. SSCB’nin dağılmasının ardından NATO’nun varlığı için tehdit algısı görece terör örgütlerine kaydırılmıştır. Ancak Vladimir Putin yönetimindeki Rusya’nın yeniden toparlanması karşısında birincil tehdit öznesinde değişikliğe gidilerek bu aktör yeniden odağa yerleştirilmiştir. Buna ek olarak, bildirgenin neredeyse tamamı Rusya’ya yönelik tehdit mesajlarını içerirken “NATO çatışma istemiyor ve Rusya için tehdit oluşturmuyor” ifadesi kullanılmaktadır. Açıklamalarda ayrıca üstten buyuran bir üslupta dikkat çekmektedir. Ancak yapılan açıklama ile içeriğinin birbiriyle örtüşmediği görülmektedir. Rusya’ya karşı açık bir tehdit dili kullanılırken, buna karşın çatışma istenmediği vurgusu yapılmaktadır. NATO’nun gelecek zaman öngörüsü ise dikkate değerdir; “Rusya’nın NATO’ya yönelik tüm etki alanı tehdidi uzun vadede devam edecektir”.
NATO’nun yakın zamanda Rusya’ya karşı izlediği en belirgin politikası Ukrayna-Rusya Savaşı’nda Ukrayna tarafını açıktan desteklemesidir. Bu durum “75. yıldönümü Zirvesi’nde, caydırıcılığımızı ve savunmamızı güçlendirmek, Ukrayna’nın özgürlük mücadelesinde galip gelebilmesi için uzun vadeli desteğimizi güçlendirmek ve NATO’nun ortaklıklarını derinleştirmek için daha fazla adım atıyoruz…. Ukrayna’nın geleceği NATO’dadır… askeri desteğe ek olarak, Müttefikler Ukrayna’ya siyasi, ekonomik, mali ve insani destek sağlamaya devam etme niyetindedirler.” ifadesiyle anlaşılmaktadır. Washington Bildirgesi’nde “Ukrayna için Uzun Vadeli Güvenlik Yardımı Taahhüdü” başlığı altında özel olarak izlenen ve izlenecek stratejiler belirtilmiştir. Bu konu hakkında “Ukrayna’nın uzun vadeli desteğimize ihtiyacı var. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı saldırı savaşının başlamasından bu yana Müttefikler, yılda yaklaşık 40 milyar € tutarında askeri yardım da dahil olmak üzere benzeri görülmemiş siyasi, ekonomik, askeri, mali ve insani destek sağladılar… Bugün Rus saldırganlığını yenebilecek ve gelecekte caydırabilecek bir güç oluşturmada Ukrayna’yı destekleme kararlılığımızı teyit ediyoruz.” ifadelerine yer verilmiştir. Ukrayna’da devam eden savaşın NATO açısından teknolojik gelişim imkânı olarak da değerlendirildiği görülmüştür. Bildiride, “Ukrayna’daki savaş alanındaki teknolojik gelişmeleri yakından takip ediyoruz ve Ukraynalı ortaklarımızla yeni inovasyon girişimleri başlatıyoruz.” denilmiştir. Ukrayna hakkındaki açıklamalarda neredeyse zımnen NATO üyeliğine kabul edilmiş gibi bir tarzda yaklaşımın benimsendiği görülmektedir. Bildirgede “NATO ve NATO-Ukrayna Konseyi’nin Zirve kararları, Müttefiklerin devam eden çalışmaları ile birleştiğinde, Ukrayna’nın NATO üyeliği için bir köprü oluşturmaktadır…. Rusya bu savaşı derhal durdurmalı ve BM Genel Kurulu kararları doğrultusunda tüm güçlerini Ukrayna’dan tamamen ve koşulsuz olarak çekmelidir. Rusya’nın Kırım da dahil olmak üzere Ukrayna topraklarını yasadışı ilhakını asla tanımayacağız.” ifadesi vurgulanmıştır. NATO’nun Rusya’yı açık bir şekilde hedef aldığına şüphe yoktur. Eğer Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun kararları bu kadar etkili ise, “Neden Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi vardır ve daimî üye sayısı sadece beştir?” sorusunu sormak gerekir. Ayrıca “Rusya’yı, rızaları olmadan orada konuşlanmış olan Moldova Cumhuriyeti ve Gürcistan’daki tüm güçlerini geri çekmeye çağırıyoruz” denilerek açıklamaların Ukrayna ile sınırlı olmadığı belirtilmektedir.
