DÜNYADA DEMOKRASİLERİN DURUMU VE OTORİTER REJİMLERDEN DEMOKRASİYE GEÇİŞ MODELLERİ

upa-admin 05 Kasım 2024 89 Okunma 0
DÜNYADA DEMOKRASİLERİN DURUMU VE OTORİTER REJİMLERDEN DEMOKRASİYE GEÇİŞ MODELLERİ

Giriş

Otoriter rejimlerden demokrasiye geçiş, Siyaset Bilimi branşının Karşılaştırmalı Politika alanında Batı merkezli üniversitelerde çok ciddiye alınan ve sıklıkla bilimsel araştırmalara konu olan bir meseledir.

Özellikle 1990’ların başında Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nun yıkılmasıyla birlikte birçok yeni ve bağımsız devletin ortaya çıkması ve geçmişte totaliter/otoriter rejimlerle yönetilen bu devletlerin yeni dönemde demokrasi yönünde adımlar atmalarıyla bu konu daha da popüler hale gelmiştir. Bu bağlamda, genel bir yorum yapmak gerekirse, Avrupa kıtasındaki totaliter/otoriter rejimler Avrupa Birliği’nin (kısaca AB) ve Amerika Birleşik Devletleri’nin (kısaca ABD) maddi ve stratejik destekleri sayesinde, yetişmiş insan gücüne sahip olmalarının avantajlarını da kullanarak, demokratik rejimlere kolaylıkla geçiş yapabilmişlerdir. Çin ve Rusya gibi otoriter/totaliter siyasal gelenekten gelen etkili ve güçlü ülkelere daha yakın olan devletlerde ise -çoğu zaman-, demokratikleşme veya demokrasiye geçiş süreci genelde çok daha sorunlu olmuş ve ya bir ileri-iki geri adımlarla çalkantılı bir seyir izlemiş, ya da otoriter veya totaliter sistemlerin yeniden farklı bir şekilde kurumsallaşmasıyla neticelenmiştir.

Günümüzde Demokrasilerin Durumu

Günümüzde artan kutuplaşma, milliyetçilik, popülizm ve otoriter/totaliter rejimlerin yönetim başarısı nedeniyle demokratik gerileme yaşandığı bir vakıa olsa da, bu konuda otorite kabul edilen Freedom House (Özgürlük Evi) kuruluşunun güncel raporuna göre, dünyadaki toplam 195 resmi devletten 110’u demokrasi kabul edilmektedir. Türkiye de dahil 85 devlet ise seçimli demokrasi kategorisinde değerlendirilmemektedir.

The Economist’e göre dünyada demokrasinin durumu

Kaynak: https://www.statista.com/chart/18737/democracy-index-world-map/

Yukarıda yer alan ve bu konuda bir diğer önemli otorite kabul edilen The Economist‘in verilerine dayanan tablo incelendiğinde, lacivert ve mavi olarak gösterilen demokratik rejimlerin daha ziyade Kuzey Amerika, Avrupa ve Okyanusya kıtalarında yoğunlaştığı görülmektedir. Ayrıca mavi ve yeşil renkteki kusurlu demokrasiler de Güney Amerika kıtasında yoğun olarak yer almaktadır ki, bu ülkelerin gelecekte tam demokrasiye veya pekişmiş demokrasiye geçme ihtimalleri mevcuttur. Melez ve otoriter/totaliter rejimler ise mor ve kırmızı tonları ile gösterilmektedir ki, bu rejimlerin de daha ziyade Ortadoğu, Asya ve Afrika kıtalarında/bölgelerinde yoğunlaştığı ortadadır. Bu bağlamda denilebilir ki, demokrasi büyük ölçüde bir Anglo-Sakson ve Avrupalı Hıristiyan rejimi olarak kalmaya devam etmektedir.

