Giriş
Ortadoğu’da gerilimin sistematik bir şekilde arttığı bir süreci yaşıyoruz. Çatışma, savaş, ateşkes ve barış kavramlarının sıklıkla kullanıldığı bir dönemdeyiz. Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) önemli bir safhasındayız. 11 Eylül 2001 (9/11) saldırılarının ardından başlatılan operasyonlarla, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), bölgede büyük bir başarı elde etmiştir. ABD’nin başarısı, bölgedeki devletlerin kaybına yol açarken, müttefiki İsrail ise bu durumdan en büyük kazancı elde eden aktör olmuştur.
Büyük Ortadoğu Projesi (daha sonrasında Genişletilmiş Kuzey Afrika ve Ortadoğu Projesi) hız kesmeden sürmektedir. Bölgede yer alan 22 devletin sınırlarının değiştirilmesini öngören plan, günümüzde yeni bir seviyede uygulanmaktadır. Bu bağlamda, İsrail, İran, Suriye, Yemen, Lübnan ve Filistin güncel olarak Büyük Ortadoğu Projesi’nden (BOP) etkilenen aktörlerdir. 11 Eylül saldırılarının ardından Afganistan, Irak, Suriye ve Libya’da büyük başarı elde edilmiştir. Afganistan, 20 yıl işgal altında tutulmuş ve sonrasında yönetimi yeniden Taliban’a teslim edilmiştir. Ülkenin istikrarı ve güvenliği vahim bir seviyede tehlike altındadır. Irak, günümüzde üç parçaya bölünmüştür ve yalnızca kâğıt üzerinde tekil bir aktördür. Suriye’nin güvenlik ve istikrarı kaybolurken, ülkenin toprakları üzerinde büyük güç mücadeleleri görülmektedir. Libya ise, Kaddafi sonrası dönemde yani 2011 yılından beri yeni devlet inşasını tamamlayamamıştır. Ülkenin batısı ve doğusu arasında ortak bir uzlaşı ortamı sağlanamamıştır. Geniş bir bakış açısıyla, BOP’un uzun süreli uygulaması halen devam etmektedir.
Bu çalışmanın amacı, BOP’un güncel durumunun değerlendirilmesi ve gelecek vizyonu öngörüsünün sunulmasıdır. Bu bağlamda, uluslararası düşünce kuruluşlarına (think-tank) ait 101 farklı rapor analiz edilmiştir. Ayrıca, konu bağlamında tanınmış internet sitelerinden elde edilen 54 farklı analiz ve istatistiksel veriler de incelenmiştir. Devletler seviyesinde yapılan değerlendirmeler ve varılan sonuçlar aşağıda sunulmuştur.
Güncel Olaylar Çerçevesinde Aktör Stratejileri ve Değerlendirmeler
İsrail
İsrail’in günümüzdeki askeri operasyonlarının temelinde Hamas’ın 7 Ekim 2023 yılında icra ettiği eylemi yer almaktadır. Bu saldırının ardından, İsrail, bölgeye askeri operasyonlar başlatarak Ortadoğu güvenliğini olumsuz bir şekilde etkilemiştir. Hamas, Hizbullah, Husiler, Suriye ve İran saldırıların hedefinde yer almıştır. Aktörün bu saldırıları, en yakın müttefiki ABD tarafından da desteklenmiştir. İsrail, belirlediği hedefleri belirli bir sistematik içinde vurmuştur. Gazze Şeridi’nde Hamas’ın etkisi kırılmıştır. Lübnan’da Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın öldürülmesi ise aktör lehine bir diğer önemli başarıdır. Hamas’a yönelik saldırılara tepki olarak Kızıldeniz’deki gemi trafiğini kontrol eden Husilere karşı belirli aralıklarla askeri operasyonlar icra edilmiştir. Beşar Esad rejimi sonrası Suriye’si de aktörün başlıca hedeflerinden birisidir. Ancak İsrail’in en önemli saldırıları bölgedeki en önemli güçlerden İran’a yönelik olanlarıdır. İsrail açısından herhangi bir hukuk normu önem taşımadığından dolayı, Tel Aviv, askeri operasyonlar için herhangi bir sınır tanımamaktadır. Nihai hedef ise, bölgedeki bütün aktörlerin parçalanarak yerlerine kolaylıkla kontrol ve müdahale edilebilecek mikro devletçiklerin yerleştirilmesidir.
ABD tarafından açıkça desteklenen İsrail’in Ortadoğu’yu şekillendiren hamleleri hız kazanmıştır (Tablo 1). Aktör, öncelikle İran’ın bölgedeki vekil güçlerine yönelik etkili saldırılar gerçekleştirmiştir. Hamas, Hizbullah ve Husiler karşısında eşzamanlı askeri operasyon düzenleyebilme yeteneği sayesinde İsrail büyük bir stratejik hamle yapmıştır. Ardından bölgede etkili olmaya çalışan İran hedef alınmıştır. İran’a yönelik olarak icra edilen hava harekâtları bu aktörün çok iyi bir şekilde analiz edildiğini göstermektedir. İsrail’in gücünün yetmediği noktada ise ABD doğrudan müdahalede bulunarak müttefikinin yanında olduğunu göstermiştir. ABD’nin fiili desteği sayesinde İsrail’in güç kapasitesi artarken, bu durum ayrıca aktöre moral avantajı sağlamıştır. Hatta BOP, güncel gelişmeler ışığında artık Büyük İsrail Projesi olarak da adlandırılmıştır.
Tablo 1. ABD’nin 2009-2020 Yılları Arasındaki İsrail’e Askeri Yardımları

Kaynak: Statista
Golan Tepeleri’nin ele geçirilmesi sayesinde İsrail çok büyük kazanımlar elde etmiştir. İsrail açısından Esad rejimi sonrasında Suriye’de icra ettiği askeri harekâtların önemli kazanımları olmuştur. Golan Tepeleri’nin ele geçirilmesi sayesinde çok önemli su kaynakları ele geçirilmiştir. Ayrıca bu tepelerin hâkim konumu sayesinde çok geniş bir sahanın kontrolü sağlanmıştır. İsrail açısından icra edilen askeri harekâtların planlanmasında su ve enerji kaynaklarının konumu da çok önemlidir. Aktör, bu kaynaklara ulaşmaya çalışırken, diğer aktörleri bunlardan mahrum bırakmaya yönelik bir strateji izlemektedir. Bu bağlamda, gelecekte Ortadoğu’daki politikalarda su, petrol ve doğalgaz havzalarının kimin hâkimiyetinde kalacağına dikkat edilmelidir.
