RUSYA’DA TERÖR SUÇLARININ ANATOMİSİ

upa-admin 15 Temmuz 2025 675 Okunma 0
RUSYA’DA TERÖR SUÇLARININ ANATOMİSİ

Giriş

Son beş yıl, Rusya Federasyonu’nda terör suçlarının hem kavramsal, hem de pratik anlamda yeni bir evreye taşındığı bir dönem olarak öne çıkmaktadır. Klasik terörle mücadele söyleminin ötesine geçen devlet pratiği, artık yalnızca fiziksel saldırılarla sınırlı kalmayan, ideolojik destekten dijital etkileşime kadar uzanan son derece geniş ve esnek bir “tehdit” tanımı üretmiştir. Özellikle 2022 yılında Ukrayna Savaşı’nın başlamasıyla birlikte, Kremlin’in “içeride ve dışarıda tehdit” anlatısı hem yasal düzenlemelere, hem de toplumsal psikolojiye damgasını vurmuş; ülke genelinde terör suçlarına ilişkin istatistiklerde dramatik bir artışa neden olmuştur.

Resmi verilere göre, 2020’de yüzlerle ifade edilen terörle bağlantılı suçlar, birkaç yıl içinde binli rakamlara ulaşmış; 2024 yılında ise ülke genelinde hem fiili saldırı girişimlerinde, hem de “aşırılıkçılığa teşvik” ve “propaganda” başlıkları altında yargılamalarda gözle görülür bir patlama yaşanmıştır. Crocus City Hall ve Dağıstan saldırıları gibi çarpıcı vakalar ise, hem gerçek güvenlik risklerinin varlığını, hem de Kremlin’in bu riskleri siyasal kontrolün meşru zemini hâline getirme stratejisini aynı anda açığa çıkarmaktadır.

Bu makalede, Rusya’daki terör suçlarının son beş yıldaki seyri, yasal tanımın genişlemesinden istatistiki patlamalara, çarpıcı vaka analizlerinden devletin güvenlik paradigmasındaki dönüşüme kadar çok katmanlı biçimde ele alınacaktır. Amaç, mevcut istatistiklerin ve politika değişikliklerinin, yalnızca ülkenin güvenlik ihtiyacına değil, aynı zamanda otoriter yönetimin iç istikrarı tesis etme ve muhalefeti bastırma reflekslerine nasıl hizmet ettiğini gösterebilmektir.

Rus Ceza Yasasında Terör Suçları

Rusya Federasyonu’nda “terör suçu” kavramı, Batılı güvenlik hukuklarıyla kıyaslandığında son derece geniş ve esnek biçimde tanımlanmakta; yalnızca klasik anlamda fiziksel saldırılar veya bombalı eylemler değil, ideolojik motivasyon, sözlü ya da yazılı destek, hatta pasif sosyal medya etkileşimleri dahi terör suçu kapsamına alınabilmektedir. 1996 tarihli Rusya Ceza Kanunu’nun 205. maddesi, terörizmi “siyasi, ideolojik, ırksal, dini ya da benzeri amaçlarla halkı korkutmak, kamu güvenliğini tehlikeye atmak veya devlet organlarını kararlarından vazgeçmeye zorlamak amacıyla gerçekleştirilen şiddet eylemleri” şeklinde tanımlar. Ancak uygulamada bu tanımın sınırları, devletin güvenlik kaygıları ve siyasal ajandasına göre sürekli yeniden şekillendirilmektedir.

2016 yılında yürürlüğe giren ve “Yarovaya Yasaları” olarak bilinen düzenlemeler, bu eğilimi belirgin şekilde hızlandırmıştır. Söz konusu yasa paketiyle birlikte, terörle mücadele gerekçesiyle dijital iletişim alanı ve toplumsal muhalefet üzerinde sıkı bir kontrol mekanizması kurulmuştur. Örneğin, yalnızca eylemde bulunanlar değil, çevrim içi ortamda “sempati” gösterenler, bir gönderiye “beğeni” bırakanlar veya herhangi bir şekilde devletin “aşırılıkçı” ya da “terörist” olarak tanımladığı gruplara eleştirel yaklaşmayanlar dahi suçlu konumuna düşebilmektedir. “Terör propagandası” ve “aşırılıkçılığa teşvik” başlıkları altında açılan davalarda, sadece düşünce beyanı ya da dijital ortamda yapılan bir paylaşım, yıllarca hapis cezası için yeterli görülmektedir.

