Giriş
Her dört yılda bir yapılan ABD başkanlık seçimleri yarın gerçekleşmiş olacaktır. Yapılan son anketlere göre, muhtemelen Cumhuriyetçi Parti adayı ve bir önceki Başkan Donald Trump seçimi kazanacaktır. Hangi partinin adayının seçimi kazanacağı ve ABD’nin yeni dönemde diğer ülkelere yönelik nasıl bir tavır sergileyeceğine çok fazla anlam yüklense de, aslında ABD’nin tek taraflılığa dayalı egemenlik politikalarında anlamlı bir değişiklik beklemek abes olacaktır. Uzun süredir ABD’nin tüm siyasal ve ekonomik enstrümanları kullanarak egemenlik mücadelesini sürdürmesi dünya genelinde büyük bir huzursuzluğa neden olmaktadır. Ayrıca ABD yönetimlerinin her zaman silah satmak için savaşları desteklediği veya başlatmaya eğilimli oldukları bilinmektedir. Örneğin, son günlerde 12 bin civarında Kuzey Koreli askerin Rusya’da konuşlandırılması, Gazze başta olmakla Ortadoğu’da ve Ukrayna’da yaşanan insanlık dramları da ABD yönetiminin izlediği tek taraflı politikaların sonuçlarıdır.
Diğer ülkelere karşı ABD yönetimlerinin her alanda üstün olduklarını kabul ettirmek ve daha çok sömürmek için her yolu mübah gördükleri bilinmektedir. Günümüze kadar ABD’nin Ortadoğu’da yaptığı gibi diğer dünya ülkelerini binlerce insanın kanı pahasına sömürmeye ve şekillendirmeye çalışması üzücü bir gerçekliktir. Sadece şiddetle değil, farklı stratejik hamlelerle de, ABD, diğer dünya ülkelerin yeraltı kaynaklarını, yer üstü kaynaklarını ve yetişmiş insan gücünü sömürmeye devam etmektedir. Bu açıdan ABD’de önemli olan seçilen Başkanlar değil, önemli olan sistem veya yönetim şeklidir. Zira yönetime kim gelirse gelsin, kendisini mevcut düzeni sürdürmek mecburiyetinde hissedecektir. Nitekim ABD Hava Kuvvetleri askeri Aaron Bushnell’in, Filistin’deki soykırıma ortak olmayacağını haykırarak kendisini Washington’da İsrail Büyükelçiliği önünde ateşe vermesinin ardından, Başkan Joe Biden “Bu düzeni sürdürmek zorundayız” demişti. Biden, bu ifadesiyle aslında bencil politikalar izlemeye mecbur olduklarını ifade etmiştir.
Egemen güç olmak çabası büyük tahribatlara neden olmaktadır
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in bir diktatör olduğunu belirten ABD yönetimi, her alanda egemen olmak istediklerini sık sık dile getirmekte ve bu yönde bencil politikalar izlemektedir. Putin rejiminin ve müttefiklerinin anti-demokratik politikalar izlemesinde de ABD yönetiminin uyguladığı politikaların büyük etkisi vardır. Hep en güçlü olmak isteyen ABD yönetimi, diğer ülkeleri kutuplaşmaya mecbur bırakmaktadır. Örneğin, ABD yönetiminin Ortadoğu’da hak arama iddiaları trajikomik bir sorun bilinmektedir. Sonuç olarak, Rusya ve Suriye yönetiminin birlikte hareket etmesi ve çeşitli terör gruplaşmaları ortaya çıkmıştır. Egemen güç olma iddiasında olan ülkelerin terör örgütleri kurdukları, onları destekledikleri ve amaçları doğrultusunda kullandıkları açık ve net bilinmektedir. Ayrıca ABD Silahlı Kuvvetleri’nin yaklaşık üçte ikisinin toprakları dışında konumlandırılmış olması da dünya toplumunun tedirgin olmasına neden olmaktadır. Egemen veya bölgesel güç olmak isteyen yönetimler nüfuzlarını sürdürmek için yönettikleri toplumu hem iç, hem de dış tehditlere karşı mücadele ettiklerine inandırmaya çalışıyorlar. Uluslararası toplum ABD’nin ve diğer sömürgeci devletlerin demokrasiyle ilgili anlatılarına inanmıyor. ABD’nin samimi olmadığını ve her fırsatta kendi çıkarlarını korumak peşinde olduğunu bilen bireyler sömürgeci politikalara karşı savaşan bir Rusya’nın olduğuna inanmak istiyorlar. Çünkü gerçek anlamda güç dengesinin kurulması herhangi bir devletin diğerlerine üstünlük taslamasının önüne geçebilir.