İsrail’in güvenlik koruma kalkanı etkili bir engelleme yeterliliğine sahip değildir. İran tarafından aktöre yönelik olarak kendini savunma amaçlı gönderilen balistik füzelerin caydırıcı bir etkiye sahip olduğu görülmüştür. İki aktör arasındaki savaşı şimdilik bitiren asıl unsur da İran’ın yeterli balistik füze stokudur. Ayrıca İsrail’in hava savunma sisteminin zaman zaman kontrolden çıkarak kendi topraklarına düştüğü görüntüler medyada servis edilmiştir. Demir Kubbe sisteminin yeterince koruma sağlamaması iki yönlü bir etkiye sahiptir. İlk olarak, İsrail, hasımlarına karşı saldırı icra ederken bu sistemine yeterince güvenemez. Bu durumda yapacağı saldırıları dikkatli planlamak zorunda kalacaktır. İkincisi ise, kendisinin caydırıcılık algısı zayıflamıştır. Hamas, Hizbullah, Husiler ve İran etkili hava saldırılarıyla istenen sonuçları alabileceklerini görmüşlerdir. Dolayısıyla, bundan sonra İsrail’in yapacağı saldırıların daha fazla bedeli olacaktır.
İran’ın nükleer tesislerini hedef alan İsrail açısından sahip olduğu nükleer silahlarla ilgili herhangi bir uluslararası sorumluluğa ve yükümlülüğe girmemesi ikiyüzlülüktür. İran’ı uluslararası hukuka rağmen defalarca kez vuran İsrail açısından nükleer silahlara sahip olması aktörün ne kadar kural tanımaz olduğunu ortaya koymaktadır. Dahası, bu pervasızlık diğer bütün aktörler tarafından bilindiği halde etkili bir önleme yapılamamaktadır. Kaos çıkarmak için bütün fırsatları değerlendiren İsrail’in bu tutumu onu dengeleyebilecek kadar güçlü bir aktörün karşısına çıkmasına kadar sürecektir.
Halkın akşam saatlerinden sabaha kadar sığınaklara girmesi ve bunun günlerce sürmesi karşısında hükümete yönelik tepkiler artmıştır. Netanyahu hükümetinin bugüne kadar yapmış olduğu askeri harekâtların olumsuz sonuçları İsrail halkına çok az yansımıştır. Ancak düşük yoğunluklu son İsrail-İran Savaşı’nda bu durum değişmiştir. Tamamen güvenilir olduğu söylenen Demir Kubbe’nin yeterli korumayı sağlayamaması karşısında halk günlerce sığınakta kalmıştır. Yaklaşık iki hafta süren bu durum halkta bıkkınlık yaratırken, hükümetin askeri eylemlerini de sorgulatmıştır. Ardından halk tepkilerinin açıkça gösterildiği videolar görsel medyada yayınlanmıştır. Kendi aleyhine olan haberler konusunda medyaya ağır sansür uygulayan İsrail yönetimi dahi bu durum karşısında çaresiz kalmıştır. Bölgede gerilimi ve şiddeti arttıran Netanyahu hükümeti açısından dikkate alınması gereken yeni bir durum ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla, İsrail’in artan askeri eylemselliği gelecekte de halkın yaşayışına daha fazla etki edecektir (Kamuoyu Kaygıları: Tablo 2-3). Halkın tepkisi de hükümetin karar, tutum ve eylemlerine doğrudan tesir edecektir.
Tablo 2. İsrail Kamuoyunun 2024 Yılında İsrail-Hamas Savaşının Coğrafi Yayılmasına Dair Kaygıları

Kaynak: Statista
Tablo 3. İsrail Kamuoyunun 2024 Yılında İsrail-Hamas Savaşı’nın Ne Kadar Sürebileceğine Dair Kaygıları

Kaynak: Statista
İran
Ortadoğu’daki gerilimin odağındaki başat aktör İran’dır. Aktör, bu süreçte gerek kendi gücü gerekse de bölgedeki müttefikleri vasıtasıyla etkili politikalar izlemeye çalışmıştır. Ancak İran, izlediği stratejilerinin gereği olarak İsrail’in hedefi haline gelmiştir. Askeri üslerine saldırıların yanı sıra üst düzey askeri personeli de suikasta uğramıştır. Bölgedeki vekilleriyle beraber İran da İsrail’e karşı büyük bir mücadelenin içindedir. Ayrıca bu süreçte aktör doğrudan ABD’nin saldırısına da uğramıştır. İran’ı zor ve mücadeleci bir geleceğin beklediği görülmektedir.
İran, İsrail ve ABD ile mücadelesinde görece prestij kaybına uğramıştır. Aktör her ne kadar çıkarlarını korumak için düşmanlarına karşı etkili bir mücadele vermiş olsa da, nihayetinde zafiyetleri ortaya çıkmıştır. Genelkurmay Başkanı ve Devrim Muhafızları Komutanı gibi temsil seviyesi yüksek sembol değerlerini suikast sonucu kaybetmesi aktörün gücüne dair sorgulamalara yol açmıştır. İran, kendi halkını ve çıkarlarını korumakla görevli en üst seviyedeki askerlerin kendilerini dahi koruyamadığı gibi olumsuz algıyla karşı karşıya kalmıştır. Kaldı ki, bu kayıplar sıklıkla gerçekleşmektedir. İran, yüksek rütbeli askerlerini kendi topraklarında dahi koruyamamıştır. Bu durum, güvenlik zafiyeti ile beraber istihbarata karşı koyma sorununu da gündeme getirmiştir. İsrail, iyi korunması gereken ve temininde güçlük çekilen bu kadar değerli askerin ve bilim insanının yerini nasıl kolaylıkla bulabilmektedir? Ayrıca bu kişilerin yerleri tespit edilebilse dahi nokta hedef operasyonlarına bu kadar kolay maruz kalmaları nasıl açıklanabilir? İran açısından kapatılması geren büyük bir güvenlik ve istihbarat açığı vardır.
İran’ın askeri gücü kendi topraklarını korumak için yeterli değildir. İsrail ve ABD tarafından gerçekleştirilen hava saldırılarına karşı çok az mukavemet gösterilebilmiştir. İran Ordusu’nun hava savunma sistemi gereken koruma yeterliliğine sahip değildir. Son saldırılarda bu zafiyet açıkça görülmüştür. İsrail savaş uçaklarının İran hava sahasını çok kolay bir şekilde geçip hedeflerini imha etme görüntüleri uluslararası kamuoyunda önemli bir gündem olmuştur. İran müttefikleri vasıtasıyla hava savunma sistemini acilen yenilemeli/güncellemelidir.
İran nükleer tesislerinde uranyum zenginleştirmesine rağmen bu kritik tesislerini koruyamayacak durumdadır. Aktörün nükleer enerjiye olan ilgisi uzun süre uluslararası ilişkilerinin önemli bir odağı olmuştur. ABD ve Avrupa Birliği devletleriyle olan görüşmeleri ve uzlaşı çabaları dikkat çekmiştir. İran, uranyum zenginleştirme faaliyetlerinde önemli bir mesafe kat etmiş olsa da, bu teknolojik çabasını kritik tesislerini koruyabilmesi ve askeri teknolojisindeki üstünlüğüyle bütünleştirememiştir. Aktörün gelecekteki hedeflerine ulaşabilme beklentileri ile sahip olduğu imkân ve kabiliyetleri arasında büyük bir orantısızlık vardır. Uranyum zenginleştirme faaliyetiyle nükleer enerji ve silah sektöründe önemli bir yol almayı hedeflerken diğer taraftan ise en temel güvenlik seviyesini sağlama yeterliliğinden dahi uzaktır. Natanz ve Fordow nükleer zenginleştirme tesislerinin vurulabiliyor olması aktörün bu konuda çok büyük bir eylemselliğe ihtiyacının olduğunu göstermiştir. Güncel durumda İran’ın kendi topraklarındaki saldırılara karşılık verebilme gücünün zayıf olduğu görülmüştür.