Bu süreçte, Federal Güvenlik Servisi (FSB) pratikte yargı mekanizmasının da ötesine geçen bir belirleyiciye dönüşmüş durumdadır. Ceza Kanunu’nda sıkça rastlanan muğlak kavramlar — örneğin, “kamu düzenine tehdit”, “devlet otoritesini zayıflatma”, “toplumsal huzuru bozma” gibi ifadeler — FSB ve güvenlik kurumlarının takdirine açık, keyfi bir müdahale alanı yaratmaktadır. Böylece, rejim tarafından riskli veya muhalif kabul edilen hemen her grup veya birey, “terörist yapılanma” kategorisine sokulabilir hâle gelmektedir.

2022 yılında Ukrayna savaşı ile birlikte çıkarılan yeni yasa değişiklikleri ise, bu süreci daha da politize etmiştir. Artık, yalnızca doğrudan eylemler değil, “Rusya ordusunun itibarını zedelemek”, askeri operasyonlar hakkında eleştirel paylaşımda bulunmak veya savaş karşıtı bir tutum sergilemek de “terör suçlaması” kapsamında değerlendirilebilmektedir. Böylelikle, terörle mücadele retoriği, siyasal sadakatsizliği cezalandırmanın yasal zemini hâline gelmiştir. Bu bağlamda, Rusya’da “terör” kavramı artık yalnızca güvenlik tehdidinin değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasal kontrolün merkezi bir aracı olarak işlev görmektedir. Gerçek terör tehdidinin bulunduğu bir ülkede bu kadar geniş, esnek ve yoruma açık bir yasa pratiği hem kamu güvenliği, hem de hukuk devleti standartları açısından ciddi tartışmalar doğurmaktadır. Özellikle muhalifler, gazeteciler, insan hakları savunucuları ve dini azınlıklar için “terör” kavramının devlet politikasıyla iç içe geçtiği, öngörülemez ve keyfi bir baskı rejimi yaratmaktadır.

İstatistiksel Veriler (2020–2024)

Rusya’da terör suçlarına ilişkin resmi istatistikler, 2020–2024 döneminde kayda değer bir artış ivmesi göstermektedir. Ancak bu yükseliş, çoğu zaman yüzeydeki “güvenlik tehdidinin artışı” ile açıklansa da, arka planda yasal tanımın genişlemesi, cezai pratiklerin sertleşmesi ve siyasal denetimin yoğunlaşması ile doğrudan bağlantılıdır. Federal Güvenlik Servisi (FSB) ve İçişleri Bakanlığı tarafından yayımlanan yıllık raporlar, özellikle 2022 yılından itibaren terörle bağlantılı suçlarda niteliksel ve niceliksel bir sıçrama olduğunu ortaya koymaktadır.

2020 ve 2021 yıllarında kaydedilen terörle bağlantılı suç sayıları görece düşük seviyelerde kalmıştır. Bu dönemde, yıllık ortalama 300 ila 500 arasında terör suçu kayda geçerken, bunların büyük bir kısmı daha ziyade radikal örgüt üyeliği veya hazırlık aşamasındaki küçük çaplı girişimlerle sınırlıydı. Fakat 2022 yılına gelindiğinde tablo hızla değişmiştir. Ukrayna Savaşı’nın başlamasıyla birlikte, Rusya’da terörle mücadele retoriği yalnızca güvenlik önlemlerini değil, toplumun tamamı üzerinde yoğunlaştırılmış bir kontrol mekanizmasını da beraberinde getirmiştir. 2022’de terör suçlarının sayısı yaklaşık 1.200’e ulaşmış, bu artış, savaş ortamında yükselen “milli seferberlik” atmosferinin ve devletin giderek daha fazla alanı “tehdit” olarak kodlamasının bir yansıması olmuştur.

