RUSYA İLE UKRAYNA ARASINDAKİ SİYASİ, ETNİK, DİLSEL VE DİNİ TOPLUMSAL VE KÜLTÜREL FARKLAR

upa-admin 20 Temmuz 2025 798 Okunma 0
RUSYA İLE UKRAYNA ARASINDAKİ SİYASİ, ETNİK, DİLSEL VE DİNİ TOPLUMSAL VE KÜLTÜREL FARKLAR

Giriş

Rusya ve Ukrayna arasındaki toplumsal farklılıklar, günümüzde yalnızca iki devletin jeopolitik çatışmaları ya da güncel savaş dinamikleri üzerinden açıklanamayacak kadar derin, çok katmanlı ve tarihsel olarak karmaşıktır. Son yıllarda Rusya uzmanı olarak akademik ve profesyonel ortamlarda en sık karşılaştığım soruların başında, “Rusya ile Ukrayna gerçekten kardeş mi?”, “Bu iki toplum arasında sahiden bir fark var mı?”, “Aynı dili konuşmuyorlar mı?” gibi yüzeysel ve çoğu zaman yanıltıcı klişeler geliyor. Gerek popüler medya, gerekse uluslararası tartışmalarda, iki ülkenin “Slav kökenli” olmaları, bir dönem aynı imparatorluk ya da Sovyet sisteminin parçası olarak yaşamaları, çoğu kez “ortaklık” ya da “kardeşlik” anlatılarıyla açıklanmaya çalışılıyor. Ancak gerçekliğin çok daha karmaşık, çok katmanlı ve çoğu zaman çatışmalı olduğunu anlamak için tarihe, toplumsal yapıya, kültürel kimliklere ve kolektif hafızaya daha yakından bakmak gerekiyor.

Birbirine yakın coğrafyalarda gelişmiş, kimi dönemlerde benzer siyasi yapıların parçası olmuş, hatta ortak travmalar ve toplu hafızalar üzerinden şekillenmiş iki toplumun zaman içinde ne kadar farklı yörüngelere savrulabildiğini görmek, günümüz tartışmalarında çoğu zaman gözden kaçırılıyor. Ukrayna ve Rusya’nın tarihsel gelişimi, kimlik inşası, dil politikaları, dini ve kültürel aidiyetleri; yalnızca ortak köklerden beslenen değil, aynı zamanda derin ayrışmalar, farklılaşan toplumsal deneyimler ve bazen de zıt kutuplara yönelen toplumsal projeler üretmiştir.

Bugün Ukrayna ile Rusya arasındaki “fark”ı basite indirgeyen anlatılar, çoğunlukla yüzeyde kalan dilsel benzerlikler ya da geçmişteki siyasi birlikteliklere odaklanıyor. Oysa iki toplumun kimliği; köken, dil, din, kolektif hafıza, sosyal normlar ve siyasal kültür bakımından sürekli olarak yeniden inşa edilen, dönem dönem çatışan ve birbirine mesafe koyan bir evrime sahiptir. Ukraynaca ile Rusça’nın “neredeyse aynı dil” olduğu, iki halkın “kardeş” olduğu ya da aynı kimlikten türediği yönündeki yaygın görüşler, hem tarihsel, hem de güncel verilerle ciddi şekilde çelişmektedir. Bugün artık Rusya’da sıradan bir vatandaşın Ukraynaca bir metni, romanı ya da resmi belgeyi anlamakta zorlanması, yalnızca dilsel bir farklılık değil, aynı zamanda iki toplumun kolektif kimliğinde ne kadar derin ayrışmalar olduğunu da ortaya koyuyor.

Bu makalede, Rusya ve Ukrayna toplumlarını ayıran tarihsel, etnik, dilsel, dini ve kültürel katmanlar, sistematik bir şekilde ele alınacaktır. Amaç, “ortaklık” ya da “kardeşlik” söylemlerinin ötesinde, iki ülkenin toplumsal dokusunu belirleyen yapısal farkları ve bu farkların günümüzde nasıl yeniden üretildiğini ortaya koymaktır. Çünkü ancak bu derin okuma ile hem bölgesel çatışmaların arka planı, hem de Ukrayna toplumunun kendini neden ve nasıl farklı bir yolda konumlandırdığı daha iyi anlaşılabilir.

Toplumsal kimliklerin böylesine akışkan ve katmanlı olduğu bir coğrafyada, kalıp yargıların ötesine geçmek, tarihsel arka planı, etnik ve kültürel çeşitliliği, dilin simgesel gücünü, dinin ve siyasal kültürün dönüşümünü bütüncül bir bakış açısıyla analiz etmek gerekir. Bu metin, işte bu gerekliliğin bir sonucu olarak hazırlandı ve Rusya-Ukrayna ilişkilerini anlamak isteyen herkese “fark” kavramını klişelerden kurtaracak sağlam bir toplumsal zemin sunmayı amaçlamaktadır.

1. Tarihsel Okuma

Rusya ile Ukrayna arasındaki toplumsal farklılıkların kökeni, yalnızca son yüzyıla veya güncel jeopolitik gelişmelere indirgenemeyecek kadar derin ve katmanlıdır. Her iki toplumun tarihsel olarak aynı coğrafyada şekillenen, kimi zaman iç içe geçen, kimi zaman ise keskin biçimde ayrışan deneyimleri; günümüzde kimlik, dil, toplumsal değerler ve siyasi kültür açısından belirleyici olmuştur. Bu karmaşık geçmişin anlaşılması, Rusya-Ukrayna ilişkisinin yüzeydeki çatışma ve yakınlaşmalarının ötesine geçilmesi açısından kritiktir.

Her şeyin başlangıç noktası olarak kabul edilen Kiev Knezliği (Kievan Rus), bugünkü Rus, Ukrayna ve Belarus ulusal anlatılarının temelinde yer alır. 9. yüzyıldan itibaren Doğu Slavlarının başlıca siyasi ve kültürel merkezi olan Kiev, hem Ortodoks Hristiyanlığın bu coğrafyadaki yayılmasında, hem de Doğu Avrupa’da “devletleşme” sürecinin başlamasında kilit bir rol oynamıştır. Modern Rusya ve Ukrayna’nın ulusal kimlik inşasında Kiev Knezliği’nin mirası, iki ülke arasında tarihsel aidiyet ve “ilk kimlik sahibi olma” rekabetini körüklemektedir. Rus tarih yazımında, Kiev, Moskova’nın doğal ve tarihsel öncülü olarak sunulurken; Ukrayna için Kiev, bağımsız ve özgün bir siyasi-toplumsal kimliğin sembolüdür. Ancak 13. yüzyılda Moğol istilası, Doğu Slav dünyasında kalıcı bir kırılmaya yol açtı. Kiev merkezli siyasi yapı zayıflarken, Moskova Knezliği yükselişe geçti ve zamanla “Rusya” adını alan yeni bir siyasal çekim merkezi doğdu. Ukrayna topraklarının büyük bölümü ise uzun süre Litvanya Büyük Dükalığı, ardından da Polonya-Litvanya Birliği hâkimiyetine girdi. Bu dönemde Batı Ukrayna’da Katolik etkiler ve Polonya’ya yakınlaşma artarken, Doğu Ukrayna’da ise Ortodoks kimlik ve Rusya ile temas daha güçlüydü. Böylece, Ukrayna toplumu hem batı-doğu ekseninde kültürel ve dinsel olarak farklılaşmaya başladı, hem de Polonya, Rusya ve Avusturya-Macaristan gibi dış güçlerin rekabet alanı haline geldi. Bu tarihsel ayrışma, yalnızca siyasi iktidarın el değiştirmesiyle sınırlı kalmadı; toplumsal kimlik, dil ve dini aidiyetler de bu dönemlerde biçim değiştirdi. Özellikle Polonya ve Katolikliğin etkisi altındaki bölgelerde, Ukraynaca’nın günlük hayattaki kullanımı, etnik bilincin gelişimi ve Batılı yaşam biçimleri güç kazandı. Doğuda ise daha merkeziyetçi, Ortodoks ve “Rus” kimliğine yakın bir toplumsal yapı gelişti.