İran, kendi topraklarına yapılan fiili saldırılara karşı zayıf olmasına rağmen balistik füzeleriyle İsrail’i etkili bir şekilde vurabilecek güce sahiptir. İsrail tarafından aktöre yönelik yapılan saldırılara yeterli yanıt verilememesi karşısında bu durumu dengeleyebilecek bir strateji olarak balistik füzeler kullanılmıştır. İran, eğer bu saldırılara karşılık verememiş olsaydı bu kısa süreli savaştan çok daha fazla zarar görmüş olurdu. Hatta rejimin devrilmesiyle dahi sonuçlanabilecek gelişmeler olabilirdi. 12 Gün Savaşı’nın bitişinde İran’ın uzun menzilli füze saldırılarının yadsınamaz bir etkisi olmuştur. Aktörün balistik füze stoku yeterli seviyede olduğu sürece bu konudaki gücü de dikkat çekecektir. İran, kendisine yönelik yapılacak her türlü saldırıya karşı etkili bir şekilde misilleme yapabileceği algısını düşmanlarına benimsetmelidir.
İran’ın İsrail ve ABD ile mücadelesi aynı zamanda rejimin devam edip etmeyeceğinin de önemli bir göstergesidir. İsrail ve ABD’nin İran’a yoğun saldırılarına karşı görece mukavemet edebilen İran rejiminin tavır ve kararlılığı bütün aktörler tarafından dikkatle izlenmektedir. Ülkedeki reformistler açısından ortak düşmanlarına karşı dayanışma gösterilmesi bu tutumun devam edeceği anlamına gelmez. Nitekim İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu da İran’da rejim değişikliğinin beklenen hedeflerinden birisi olduğunu duyurmuştur. İran halkı topraklarında düzenlenen saldırılara karşı birlik ve beraberlik örneği sergilemiştir. Ancak dini rejimin izleyeceği politikalarda hassas dengelerin gözetilmesi gerekmektedir. Rejimin ifadesiyle gerek “Büyük Şeytan ABD”, gerekse de “Küçük Şeytan İsrail” karşısındaki mücadelenin yanı sıra toplumun hassasiyetleri dikkate alınmalıdır. Büyük bir devrimle gelen dini rejim büyük bir devrimle de gidebilir/yıkılabilir. İran halkının rejime bağlılığı dini yönetimin BOP’a karşı göstereceği mukavemetle doğru orantılıdır.
İran özellikle Netanyahu’nun zayıf noktaları üzerinden İsrail’deki bütün rejim karşıtı unsurlara erişmeli ve güçlenen muhalif yapıyı desteklemelidir. Netanyahu, her ne kadar Ortadoğu’da tanınan bir kişi olsa da, özünde sorunlu bir karakterdir. Ağabeyinin askeri operasyon esnasında öldürülmesinden saplantılı bir şekilde etkilenen ve bütün katliamlarına dini motivasyon kadar bu olay üzerinden de meşruiyet katan azılı bir Siyonisttir. Ayrıca bitmeyen rüşvet davaları ve mahkeme günleri nedeniyle sürekli gündemdedir. İsrailli rehineleri önemsememesi de ülkede önemli bir tepki konusudur. Ayrıca, çoğu kadın ve çocuk olmak üzere on binlerce masum sivili katletmesi nedeniyle uluslararası alanda aranan suç zanlısıdır. İran açısından özellikle istihbarat unsurları vasıtasıyla bu durumlar ön plana çıkarılarak İsrail içinde faaliyette bulunulmalıdır. Bölgeye geçici bir barış nefesi aldırabilecek bu hamle düşük ihtimalli olsa da denemeye değerdir.
Suriye
Beşar Esad rejiminin ardından Suriye büyük bir güvenlik ve istikrar boşluğu içindedir. Suriye’de birden fazla aktörün ülke genelinde hâkimiyeti sağlama girişimi aktörün geleceğine dair olumlu beklentileri sonuçsuz bırakmaktadır. Suriye Geçiş Yönetimi hükümeti ile Kürt yönetiminin güç dengesini kendi lehlerine bozma girişimleri daha büyük gerilimlerin habercisidir. İki aktör arasında şiddet düzeyi yüksek kanlı çarpışmaların olacağı öngörülmektedir. Özellikle İsrail ve ABD tarafından desteklenen Kürt yönetiminin daha cüretkâr atılımlar yapacağına dair güçlü emareler vardır. Buna karşın, Geçiş hükümeti de Türkiye tarafından desteklenmektedir. Bu aktörlerin mücadelesi aynı zamanda Suriye’nin de kaderini belirleyecektir. Bunun yanı sıra, Suriye’de her geçen gün etkisini arttıran İsrail’in faaliyetleri de dikkat çekicidir. İsrail, bizzat askeri gücüyle ülkenin kaderini belirleyici aktör olmak istemektedir. Bölgedeki Dürziler bu politikanın meşrulaştırıcı unsuru olarak kullanılmaktadırlar.
Suriye’deki Kürt oluşumlar ve Dürziler bölgenin düzenini bozmaya çalışan İsrail tarafından kışkırtılmakta ve kullanılmaktadır. İsrail tarafından en ideal senaryo modeli parçalanmış ve istikrarsız bir Suriye seçeneğidir. Bu bağlamda, Suriye’deki Kürtler ve Dürziler bağımsızlık, özerklik ve devlet kurma gibi vaatlerle kışkırtılmaktadır. İsrail, bu sayede sınırlı kara gücünü vekil aparatları vasıtasıyla daha geniş bir coğrafyaya yaymak istemektedir. Oysaki Siyonist olmayanlar hele ki Yahudi olmayanların İsrail için hiçbir önemi yoktur. İsrail açısından bu aktörler de zamanı gelince ezilecek ve boyunduruk altına alınacak “goyimlerden” başkaları değildir. Ancak İsrail açısından daha elverişli politikaların izlenebilmesi açısından Kürtler ve Dürziler şimdilik kullanışlı birer aparat olarak kullanılmaktadır. Kürtler, özellikle Türkiye ve İran’ın toprak bütünlüğüne yönelik olarak kışkırtılmaktadır. Suriye’de ise güvenlik ve düzenin sağlanmaması için bunlara yönelik vaatler sürekli canlı tutulmaktadır. Irak’ta zaten bölgesel Kürt yönetimi fiilen teşkil edilmiştir. Zamanı gelince Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki Kürtlerin birleştirilerek bağımsız bir Kürt Devleti kurdurulacağı vaadi, ABD, İngiltere, Avrupa Birliği ve İsrail tarafından taahhüt edilmiştir. Kürtlerin yeryüzünde devleti olmayan en geniş nüfuslu halk olduğu söylemiyle daha dikkat çekici bir motivasyon sağlanmaktadır. İsrail ve şerikleri bütün gücüyle hem Suriye’yi, hem de bölgeyi karıştırmaya devam etmektedir.