NATO için uluslararası alanda kararlı adımlar atan Rusya ile beraber Çin de güçlü bir tehdit öznesidir. Rusya ve Çin’in yakınlaşması ve iş birliğinden duyulan rahatsızlık metnin içeriğinden de anlaşılabilmektedir. Bildirgede “Çin Halk Cumhuriyeti’nin (ÇHC) belirttiği hırslar ve zorlayıcı politikalar çıkarlarımıza, güvenliğimize ve değerlerimize meydan okumaya devam ediyor. Rusya ile ÇHC arasında derinleşen stratejik ortaklık ve kurallara dayalı uluslararası düzeni baltalamak ve yeniden şekillendirmek için karşılıklı olarak güçlendirici girişimleri, derin bir endişe kaynağıdır.” ifadesine yer verilmiştir. Askeri alanda doğrudan politikalar izleyen Rusya ile birlikte ekonomik olarak yükselen Çin’in de hedefte olduğu görülmektedir. Çin ile ilgili “ÇHC, sözde “sınırsız” ortaklığı ve Rusya’nın savunma sanayi üssüne verdiği geniş çaplı destek yoluyla Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşının belirleyici bir kolaylaştırıcısı haline geldi. Bu da Rusya’nın komşularına ve Avrupa-Atlantik güvenliğine yönelik tehdidini artırmaktadır” denilmektedir. Ayrıca “ÇHC’yi, Rusya’nın savaş çabalarına her türlü maddi ve siyasi desteği durdurmaya çağırıyoruz… ÇHC, çıkarlarını ve itibarını olumsuz etkilemeden yakın tarihte Avrupa’nın en büyük savaşını mümkün kılamaz.” ifadesiyle Çin’in Rusya ile ilişkilerinden duyulan rahatsızlık açıkça ortaya konmaktadır. Çin ile ilgili genel politikaya dair ise “ÇHC, Avrupa-Atlantik güvenliğine sistemik zorluklar çıkarmaya devam ediyor. ÇHC’den kaynaklanan dezenformasyon da dahil olmak üzere sürekli kötü niyetli siber ve hibrit faaliyetler gördük. ÇHC’yi siber uzayda sorumlu davranma taahhüdünü sürdürmeye çağırıyoruz. ÇHC’nin uzay yetenekleri ve faaliyetlerindeki gelişmelerden endişe duyuyoruz. ÇHC’yi sorumlu uzay davranışını teşvik etmek için uluslararası çabaları desteklemeye çağırıyoruz. ÇHC, nükleer cephaneliğini daha fazla savaş başlığı ve daha fazla sayıda sofistike dağıtım sistemi ile hızla genişletmeye ve çeşitlendirmeye devam ediyor. ÇHC’yi stratejik risk azaltma tartışmalarına katılmaya ve şeffaflık yoluyla istikrarı teşvik etmeye çağırıyoruz. İttifak’ın güvenlik çıkarlarını korumak amacıyla karşılıklı şeffaflığın sağlanması da dahil olmak üzere, ÇHC ile yapıcı angajmanlara açığız. Aynı zamanda, ortak farkındalığımızı artırıyor, dayanıklılığımızı ve hazırlığımızı artırıyor ve ÇHC’nin İttifak’ı bölmeye yönelik zorlayıcı taktiklerine ve çabalarına karşı koruma sağlıyoruz.” denilerek uzlaşıya açık olunduğu, ancak uzlaşının gerçekleşmemesi sonunda ise bütün risklerin alınarak karşıt politika izleneceği beyan edilmiştir.
