KİTAP İNCELEMESİ: CANADA AND COMPETING INDO-PACIFIC VISIONS OF CHINA AND THE US: CAUGHT IN A FOREIGN POLICY DILEMMA

upa-admin 12 Ağustos 2025 1.470 Okunma 0
KİTAP İNCELEMESİ: CANADA AND COMPETING INDO-PACIFIC VISIONS OF CHINA AND THE US: CAUGHT IN A FOREIGN POLICY DILEMMA

Eser adı: Canada and Competing Indo-Pacific Visions of China and the US Caught in a Foreign Policy Dilemma (Türkçe: Kanada’nın, Çin ile ABD’nin Rekabet Hâlindeki Hint-Pasifik Vizyonları Karşısındaki Konumu)

Editör: Kenneth M. Holland

Yayın Tarihi: 2024

Canada and Competing Indo-Pacific Visions of China and the US Caught in a Foreign Policy Dilemma

Editör Hakkında

Dr. Kenneth M. Holland, Chicago Üniversitesi’nden Siyaset Bilimi alanında doktora derecesine sahip bir siyaset bilimci ve yazardır. İncelemesi yapılmakta olan bu kitapta sunulan bilgilere göre, Dr. Holland’ın araştırmaları Kanada dış politikası ve ABD-Kanada ilişkileri üzerine odaklanmaktadır. Şu anda Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Utah Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

Giriş

Kenneth M. Holland’ın editörlüğünde farklı yazarlar tarafından derleme halinde yazılmış olan bu eser, Çin ve ABD arasındaki stratejik rekabet nedeniyle Kanada’nın Hint-Pasifik bölgesindeki değişen konumunu incelemektedir. Kitaba göre, Kanada, önemli ekonomik ve güvenlik bağımlılıkları olan bir aracı devlet olarak zorlu bir dış politika ikilemiyle karşı karşıyadır. Kitap, Kanada’nın Çin algısının 2010’lardaki “stratejik ortaklık“tan 2020’li yıllarda nasıl “gittikçe daha bozucu (disruptive) bir küresel güce” evirildiğini anlatmak adına bir çerçeve sunuyor. Öte yandan, Kanada, 2022’de “Hint-Pasifik Stratejisi“ni ilan etmiştir. Bahsi geçen strateji belgesi, Kanada’nın bu bölgeyle ilişkilerini yeniden canlandırmayı ve Çin’in meydan okuyucu tutumuna karşı koymayı amaçlamaktadır. Ancak Kanada, Çin’le ilişkiler açısından, gelecekte bu ülkeyle tekrar yakın bağlantılar kurulması olasılığını da göz ardı etmemiştir.

Bu inceleme yazısında, öncelikle kitapta yer alan dokuz bölümün birer özet hali sunulacak ve ardından eleştirel fikirler öne sürülecektir.

Bölümlerin İçeriği

Kitabın “Giriş” bölümünde Kenneth M. Holland, uluslararası ilişkilerde yaşanan geniş kapsamlı yapısal değişiklikleri sunarken, Kanada’nın karşılaştığı Hint-Pasifik ikilemini inceliyor. ABD’nin Huawei’nin finans direktörü Meng Wangzhou’nun tutuklanmasını talep etmesinin ardından 2018 yılında Kanada vatandaşları Michael Kovrig ve Michael Spavor’un Çin’de gözaltına alınmasıyla Kanada dış politikasında önemli bir değişiklik yaşandığı belirtiliyor. ABD, Kanada’dan Çin’deki insan hakları ihlalleri ve Hint-Pasifik bölgesindeki güvenlik konusundaki tutumunu desteklemesini ve Çin’in teknolojik ve ekonomik etkisini sınırlamasını talep ediyor. Çin perspektifinden bakıldığında ise, Kanada’dan beklenenin ABD’nin yürüttüğü çevreleme stratejileriyle bağdaşan eylemlerden kaçınması, buna paralel olarak da tarafsızlığını koruması veya Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi gibi küresel girişimlerini desteklemesi olduğu belirtiliyor.