İsrail’e karşı en etkili savunma yöntemi aynı doğrultudaki devletlerle dayanışmadır. Suriye yönetimi son saldırıların ardından İsrail’e karşı güç dengesini sağlamak için İran’la yakınlaşmalıdır. Bunun için kendi toprakları üzerinden İran’ın Hizbullah ile bağlantısı sağlamalıdır. Düşmanları tarafından Suriye’nin istikrarsızlaştırılması projesi kararlı bir şekilde uygulanmaktadır. Suriye geçiş hükümeti bu bozucu plana karşı İran ve Hizbullah ile daha yakın bağlar geliştirebilmelidir. İsrail’e karşı güç dengesi bu sayede sağlanabilir.
Yemen
İmam Yahya’nın halkı onurlu ve kararlı bir duruşun timsalidir. Husiler, İsrail tarafından Gazze Şeridi’nde sistematik bir biçimde uygulanan insanlık dışı eylem ve soykırım teşebbüsüne sessiz kalmamışlardır. ABD, İngiltere ve İsrail tarafından defalarca vurulmalarına rağmen, Husiler, Filistinlilerin uğradığı kabul edilemez eylemlere karşı aktif strateji izlemiştir. Kızıldeniz’deki deniz seferlerini zaman zaman aksatarak ABD ve İsrail’e ait gemilere el koyarak etkili bir tavır ortaya koyan Husilerin bu eylemleri önemli bir gündem olmuştur. Her türlü baskı ve zulme rağmen aktör İsrail’in hava savunma sistemini aşabilen füzeler gönderebilmektedir. Husiler açısından İran’dan gelecek askeri lojistik desteğin önemi paha biçilemezdir. İran tarafından desteklendiği müddetçe aktör bölgede etkili ve karşılığı olan eylemlerini gerçekleştirebilecektir.
Lübnan
Lübnan’ın kırılganlıkları onu dış müdahaleler için elverişli bir hale getirmektedir. Ülkenin mezhepçi ve çok parçalı hali özellikle dikkat çekicidir. Bununla beraber, Lübnan ekonomisinde uzun süredir devam eden büyük çöküş aynı zamanda aktörün gücünü de olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Ayrıca Lübnan Ordusu’nun zayıflığı da önemli bir sorundur ve bu düzenli ordunun ülke savunmasında önemli bir rolü yoktur. Bütün bu sorunlar nedeniyle, Lübnan, dış müdahalelere açık bir haldedir. Aktör özellikle ABD tarafından kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirilmek istenmektedir.
Lübnan hükümeti Hizbullah’ın silahsızlandırılması için ABD tarafından yoğun baskı altına alınmıştır. Hizbullah, bölgede son zamanlarda önemli bir güç kaybına rağmen, İsrail için yeterli caydırıcılığı sağlayabilecek tehlike hattına yakın en önemli aktördür. İsrail’in insanlığa karşı işlediği açık suçlara rağmen bu aktöre karşı tavır takınmayan ABD, İsrail’i meşru bir şekilde koruma amacıyla hareket ederek bölgedeki diğer örgütlere yönelmektedir. Lübnan Hizbullah’ı ise bu konuda özellikle uğraşılan bir aktördür. İsrail’in hak ve hukuk tanımaz eylemleri karşısında Hizbullah’ın varlığı hem Lübnan, hem de bölgedeki Müslümanlar için büyük güvencedir. Hizbullah, her ne şart altında olursa olsun eski gücünü yeniden kazanmalıdır. Dolayısıyla, ABD ve İsrail tarafından zaten önemli bir muhatap kabul edilmeyen Lübnan yönetiminin çıkarları bağlamında izleyeceği en elverişli strateji Hizbullah’ın süratle güçlendirilmesidir. Lübnan’ın günümüzdeki durumunun nedeni olan düşmanlarına fırsat verilmemelidir.
Hizbullah, bölgedeki karışık ortamdan yararlanarak süratle yeniden örgütlenmelidir. Aktör açısından Hasan Nasrallah’ın kaybı kesinlikle telafi edilemezdir. Yeni süreçte Hizbullah ölümcül hatalarından çok ve büyük dersler çıkarmak zorundadır. Özellikle istihbarata karşı koyma konusunda önemli adımlar atmalıdır. Personel kaybının tamamlanması da zaman alacaktır. Bu duruma dair hızlı stratejiler benimsenmelidir. Ancak en önemlisi Hizbullah’ın yeni Suriye rejimi sonrasında İran ile olan irtibatı kesilmiştir. En öncelikli halledilmesi gereken sorun budur. İran ile yeniden bağlantı kurularak süratle istihbarat ve askeri lojistik destek sağlanmalıdır. Halen İsrail için yakın ve caydırıcı tehdit olan Hizbullah’ın bu moral unsuru etkili bir şekilde kullanılmalıdır. Direniş Ekseni’nin diğer aktörleriyle mutlak surette güçlü bağlar kurulmalıdır. İsrail’in Suriye’ye saldırması karşısında geçiş hükümetiyle etkili bir iletişim sağlanması acil bir zorunluluktur. Kısa zamanda önemli gelişmeler doğrultusunda Siyonist İsrail yönetimi durdurulamadığı sürece Vadedilmiş Topraklar ülküsü canlı kalacaktır. Aynı zamanda Siyonist rejim, bu amacını gerçekleştirmek için gelişmiş Batılı devletleri çıkarları doğrultusunda elverişli aparatlar olarak kullanmaktadır. Hizbullah da İsrail’e en yakın ve caydırıcı örgüt olarak Direniş Ekseni’nin imkân ve olanaklarından azami derecece istifade etmelidir.
Filistin
Hamas’ın İsrail işgalini durdurmasının temeli aktörün stratejilerini değiştirmesine bağlıdır. İsrail’in Gazze Şeridi’nde icra ettiği askeri operasyonları dünya kamuoyunda önemli bir gündemdir. ABD Başkanı Donald Trump’ın da egemen bir devletin topraklarını turistik alan yapacağını duyurması dikkatle izlenen gelişmelerdendir. Hamas, düşmanlarının kararlılığı ve kendi gücünün zayıflaması karşısında izlediği stratejilerini değiştirmek zorundadır. Bu bağlamda Gazze Şeridi’nde yer alan İsrail unsurlarının rutinlerinin tespit edilmesi ve lojistik akışının dikkatle izlenmesi gerekmektedir. Siyonist unsurun tanınan üst düzey kişilerinin hedef alınması ve lojistik desteğinin kesilmesi etkili bir başlangıç sağlayabilir. Bunun için son iki yılda yapılan hatalardan büyük dersler çıkarılmalı ve bunlar tekrarlanmamalıdır. Ayrıca İran ve Hizbullah’tan düzenli istihbarat ve lojistik destek sağlanmalıdır. Direnişin sürekliliği sayesinde caydırıcılık unsuru öne çıkarılmalıdır. Hamas, sınırlı gücünü azami yarar sağlayacak şekilde dikkatli kullanmalıdır. Gazze Şeridi’nde yaşayan Filistinlilerin yegâne koruyucusu olan Hamas, her şart altında varlığını sürdürebilmelidir.