Bildirgede çok önemli bir odak noktası da “Tüm ülkeleri Rusya’nın saldırganlığına herhangi bir yardım sağlamamaya çağırıyoruz. Rusya’nın Ukrayna’daki savaşını kolaylaştıran ve dolayısıyla uzatan herkesi kınıyoruz.” ifadesidir. Halen devam eden İsrail-Hamas Savaşı’nda insanlık suçu işlenirken buna dair bir ifadenin yer almamasına ise dikkat edilmelidir. İsrail’e politik, ekonomik ve askeri destek sağlayan küresel hegemon ve ortaklarının (Türkiye hariç) söylemleri taraflıdır. Bu açıdan, “Afrika ve Orta Doğu’daki çatışma, kırılganlık ve istikrarsızlık bizim ve ortaklarımızın güvenliğini doğrudan etkilemektedir” ve “Ortaklıklarımız aracılığıyla Orta Doğu ve Afrika’da daha fazla güvenlik ve istikrarı teşvik etmeyi, bölgede barış ve refaha katkıda bulunmayı amaçlıyoruz.” söylemleriyle asıl konuya hiç değinilmediği görülmektedir. Kaldı ki İsrail-Hamas Savaşı’nda yaşanan insanlık dışı eylemler Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne dahi yansımışken buna dair hiçbir açıklama yoktur. Bildiride, “Rusya’nın Ukrayna’yı tam ölçekli işgali, Avrupa-Atlantik bölgesinde barış ve istikrarı paramparça etti ve küresel güvenliği ciddi şekilde baltaladı” ifadesine yer verilmiştir. Oysa İsrail’in Gazze Şeridi’ne saldırısı Orta Doğu bölgesinin barış ve istikrarını paramparça etmemiş midir ve küresel güvenliği ciddi bir şekilde baltalamamış mıdır? İsrail’e dair hiçbir açıklama yokken İran’a yönelik “İran’ın istikrarsızlaştırıcı eylemleri Avrupa-Atlantik güvenliğini etkiliyor” ifadesi ile ne kastedilmektedir? 75. yıl Bildirgesi’nde “Terörizm, tüm biçimleri ve tezahürleriyle, vatandaşlarımızın güvenliğine ve uluslararası barış ve refaha yönelik en doğrudan asimetrik tehdittir. Karşı karşıya olduğumuz tehditler küresel ve birbiriyle bağlantılıdır.” denirken bunun açılımı neden yapılmamaktadır?
Bildiride “NATO ve AB arasındaki stratejik ortaklık için, AB üyesi olmayan Müttefiklerin AB savunma çabalarına tam katılımı şarttır” ifadesinin özellikle Türkiye’ye yönelik olduğu değerlendirilmektedir. Bu bağlamda Avrupa’ya düzensiz göçmen geçişlerinin önlenmesinin kastedildiği düşünülmektedir. Türkiye’ye Avrupa Birliği’ne alınmayan ancak onun güvenliğine katkı sağlayacak bir yardımcı aktör gözüyle bakılmaktadır.
NATO 75. yıl Washington Bildirgesi’nde Kuzey Kore ve İran’a yönelik karşıt ifadeler de vardır. Ayrıca “Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda, Kore Cumhuriyeti ve Avrupa Birliği” de dost unsurlar olarak belirtilmiştir. NATO’nun bölgesel güvenlik örgütü olmak yerine etkisini küresel seviyeye taşıyan bir aktör olduğu görülmektedir. Daha önceki Zirvelerde olduğu gibi, Washington Bildirgesi de bizce özünde ABD dış politikasının ve çıkarlarının doğrudan bir yansımasıdır. Ancak ABD’de yönetimler değişince anlayışlar da değişebilmektedir ki, NATO’nun Ukrayna ve daha birçok konuda kararları ve tonu ilerleyen süreçte değişebilecektir.
Dr. Mehmet EMİR
KAYNAKÇA
- NATO. Washington Summit Declaration. 2024, Erişim Tarihi:12.07.2024. Erişim Adresi: https://www.nato.int/cps/en/natohq/official_texts_227678.htm.