İnsanların gelecekteki davranışları öngörmek zordur
Seçim öncesi oy toplamak kaygısıyla verilen vaatler genellikle seçimden sonra yerine getirilmemektedir. Bu noktadan hareketle, ABD’de Başkan adaylarının sergileyeceği tavırlar çokta öngörülebilir değildir. Ama geçmişteki davranışlarına bakılırsa Trump’ın kısa vadeli, Harris’in ise daha uzun vadeli plan ve projelere odaklanacağı tahmin edilebilir. Uzun vadeli projeler için yapılan harcamaları kısacağını belirten Trump’ın seçilmesi, tüm uluslararası toplum için kısmen daha iyi sonuçlar vadedebilir.
ABD yönetimi, son yıllarda çok sayıda savaşın çıkmasına, tahribatlara ve insanların ölümüne neden olmuştur. Başkanlığı döneminde Trump ise ABD silahlı güçlerine Suriye’den çekilme emri vermişti. Trump, şimdi de seçileceği taktirde savaş çıkarmayacağını ve ülkesinin iç kalkınmasına odaklanacağını vadetmektedir. Bu nedenle, Trump’ın seçilmesi, dünya için Harris’e nispeten daha iyi bir tercih olacaktır. Genel olarak bakıldığında, Trump’ın diğer ülkelerdeki siyasi ve insan hakları durumuyla derinlemesine ilgilenmediği, iş birliğini sürdürürken sadece ülkesinin çıkarlarına odaklandığı bilinmektedir. Öte yandan, paranın gücüyle Trump’ı manipüle etmek de daha kolay gibi görünüyor. Demokratların ise diğer ülkelerdeki siyasi ve insan hakları durumuyla nispeten daha derinlemesine ilgilendiği ve durumu lehine kullanmaya çalıştıkları görülmektedir.
Bir röportaj sırasında Vladimir Putin’e “Joe Biden’ı mı Donald Trump’ı mı destekliyorsunuz?” soruyorlar. Putin, “Joe Biden’ı destekliyoruz. Çünkü Biden daha deneyimli ve öngörülebilir bir politikacıdır.” diyor. Halbuki Rusya’nın 2016 ABD başkanlık seçimlerini Trump’ın lehine etkilemek için sahte sosyal medya hesapları oluşturduğu ve birden fazla sosyal medya platformlarından reklam satın aldığı ortaya çıkmıştı. Trump, Putin’le yaptığı ortak basın toplantısında, ABD istihbarat teşkilatlarının aksine, Rusya’nın seçimlere müdahale etiğine inanmadığını söylemişti ve başkanlığı döneminde Rusya ve ABD arasında nispeten daha ılımlı politikalar uygulanmıştı. Ayrıca Trump açık ve net bir şekilde Rusya-Ukrayna Savaşı’nı bitireceğini vaat ediyor. Mevcut koşullarda Ukrayna’da savaşın bitmesi Rus rejiminin işine yarayacaktır. Tabii ki tüm gelişmelere rağmen politikacıların fikirleri ve yaklaşımları sabit kalmaz, çıkarları doğrultusunda zamanla değişebilir.
ABD seçimleri ve bağış kampanyaları
Bağış toplama etkinliklerinin ABD seçimleri üzerinde çeşitli olumsuz etkileri vardır. Eşit olmayan oyun alanı yaratan bağış etkinlikleri zengin bağışçıların veya lobi faaliyetleri yürütenlerin amaçlarına ulaşmaları için bir araç olarak kullanılmaktadır. Bağış kampanyaları özellikle zengin bağışçılara demokratik ilkeleri baltalayabilmek için fırsat sunmaktadır.
Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi ABD’de lobi faaliyetleri de çok yaygın bir şeklîde yürütülmektedir. Çünkü ABD’de Kongre üyelerini ve Başkan’ı etkileye bilen gruplaşmalar veya kişiler hedeflerine daha kolay ulaşabilmektedirler. Bu amaçla rekor sayılabilecek miktarlarda bağışların yapıldığı dikkat çekmektedir. Örneğin, ünlü iş insanı Elon Musk, Trump yanlısı siyasi kampanyalar için para toplayan bir gruba (PAC) 75 milyon dolar, İsrail yanlısı Miriam Adelson ise 100 milyon dolar bağışlamıştır. Bu rekor miktarda paraların karşılıksız bağışlanmayacağı bilinen bir gerçektir. Yüksek meblağlı bağışlar, adayların belirli sektörlere veya çıkar gruplarına bağımlı hale gelmesine yol açarak kamu yararıyla uyuşmayan kararların alınmasını yol açabilir. ABD siyasetinin sermaye sahipleri tarafından yönlendirildiğini söylemek de yanlış olmaz. Bu durumda partiler bir parti olmaktan çıkarak lobilerin ve sermaye sahiplerinin koalisyonuna dönüşür. ABD’deki İsrail yanlısı lobi kuruluşlarından biri olan Amerikan İsrail Halkla İşleri Komitesi (AIPAC), İsrail yanlısı adayları seçtirme ve İsrail karşıtı olan adayları baskılamak amacıyla oluk oluk paralar akıtmaktadır. Böylece, ABD’de İsrail’e güçlü bir destek sağlanmaktadır. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin savaş suçu işlediğine göre tutuklanma kararı çıkardığı İsrail Başbakanı Netanyahu’nun ABD Temsilciler Meclisi’nde ayakta alkışlanması, Trump’ın da Netanyahu ile eşini Florida Palm Beach’teki malikanesinde (Mar-a-lago) ağırlaması ABD politikalarının özetini yansıtmaktadır. Bu gelişmeler, yasama organlarının da bağışçıların yararına olan politikalara öncelik vermelerini ve nüfusun küçük bir kesimini kayıran yasaların yapılmasını tetiklemektedir. Demokratik süreçlerin işleyişi için önemli zorluklara yol açan bağış kampanyaları şeffaflığı artırmak amacıyla ele alınmalı ve sınırlandırılmalıdır.