2023 yılında bu eğilim çok daha belirgin bir hâl almıştır. Resmi verilere göre yıl genelinde 2.382 terörle bağlantılı suç işlenmiştir; bu oran, bir önceki yıla kıyasla yaklaşık % 80’lik bir artışı göstermektedir. Ancak asıl çarpıcı tablo 2024 verilerinde karşımıza çıkar: 3.714 terör suçu kaydedilmiş, bu vakaların 1.191’i doğrudan saldırı veya saldırı girişimi olarak sınıflandırılmıştır. Geriye kalan binlerce olay ise genellikle “örgüt üyeliği”, “propaganda”, “ideolojik destek”, “aşırılıkçı içerik yayma” gibi çok geniş bir suç yelpazesinde yer almıştır.

Aynı dönemde FSB’nin açıklamalarına göre, 2024’te 190 planlı terör eylemi önceden engellenmiş, 1.700’den fazla şüpheli gözaltına alınmış, 5.500 adet silah ve 100.000’den fazla mühimmat ele geçirilmiştir. İlk bakışta bu istatistikler, güçlü bir devletin teröre karşı kararlı duruşunu yansıtıyor gibi görünse de, aslında sayıların arkasında daha karmaşık bir gerçeklik yatmaktadır. Zira bu artış, yalnızca gerçek terör tehdidinin büyümesiyle değil, devletin terör kavramını giderek daha fazla eylem türünü kapsayacak biçimde genişletmesiyle de ilgilidir. Bu süreçte, muhalif görüşlerin bastırılması, savaş karşıtlarının sistematik şekilde yargılanması ve bazı dini grupların “aşırılıkçı yapı” olarak etiketlenmesi, istatistikleri teknik bir güvenlik raporundan ziyade, siyasal bir kontrol tablosuna dönüştürmüştür.

Ayrıca, yıllık olarak yayınlanan bu verilerin birçoğu, Rusya’da güvenlik kurumlarının şeffaflık düzeyi düşük, dış denetime kapalı yapısı nedeniyle bağımsız araştırmacılar tarafından sınırlı ölçüde teyit edilebilmektedir. Yine de genel trend açıktır: Terörle mücadele başlığında üretilen rakamlar, Kremlin’in hem iç kamuoyunu konsolide etme hem de dış dünyaya “istikrar ve kararlılık” mesajı verme stratejisinin bir uzantısı olarak işlev görmektedir.

Sonuç olarak, Rusya’da terör suçlarına dair istatistiklerdeki dramatik yükseliş, ülkenin güvenlik mimarisinde yaşanan yapısal değişimlerin hem göstergesi hem de aracıdır. Terör tehdidi, bir yandan gerçek bir güvenlik problemi olmaya devam ederken, diğer yandan devletin muhalefet, sivil toplum ve farklı kimlik grupları üzerindeki denetimini yoğunlaştırmanın aracı hâline gelmiştir.

Vakalar Üzerinden Gerçeklik Analizi

Soyut verilerin ötesine geçildiğinde, Rusya’daki terör tehdidinin gerçek boyutunu anlamak için son yıllarda yaşanan belirli saldırıların ve olayların detaylı biçimde incelenmesi gerekmektedir. Özellikle 2024 yılı içinde gerçekleşen iki büyük olay – Crocus City Hall saldırısı ve Dağıstan eş zamanlı saldırıları – bu bağlamda hem devletin güvenlik açığını, hem de kamuoyuna sunulan tehdit anlatısının nasıl şekillendiğini anlamak açısından kritik önemdedir.

(1) Crocus City Hall Saldırısı: 22 Mart 2024’te Moskova’nın kuzeybatısında, Krasnogorsk’ta bulunan Crocus City Hall konser salonuna düzenlenen silahlı saldırı, Rusya’da sivillere yönelik son yılların en kanlı terör eylemi olarak kayıtlara geçti. Konserin başlamasından hemen önce binaya giren dört saldırgan, otomatik silahlarla salondaki izleyicilerin üzerine ateş açtı ve ardından binayı ateşe verdi. Yetkililerin verilerine göre saldırıda en az 145 kişi yaşamını yitirdi, 550’den fazla kişi ise yaralandı. Rusya’daki modern terörizm tarihinde Dubrovka Tiyatrosu (2002) ve Beslan okul baskını (2004) gibi olaylarla kıyaslanabilecek bu saldırı, halkın zihninde kalıcı bir travma yarattı.