Ancak Japonya, Güney Afrika ve Güney Kore gibi ülkeler -ki bunlara kusurlu demokrasi olarak Hindistan, Brezilya, Arjantin, Moğolistan, Namibya ve Endonezya gibi devletler de eklenebilir- demokratikleşmenin farklı coğrafyalarda ve otoriter/totaliter devletlere yakın veya onlarla yakın ilişki içerisindeyken de gelişebileceğinin ispatlanması bağlamında değerlidir. Nitekim Çin’in komşusu Moğolistan‘daki demokratik pekişme, BRICS kurucularından Brezilya‘da ve yine etkili bir Latin Amerika demokrasisi olan Şili‘de demokrasiyi ve özgürlükleri ABD’ye yakın aşırı sağcı siyasal akımlar ve liderlerin (Şili’de ABD destekli darbeci ve faşist Augusto Pinochet rejimi ve Brezilya’da otoriter eğilimli Bolsonaro hükümeti) değil, ABD ve Batı Bloku’na daha mesafeli siyasal akımların (Brezilya’da Lula da Silva, Şili’de Amerikan karşıtı sol parti ve liderler) savunması ve Namibya‘da giderek gelişen demokratik rejim, Batı menşeli demokratikleşme teorisindeki çelişkileri ortaya koyması bağlamında oldukça önemlidir. Yine ABD ve Birleşik Krallık gibi ülkelerin yakın geçmişte Güney Afrika’daki apartheid rejimi veya günümüzde İsrail’in yaptıkları insanlık dışı uygulamalar karşısında sessiz kalmaları da, Batı demokrasilerinin makyajının aktığı önemli örnekler olarak tarihe geçmiştir/geçmektedir.

Otoriter Rejimlerden Demokrasiye Geçiş Modelleri

Otoriter ya da totaliter sistemlerden çok partili demokratik bir siyasal sisteme geçiş olgusu, Siyaset Bilimi’nin Karşılaştırmalı Politika alanında en çok araştırılan meselelerin başında gelmektedir. 1950 yılında Türkiye’de yaşanan dönüşüm gibi başarılı örnekleri olsa da, aslında demokrasiye geçiş son derece riskli bir olgudur ve genellikle olağan dönemlerde başarıyla sonuçlanmamaktadır. Bu bölümde, Prof. Dr. Ergun Özbudun’un Türk Siyasal Hayatı adlı kitabındaki bazı görüşlerinden yola çıkarak demokrasiye geçiş modellerini açıklamaya çalışacağım.

Öncelikle, demokrasiye geçiş konusunda üç temel model olduğunu belirtmekte fayda var. İlki, ruptura adı verilen ve yürürlükteki kurumsal düzenlemelerden ani bir kopuşu temsil eden modeldir. Bu modelde, mevcut sistemin çöküşü ardından yeni ve demokratik bir rejim kurulur. Sovyetler Birliği’nin dağılması ardından Rusya Federasyonu’nun kurulması buna bir örnektir. Yine Almanya ve İtalya’da faşist rejimlerin İkinci Dünya Savaşı’nda alınan mağlubiyetlerin ardından çökmesinin neticesinde bu ülkelerde kurulan çok partili demokrasiler bu modele uygun örneklerdir. Devrim yoluyla demokrasiye geçişler de (örneğin Çekoslovakya’daki Kadife Devrim) bu modele uygun örneklerdir. İlginç bir şekilde, askeri darbeler sonrasında da çok partili demokratik hayata geçilebilir. Türkiye’de 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında yaşanan ve Cumhuriyet tarihinin en özgürlükçü metinlerinden olan 1961 anayasası ile neticelenen demokratik dönüşüm ve yine Portekiz’de 1974’teki Karanfil Devrimi (temelde halk destekli bir askeri darbedir) sonrasında yaşanan hızlı demokratikleşme süreci, bu açıdan oldukça ilginç örneklerdir. Bu model, hızlı dönüşümü içermesi nedeniyle bazı aksaklıklara da yol açabilir. Ancak halkta büyük öfke birikimine yol açmış iktidarların olması durumunda, bu model kaçınılmaz hale gelebilir.

İsmet İnönü

İkinci model, reforma adı verilen ve iktidar sahiplerinin bilerek ve isteyerek kendi kontrollerindeki devleti reform yoluyla çok partili demokrasiye hazır hale getirmeleri sonucunda ortaya çıkan demokratik geçiştir. Belki de en ideal model olan bu olgu, genelde otoriter, totaliter veya diktatoryal yönetimlerin demokrasiye sıcak bakmaması nedeniyle nadiren başarılı şekilde gerçekleşebilir. Bu bağlamda, Türkiye’de İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde CHP’nin tek partili yönetiminden Demokrat Parti’nin iktidara geldiği çok partili sisteme geçilmesi, büyük ve tarihi bir başarıdır. Nitekim çok partili siyasal hayata geçiş için gerekli yasal altyapı oluşturulduktan sonra, Milli Şef İsmet İnönü, 12 Temmuz Beyannamesi olarak adlandırılan 1947 yılındaki ünlü konuşmasıyla tarafsız bir Cumhurbaşkanı olarak davranmaya başlamış ve DP’nin iktidar yolunu açmıştır.