17. yüzyıla gelindiğinde, Ukrayna topraklarının kaderini belirleyen en önemli gelişmelerden biri, Kozak Hetmanlığı’nın ortaya çıkışıdır. Dinyester ve Dinyeper nehirleri arasında şekillenen bu özerk askeri-siyasi yapı, Ukrayna’da bağımsızlık ve toplumsal özerklik arayışının simgesi haline geldi. Hetmanlık, zaman zaman Polonya’ya karşı Moskova Çarlığı ile ittifak arayışına girerken, öte yandan da hem Katolik, hem Ortodoks kimliğin çatışma ve sentez alanı oldu. 1654’te imzalanan Pereyaslav Anlaşması, Ukrayna topraklarının büyük kısmının Moskova’ya yaklaşmasına yol açsa da, bu dönemden itibaren Ukrayna kimliği için “ikili aidiyet” ve “aradalık” hâli kronikleşti. Batı ile Doğu arasındaki bu kimlik salınımı, günümüz Ukrayna toplumunun temel ayrışma eksenlerinden biri olmaya devam ediyor.

17. ve 19. yüzyıllarda Rus İmparatorluğu’nun genişlemesiyle birlikte, Ukrayna topraklarının önemli bölümleri doğrudan Rus yönetimine geçti. Bu süreçte, Ukrayna’da dil, eğitim ve toplumsal yaşam üzerinde sistemli bir Ruslaştırma politikası uygulandı. Rusya, Ukrayna kimliğini “alt kimlik” veya “bölgesel çeşitlilik” olarak görmeye ve Ukraynaca’yı “köylü lehçesi” seviyesine indirgeyerek kamusal yaşamdan dışlamaya çalıştı (bugün Rusların Ukrayna dilini hâlâ Rusça’nın köylü lehçesi olarak görmesinin kökeni buraya dayanmaktadır). Buna karşılık, özellikle Batı Ukrayna’da Avusturya-Macaristan’ın yönetiminde kalan bölgelerde, Ukrayna dili ve kültürü görece daha serbest bir ortamda varlığını sürdürdü ve Ukrayna milliyetçiliğinin modern temelleri burada atıldı.

19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında, özellikle Batı Ukrayna’da filizlenen ulusal uyanış hareketleri, edebi ve siyasal alanda Ukrayna kimliğini güçlendirdi. Aynı dönemde Rusya’da ise merkeziyetçi, Ortodoks ve Slav birliği vurgusu öne çıkıyordu. Bu çerçevede, iki toplum arasındaki ayrışma yalnızca idari ya da siyasi değil, aynı zamanda kültürel ve duygusal bir nitelik de kazandı. Her iki tarafta da, “biz” ve “onlar” ayrımı, kolektif hafızaya kazınan travmatik deneyimler (isyanlar, baskılar, kitlesel sürgünler) ve karşılıklı önyargılar üzerinden derinleşti.

20. yüzyılın başında yaşanan I. Dünya Savaşı ve 1917 Rus Devrimi, Ukrayna için yeni bir bağımsızlık fırsatı yarattıysa da bu dönem kısa sürdü. Sovyetler Birliği’nin kurulmasıyla Ukrayna, nominal olarak bir Sovyet Cumhuriyeti olarak kalsa da, özellikle Holodomor gibi kitlesel felaketler ve merkezi Sovyet baskısı altında kimlik, dil ve toplumsal hafıza üzerinde ağır travmalar yaşadı. Sovyetler, Ukrayna kimliğini kontrol altında tutmak için zaman zaman Ukraynacayı teşvik etmiş görünse de esasen tek tip Sovyet insanı ve “Ruslaştırılmış” bir toplumsal yapı hedeflendi. Bu süreç, Ukrayna’da derin bir devlet-toplum güvensizliği ve kimlik bilincinde köklü kırılmalar yarattı.

Sovyetlerin dağılması ve bağımsızlığın ilanı (1991), Ukrayna için yeni bir toplumsal, kültürel ve siyasi inşa sürecinin kapısını araladı. Bu yeni dönemde tarihsel travmalar yeniden gündeme gelirken, Rusya ile olan tarihsel bağlar, kimlik ve aidiyet tartışmalarında hem bir referans noktası, hem de toplumsal bir gerilim kaynağı olarak yaşamaya devam etti.

2. Etnik ve Kimlik Farklılıkları

Rusya ve Ukrayna toplumlarının etnik kompozisyonları, tarihsel süreçte yaşanan göçler, siyasal dönüşümler ve dış etkilerle sürekli değişmiş; bu da iki ülke arasında hem benzerlik, hem de derin farklar doğurmuştur. Modern Ukrayna toplumu, yüzeyde homojen bir “Ukraynalı” kimliği ile temsil edilse de, gerçekte karmaşık bir etnik ve bölgesel mozaiğe sahiptir. Rusya ise yüzlerce etnik grubu ve onlarca resmi diliyle, “çok uluslu imparatorluk” geleneğini 21. yüzyıla taşımaktadır.