Eylemin sorumluluğu, Afganistan merkezli radikal yapı ISIS-K (Horasan Vilayeti) tarafından üstlenildi. Bu açıklama, Kremlin için stratejik bir avantaj sundu: Saldırı, yalnızca iç güvenlik zaaflarını değil, aynı zamanda Rusya’nın Orta Asya ve Güney Asya’daki jeopolitik angajmanlarının radikal gruplarla doğrudan temas riskini de görünür kıldı. Özellikle Taliban sonrası Afganistan’dan yayılan cihatçı yapıların, Orta Asya üzerinden Rusya’ya sızabileceği tezi, saldırıyla birlikte somut bir güvenlik gündemi hâline geldi.

Ancak saldırının yankıları yalnızca uluslararası düzlemle sınırlı kalmadı. İçeride, güvenlik bürokrasisinin yapısal zaafları, istihbarat birimleri arasındaki eşgüdüm eksiklikleri ve terörle mücadelede alınan “önleyici tedbirlerin” yüzeysel kalmış olması, kamuoyunda güven bunalımına neden oldu. Kremlin’in bu saldırıya verdiği yanıt, salt bir güvenlik sorunu çözme çabası değil, aynı zamanda “ulusal birlik” söylemiyle iç cephede sıkılaşmayı meşrulaştırma hamlesi olarak da okunmalıdır.

(2) Dağıstan Eylemleri: 23 Haziran 2024’te Dağıstan Cumhuriyeti’nde gerçekleşen eş zamanlı saldırılar, Rusya’nın güneyinde hâlen çözülmemiş bir radikalleşme potansiyelinin bulunduğunu ortaya koydu. Derbent’teki sinagog ve Mahaçkale’deki Ortodoks kilisesi hedef alınarak gerçekleştirilen bu eylemlerde, toplam 22 kişi hayatını kaybetti, onlarca kişi yaralandı. Saldırıların sembolik niteliği dikkat çekiciydi: Müslüman radikallerin hem Yahudi, hem Hıristiyan hedefleri aynı anda seçmesi, eylemin arkasındaki ideolojik motivasyonu ve daha büyük bir dinsel çatışma kurgusunu işaret ediyordu.

Faillerin yerli olmaları – yani Dağıstan doğumlu gençlerden oluşmaları – Kremlin açısından son derece rahatsız edici bir durumu teyit etti: Bölgesel radikalleşme yalnızca dış kaynaklı değil, iç üretimli bir tehdit hâlindeydi. 2000’li yılların başında Çeçenya’daki çatışmalardan Dağıstan’a yayılan ve zamanla bastırıldığı düşünülen cihatçı gruplar, sosyoekonomik eşitsizlikler, işsizlik ve merkezî iktidarın dışlayıcı politikalarıyla beslenerek varlıklarını sürdürmüş görünmektedir.

Bu saldırılar, Kremlin’in yıllardır uyguladığı “güvenlik merkezli entegrasyon” modelinin iflas ettiğini de ortaya koydu. Moskova, Dağıstan gibi bölgelerde sadakat üreten bir yönetim modeli kurmaktan ziyade, merkezden atanan elitler ve baskı aygıtlarıyla geçici dengeyi korumayı hedeflemişti. Ancak bu strateji, yerel halk ile devlet arasında sürekli bir gerilim hattı üretti. Dinî eğitim kurumlarının kapatılması, dini figürlerin kriminalize edilmesi ve güvenlik güçlerinin sistematik baskıları, radikalizmin taban bulmasını kolaylaştırdı.