2. bölümü de kaleme alan Holland, burada Kanada örneğine uygulanan uluslararası teorilerin kapsamlı bir analizini sunuyor. Örneğin, realist bir açıyla bakıldığında, Çin, Kuzey Denizi Rotası’nı ABD’nin Malakka Boğazı üzerindeki kontrol ve etkisinden kaçınmanın bir yolu olarak görürken, öte yandan da NATO, Arktik bölgesinde yaşanan iklimsel ısınmanın gelecekte askeri çatışmalara yol açabileceği konusunda uyarıyor. Yine realizm ışığında, yazar, Kanada’nın 2024’te GSYİH’sinin % 1,38’ine tekabül eden düşük askeri bütçesinin, ABD’nin % 2’lik NATO hedefine ulaşamadığı yönündeki eleştirilerine yol açtığını belirtiyor. ABD’nin korumacı politikaları ve siyasi belirsizliklerin, Kanada’nın 2022 Hint-Pasifik stratejisini tam olarak uygulamaya koymasına yol açtığı da ifade ediliyor. Dönemin Kanada Başbakanı Justin Trudeau’nun Çin ile serbest ticaret anlaşması sağlama girişimi, Xi Jinping’in Çin politikalarına bir eleştiri olarak gördüğü hukuk ve insan hakları gibi “ilerici” değerler nedeniyle başarısız oldu. Alternatif bir teori olarak orta güç ülkeler teorisi ise, Kanada gibi zengin, orta ölçekli ve diplomatik açıdan etkin ülkelerin, ABD ile Çin arasındaki gerilimlerde diplomatik taahhütler aracılığıyla nasıl arabuluculuk yapmayı hedeflediğini anlamaya yönelik bir çerçeve sunmaktadır.

3. bölümde Stephen R. Nagy, Kanada’nın orta güçlerin sahip olduğu demokrasi ve insan haklarına bağlılık yönündeki normatif bakış açısını terk etmesi gerektiğini savunuyor. Kanada’nın Çin’in etkisine karşılık, Avustralya ve Japonya örneklerinden pragmatik stratejiler benimseyerek, ilerici değerlerden ziyade ekonomik taahhütler ve stratejik iş birliği temelinde hareket etmesi gerektiğini öne sürüyor. Nagy, Çin-ABD rekabeti aracılığıyla çıkarlarını korumak adına güvenlik, ticaret ve uluslararası hukuk alanlarında siyasi baskı, izolasyon ve düzenlemeleri içeren proaktif bir strateji olan “orta güç diplomasisi”ne vurgu yapmaktadır

4. bölümde Kim Richard Nossal, Kanada’nın jeopolitik realizmi benimseme konusundaki isteksizliğini anlamak için teorik ve tarihsel bir çerçeve sunuyor. Kanada dış politikasında, stratejik ve askeri faaliyetlere yatırım yapma konusunda siyasette ve kamuoyundaki isteksizliği ifade eden “kayıtsızlık kutbu“na (pole of indifference) değiniyor. Ancak yazara göre, Rusya’nın 2022’de Ukrayna’yı işgali bu kayıtsızlığın yeniden değerlendirilmesine sebep olmuş ve dahası Kanada’nın çok kutuplu bir dünyadaki zayıf noktalarını gözler önüne sermiştir. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve bir süre sonra da büyük güçler arasındaki rekabetin uluslararası ilişkilere geri dönmesiyle birlikte, Nossal, Kanada’nın ABD Başkanı Donald Trump başkanlığında daha realist bir yaklaşım benimseyip savunma harcamalarını arttırabileceğini öne sürüyor.

5. bölümde, Richard Shimooka ve Jonathan Berkshire Miller, Kanada’nın Çin’in yükselişine verdiği yanıtı iç politika formülasyonu perspektifinden analiz ediyor. Kanada’nın, Justin Trudeau’nun Başbakanlık görevine başladığı 2015 ile Hint Pasifik Stratejisi’nin ortaya çıkarıldığı 2022 yılı arasında Hint-Pasifik politikasına dair yaşadığı kurumlararası uyumsuzluklarla, ABD’nin ekonomik, diplomatik ve güvenlik araçlarını etkili bir şekilde bir araya getirebilmesi arasındaki tezat görüntüyü sergiliyorlar. Bürokratik ayrışmalar ve siyasi kararsızlık sebebiyle bu ülkenin bölgeye yönelik tutarlı bir strateji geliştirmeyi de başaramadığı anlatılıyor.

6. bölümde Jeffrey Kucharski, Kanada’nın bir ulusal güvenlik stratejisinin olmayışını eleştiriyor ve “akıllı güç“e (smart power) dayalı pragmatik bir Hint-Pasifik politikasının benimsenmesini savunuyor. Yazar, ülkedeki diaspora siyaseti ve Başbakan Trudeau’nun Hindistan’ı Sih kökenli bir Kanada vatandaşının ölümüne karışmakla suçlaması nedeniyle Kanada-Hindistan ilişkilerinin kötüleştiğini vurguluyor. Yazar, bu konuyla ilgili diplomatik bir çözüm çağrısında bulunarak, Hindistan’ın Çin’e karşı mücadelede ABD için stratejik önemine dikkat çekiyor. Kanada’nın, Asya’nın en büyük iki ekonomisi olan Çin ve Hindistan ile aynı anda gergin sayılabilecek diplomatik ilişkiler içinde olmasının yarattığı rahatsız edici durumu vurguluyor. Küçükken, ayrıca, Kanada’nın 2022 Hint-Pasifik Stratejisi’nde Rusya’ya yer verilmemiş olmasına vurgu yaparken, Rusya’nın Çin’le artan bağlarına ve Kuzey Pasifik’te bulunan çıkarlarına da önemle dikkat çekiyor.