Ukrayna’daki etnik yapı, en başta batı ve doğu bölgeleri arasında belirgin bir farklılık gösterir. Batı Ukrayna’da (Lviv, Ivano-Frankivsk, Ternopil gibi) etnik Ukraynalıların oranı % 90’lara ulaşırken, Doğu ve Güney Ukrayna’da (Donetsk, Luhansk, Odesa, Kırım) Rus, Yahudi, Tatar ve Rumen azınlıklar ile daha karma bir profil göze çarpar. 2001 nüfus sayımına göre Ukrayna’da Ukraynalılar toplam nüfusun yaklaşık % 78’ini, Ruslar ise % 17’sini oluşturuyordu. Ancak bu oranlar, 2014’te Kırım’ın ilhakı ile 2022 yılındaki savaş sonrası değişmiştir. Ama şunu unutmamak gerekir ki, günümüzde hâlâ bu iki ülkenin politikasının yanı sıra Kırım Tatarları ve Yahudiler gibi topluluklar, uzun süre hem Sovyet baskısı, hem de yerel ayrımcılık nedeniyle kimliklerini koruma mücadelesi vermektedir. Rusya ise kendi içindeki etnik çeşitliliği “büyük Rus milleti” kavramı ile bütünleştirmeye çalışır. Bugün Rusya Federasyonu’nda 180’den fazla etnik grup yaşamakta; Ruslar ülke nüfusunun yaklaşık % 80’ini, Tatarlar, Başkurtlar, Çuvaşlar, Çeçenler ve diğer gruplar ise geri kalan kısmını oluşturmaktadır. Ancak bu çok etnisiteli yapı, yüzeyde “tek bir Rus kimliği” ile örtülmek istenir. Özellikle Putin dönemiyle birlikte “Rus Dünyası” – “Русский Мир” kavramı öne çıkarılarak, dil, tarih ve Ortodoksluk üzerinden kapsayıcı bir kimlik oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Ukrayna’da kimlik konusu, tarihsel olarak iki eksende şekillenmiştir: Birincisi, Polonya ve Avusturya etkisinin güçlü olduğu Batı Ukrayna’da gelişen etnik Ukrayna kimliği; ikincisi ise Rusya ile yakınlığın sürdüğü Doğu ve Güney Ukrayna’da melez ve çoğu zaman ikili bir aidiyet duygusu. Özellikle Sovyet döneminde, “Sovyet Yurttaşı” – “Советский Гражданин” olgusu Ukrayna’daki yerel kimlikleri bastırmış, ancak Sovyet sonrası dönemde bu bastırılan aidiyetler hızla yüzeye çıkmıştır. 2014’ten itibaren Maidan süreci ve devam eden savaş, ulusal kimliğin yeniden inşasında dönüm noktası olmuştur. Batı Ukrayna’da etnik aidiyetin öne çıkması, Rus azınlığın ise marjinalleşmesi ile sonuçlanmıştır. Buna karşılık, Rusya’daki kimlik politikaları daha çok merkezileşmeye ve “Herkesin Rusluğu” (“Россияне” – Rossiyane kavramı) etrafında birleşmeye odaklanır. Ancak pratikte, özellikle Kuzey Kafkasya ve Tataristan gibi bölgelerde etnik gerginlikler, özerklik talepleri ve kimlik çatışmaları canlılığını korumaktadır. Rusya devleti, bu farklılıkları ya asimilasyon yoluyla ya da özerklik ve yerel yönetim olanakları tanıyarak dengelemeye çalışır; fakat tarihsel olarak çok uluslu yapının zayıflaması halinde otoriterleşme ve merkezi baskı eğilimi güçlenmiştir.

Ukrayna’daki etnik ve kimlik çeşitliliği, özellikle bölgesel kimliklerin öne çıktığı bir ülke portresi sunar. Lviv gibi Batı şehirlerinde Ukraynalı kimliğiyle birlikte “Avrupalı” ve “bağımsızlıkçı” bir tavır yaygınken, Odessa veya Harkiv gibi şehirlerde tarihsel olarak Rusya ile kültürel, ekonomik ve dilsel bağlar daha güçlüdür. Doğu ve Güney Ukrayna’daki bazı bölgelerde, aileler içinde bile kimlik karmaşası yaşanmaktadır; aynı ailede Ukraynaca ve Rusça konuşan, farklı tarih anlatılarına inanan bireyler bir arada bulunabilir. Bu durum, hem Ukrayna’nın kimliğinin monolitik olmadığını gösterir, hem de ülkedeki toplumsal çatışma potansiyelinin altını çizer. Batı ve Orta Ukrayna’da güçlü bir “Ukraynalı” ulusal kimliği yükselirken, Rusça konuşan nüfusun yoğun olduğu bölgelerde ya pragmatik bir “çoklu aidiyet” ya da açık bir “Rusya’ya yakınlık” eğilimi ovardır. Ancak savaşın ve bölgesel krizlerin etkisiyle, Rus kimliğiyle özdeşleşen bazı toplulukların (özellikle tarafsız kalan etnik grupların) da Ukrayna lehine pozisyon aldığı, yeni bir “savaş sonrası Ukrayna kimliği” inşa edilmeye başlandığı gözlemlenmektedir.

Öte yandan, Rusya’nın kimlik siyasetinde iki temel strateji öne çıkar: İlki, Rus etnik kimliğini ön plana çıkaran ve Slav-Ortodoks (Славяно-православный) bir “Rus ulusu” tahayyülüdür. Bu çerçevede, özellikle Sovyet sonrası dönemde, Rus olmayan topluluklar ya asimile edilmeye ya da sembolik bir çeşitlilik göstergesi olarak sunulmaya çalışılır. İkinci strateji ise, “Rossiyane” (Россияне) yani tüm Rusya vatandaşlarını kapsayan çoklu kimlik kavramıdır. Putin yönetimi, özellikle dış politikada “Rus dünyası” söylemini, Rusya dışındaki Rus toplulukları üzerinde meşruiyet aracı olarak da kullanır; bu, hem ülke içinde birleştirici, hem de komşu ülkelerle gerilim yaratan bir unsur olarak karşılanmaktadır.

Rusya ve Ukrayna arasındaki kimlik meselesinin güncel boyutlarından biri de “kim daha Slav, kim daha Avrupalı?” tartışmasıdır. Ukrayna’da, özellikle genç kuşaklarda Batı Avrupa’ya entegrasyon ve çokkültürlülük öne çıkarken, Rusya’da merkeziyetçilik, tarihsel üstünlük ve Avrasyacı bir kimlik vurgusu güçlenmektedir. Bu kimlik çatışmaları, dil, din ve tarih üzerinden üretilen semboller ve anlatılar yoluyla toplumsal alanda yeniden üretilir. Eğitim müfredatları, anma günleri ve kamu söylemi, her iki toplumda da kimlik politikalarının başlıca araçları haline gelmiştir. Sonuç olarak, etnik ve kimlik farklılıkları hem Ukrayna’da, hem Rusya’da toplumsal dinamikleri, devletin meşruiyetini ve uluslararası ilişkileri doğrudan etkileyen bir faktördür.

3. Dil Meselesi

Ukrayna ve Rusya arasında toplumsal kimliğin en tartışmalı ve en yanlış anlaşılan boyutlarından biri, dil meselesidir. Her iki ülke de Slav dilleri ailesinden gelen kendi ulusal dillerine sahip olmakla birlikte, bu iki dil arasında zannedilenden çok daha derin ayrımlar bulunmaktadır. Sıklıkla dile getirilen “Ukraynaca ile Rusça birbirine çok yakın, zaten herkes anlar” yargısı hem dilbilimsel açıdan eksik, hem de toplumsal düzeyde yanıltıcıdır.

Öncelikle Ukraynaca, Doğu Slav dilleri arasında, köken olarak Rusçadan ziyade Belarusçaya daha yakındır. Dilbilimsel olarak Ukraynaca, telaffuz, fonetik yapı, gramer ve kelime hazinesi açısından Rusçadan ciddi biçimde ayrılır. Ukraynaca; lehçe yapısı, vurgulama biçimleri ve kelime kökenlerinde, Polonya dili başta olmak üzere Batı Slav dilleriyle de yoğun temas göstermiştir. Dolayısıyla, Rusça bilen birinin Ukraynacayı “otomatik olarak” anlaması, yalnızca temel ifadeler ve belirli ortak kelimeler düzeyinde mümkündür; günlük konuşma, deyimler ve yazılı metinlerde bu anlaşılırlık büyük oranda kaybolur. 2010’larda yapılan karşılaştırmalı dil araştırmaları, ortalama bir Rus vatandaşının Ukraynaca haber, roman ya da resmi belgeyi anlamakta ciddi güçlük çektiğini göstermiştir.