(3) Saldırıların Devlet Aygıtındaki Yankısı: Crocus ve Dağıstan saldırıları, kamuoyunda büyük bir şok etkisi yaratırken Kremlin açısından aynı zamanda bir “siyasi fırsat penceresi” sundu. Her iki olay sonrasında Başkan Vladimir Putin’in söylemlerinde belirgin bir sertleşme gözlendi. “Teröristlerin kökünün kazınacağı” vurgusu, yalnızca fail yapıların değil; onların destekçisi olarak tanımlanan muhalif, eleştirel veya farklı düşünen çevrelerin de hedefe konulacağının işaretiydi. Nitekim saldırıların ardından geçen haftalarda, sosyal medyada paylaşım yapan onlarca kişi “terörü övdüğü” veya “devletin otoritesini sarstığı” gerekçesiyle gözaltına alındı.

Bu süreçte FSB’nin yetkileri genişletildi; özellikle siber denetim, çevrim içi izleme ve ifade suçlarına yönelik istihbari faaliyetler artırıldı. Devlet televizyonlarında saatlerce saldırı görüntüleri yayınlanarak kamuoyunda tehdit algısı diri tutuldu. Böylece “olağanüstü durum” atmosferi kalıcılaştırıldı ve bu atmosfer, siyasi muhalefeti bastırma, sivil toplumu sindirme ve anayasal reformlara zemin hazırlama gibi stratejik amaçlar doğrultusunda araçsallaştırıldı.

Bütün bu gelişmeler, Crocus ve Dağıstan saldırılarının yalnızca güvenlik zaaflarının ürünü olmadığını, aynı zamanda Putin rejiminin iç siyasal mimarisine entegre edilen kriz yönetimi doktrinini güçlendirdiğini göstermektedir. Terör saldırıları, bir yandan gerçek bir güvenlik sorununun varlığını teyit ederken, diğer yandan otoriter devlet reflekslerinin meşruiyet zemini olarak kullanılmaktadır. Bu ikili yapı, Rusya’daki güvenlik-politika ilişkisini anlamak açısından kritik önemdedir.

Crocus City Hall ve Dağıstan saldırıları sonrasında Rus devletinin verdiği tepki, yalnızca taktiksel değil, aynı zamanda doktrinel bir güvenlik dönüşümüne işaret etmektedir. Vladimir Putin’in saldırılardan sonraki ilk açıklamalarında kullandığı dil, Rusya’nın artık “klasik terörle mücadele” anlayışını geride bıraktığını, yeni dönemde çok daha kapsayıcı, önleyici ve içe dönük bir güvenlik paradigmasına geçildiğini göstermiştir.

İlk olarak, Federal Güvenlik Servisi (FSB) merkezli güvenlik aygıtı, olayları fırsata çevirerek yasal ve kurumsal yetki alanını genişletmiştir. 2024 yılının Nisan ayında alınan kararla, FSB’ye doğrudan İçişleri Bakanlığı’na bağlı birimlere müdahale etme ve soruşturma açma yetkisi tanınmıştır. Bu düzenlemeyle, klasik kolluk kuvvetlerinin üzerinde konumlanan, neredeyse yarı-yargı gücüne sahip bir istihbarat aygıtı yaratılmıştır. Aynı süreçte, sivil toplum kuruluşlarına yönelik denetimler sıkılaştırılmış, özellikle etnik, dini ya da ideolojik temelli çalışan kuruluşlar “gizli terör ağlarının” parçası oldukları gerekçesiyle baskı altına alınmıştır.

İkinci olarak, hukuki çerçevede yapılan düzenlemeler, Rusya’da “önleyici güvenlik devleti” modelinin kurumsallaştığını göstermektedir. 2022 yılında yürürlüğe giren ve savaş sonrası dönemde hızla genişletilen kanuni paketlerle birlikte, yalnızca terör eylemleri değil; “terörü öven”, “destekleyen”, hatta “sessiz kalan” bireyler dahi yargılamalara konu olmaktadır. Ceza Kanunu’nun 205. maddesinin yanı sıra, aşırılıkçılıkla mücadeleyi düzenleyen 280. ve 282. maddeler de yaygın biçimde kullanılmakta; böylece klasik bir güvenlik tehdidi olarak terörizm, neredeyse her türlü siyasal muhalefetin içine sindirilebileceği esnek bir zemine dönüşmektedir.

