Giriş
1990’ların başlarında Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Sovyetler Birliği ve Yugoslavya gibi devletlerin dağılmasıyla birlikte, toprak kazanımı, güç mücadelesi ya da etnik hâkimiyet kaygılarının tetiklediği iç savaşlar yaygınlaşmaya başlamıştır. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle çift kutuplu yapısal düzen sona ermiş ve devlet merkezli güvenlik anlayışı yerini insan merkezli güvenlik yaklaşımına bırakmıştır. Bu kapsamda, insani müdahale veya koruma sorumluluğu doktrinleri önemli bir işlev kazanmaya başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında 1945 yılında hayata geçirilen Birleşmiş Milletler (BM), uluslararası sistemde dünya barışını inşa etmek, siyasi düzeni yeniden kurmak ve anarşik yapının daha dengeli hale gelmesini sağlamak amacıyla kurulmuştur. Birleşmiş Milletler, anarşik yapısal düzende devletler arasındaki dengeyi korumak, olası tehditler karşısında önlemler almak ve adalet ve uluslararası hukuk ekseninde uyuşmazlıkların çözümüne katkı sağlamayı amaçlamaktadır.
Ancak ne yazık ki günümüzde küresel barışın önündeki en önemli engellerden birisi de BM Güvenlik Konseyi’ndeki 5 sürekli üyenin sahip olduğu veto hakkıdır. Veto hakkının bu hakka sahip olan devletlerce kendi ulusal çıkarları adına çoğu zaman sûistimâl edildiği bilinmektedir. Konsey’in gündemi, çoğu zaman, veto yetkisi de olan sürekli üyeler tarafından belirlenmektedir. Güvenlik Konseyi’ne sunulan karar taslakları ve bunların içeriği konusunda adeta tekel kurmuş olan sürekli üyeler, Konsey’de hâkim konumdadır. Bu devletlerin ayrıcalıklı konumlarının ve benimsedikleri ulusal çıkar-eksenli yaklaşımlarının küresel barış ve güvenliğe ne denli zarar verdiği, söz konusu ülkelerin nükleer silahlara ilişkin yaklaşımlarına bakılarak görülmektedir.
Koruma Sorumluluğu (Responsibility to Protect – R2P)
20. yüzyılda insanları veya sivilleri korumayı amaçlayan insani müdahale kavramının yerini 21. yüzyılda “Koruma Sorumluluğu” doktrini almıştır. Mevcut sistemin dünyadaki çeşitlenen çatışmalara cevap verememesi sebebiyle 2000 yılında Kanada hükümetinin öncülüğü ve teşvikleriyle Uluslararası Müdahale ve Devlet Egemenliği Komisyonu (The International Comission on Invervention and State Sovereignty) kurulmuştur. Bu komisyon, 2001 yılında “Koruma Sorumluluğu” (Responsibility to Protect – R2P) başlıklı bir rapor hazırlanmıştır. Koruma doktrini çerçevesinde, devletler, bu sorumlulukları gerçekleştirmede başarısız olur ise, uluslararası toplum bu görevi devralacaktır. Birleşmiş Milletler, devletler adına bu sorumluluğu almış ama tarihsel örneklerden yola çıkarsak alınan müdahale kararlarının çok da başarılı olmadığı görülmüştür. Örneğin, Darfur, Suriye ve Libya iç savaşları KoS ilkesinin uygulanmadığı, Batı’nın veya BM’nin geç müdahale kararı aldığı örnekler arasında yer almaktadır. Devletin egemenlik sorumluluğu çerçevesinde insanlığa karşı işlenen suçları, etnik temizliği ve soykırımı engellemesi anlamında “önleyici sorumluluk” (responsibility to protect), önleyici tedbirlerin yetersiz kaldığı ve güç kullanımının gerekli görüldüğü hallerde “harekete geçme sorumluluğu” (responbility to react) ve çatışma sonrasında kurumların inşa edilmesi ve kalıcı barışın tesisini öngören “yeniden inşa sorumluluğu” (responsibility to rebuild) kavramları bu yapının temel taşları olarak nitelendirilebilir.
Bilhassa, insan hakları konusunda devletlerin vatandaşlarına yönelik sorumluluklarını yerine getirememesi, koruma sorumluluğu doktrini çerçevesinde diğer devletlere tanınan hak ve sorumlulukların BMGK’de yer alan üye devletlerin veto gücüyle engellenmesi veya uluslararası kurum ve kuruluşların gün geçtikçe daha da işlevsiz hale gelmesi bu çalışmanın gerekliliğini ortaya koymuştur.
- Çifte standart, eldeki vakıaya farklı düzeyde angaje olma, Güvenlik Konseyi içinde eylem (ya da eylemsizlik) öncesi görüşmelerdeki gizlilik, kamuoyunun gözündeki saygınlığını zedeleyerek BM’nin bu yürütme organının meşruiyetinin sorgulanmasına yol açmaktadır.
- Hukukun pratiğe aktarılmasında mevcut aktörlerin siyasi tercihleri her zaman önemli bir rol oynamıştır.