Dil konusu, Ukrayna toplumunda sadece iletişim aracı olmanın ötesinde, ulusal kimliğin en güçlü sembolü olarak konumlanmaktadır. Sovyet dönemi boyunca Rusça, Ukrayna’da “üst dil” ve resmi yaşamın dili olarak dayatılmış; Ukraynaca ise kırsal, folklorik ve yerel bir statüye itilmiştir. Bu politika, toplumsal hafızada Ukraynaca konuşmanın bir direnç, kimlik ve bazen de siyasi bir tercih olarak algılanmasına yol açmıştır. Ukrayna’nın bağımsızlığından sonra dil politikaları önemli bir siyasal mücadele alanı olmuş; devlet, Ukraynaca’nın kamusal yaşamda, eğitimde ve medyada güçlenmesi için kapsamlı yasalar çıkarmıştır. Öte yandan Rusya’da Ukraynaca, 1990’ların başından itibaren “ayrılıkçı”, “yabancı” ve hatta “düşman” bir dil olarak çerçevelenmiştir. 2014 sonrası süreçte bu algı daha da sertleşmiş; Rus devlet söyleminde Ukraynaca, “suni olarak yaratılmış” ve “Rusçadan koparılmış” bir dil gibi sunulmaya başlanmıştır. Oysa Ukraynaca, tarihsel olarak özgün bir edebiyat, halk kültürü ve ağız çeşitliliğiyle zenginleşmiş, kendi normatif ve sözlü geleneklerini yüzyıllardır korumuştur. Son olarak, dil meselesi yalnızca siyasal bir sorun olarak değil, günlük yaşamda da önemli pratik farklılıklara yol açmaktadır. Ukrayna’nın batısında çocukların ve gençlerin büyük çoğunluğu yalnızca Ukraynaca eğitim almakta, Rusça ise yabancı dil düzeyine indirgenmektedir (Putin’in savaş nedenlerinden biri de budur. Kremlin’e göre Rus dilinin Ukrayna topraklarından çıkarılmaya çalışılması, yabancı dil gibi gösterilmesi, hatta bazı bölgelerde yasaklama çalışmaları asimilasyon olarak görülmektedir). Buna karşılık, Doğu ve Güney Ukrayna’da, iki dilli bir pratik varlığını korumakta; ancak savaş sonrası dönemde burada da Ukraynaca’ya yönelim artmıştır. Kamu kurumlarında, sokakta, üniversitelerde ve medya ortamlarında dil tercihi artık sadece bireysel bir tercih değil, kolektif bir kimlik beyanı haline gelmiştir.

Bağımsızlık sonrası Ukrayna’da dil meselesi, ulusal kimliğin yeniden inşasında ve siyasi kutuplaşmada temel bir eksen haline geline gelirken, 1991’den itibaren uygulanan dil politikaları, Ukraynaca’yı “devlet dili” olarak öne çıkarmayı ve Rusçanın kamusal alandaki rolünü sınırlamayı hedeflemiştir. 2012’de kabul edilen ve Rusçanın bazı bölgelerde “bölgesel dil” statüsü kazanmasına olanak tanıyan yasa, ülke genelinde ciddi tartışmalara yol açmış, ulusal birlik ve kimlik algısında yeni çatlaklar oluşturmuştur. 2014 yılından itibaren Ukrayna yönetimi, Rusçanın kamusal alanda geriletilmesi ve Ukraynaca’nın güçlendirilmesi için çok daha kararlı adımlar atmış, özellikle medya, eğitim ve kamu yönetiminde Ukraynaca zorunluluğu getirilmiştir. Bu süreç, yalnızca siyasi bir tercih olmaktan çıkıp, toplumsal aidiyet ve gündelik yaşam pratiğine dönüşmüş gibi görünmekte fakat, bu Rusya açısından ciddi bir tehdit olarak algılanmaktadır. Rusya kendi vatandaşlarının Ukrayna’da asimilasyona uğradığı propagandasını sürekli olarak vurgulamaktadır. Ukrayna ise kendi milli değerlerini koruma adına, savaş dönemi boyunca dil meselesi üzerinden dilin sembolik gücünü daha da arttırmaya çalışmaktadır. Rusya’nın saldırılarına karşı toplumsal tepki, “Ukraynaca konuşmak” ile eşanlamlı bir direnç biçimine evrilmiştir. Kiev, Lviv, Dnipro ve hatta Odessa gibi geleneksel olarak Rusça’nın da konuşulduğu şehirlerde bile Ukraynaca kullanımı belirgin biçimde artmış, dil gündelik yaşamda bir direniş ve aidiyet beyanına dönüşmüştür.

Rusya’da ise Ukrayna diline ve Ukrayna dilinde yapılan yayınlara bakış, giderek daha dışlayıcı ve kriminalize edici bir çizgiye kaymıştır. Özellikle Kırım’ın ilhakı ve Donbas savaşı sonrasında, Ukraynaca’nın Rusya topraklarında kamusal yaşamdan tamamen silinmesine üzerine durulmaktadır. Örneğin, artık Rusya’da ATM’lerde veya diğer devlet kurumlarında Ukraynaca diye bir dil günlük hayatta bulunmamaktadır. Ayrıca Ruslar tarih boyunca “köylü Rusçası” diyerek tepeden baktıkları bu dili şimdilerde “anlamadığını” veya “gereksiz” bulduğunu ifade etmektedir.

Ayrıca dilin bu kadar keskin biçimde kimliğe bağlanmasının bir diğer sonucu, eğitim ve medya alanında da kendini gösteriyor. Ukrayna’da yayın yapan televizyon ve radyo kanallarının büyük bölümü Ukraynaca içerik üretmeye yönelirken, Rusça içerikler giderek marjinalleşmiştir. Eğitim sisteminde ise, anaokulundan üniversiteye kadar her düzeyde Ukraynaca eğitimin ağırlığı arttırılmış; Rusça seçmeli veya yardımcı dil konumuna gerilemiştir. Bu gelişmeler, iki toplum arasında kültürel mesafenin büyümesine, iletişimin ve karşılıklı anlayışın azalmasına neden olmuştur.

Kısaca belirtmek gerekirse, Ukraynaca ve Rusça arasındaki farklar yalnızca dilbilimsel değildir; bu iki dil, iki farklı tarihsel hafıza, toplumsal tecrübe ve siyasi iradenin çatışmasını yansıtmaktadır. Bugün gelinen noktada, Ukraynaca konuşmak yalnızca bir iletişim biçimi değil, aynı zamanda politik bir duruş, ulusal bir sembol ve toplumsal bütünleşmenin temel taşı haline gelmiştir. Rusya için ise Ukraynaca, “öteki”nin dili, ayrılık ve muhalefetin sesi olarak kodlanmaktadır. Bu nedenle, iki dilin benzerliği ya da karşılıklı anlaşılırlığı fikri, toplumsal gerçeklik ve kimlik politikaları açısından ciddi biçimde yanıltıcıdır.