Devletin bu sertleşen güvenlik anlayışı, yalnızca yasal araçlarla değil, toplumsal psikoloji ve medya stratejisi yoluyla da inşa edilmektedir. Devlet televizyonları, Crocus saldırısının ardından günlerce saldırı görüntülerini döngüsel olarak yayınlamış; güvenlik kameralarından alınan kesitler, dramatik müzik eşliğinde kamuoyuna sunulmuştur. Bu estetikleştirilmiş şiddet anlatısı, yalnızca saldırının vahametini değil, aynı zamanda devletin mutlak kontrol ihtiyacını da meşrulaştırmıştır. “İç tehdit her yerdedir” algısı, yalnızca fiziksel önlemlerle değil, vatandaşların birbirlerini gözlemlemesi, ihbar sistemlerinin etkinleştirilmesi ve medya üzerinden yürütülen sürekli bir korku mobilizasyonuyla beslenmektedir.

Kısacası, son yıllarda tırmanan terör vakaları, Rusya’nın yalnızca dışarıdan gelen tehditlere değil, içeride tanımlanan “potansiyel düşmanlara” karşı da kapsamlı bir güvenlik mimarisi kurduğunu göstermektedir. Bu mimari, yalnızca istihbarat kurumlarının güçlenmesi değil, aynı zamanda toplumsal ilişkilerin yeniden biçimlenmesi, hukuk devletinin esnetilmesi ve siyasal muhalefetin kriminalize edilmesi gibi çok katmanlı bir dönüşümle şekillenmektedir. Devletin verdiği tepki, artık yalnızca teröre değil; itaatsizliğe, eleştiriye ve çoğulculuğa karşı da tetikte bir sistem kurduğuna işaret etmektedir.

Sonuç

Son beş yılın Rusya’sında “terör suçu” kavramı, klasik güvenlik mantığının çok ötesine taşınmış; yalnızca gerçek tehditlere karşı alınan önlemler değil, aynı zamanda siyasal ve toplumsal düzenin yeniden dizaynı için kullanılan kapsamlı bir kontrol aracına dönüşmüştür. Terörle mücadele başlığı altında üretilen yasal düzenlemeler, istatistiksel veriler ve medya anlatıları, ülkenin güvenlik mimarisini radikal biçimde yeniden şekillendirirken, toplumun her katmanında bir gözetim ve tedirginlik atmosferi yaratmıştır.

İstatistiklerdeki dramatik yükseliş, yüzeyde artan bir tehdit algısı üretse de, arka planda devletin “terör” tanımını sürekli genişletmesiyle yakından ilişkilidir. Crocus City Hall ve Dağıstan gibi kitlesel saldırılar, gerçek bir güvenlik zaafına işaret etmekle birlikte, bu vakaların kamuoyunda ve devlet aygıtında nasıl araçsallaştırıldığı, Kremlin’in iç istikrar ve otorite üretme stratejilerinin en açık göstergesidir. Terörle mücadele adı altında yürütülen uygulamalar, yalnızca şiddet eylemlerine değil, aynı zamanda muhalif düşünceye, sivil toplum faaliyetlerine ve hatta sıradan dijital etkileşimlere de yönelmektedir.

Kısacası, Rusya’da terör suçlarına dair güncel tablo, devletin güvenlik gerekçesiyle siyasal alanı daraltmasının ve toplumu kontrol altında tutma arzusunun bir yansıması olarak okunmalıdır. Gerçek terör tehdidinin varlığı, bu politikaların meşruiyet temelini oluştururken; tanımın genişliği ve uygulamanın keyfiliği, hukuk devleti ve bireysel özgürlükler açısından kalıcı bir risk kaynağı hâline gelmektedir. Rusya örneği, modern güvenlik devletinin sınırlarının ve imkanlarının, otoriter siyasal düzenlerde nasıl esnetilebileceğini çarpıcı biçimde gözler önüne sermektedir.

Sadık ARPACI
Uluslararası İlişkiler, Rusya Uzmanı

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.