Üçüncü model ise, pactada (pakt yoluyla sözleşmeli geçiş) adı verilen ve bir ülkedeki iktidar sahiplerinin güç dengelerinin kendi aleyhlerine değiştiğini görerek bir anlaşma yoluyla iktidarı başka bir güce devretme modelidir. İspanya’daki General Franco dönemi ardından yaşanan çok partili demokrasiye geçiş süreci (Transición Demócratica) bunun en mükemmel örneğidir. Yeni bir Kurucu Meclis’in seçilmesi ve otoriter yönetimde ısrarcı olanların tasfiyesini içeren bu süreç, İspanya’da da hiç de kolay olmamış ve bu dönemde bir Avrupa ülkesi olan İspanya’da başarısız bir askeri darbe girişimine bile şahit olunmuştur.

Pactada ve özellikle de reforma modelleri açısından kritik bir unsur da ılımlılar ve radikallerle alakalıdır. Ilımlılar, siyasette köktenci ve hızlı bir dönüşümden yana olmayan ve aşırılıklara karşı olan kişiler olarak tanımlanabilirler. Bu bağlamda, liberalizm, sosyal demokrasi ve muhafazakâr demokrasi günümüzdeki en önemli ılımlı ideolojilerdir. Radikaller ise, bir görüşe sıkı sıkıya bağlı ve çok sert değer yargıları olan kişileri kastetmek için kullanılır. Günümüzdeki radikal ideolojiler ise, faşizm, komünizm ve İslamcılık olarak sıralanabilir. Demokrasiye geçiş süreçlerinde her iki tarafta da (iktidar ve muhalefet) ılımlı aktörlerin olması bir avantajdır. Bu noktada karşımıza şöyle bir tablo çıkar:

İKTİDARDA ILIMLILAR vs. MUHALEFETTE ILIMLILARDEMOKRASİ
İKTİDARDA RADİKALLER vs. MUHALEFETTE ILIMLILAROTORİTERLEŞME
İKTİDARDA ILIMLILAR vs. MUHALEFETTE RADİKALLERDEVRİM
İKTİDARDA RADİKALLER vs. MUHALEFETTE RADİKALLERİÇ SAVAŞ

Sonuç

Türkiye’de yeni dönemde demokrasiye geçiş, sivil anayasa ve Kürt Sorunu’nun çözüme kavuşturulması gibi hususlardan bahsedilirken, akılcı bir çaba, bu konuda daha önce diğer ülkelerde yaşanan örnekleri incelemek ve mümkünse her iki tarafta da ılımlıların hâkim olacağı bir siyasal sistemi kurgulamak olacaktır. Türkiye için bence en uygun model pactada olarak belirmektedir ki, yeni dönemde siyasetin kurallarının belirlenmesi için üç büyük partinin (AK Parti, CHP ve MHP) ve Kürt muhalefetinin de katılımıyla sivil bir anayasa yapılarak yeni düzenin kurulması ve sonrasında anayasa referandumu ile birlikte demokratik bir seçimle düzenin geleceğine karar verilmesi bence son derece doğru, akılcı ve barışçıl bir geçiş sürecini sağlayabilir. Aksi durumda ise, muhalefetin radikal unsurlarının da etkisiyle iktidarı bırakmak istemeyen veya bırakmaya cesaret edemeyen otoriter eğilimli yönetim ve iktidarı devrimci bir geçişle ve önceki döneme kin güderek devralmak isteyen devrimci muhalefetin çarpışmasından çok sert bir siyasal iklimin ortaya çıkacağını ve bunun Türkiye’yi birçok zorluğa sürükleyeceğini öngörmek için kâhin olmaya gerek yoktur. Bu zıtlaşma durumunda ise, Türkiye’nin, iktidarın çökmesi halinde demokrasiye hızlı şekilde geçebileceği gibi, iktidarın gücünü koruması halinde daha koyu bir otoriterliğe geçmesi de mümkündür ki, Türkiye’nin Batı dünyası ile sorunlu ilişkileri ve Rusya ve Çin gibi ülkelerle gelişen ekonomik ve siyasi ilişkileri de bu trendi güçlendirmektedir.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

KAYNAKÇA

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.