4. Din ve Dini Kimlikler

Rusya ve Ukrayna arasındaki toplumsal farkların bir diğer temel ekseni de din ve dini kimliklerdir. Her iki toplum da tarihsel olarak Ortodoks Hristiyanlık temelinde şekillenmiş olsa da, bu ortak payda zaman içinde hem siyasal hem de toplumsal olarak ciddi ayrışmalara sahne olmuştur. Dinin, kimlik oluşumunda ve devlet-toplum ilişkisinde oynadığı rol, iki ülkenin modern tarihini ve toplumsal dokusunu anlamada merkezi bir öneme sahiptir.

Kiev Knezliği döneminden itibaren Ortodoks Hristiyanlık, Doğu Slav dünyasında temel bir kültürel ve toplumsal unsur olarak kabul edilmiştir. 988 yılında Prens Vladimir’in Hristiyanlığı devlet dini olarak benimsemesiyle birlikte, Kiev, “Rusya’nın vaftiz yeri” ve Ortodoks dünyanın doğudaki merkezi olarak inşa edilmiştir. Bu miras, hem Rusya’nın, hem de Ukrayna’nın ulusal anlatılarında derin izler bırakmıştır. Ancak tarihsel süreçte, dinin siyasi işlevi ve kurumsal yapısı iki toplumda çok farklı biçimlerde evrilmiştir. Rusya’da din, özellikle Çarlık döneminden itibaren devletin merkezi ideolojisinin bir parçası haline gelmiştir. Moskova, “Üçüncü Roma” iddiası ve Ortodoksluğun koruyucusu rolüyle, Ortodoks kilisesini hem siyasal otoritenin, hem de ulusal kimliğin ayrılmaz unsuru olarak yeniden konumlandırmıştır. Bu anlayış, 20. yüzyılda Sovyet dönemi boyunca sekülerleşme ve kilise baskısı ile geçici olarak sekteye uğrasa da, Sovyetlerin dağılmasından sonra kilisenin toplumsal ve siyasal etkisi hızla yeniden artmıştır. Bugün Rusya Ortodoks Kilisesi, yalnızca dini değil, aynı zamanda siyasi ve kültürel bir güç merkezi olarak işlev görmektedir. Putin yönetimi, Ortodoksluk üzerinden hem “geleneksel değerler” söylemini, hem de devletin meşruiyetini güçlendirme stratejisini benimsemiştir. Ukrayna’da ise dini kimlik, tarihsel olarak çok daha çoğulcu ve bölgesel bir karakter taşır. Batı Ukrayna’da Katolikliğin (özellikle Uniate – Greko-Katolik Kilisesi’nin) ve Polonya etkisinin belirgin olduğu bölgeler öne çıkarken, Orta ve Doğu Ukrayna’da ise Ortodoksluk egemen olmuştur. Sovyet sonrası dönemde, dini kurumların yeniden yapılandırılması ve toplumsal hayata etkisi, Ukrayna’da kimlik tartışmalarının merkezi unsurlarından biri haline gelmiştir. Özellikle 2018 yılında Kiev Patrikhanesi’ne bağlı Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin Fener Rum Patrikhanesi tarafından “otosefal” (bağımsız) ilan edilmesi, Rusya ile Ukrayna arasında yalnızca dini değil, aynı zamanda politik ve kültürel bir fay hattı yaratmıştır. Bu adım, hem Ukrayna’nın Moskova’dan bağımsızlaşma iradesinin, hem de toplumsal kimliğin yeniden inşasının simgesi olmuştur. Ukrayna’nın batı bölgelerinde Greko-Katolik ve Roma Katolik kiliseleri, kimlik oluşumunda ve toplumsal yaşamda önemli bir rol oynamaya devam etmektedir. Bu çoklu dini yapı, Ukrayna’da “tek tip” bir dini kimlikten ziyade, tarihsel ve coğrafi olarak farklılaşmış aidiyet biçimlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra hem Rusya’da, hem Ukrayna’da dinin toplumsal ve kamusal alandaki görünürlüğü büyük oranda arttı. Ancak iki ülkenin dini pratiklerinde ve kilise-devlet ilişkilerinde izlenen yol, toplumsal kimlik inşasında yeni ayrışmalara ve siyasi gerilimlere yol açtı. Rusya’da, Sovyet sonrası dönemde Ortodoks Kilisesi hızlı bir şekilde eski gücünü ve toplum içindeki merkezi rolünü yeniden kazandı. 1990’lardan itibaren kiliseler hızla açıldı, dini törenler ve bayramlar toplumsal yaşamın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Ancak bu süreçte, Rusya Ortodoks Kilisesi’nin yalnızca dini bir kurumdan çok, devletin ideolojik ve siyasi bir aracı haline geldiği de açıkça görüldü. Putin yönetimi, Ortodoksluğu “Rus kimliğinin temel taşı” olarak yeniden tanımlarken, kiliseye kamu yaşamında ve medyada ayrıcalıklı bir konum sağladı. Devlet ve kilise arasındaki bu yakınlaşma, kimi zaman siyasi muhalefeti, LGBTİ+ haklarını veya Batılı değerleri hedef alan muhafazakâr kampanyalarda da kendini gösterdi. Bugün Rusya’da Ortodoksluk, toplumsal dayanışma ve geleneksel değerler kadar, devletin ideolojik bütünlüğünün ve otoritesinin de sembolü olarak işlev görmektedir. Buna karşılık Ukrayna’da, dini alan çok daha parçalı ve yerel bir görünüm sergilemektedir. Batı Ukrayna’da Greko-Katolik Kilisesi, hem Polonya etkisinin bir mirası olarak, hem de “Batılı” kimliğin göstergesi olarak öne çıkar. Orta ve Doğu Ukrayna’da ise, Ortodoks Kilisesi uzun süre hem Moskova’ya bağlı, hem de bağımsız Kiev Patrikhanesi aracılığıyla toplumsal etkisini sürdürdü. 2018 sonrası süreçte Kiev Patrikhanesi’nin bağımsızlığı, Ukrayna’da kilise-devlet ilişkilerinin doğrudan siyasallaşmasına neden oldu. Ukrayna devleti, bağımsız kiliseyi ulusal kimliğin bir aracı olarak desteklerken, Moskova’ya bağlı kiliseler ise “beşinci kol” veya Rusya’nın toplumsal etkisinin uzantısı olarak görülmeye başlandı. Özellikle savaş koşullarında, kilise mensupları ve cemaatler arasında derin ayrışmalar, kimi zaman doğrudan çatışmalara ve yasal takiplere yol açtı.