İsrail, Gazze Şeridi’nde Müslümanlar kadar Hıristiyanları da hedef almakta ve sistematik bir şekilde vurmaktadır. İsrail tarafından 17 Temmuz 2025 tarihinde Kutsal Aile Kilisesi hedef alınmıştır. Yapılan saldırı neticesinde Hıristiyan can kayıpları meydana gelmiştir. Saldırı, başta Vatikan olmak üzere, İtalya ve ABD tarafından da kınanmıştır. İsrail açısından yapılan bu saldırılarla aslında herhangi bir seçici hedef gözetilmediği teyit edilmiştir. Üstelik bu saldırılar kadın, çocuk, yaşlı, din adamı, sağlık personeli gibi sivil kişilere karşı icra edilmektedir. İsrail yaptıklarının bedelini ödemediği sürece bu katliamlarını sürdürecektir.
İsrail tarafından 60 bine yakın çoğu kadın ve çocuk sivilin katledilmesi sonrasında İspanya, İrlanda ve Norveç tarafından Filistin Devleti tanınmıştır. İsrail’in soykırım teşebbüsleri karşısında gelişmiş bazı Batı medeniyeti ülkeleri dahi kayıtsız kalamamıştır. Özellikle Avrupa Birliği üyesi olan devletler başta olmak üzere 2024 yılında birçok aktör Filistin’i devlet olarak tanımış ve bu sayede meselenin uluslararası boyutunu güçlendirmişlerdir. Filistin’in devlet olarak tanınması ona karşı yapılan soykırım ve insan hakları ihlallerini daha fazla gündemde tutacaktır. Ayrıca devletler hukukunun hiçe sayılması da daha fazla dikkat çekecektir.
Filistinlilerin uğradığı soykırım teşebbüsü ve insanlık dışı eylemler daha fazla dünya kamuoyunun gündeminde tutulmalıdır. Günümüzde İsrail’in işlediği insanlığa karşı suçları özellikle gelişmiş medya sayesinde daha belirgin bir şekilde görülmektedir. Bu durumun henüz sonuç doğurucu etkileri olmasa da, bazı uluslararası girişimlerin olması basit ama önemli gelişmeler olarak değerlendirilmelidir. Netanyahu hakkında çıkarılan yakalama kararı ve İsrail aleyhine açılan davalar bunun dikkat çeken örnekleridir. Filistin halkının haklılığı uluslararası kamuoyunun daha fazla bilinçlendirilmesiyle çok daha iyi anlaşılacaktır.
Avrupa Birliği
Avrupa Birliği üyesi devletler arasında İsrail’e yönelik tutum konusunda ortak bir uzlaşı yoktur. Birliğin başat ülkeleri Fransa ve Almanya koşulsuz bir şekilde İsrail’i desteklerken, İspanya ve İrlanda ise buna karşı tutum takınmıştır. Hatta İspanya ve İrlanda Filistin’i devlet olarak tanımışlardır. Dolayısıyla, baskı ve zulüm karşısında bütün aktörler aynı tepkiyi vermemektedirler.
Avrupa Birliği’nin değerleri yalnızca iç kamuoyunu etkilemeye yönelik yüzeysel kavramlardır. İnsan onuru, özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı, çoğulculuk, hoşgörü, adalet ve dayanışma gibi birçok değeri savunan Avrupa Birliği’nin bilhassa Gazze Şeridi’nde yaşanan insanlık dışı eylemlere ve soykırım girişimine karşı yeterince tepki vermediği görülmüştür. Özellikle başat aktör olan Fransa ve Almanya’nın İsrail’e koşulsuz destekleri, Birliğin değerleri konusunda kuşkulara neden olmaktadır.
Avrupa Birliği’nin izlediği Ortadoğu politikası ABD’nin tahakkümü altındadır. Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerde ABD’nin doğrudan etkisi vardır. Avrupa Birliği ise özellikle Fransa ve Almanya vasıtasıyla müttefikinin politikalarıyla hizalanmaktadır. Üye devletler seviyesinde farklı yaklaşımlara rağmen, Birlik, kurumsal yapısı ABD’nin izinde politikalarını icra etmektedir. İsrail’in askeri harekatlarına Batı Bloku olarak meşruiyet sağlanmaktadır.
ABD
Ortadoğu politikalarını İsrail’e tam destek odağında gerçekleştiren ABD açısından günümüzdeki bölgesel gelişmeler çok önemli niteliktedir. Aktör, özellikle son İran saldırısının ardından açıkça savaşa dahil olmuştur. Hem İsrail’in çıkarları korunmuş, hem de bizzat bölgesel bir güce karşı doğrudan askerî harekât icra edilmiştir. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun İran’a yönelik eleştirileri ve ABD Başkanı Donald Trump tarafından nükleer görüşmeler için tanınan 60 günlük sürenin dolması sonucunda İran hedef haline gelmiştir.
BOP’un asli uygulayıcı aktörü olarak, ABD, bölgedeki revizyonist stratejisini kararlılıkla sürdürmektedir. Yeniden ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın Ortadoğu’ya yönelik politikaları daha kararlı ve görünür bir şekilde uygulanmaktadır. Ortadoğu’daki birçok devletten trilyonlarca doları almayı garantileyen Trump’ın daha cesaretli olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, şekillendirilen Ortadoğu bölgesiyle ilgili planları devam etmektedir. Özellikle İsrail’in askerî açıdan İran’a karşı fiilen desteklenmesi aktörün BOP’un uygulanması için ne kadar kararlı olduğunu ve bununla beraber bu stratejisinden kolaylıkla vazgeçmeyeceğinin bir göstergesi olarak kabul edilmelidir.
ABD fiilen BOP’un yeni safhasında yer almıştır. Aktör, Yemen’de Husilere karşı defalarca askeri harekâtta bulunmuştur. Lübnan’da Hizbullah’ın silahsızlandırılması için çok büyük baskılar yapmaktadır. Gazze Şeridi’ne el konulacağı ve buralarda turistik tesisler kurulacağına dair planlar (Riviera Planı) uluslararası hukuka rağmen kamuoyuna duyurulmaktadır. İran’a karşı doğrudan hava saldırısı gerçekleştirilerek gelecekte sert güce dayalı bir politika izlenebileceği gösterilmiştir. BOP devam ettiği sürece Ortadoğu’da gerilim azalmayacaktır. ABD’nin Ortadoğu’daki sözde arabuluculuk rolü tamamen güvenilirliğini yitirirken, bununla beraber Ortadoğu’daki çatışmaların aktif bir parçası haline gelmiştir.