Avrupa Birliği Harris’in seçilmesinden yanadır
Başkan adayı Donald Trump, Avrupa ülkelerinin savunma bütçelerini artırması gerektiğini açıkça dile getirdiğine ve bu konuda ABD’nin onlara destek vermeyeceğini söylediğine göre, Avrupa Birliği (AB) Kamala Harris’in seçilmesinden yana tavırlar sergileyecektir. Bu bağlamda, Harris’in seçilmesi durumunda NATO’da daha iyi bir iş birliği sağlaması, ABD’nin ekonomik liderliğini destekleyerek Avrupa ülkelerine ve Ukrayna’ya yardımları sürdürmesi ve savunma konularında daha etkili olacağı düşünülmektedir. Trump’a göre ise, bu alanda yeterli yatırım yapmayan Avrupalı NATO üyeleri, ittifakın ortak savunma gücünden ve ABD desteklerinden yararlanmazlar.
Ekonomiyle ilgili geçmişine bakılırsa, Trump, Harris’ten çok daha başarılıdır. Fakat Avrupalı politikacılar Trump’ın önceki döneminde görülen vergi sorunlarının geri gelmesinden korktuklarını belirtiyorlar. Ayrıca Trump’ın AB ülkeleriyle uyumlu iş birliği yapmadığını ve seçildiği taktirde ekonomik sistemlerin ve ticari ilişkilerin işleyişinde sorunların çıkacağını vurgulayarak Harris’i tercih etmek istiyorlar.
Tek kutuplu dünya düzenine karşı BRICS+ yapılanması
Henüz net bir ekonomik ve siyasi programı bulunmayan BRICS+ yapılanması ABD merkezli tek kutuplu dünya düzenine karşı giderek bir cazibe merkezi olma potansiyeline sahiptir. BRICS+ bünyesindeki ülkelerin toplam nüfusu yaklaşık dünya nüfusunun yüzde 50’ne denk gelmektedir. Batı kapitalizmine güçlü bir alternatif olmaya aday görünen BRICS+ ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika Cumhuriyeti, İran İslam Cumhuriyeti, Mısır, Etiyopya, Birleşik Aap Emirlikleri) bulundukları bölgelerde önemli nüfuz potansiyeline sahip oldukları bilinmektedir. Ayrıca Azerbaycan’ın da BRICS’e katılmak için resmi başvuru yapması ve BRICS+ ülkeleri tarafından olumlu karşılanması önemli bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Sahip olduğu doğalgaz ve petrol kaynaklarına ve stratejik önemi bağlamında istikrarlı bir ülke olduğuna göre, Azerbaycan’ın BRICS+ yapılanmasına önemli katkı sağlayacağı öngörülmektedir. Aynı zamanda Türkiye’nin de birliğe üye olması BRICS+ ülkelerinin daha da güçlenmesini ve Batı’ya açılmasını sağlayacaktır.
İlerleyen yıllarda bilhassa Çin’in teknoloji alanında ABD’ye rakip olması ve artan ekonomik gücü ABD’nin bencil politikalarını değiştirmesine neden olabilir. Eğer BRICS+ ülkeleri gümrük birliği kurabilseler, ortak pazar oluşturabilseler ve ortak bir para birimi kabul edebilseler, birkaç sene sonra küresel ekonomide oyunun kurallarını değiştirmiş olacaklardır. BRICS+ ülkeleri jeopolitik, jeoekonomik ve jeostratejik etkileriyle ABD hegemonyasına karşı çıkma potansiyeline sahiptir. Tek kutuplu dünya düzenine dünya toplumunun tahammülü olmadığına göre, sancılı da olsa çok kutuplu dünya düzeninin ortaya çıkması kaçınılmazdır.
Dr. Sehavet NECİYEV