Günümüzde Ukrayna’da dini yaşam, Batı’daki kilise törenlerinden Doğu’daki Ortodoks ayinlerine, küçük kasaba ve köylerdeki mezarlık festivallerinden büyük şehirlerdeki seküler eğilimlere kadar büyük bir çeşitlilik göstermektedir. Ukrayna toplumunda, dini aidiyetler kadar laiklik ve bireysel inanç özgürlüğü de giderek daha fazla vurgulanmaktadır. Özellikle genç kuşaklarda dini inanç, eski kuşaklara göre daha az kurumsal, daha çok bireysel ve kültürel bir anlam kazanmaktadır.

Rusya’da Ortodoksluk, devletin ideolojik aygıtı ve dış politikada da bir yumuşak güç unsuru haline gelmiştir. Rus Ortodoks Kilisesi, “Rus Dünyası” konseptinin dinsel dayanağı olarak işlev görmekte; bu söylem üzerinden hem eski Sovyet coğrafyasındaki Rus toplulukları, hem de komşu ülkelerdeki Ortodoks azınlıklar üzerinde birleştirici, hatta mobilize edici bir etki yaratmaktadır. Moskova Patrikhanesi, özellikle Belarus, Moldova, Gürcistan, Sırbistan gibi ülkelerle dini ilişkilerini jeopolitik stratejinin bir aracı olarak kullanırken, Ukrayna’da ise doğrudan kutuplaştırıcı bir rol üstlenmiştir. Ukrayna’da ise dini alan, kimlik siyasetinin bir cephesi olarak şekillenmiştir. Kiev Patrikhanesi’ne bağlı Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin “otosefal” alması, yalnızca bir dini ayrışma değil, aynı zamanda ulusal bağımsızlık projesinin de parçası olarak görülmektedir. Bu adım, Ukrayna toplumunda Batı’ya yönelim ve Moskova’dan kopuş arzusunun sembolüne dönüşmüştür. Aynı zamanda, Fener Rum Patrikhanesi’nin bu süreçteki desteği, Ortodoks dünyasında benzeri görülmemiş bir kırılmaya ve uluslararası ölçekte diplomatik gerginliğe neden olmuştur. Kimi Ukraynalı liderler ve aydınlar için otosefali, yalnızca dini bir statü değil, Rusya karşısında psikolojik bir “bağımsızlık ilanı”dır.

Savaş ortamı, dini kurumları ve dini sembolleri toplumsal psikolojide hem birleştirici, hem de ayrıştırıcı faktörlere dönüştürmüştür. Cephe hattındaki birçok Ukrayna askerinin dini ritüellerle moral bulması, kiliselerin savaş mağdurlarına yardım organizasyonları düzenlemesi, dinin sosyal dayanışma ağlarında işlevselliğini artırmıştır. Öte yandan, kilise mensupları arasında Rusya’ya yakınlığı nedeniyle yargılanan, hatta mülksüzleştirilen cemaatler olduğu da unutulmamalıdır. Din, iki toplumda da tarihsel travmaların, kolektif hafızanın ve toplumsal aidiyetin şekillendiği başlıca semboller ve ritüeller üzerinden yeniden üretilmektedir. Paskalya kutlamaları, Azizler günleri, mezarlık ziyaretleri ve toplu dualar, hem toplumsal birlik duygusunu, hem de siyasi pozisyon almayı mümkün kılan alanlara dönüşmüştür. Günümüzde Ukrayna’da dini pratikler, ulusal direnişin bir sembolü; Rusya’da ise devletin ideolojik meşruiyetini pekiştiren bir unsur olarak öne çıkmaktadır.

5. Toplumsal Değerler, Siyasi Kültür ve Yaşamsal Farklar

Aile yapısı, her iki toplumda da merkezi bir öneme sahip olsa da, aile içi roller, toplumsal dayanışma biçimleri ve kuşaklar arası ilişkiler farklılıklar gösterir. Ukrayna’da, Batı bölgelerinde aile, daha çekirdek yapıda, bireysel bağımsızlığa açık bir yapıda şekillenmeye başlamıştır. Göç, işsizlik ve ekonomik belirsizlik nedeniyle genç kuşaklar sıklıkla yurtdışında çalışmayı, kendi ekonomik bağımsızlıklarını kazanmayı tercih ederler. Batı Avrupa’ya entegrasyon hedefiyle birlikte, bireysel özgürlük ve kişisel gelişim Ukrayna’da gençler için temel bir değer haline gelmiştir. Rusya’da ise aile, geleneksel olarak daha geniş ve ataerkil bir yapıya sahiptir. Büyükanneler ve büyükbabalar genellikle çocukların bakımında aktif rol oynar, kuşaklar arası dayanışma ve hiyerarşi toplumsal normlarda güçlü biçimde hissedilir. Özellikle kırsal alanlarda ve küçük şehirlerde, aile içinde otorite figürü olarak erkek egemenliği yaygındır (Türkiye’deki gibi bir erkek egemenliğinden ziyade daha çok erkeğin tarlada veya ormanda çalışıp aile ekonomisine sağladığı katkı nedeniyle kurduğu bir otorite söz konusudur). Aile üyeleri arasındaki ilişkilerde, karşılıklı bağlılık ve toplumsal sorumluluk vurgusu öne çıkar. Ancak büyük şehirlerde ve genç kuşaklar arasında, Batılı yaşam tarzına yakın bireyselleşme eğilimleri de giderek artmaktadır.

Toplumsal dayanışma biçimleri de iki ülke arasında dikkat çekici farklılıklar gösterir. Ukrayna’da sivil inisiyatifler, gönüllü dayanışma ağları ve yerel topluluklar ön plana çıkmış, bireysel sorumluluk duygusu ile kolektif eylem yan yana gelişmiştir. Savaş koşullarında dahi, toplumsal yardımlaşma ve bağımsız sivil örgütlenme Ukrayna kimliğinin güçlü unsurlarından biri haline gelmiştir. Rusya’da ise devletin merkezi rolü toplumsal dayanışmanın ana çerçevesini oluşturur; sivil toplum ve bireysel inisiyatifler devletin sınırları ve onayı çerçevesinde faaliyet göstermek durumundadır. Bu, toplumsal güvenin daha çok devlete ve resmi kurumlara yönelmesine yol açar. Her iki toplumda da kolektivizm ve dayanışma tarihsel olarak güçlüdür; ancak Ukrayna’da bu özellik, son yıllarda daha çok tabandan gelen, devletten bağımsız ve yatay ilişkiler üzerinden kurulan bir nitelik taşırken, Rusya’da merkezi otoritenin rehberliğinde ve yukarıdan aşağıya yönlendirilmiş biçimde gelişmektedir. Bu ayrım, hem günlük yaşam pratiklerinde, hem de kriz anlarında toplumsal reflekslerin niteliğini belirlemektedir.