Türkiye
Anayasalar sadece uygulandıkları ülkeleri bağlamaz. Günümüzde insani sorumluluk kapsamında yapılan müdahalelerin çoğu sözde koruma sağlama amacıyla icra edilmektedir. Koruma sorumluluğu (R2P) adı verilen ve büyük güçlerin yeni müdahale aracı olarak kullanılan bu yöntemde yasal açıklardan faydalanma önemli bir öncelik sağlamaktadır. Türkiye’nin mevcut anayasası tam koruma sağlamaktadır. Ancak anayasanın değişimiyle verilecek tavizlerin kesinlikle dönüşü olmayacaktır. Bu durum, hem yeni durumdan yararlanan bütün taraflar açısından meşru ve güçlü politikaların izlenmesine yol açacak, hem de istediğini alamayan taraflar açısından uluslararası aktörlerin müdahale için davetine kapı aralayacaktır. Türkiye, bu zorlu süreçte kesinlikle kuruluş ilkelerini temelden değiştirecek adımlardan kaçınmalıdır. Bu bağlamda federasyon ve/veya yerinden yönetim gibi ülkeyi varoluşsal tehlikeye sürükleyecek yaklaşımlardan kesinlikle uzak durulmalıdır.
Savunma sanayiindeki mevcut gelişmeler gerekli ancak tek başına yeterli değildir. Türkiye’nin yakın zamanda savunma sanayi bağlamında göstermiş olduğu ilerleme takdire şayandır. Ancak yalnızca bu tür bir gelişme yeterli korumayı ve caydırıcılığı sağlayamaz. ABD, Rusya, Çin, Avrupa Birliği (PESCO vasıtasıyla), Hindistan ve İsrail gibi aktörler bu alanda güçlü aktörlerdir. Kaldı ki, bu aktörlerin dahi ileri seviyede savunma sanayi teknolojilerini kullanabiliyor olmaları onları yalnızca bu özellikleri nedeniyle caydırıcı kılmaz. Türkiye’nin çoğu savunma sanayi projesi halen icra edilme safhasındadır. Bu projelerin tamamlanması, etkili bir şekilde sonuç alınması ve rakip ülkelerin gerisinde kalınmaması başarıyı sağlayabilir.
BOP şimdiden Türkiye’ye büyük zararlar vermiştir. Suriye İç Savaşı’ndan kaçanların Türkiye’ye gelmesi neticesinde milyonlarca vasıfsız insanın yükümlülüğü üstlenilmiştir. Bunların çok az bir kısmı Avrupa’ya geçebilirken yapılan Geri Kabul Antlaşması neticesinde geri kalan Suriyelilerin Türkiye’de kalacakları anlaşılmıştır. 2011 yılından sonra Suriye’de defalarca kez bu şahısların geri gönderilmelerine dair fırsat doğmasına rağmen geçici sığınmacılar Türkiye’de kalmışlardır. Ayrıca Suriye’deki terör örgütü büyük güç kazanmıştır. Günümüzde bu oluşumun ulaştığı gücün tehlikesi her geçen gün artmaktadır. BOP kapsamında Ortadoğu’da istikrarsızlık ve güvenlik zafiyeti artarken Türkiye bundan olumsuz etkilenmiştir. Üstelik hudutlardan henüz fiili tehditler gerçekleşmeye başlamadan önce bu tür olumsuzluklarla karşılaşılmıştır.
Türkiye çok yönlü bir çatışmaya karşı her an hazırlıklı ve tedbirli olmalıdır. BOP kapsamında Ortadoğu bölgesindeki çatışma ve gerilim hattı aktörün sınırlarına kadar dayanmıştır. Bu durumda Türkiye özellikle gelişmiş istihbarat ve askeri teknolojisiyle desteklenmiş çok güçlü ve caydırıcı bir orduya sahip olmalıdır. Gelecek zaman sürecinde uzun soluklu bir ABD projesi olan bağımsız Kürt Devleti’nin kurulması için Türkiye’nin zayıf bir anının kollanacağına şüphe yoktur. Türkiye özellikle bölgedeki savaş ve çatışma kronolojisini çok iyi takip ederek kendi çıkarları açısından bütün senaryolara hazırlıklı olmak durumundadır. Senaryoların ağırlıklı merkezinde güneyden gelebilecek yıpratıcı terör saldırılarına yer verilmelidir. ABD tarafından binlerce tırla desteklenen Suriye’deki oluşum bunu günü gelince kullanmak için hazırlık yapmaktadır. Bu oluşumun silahlı gücü analiz edildiğinde, bütün Türk Ordusu’na karşı teşkilat, malzeme ve kadro bakımından denk olmaya dayanan bir denge kurmaya çalıştığı görülmektedir. Bunun yanı sıra, İsrail ile güçlü dayanışması sayesinde daha elverişli bir konuma geçme niyeti ortaya çıkmaktadır. ABD’nin geçmişten gelen desteği, Avrupa Birliği’nin sıcak tavrı, Rusya’nın kendi ülkesinde bu yapının ofis kurulmasına müsaade etmesi gibi birçok unsurda Türkiye’nin aleyhine olan durumlardır. Bunun yanı sıra, ülke içinde sanki hiçbir olumsuz durum yokmuş gibi medyada oluşturulmaya çalışılan algı da durumun vahametini arttırmaktadır. Oysaki aktörün sınırlarına doğru yönelen büyük tehditler vardır.
Olası bir çatışmada terör örgütü ve/veya terör devletinin mağlup edilmesi onlara destek veren aktörler için de caydırıcı olacaktır. Türkiye’nin çok güçlü moral değerleri ve ulusal gücü vardır. Tarih boyunca hiçbir aktöre kalıcı bir şekilde boyun eğmemiştir. İnsanlık tarihindeki kahramanlıklara dair pek çok sayfada Türkler vardır. Köklü bir geleneğe sahip Türk Ulusu, kadim düşmanları da dahil olmak üzere her zaman saygı görmüştür. En zorlu anlarda dahi birlik ve beraberliğinden ödün vermeyen kadim Anadolu topraklarının büyük insanları pek çok acı yaşasa da, bu hafıza onları bölünmez bir şekilde kaynaştırmıştır. Olası bir çatışma veya savaş halinde büyük Türk Ulusu kendisine yakışan savaşçı karakterini harp sahasına yansıtacaktır. Düşmanlarını yenen bir Türkiye’nin gücü diğer aktörler için de ziyadesiyle caydırıcı olacaktır.
Sonuç ve Gelecek Vizyonu
Uluslararası hukuk ve uluslararası örgütler ancak büyük güçlerin işine yaradıkları sürece meşru görülmektedir. Günümüzde gücü azalsa da küresel seviyede halen büyük etkiye sahip olan ABD açısından uluslararası örgütler ve uluslararası hukuk yalnızca kendi çıkarına uygunsa bir anlam ifade etmektedir. Eğer çıkarlarına ters bir durum olursa bu oluşumların hiçbir önemi olmadığı gibi hiçbir kural da bağlayıcı değildir. BOP girişimi bunun için yeterli bir kanıttır. Bölgedeki devletlerin egemenlik haklarına saygı duyulmadığı gibi insan haklarının çiğnenmesinde sakınca görülmemektedir. ABD’nin Ortadoğu’daki izdüşümü İsrail açısından da durum aynıdır. Yapılan bütün hukuksuzluklara rağmen iki aktörün eylem kararlılığı devam etmektedir.