- Bunun en önemli nedeni, hukuk normlarının açık uçlu olması ve istisnalara yer vermesidir.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin asıl sorumluluğu uluslararası barış ve güvenliği korumaktır. Kararları bağlayıcıdır; Birleşmiş Milletler’e üye ülkeler konsey kararlarına uymakla yükümlüdür. Peki Konsey’in veto hakkına sahip 5 daimi üyesinden biri egemen bir ülkeyi işgal ederse? İşte o zaman, Güvenlik Konseyi, tanımında yer alan uluslararası güvenlik ve barışı koruma görevini yerine getirememiş olmaktadır. Küresel sorunların çözümünde arzulanan başarıya ulaşamayan ve sistem içerisindeki normatif gücünü yitirdiği yönde söylemler pek çok gözlemci tarafından tespit edilmektedir. Özellikle Birleşmiş Milletler’in Barış Gücü operasyonlarındaki başarısızlığı, uluslararası hukuk ilkelerinin uygulanmasındaki belirleyici konusunda aktif bir duruş sergileyememiştir.
Veto Gücünün Küresel Barışa Etkisi
Mevcut uluslararası düzeni adeta zehirleyen bu “güvensizlik” unsurları BM Güvenlik Konseyi’nin çoğu zaman sürekli üyelerin eliyle hayata geçirilen emperyal hedeflerin bir “oyun sahası” olarak kullanılması küresel çözüm gerektiren belki de en temel sorundur. Ancak, ABD gölgesinde işleyişini sürdüren BM’nin tarafsız bir tutum sergilemesi gerekmektedir. İsrail’in meşru olmayan politikalarına yönelik desteğini sürdüren ABD, uluslararası hukuk çerçevesinde BM örgütünün çağrılarına duyarsız, sivillerin ölümüne sessiz kalarak sistem içerisinde uzun yıllar içerisinde inşa ettiği liberal yapıyı büyük oranda zedelemektedir.
ABD’nin BM örgütü içerisinde sağladığı çok yönlü ekonomik destek, sistem içerisinde yer alan diğer devletler karşısında ayrıcalıklı bir pozisyon elde etmesini sağlamaktadır. Birleşmiş Milletler’in ABD ekonomisine olan bağımlılığı, aynı zamanda politik ve askeri operasyonları sonuçlandırma noktasında önemlidir. ABD, BM bütçesine sağladığı yüksek miktardaki finansal katkı ile BM içerisinde alınan kararları sorgulama hakkı elde ederken, bu kararların kendi çıkarlarına uygun olması yönünde de önemli çaba göstermektedir. BM bütçesine ABD % 22, Çin % 15 ve Japonya % 8 oranında katkı sağlamaktadır. ABD’nin BM barış koruma operasyonu bütçesine en çok katkı sağlayan ülke olması, BM’nin yürüttüğü çeşitli operasyonlarda ABD desteğine olan ihtiyacı göstermektedir. Güvenlik Konseyi’nin veto hakkına sahip ülkelerinin saldırgan taraf olduğu durumda BM’nin barışı koruma görevi konusunda en etkili silahı olan askeri müdahale ya da başka yaptırımları devreye sokması mümkün olmamaktadır. 1946-2022 yılları arasından en çok veto gücünü uygulayan ülkelerden Rusya 119, Amerika Birleşik Devletleri 82, İngiltere 29, Çin 16 ve Fransa 16 defadır.
Üye ülkeler arasındaki siyasi gerilimleri azaltmak için, BM, uluslararası iş birliği ve diyaloğu teşvik etmesi gerekmektedir. Yapısal reformlar, kurumların işleyişindeki değişiklikler, kaynak yönetimi, diplomatik çözümler, önerilerin daha işlevli hale getirilmesi ve uluslararası hukukun güçlendirilmesi gibi alanlarda atılacak adımlar değişimin habercisi olacaktır.
Sonuç
Dönüşen yapısal düzen içerisinde bireyi ön plana çıkaran politikaların yerini revizyonist, değişimi amaçlayan ve maddi güç unsurların daha fazla ön plana çıktığı bir anlayış hâkimdir. 1945 yılında 51 üyesi bulunan bu örgütünün günümüzde 193 üyesi bulunmaktadır. İki kutuplu yapısal düzende devlet odaklı dış politika paradigmasının hâkim olduğu bir dönemde tanımlanan BM görev tanımı, günümüzde geçerliliğini yitirmektedir. Daha fazla ülkenin BM’nin askeri müdahale ve diğer yaptırım kararlarına eklemlenmesi ve bir ülkenin bu tür kararları veto etmesinin önüne geçilmesi gerekiyor. Bunun yolu da üye ülkelere ekonomik ve askeri büyüklüklerine göre “ağırlıklı oy” hakkının verilmesi elzemdir.
BM, ABD’nin mevcut gücünü kullanarak kurumsal imajını garanti altına alırken, ABD de BM kimliği çatısı altında sistem içerisindeki gücünü garanti altına almaktadır. Tarihsel gelişmelerden ve yaşanan başarısız örneklerden de yola çıkarsak, BM’ye yönelik en önemli reform birimi BMGK olarak tanımlanmaktadır. Reform önerileri kapsamında, BM’nin daimi üye sayısını arttırılması, BM içerisindeki tüm üyelerin temsil gücünün evrenselleşmesi, ABD hegemonyasından sıyrılarak eşit ve adil kararlar alması ve anti demokratik yapısının revize etmesi gerekmektedir. Ayrıca BM’nin insani krizlere hızlı ve etkili bir şekilde müdahale edebilmesi için operasyonel kapasitesi artırılabilir. Herşeye rağmen, kitlelerin büyük çoğunluğunda savaş karşıtlığının, silahsızlanma arzusunun, küresel ve yerel düzlemde barış amacının olduğunu hatırlatmak gerekir. BM yapısının daha adil, insancıl ve barışçıl olması için işleyişinin revize edilmesi bu kapsamda elzemdir.
Dr. Seda Gözde TOKATLI