Rusya’da siyasal kültür, güçlü merkezi otorite, hiyerarşi ve devletin toplumsal yaşam üzerindeki kapsayıcı rolü etrafında şekillenir. Çarlık, Sovyet ve Putin dönemleri boyunca, devlet daima bireyin ve toplumun üzerinde konumlandırılmış; vatandaşlardan beklenti, devlete sadakat ve itaat doğrultusunda biçimlenmiştir. Bugün de Rusya’da siyasal katılım, genellikle sembolik ve devletin belirlediği sınırlar içinde gerçekleşir. Muhalefetin marjinalleştiği, medya ve sivil toplumun sıkı kontrol altında tutulduğu bu yapı, siyasi istikrar ile toplumsal kontrol arasındaki dengeyi merkeze alır. Toplumsal düzeyde ise, güçlü liderlik, istikrar ve güvenlik arayışı yaygın bir değer olarak kabul görür. Buna karşılık Ukrayna’da siyasal kültür, son otuz yılda dramatik biçimde dönüşmüş ve kırılgan da olsa daha yatay, katılımcı ve çoğulcu bir modelin temelleri atılmıştır. Ukrayna toplumunda devlete karşı talepkâr, eleştirel ve aktif yurttaşlık pratikleri teşvik edilmiştir. Ukrayna’da siyasal katılım yalnızca seçim dönemlerinde değil, günlük yaşamda, protestolar, gönüllü hareketler ve toplumsal kampanyalar aracılığıyla da sürdürülmektedir. Özellikle genç kuşaklarda, devlete karşı özerklik ve hesap sorabilirlik talebi, modern Ukrayna kimliğinin belirgin bir unsurudur.

Devlet-toplum ilişkilerinin niteliği, iki ülkedeki sivil toplumun gücünde de gözlemlenir. Rusya’da sivil toplum kuruluşları, çoğunlukla devletin çizdiği çerçeveye uymak, siyasi alanı doğrudan eleştirmekten kaçınmak zorundadır. Resmi otorite, sivil örgütlenmeleri sıklıkla “yabancı ajan”, “karşı-devrimci” ya da “ulusal güvenliğe tehdit” olarak yaftalar; bu nedenle sivil toplum zayıf ve savunmacı bir konumda kalır. Ukrayna’da ise sivil toplum, devlete rakip veya tamamlayıcı bir aktör olarak ortaya çıkabilmektedir. Savaş koşullarında dahi, yardım kuruluşları, gönüllü inisiyatifler ve insan hakları grupları aktif biçimde toplumsal dönüşümde rol oynamaktadır. Bu farklılıklar, siyasal kutuplaşma ve kriz dönemlerinde toplumsal reflekslerde de belirleyici olur. Ukrayna’da halk hareketleri ve protestolar, yönetim değişikliklerini mümkün kılarken; Rusya’da kitlesel protestolar sıkı şekilde bastırılır ve devlet meşruiyet krizlerini daha çok yukarıdan aşağıya kontrollü müdahalelerle yönetir. Böylece, siyasal kültürün temelinde, “devletin mutlak otoritesi” ile “yurttaşın aktif rolü” arasındaki gerilim iki toplumun sosyal dokusunda karşılık bulur.

Ukrayna’da gündelik yaşam, özellikle büyük şehirlerde Batılı tüketim kültürü, gençlerin kişisel tercihlerinde çeşitlilik ve toplumsal rollerin esnekleşmesiyle karakterize edilmektedir. Kadınların iş gücüne katılımı, toplumsal hareketlerde ve gönüllü organizasyonlarda aktif rol almaları Ukrayna toplumunun temel dinamiklerinden biridir. Eğitim ve meslek seçiminde özgürlük, dijitalleşme ve şehirleşme, özellikle savaş öncesi dönemde, Ukrayna gençliğinde güçlü bir “Avrupalılaşma” arzusu yaratmıştır. Kırsal bölgelerde ise geleneksel toplumsal roller ve dayanışma biçimleri hâlâ önemini korumakla birlikte, Batı etkisinin yaygınlaşmasıyla birlikte ataerkil normlar gerilemektedir. Rusya’da ise, büyük şehirlerde Batılı tüketim alışkanlıkları ve bireyselleşme eğilimleri artsa da, toplumsal normlar ve cinsiyet rolleri üzerinde devletin ve geleneksel yapının etkisi daha belirgindir. Özellikle devletin “aileyi koruma”, “geleneksel değerlere dönüş” ve “manevi bütünlük” vurgusu, gündelik yaşamda toplumsal davranış kodlarını şekillendirir. Kadınların iş ve aile arasında üstlendikleri roller, kırsal ve kent arasında ciddi farklılıklar gösterir; ancak devlet destekli politikalarla ataerkil aile yapısı, ulusal bir değer olarak öne çıkarılmaktadır. Cinsiyet eşitliği ve bireysel özgürlük talepleri, Batılı metropollerde daha görünür olsa da, genel toplumsal normlarda muhafazakâr eğilim baskındır. Sosyal roller ve gündelik yaşamda karşılaşılan toplumsal ilişkilerde, Ukrayna’da esneklik, yatay ilişkiler ve bireysel inisiyatif vurgusu öne çıkarken; Rusya’da hiyerarşi, otoriteye saygı ve toplumsal düzenin korunması esas alınır. Toplumsal itibar, Ukrayna’da çoğu zaman kişisel başarı, toplumsal fayda ve sivil katılımla ölçülürken; Rusya’da devletin tanıdığı statü, ekonomik güç ve aidiyetler daha belirleyici olabilir. Çağdaş değerler açısından Ukrayna toplumu, özellikle son on yılda sivil haklar, ifade özgürlüğü ve Batı’ya entegrasyon konusunda önemli mesafe kaydetmiştir. Avrupa Birliği ile yakınlaşma, eğitim ve iş dünyasında fırsat eşitliği, genç kuşaklar arasında yeni bir toplumsal bilinç yaratmıştır. Rusya’da ise “büyük devlet”, “tarihi misyon” ve “manevi bütünlük” gibi temalar toplumsal değerlerin merkezinde yer alırken, Batı’ya karşı mesafeli ve seçici bir modernleşme stratejisi sürdürülmektedir. Hher iki toplumda da toplumsal değerler ve yaşamsal pratikler dinamik, çok katmanlı ve zamana bağlı biçimde evrilmektedir. Ancak Rusya’da devletin ve tarihsel mirasın belirleyici rolü sürerken, Ukrayna’da tabandan gelen değişim, bireysel özerklik ve sivil inisiyatifin güçlenmesi, iki ülkeyi toplumsal ve kültürel açıdan farklı yörüngelere taşımaktadır.