İsrail ve ABD tarafından tam kapsamlı savaşa dönüşme riskine rağmen BOP sürdürülecektir. İran’a yönelik 12 gün süren düşük yoğunluklu savaş sonrasındaki gelişmelerden bunun bir son olmadığı anlaşılmaktadır. Taraflar geri bildirimlerle zayıf ve güçlü oldukları yönlerini değerlendireceklerdir. Ardından eksikliklerini tamamlayarak daha etkili bir şekilde yeniden mücadeleye girecekleri öngörülmektedir. BOP’un bugüne kadarki başarısı onun asli uygulayıcılarını cesaretlendirmektedir.
İsrail ve ABD bölgesel güvenlik bağlamında Ortadoğu için büyük tehditlerdir. Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilesi bağlamında insanlık tarihinin bütün birikimlerini inkâr eden bir yaklaşımla hareket eden iki aktörün eylemleri Ortadoğu devletleri ve halkları için en büyük tehdittir. Bu aktörlerin askeri harekatları bölgede bitmez tükenmez bir güvenlik riskini oluşturmaktadır. İsrail’de nükleer silahların bulunmasına rağmen buna dair herhangi bir eyleme geçilmemesi, nükleer sızıntı riskinin bütün bölgeyi etkileme olasılığına rağmen icra edilen İran saldırıları bu yaklaşımı doğrulamaktadır. Siyonizm’in temsilcilerinin politikaları bölgede karşılık bulduğu sürece Ortadoğu’da istikrar ve güvenlikten bahsedilemeyecektir.
İsrail’in dini gerekçelerle izlediği revizyonist politikaları fiilen uygulanmaktadır. Siyonist bir rejimin Vadedilmiş Topraklar ülküsüyle icra ettiği askeri operasyonlar sonuç alıcı bir şekilde sürdürülmektedir. Yahudi ırk ve inanışında olmayanların yani goyimlerin (inanışa göre insan ve hayvan arasındaki varlık türü, Yahudilere hizmet etmekle yükümlü insanımsılar) herhangi bir hakkının bulunmadığından hareketle hiçbir kural ve kanun tanımadan suç işlenmeye devam edilmektedir. Bu dini inanışla yapılan askeri harekatlara dair farkındalık seviyesinin en yüksek olduğu insanlar ise operasyon sahasında yaşayanlardır. Diğerleri açısından ise tehlikenin ne kadar yakın olduğunun yeterince kavranamadığı değerlendirilmektedir.
İsrail son iki yılda güvenlik ortamını köklü bir şekilde geliştirmiştir. 2023 yılından beri bölgedeki güç dengeleri İsrail ve onun daimî müttefikleri lehine değişmiştir. Aktör Hamas, Hizbullah, Husiler, Suriye ve İran karşısında dikkat çekici bir görece başarı kazanmıştır. Kendisi için büyük güvenlik riski olan örgüt ve devletler büyük oranda zayıflatılmıştır. İsrail’in eşzamanlı ve çoklu ortamda operasyon kabiliyetinin oldukça güçlü bir şekilde uygulanabilirliği görülmüştür. Ancak İsrail’in uluslararası hukuku hiçe sayması ve insanlık dışı eylemleri küresel düzlemde geniş yankı uyandırmıştır. Bu sayede İsrail’in mağduriyet algısının doğru olmadığı kanıtlanmıştır. Aktörün uluslararası devletler hukuku ve uluslararası insan hakları hukukunu ihlal eden eylemlerine karşı artık uluslararası örgütler bağlamında kayıtsız kalınmamaktadır. Bu bağlamda Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslararası Adalet Divanında görülen davalar vardır. Ayrıca Başbakan Netanyahu hakkında çıkarılan yakalama kararı da yeni bir yasal süreçtir. İletişim teknolojilerinin gelişmiş olduğu bu dönemde İsrail’in her hamlesi daha görünürdür. Dolayısıyla soykırım teşebbüsü, insanlık dışı eylem ve muameleler, devlet egemenliğinin hiçe sayılması gibi büyük suçlara karşı uluslararası kamuoyu tepkisiz kalmamaktadır.
İngiltere’nin sessiz ancak kararlı İsrail desteği sürmektedir. Her ne kadar belirgin bir şekilde sahada görünmese de İngiltere’nin İsrail’e desteği aynı seviyede devam etmektedir. Tarihsel süreçte İngiltere’nin Ortadoğu’da icra ettiği hiçbir faaliyet bölge insanının faydasına olmamıştır. İslam dinini mezhepler üzerinden parçalayıcı bir unsur olarak kullanan İngiltere bununla beraber Siyonist İsrail devletini de her zaman Müslümanlara karşı desteklemiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında küresel gücünü ABD’ye devreden aktörün bölgesel politikalarında bir değişim olmamıştır. İngiltere’nin izlediği Ortadoğu politikalarının izdüşümü ABD politikalarına da yansımıştır. İngiltere’nin sessiz ancak derinden izlediği bozucu ve yıkıcı Ortadoğu politikasının etkileri müttefiklerinin eylemleri üzerinden kolaylıkla anlaşılmaktadır.
Avrupa Birliği’nin başat aktörleri Fransa ve Almanya’nın İsrail’e desteği kararlı bir şekilde devam etmektedir. Bu aktörlerin tarihsel süreçte bölgede izlediği hiçbir politika gerek devletler seviyesinde gerekse de halklar nezdinde hiçbir yarar sağlamamıştır. İsrail’in eylemlerindeki bütün hukuksuzluğa rağmen halen destekleniyor olması Fransa ve Almanya açısından yapıcı ve bölgeye faydalı bir politikanın benimsenmediğini doğrulamaktadır. Dolayısıyla tıpkı diğer Batılı aktörlerde olduğu gibi bu devletlerinde adının geçtiği bütün Ortadoğu uluslararası ilişkiler olaylarında gerilim, şiddet, yıkıcı ve bozucu faaliyetlerin olması şaşırtıcı olmayacaktır.
İran yaptırımlara rağmen izlediği politikalarını sabırla ve inatla sürdürmelidir. ABD Başkanının nükleer müzakereler için özellikle baskı uygulamasının sonuçları görülmüştür. İsrail’in sahip olduğu nükleer silahlar için herhangi bir müzakere görüşmesinde bulunmayan Trump buna karşın İran’ı engellemek için büyük çaba göstermiştir. İran her şart ve koşul altında nükleer çalışmalarına devam etmelidir (Tablo 4). Gerekirse Hürmüz Boğazı’nı seyri sefere kapatmalıdır (Tablo 5). İran açısından “büyük şeytan“ın isteklerine boyun eğmemek çıkarlarına en uygun yoldur. Ayrıca “küçük şeytanın” panik halindeki eylemleri de aktörün doğru yolda olduğunu göstermektedir. İran’ın bu aktörlere boyun eğmesi demek aynı zamanda BOP girişimi gereği parçalanmasına da razı olması anlamına gelir. İran’ın izlediği direniş politikası hem kendi çıkarlarına hem de Direniş Ekseni aktörlerinin çıkarlarına uygundur.