Şehir ve köy yaşantısı bakımından, Ukrayna’da kentleşme oranı Sovyet sonrası dönemde hızlı bir artış gösterse de, kırsal yaşam ve tarımsal üretim kültürü güçlü biçimde varlığını korumaktadır. Batı Ukrayna’da köy yaşamı, toplumsal dayanışmanın, geleneksel değerlerin ve aile bağlarının merkezinde yer alır; ev ekonomisi, bahçecilik ve küçük ölçekli tarım günlük hayatın vazgeçilmez parçasıdır. Şehirlerde ise Batı Avrupa’ya uyumlu, daha bireyselci ve yenilikçi yaşam tarzları öne çıkar. Kiev, Lviv, Odesa gibi şehirlerde gençler, iş ve eğitim dünyasında aktif; kültürel etkinlikler, müzik ve sanat festivalleri ile Batılı yaşam biçimleri güçlü biçimde hissedilir. Rusya’da ise Moskova ve St. Petersburg gibi megapoller ile taşra şehirleri arasındaki yaşam farkı çok daha keskindir. Büyük şehirlerde kozmopolit yaşam tarzı, tüketim kültürü ve hız, toplumsal yapıyı şekillendirirken; Sibirya ve Volga bölgesi gibi kırsal alanlarda geleneksel aile düzeni, cemaat dayanışması ve ataerkil normlar hâlâ baskındır. Toplumsal roller ve kadın-erkek ilişkileri de iki ülke arasında ayrışmaktadır. Ukrayna’da kadınlar, hem ev içi, hem de iş yaşamında daha eşitlikçi ve aktif roller üstlenmektedir. Eğitimli kadınların sosyal ve ekonomik hayata katılım oranı yüksektir; sivil toplumda ve siyasette kadın temsilinin artışı, toplumsal cinsiyet normlarının dönüşümünü hızlandırmaktadır. Geleneksel rollere bağlılık, özellikle kırsal kesimlerde hâlâ etkili olsa da, genç kuşaklar arasında bireysel özgürlük ve eşitlik değerleri hızla yayılmaktadır. Rusya’da ise toplumsal roller daha geleneksel kodlara yaslanır; aile, kadın ve erkek arasında açık rol dağılımı, devlet söylemlerinde ve medyada sürekli vurgulanır. Bununla birlikte, kentli ve eğitimli kadınlar iş dünyasında giderek daha fazla yer almakta, ancak ataerkil normların toplumsal yaşamda etkisini sürdürdüğü gözlemlenmektedir.

Yeme-içme kültürü, bayramlar ve ritüeller açısından da belirgin farklar göze çarpar. Ukrayna mutfağı, tarım toplumunun mirası olarak, patates, pancar, lahana ve domuz eti gibi malzemeler etrafında şekillenir; “vareniki”, “salo” gibi özgün yemekler, ulusal kimliğin önemli sembolleridir. Bayramlar ve dini ritüeller, özellikle Paskalya ve Noel gibi dönemlerde, toplumsal dayanışmanın ve kimlik bilincinin güçlendiği zamanlar olur. Her evde geleneksel olarak yapılan “paska” ekmeği, mezarlık ziyaretleri, toplu aile yemekleri Ukrayna toplumu için güçlü birer aidiyet göstergesidir. Rusya’da ise mutfak kültürü coğrafi genişlikten dolayı daha çeşitlidir; çavdar ekmeği, balık, mantar ve çeşitli et yemekleri ile çay geleneği öne çıkar. “Borş”, “blini”, “pelmeni”, “kvass” gibi lezzetler toplumsal hafızada yer ederken; Sovyet dönemi mutfak alışkanlıkları ve “zakuska” kültürü de modern Rus kimliğinde belirgin izler bırakır. Bayramlar, özellikle “Yeni Yıl” ve “Zafer Günü”, devletin toplumsal bütünleşme projesinin en güçlü sembolik araçları olarak kullanılır. Ortodoks takvimindeki dini ritüeller ise hem kırsalda, hem şehirde canlılığını korumaktadır.

Semboller ve günlük yaşamda ritüeller, Ukrayna’da ulusal bayrak renkleri, geleneksel nakışlı gömlekler (“vyshyvanka”), halk şarkıları ve dansları ile; Rusya’da ise matruşka bebekler, Samovar, Sovyet dönemi anıtları ve kitlesel anma törenleriyle somutlaşır. Ukrayna’da geleneksel köy düğünleri, mahsul kutlamaları ve Paskalya yumurtası boyama, toplumsal belleğin canlı tutulduğu etkinliklerdir. Rusya’da ise özellikle kitlesel askeri geçit törenleri, anma günleri ve toplu bayramlaşmalar devlet-toplum bütünleşmesinin ana ritüellerindendir. Her iki toplumda da modernleşme ve küreselleşme, kültürel pratiklerin dönüşümüne yol açsa da, günlük yaşamın ritüellerinde ve sembollerinde tarihsel kökler ve ulusal özgünlük korunmaya devam etmektedir. Bu özgünlükler, günümüzde yalnızca folklorik bir unsur değil, aynı zamanda toplumsal direncin ve kimlik inşasının temel taşlarıdır.

Sonuç

Rusya ve Ukrayna toplumlarının bugün geldiği nokta, ortak köklerin ve benzer tarihsel deneyimlerin ötesine geçmiş, kimlik inşasında ve toplumsal dinamiklerde keskin ayrışmaların belirleyici olduğu yeni bir evreye taşınmıştır. Ortak geçmişin ve Slav kardeşliği anlatısının gerisinde; tarih, dil, din, siyasi kültür ve günlük yaşam pratikleri açısından derin bir farklılaşma süreci yaşanmıştır.

Tarih boyunca yaşanan siyasi dönüşümler, kitlesel travmalar, dış etkiler ve içsel reformlar, iki toplumun kendi içlerinde farklılaşmasına ve karşılıklı algıların yeniden tanımlanmasına yol açtı. Ukrayna’da Batı ile bütünleşme, ulusal kimliğin yeniden inşası ve tabandan yükselen değişim talepleri toplumsal dokuyu yeniden biçimlendirirken; Rusya’da merkeziyetçi yapı, devletin toplum üzerindeki belirleyici rolü ve tarihsel mirasın sürekliliği öne çıktı. Bu ayrışma, etnik aidiyetten dil politikalarına, dini kimlikten toplumsal değerler ve gündelik yaşam pratiklerine kadar hemen her alanda gözlemleniyor. Dil ve kimlik politikaları, her iki toplumun birbirine olan mesafesini daha da derinleştirirken, dini ve kültürel semboller yeni aidiyet hatlarını belirledi. Gündelik yaşamda ortaya çıkan pratikler, toplumsal roller ve değerler, yalnızca geçmişin mirası değil, aynı zamanda bugün alınan siyasi ve kültürel pozisyonların da yansıması haline geldi. Ukrayna’da sivil toplumun güçlenmesi, bireysel özgürlük ve çoğulculuğun yaygınlaşması; Rusya’da ise geleneksel düzenin, otoritenin ve devlet kontrolünün toplumsal yaşam üzerindeki etkisi, iki ülkeyi toplumsal olarak farklı yörüngelere sürüklüyor.

Güncel savaş ve jeopolitik krizler, bu derin yapısal farklılıkları bir kez daha görünür kıldı. Artık Rusya ile Ukrayna arasındaki mesafeyi salt siyasi veya askeri düzeyde değil, toplumsal hafıza, kolektif kimlik ve kültürel örüntüler üzerinden de okumak gerekiyor. Kardeşlik ve benzerlik iddiaları, yerini daha çok farklılaşma, özerklik ve karşılıklı mesafe arayışına bırakıyor. Toplumsal kimliklerin akışkanlığı ve dinamikliği, bu iki toplumu gelecekte hangi yolda ilerleyeceğinin de en önemli göstergesi. Bugün, her iki ülkenin toplumsal dokusu, kendi tarihsel birikimi ve çağdaş dönüşümleri üzerinden yeniden şekilleniyor; bu süreçte benzerlikten ziyade, ayrışma ve özgünleşme eğilimleri belirleyici rol oynuyor.

Sadık ARPACI
Uluslararası İlişkiler, Rusya Uzmanı

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.