Tablo 4. İran’ın 2017-2024 Yılları Arasındaki Zenginleştirilmiş Uranyum Stoğu (Seviye ve Kg.)

Kaynak: Statista
Tablo 5. Hürmüz Boğazından 2024 Yılında Geçen Küresel Deniz Emtia Akış Payı

Kaynak: Statista
İran güncel durumun bölgede kalıcı olmasına izin vermemelidir. Son iki yılda değişen güç dengeleri gerek İran gerekse de vekilleri için olumsuz olmuştur. İran’ın bu güç değişimine karşı gereken reaksiyonu gösterememesi durumunda düşmanları hem İran hem de diğer müttefiklerini tamamen ortadan kaldıracak hamleleri yapacaklardır. BOP’un bu safhası da aktörlerin ortadan kaldırılmalarıyla sonuçlanabilir. Dolayısıyla İran açısından daha büyük görev ve sorumluluklar üstlenilmek zorundadır. Kabullenilmiş güç dengesi değişimi geri dönülemez bir yok oluşa neden olacaktır.
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu gibi özünde tarafsız olmayan bir örgüte karşı İran kesin tavır takınmalıdır. İran tarafından bu kuruma hiçbir bilgi verilmemelidir. İsrail’in sahip olduğu yüzlerce nükleer silah için herhangi bir girişimde bulunmayan bu kurumun önemli bir ABD aparatı olduğuna şüphe yoktur. İran’dan elde edilen paha biçilemez istihbarat bilgilerinin ABD ve İsrail’e aktarıldığı güçlü bir şekilde değerlendirilmektedir. İran bu kurumla iş birliği yaptığı sürece nükleer teknolojisini de geliştiremeyecektir. Bütün kritik bilgileri anında düşmanlarına aktarılacaktır. Dolayısıyla aktör bu kurumla ilgili bütün bağlantılarını geri dönülemez bir şekilde sonlandırmalıdır.
İran kritik personelini, askeri üslerini, liman ve petrol sahalarını etkili bir şekilde koruyabilme yeterliliğine erişmelidir. İran açısından son zamanlarda büyük zorluklar olsa da aktör ayakta kalmayı başarmıştır. ABD ve İsrail gibi askeri, istihbarat ve teknoloji yeteneği güçlü aktörlere karşı pes etmemek ve caydırıcılığını sürdürebilmek mutlaka dikkat çekicidir (Tablo 6-7). İran tarafından bugüne kadarki mücadelesinden büyük derslerin çıkarılması önemli bir zorunluluktur. Düşmanları ona yönelik politikalarını terk etmemişlerdir. Dolayısıyla gelecekte yine ve daha güçlü şekilde yoğun bir mücadelenin içinde olacak aktör bütün eksiklerini hızlı bir şekilde gidermelidir.
Tablo 6. İran’ın 1975-2024 Yıları Arasındaki Askeri Harcamaları (ABD Doları)

Kaynak: Statista
Tablo 7. İran’ın 2025 Yılındaki Askeri Gücü (Bölümler Bazında)

Kaynak: Statista
İran bölgedeki vekil güçlerine destek olmalı ve onları yeniden etkili aktörler haline getirmelidir. İsrail saldırılarından büyük zarar gören Hamas, Hizbullah ve Husiler mutlaka desteklenmelidir. İran bölgedeki gücünü sürdürmek istiyorsa kendi zayıflıkları kadar müttefiklerinin de sorunlarıyla uğraşmak zorundadır. İran’ın müttefikleri onun desteği olmadan etkili aktör olarak kalamazlar. Bu aktörlerin geleceklerinde hiç şüphesiz İran’ın politikaları doğrudan etkili olacaktır. İran’ın politik hedeflerine ulaşması için çatışma alanını geniş bir cepheye yayabilmesi ve güvenlik risk yönetiminde vekilleriyle ilişkileri çok önemlidir. ABD ve İsrail’e karşı çatışmaların durduğu bu süreyi İran süratli bir şekilde etkin olarak değerlendirmelidir.
Direniş Ekseni’nin başarısı için Rusya ve Çin’den azami derecede istifade edilmelidir. İsrail’in ABD, İngiltere ve bazı Avrupa Birliği devletlerinden aldığı güçlü desteği İran’da Rusya ve Çin’den alabilmelidir. Güç dengesinin değişimi için müttefiklerinden faydalanan İsrail bu durumdan büyük çıkarlar elde etmiştir. Direniş Ekseninin gücü azalmıştır. İran tarafından bu durumun telafisi için mutlaka büyük güçler olan Rusya ve Çin’in desteği alınmalıdır. Yeniden başlayabilecek bir savaş durumundan önce bu güçlerin desteğinin alınması mutlak bir zorunluluktur.
Gazze Şeridi’nde yaşayan ve takdire şayan bir direniş örneği gösteren Filistin halkının sabır ve mücadele azmi tarihe geçmiştir. Soykırıma uğratılmak istenen, her türlü yaşamsal destekten mahrum bırakılan, baskı ve zulme uğramasına rağmen metanetini kaybetmeyen ve ülkelerini terk etmeyen Filistin halkı tarihe altın harflerle geçmiştir. Onların azim ve kararlılığı bütün zulme uğrayan halkların daimî örneğidir. Ortadoğu’da yaşayan bütün halkların mutlak örnek almaları gereken moral değerleri sabır ve metanetin son noktası Gazze Şeridinde yaşayan Filistinlilerdir.
Türkiye kuruluşundaki sağlam temellere dayandığı sürece güvende olacaktır. Devletin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği yolda yüzüncü yılını gören aktör açısından ilerici, modern ve teknolojik gelişmelerin takip edilmesi mutlak zorunluluktur. Adaletin ve toplumsal barışın demokratik bir ortamda sağlandığı bir Türkiye’ye hiçbir yıkıcı ve bölücü örgütlenme zarar veremez.
BOP işlerliğini sürdürdükçe Ortadoğu’da gerilim ve şiddet düşmeyecektir. Bu bağlamda İsrail ve Batılı müttefikleri istisnalar dışında tek parça halinde hareket etmektedir. Bu birlik ve bütünlük sayesinde gücün etkili bir şekilde istenen hedeflere yönlendirilebilmesi sağlanmıştır. BOP girişiminin başarısı da buradan kaynaklanmaktadır. Buna karşın bölgedeki hudutları değiştirilmek istenen diğer aktörler ise parçalı ve dağınık bir haldedirler. Bunlara karşı izlenen stratejiler bütüncül bir şekilde hepsini kapsarken bu aktörler ise durumun vahametini yeterince kavrayamamışlardır. Oysaki düşmanları adım adım istedikleri hedefe ulaşmaktadır; bölgedeki aktörleri parçala, mikro devletçiklere böl ve bölünmüş parçaları yönet. İsrail ve Batılı müttefiklerine karşı birlikte hareket edilmeden BOP tarihin çöplüğüne atılamaz.
Dr. Mehmet EMİR
























