Jeremy Paltiel’in kaleme aldığı 7. bölüm, Hindistan Başbakanı Modi’nin Justin Trudeau ile olan kişisel husumetinin yanı sıra, BJP’nin (Bharatiya Janata Partisi) artan otoriterliği ve etnik-dini ayrımcılığı nedeniyle Kanada’nın Hindistan’a karşı Hint-Pasifik stratejisinde yaşadığı zorluklara değiniyor. Yazar, Sih diasporasının seçmen üzerindeki etkisinin ikili ilişkileri karmaşıklaştırdığını ve diaspora etkileşimini bir “köprü” yerine bir ayrıştırıcı bir “kama” haline getirdiğini savunuyor. Paltiel’in vardığı sonuç, Modi popülerliğini koruduğu sürece Kanada-Hindistan ilişkilerinin yakın gelecekte stratejik bir niteliğe sahip olamayacağı yönünde.

8. bölümde Todd Hataley ve Christian Leuprecht, Arktik bölgesinin jeopolitik perspektifini sunmaktadır. Yazar, “Kutup İpek Yolu” olarak da bilinen Arktik Rotası’nı Kanada için bir “diplomatik mayın tarlası” olarak tanımlıyor. Bu durum, Çin’in alternatif ticaret yolları geliştirme ve Arktik kaynaklarına erişim istekleri nedeniyle yeni güvenlik riskleri oluşturuyor. Yazarlar, Kanada’nın bölgeyi etkileyecek siyasi ve askeri iradeden yoksun olduğunu ve ülkenin toprak bütünlüğüne yönelik olası tehditlerin esasında ABD için de benzer tehditler anlamına geldiğini vurguluyor. ABD ile Çin arasındaki rekabete dayanan ve “Yeni Soğuk Savaş” olarak adlandırılan güncel durum, kısmen Çin’in “Kuzey” bölgesindeki nüfuzuyla da şekil almaktadır. Ancak, 20. yüzyılda ABD ile Sovyetler arasında yaşanan orijinal Soğuk Savaş’ın aksine, 21. yüzyıldaki bu çatışma, Çin’in ve bir ölçüde de Rusya’nın hem Kanada’ya, hem de Amerika Birleşik Devletleri’ne yönelik ve bu ülkelerin ekonomik ve siyasi temellerini baltalamayı amaçlayan yavaş ama istikrarlı süren çabaları içermektedir.

Son bölümde, kitabın editörü olan Kenneth Holland, Kanada’nın 2022 Stratejisi’ni başlattıktan sonra Hint-Pasifik bölgesindeki deniz varlığını önemli ölçüde artırdığını savunuyor. Yazara göre, ABD’nin agresif yaklaşımı Çin’in nüfuzuna ve QUAD (Dörtlü Güvenlik Diyaloğu) ve AUKUS (Avustralya, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki üçlü güvenlik ortaklığı) gibi askeri ittifaklara odaklanırken, Kanada ise ASEAN, Avustralya, Japonya, Güney Kore ile ittifaklar ve CPTPP (Comprehensive and Progressive Agreement for Trans-Pacific Partnership / Türkçesi: Trans Pasifik Ortaklığı için Kapsamlı ve Aşamalı Anlaşma) gibi ticaret anlaşmaları aracılığıyla çok taraflı katılımı önceliklendiriyor.

Eleştiri ve Sonuç

Esere katkıda bulunan yazarlar, Kanada’nın Hint-Pasifik politikasının realist kuramın öngördüğü baskılar, orta güç diplomasisi, bürokratik eylemsizlik ve iç siyasi kısıtlamaların bir bileşimi halinde şekillendiğini gösteriyor. Kitap, sert güce dayalı rekabetin öne çıktığı bir bölgede normatif dış politikanın ne ölçüde sınırlı kaldığını vurguluyor. Kanada’dan, ABD liderliğindeki dış politika çerçevelerine giderek daha fazla uyum sağlarken, geleneksel değer temelli diplomasisi ile pragmatik ve çıkar odaklı yaklaşımı arasında denge kurması bekleniyor.

Öte yandan, kitaba birtakım eleştiriler yöneltilebilir. Bu eleştirilerden ilki, içerdiği baskın realist ton olacaktır. Realizm, jeopolitik baskıların devletleri sıklıkla sert güç stratejilerine nasıl yönlendirdiğini vurgulamaktadır. Zira, yazarlarca Kanada’nın dış politikasında olması beklenen pragmatik değişim, bahsi geçen ülkenin demokrasi ve insan hakları gibi değerlere uzun süredir devam eden bağlılığını gölgede bırakma riski taşıyor. Öyle ki, Kanada’nın güçlü liberal ve ilerici kimliğinin, onun şimdiye dek barışçıl ve müreffeh bir ülke olarak ününü pekiştirmesine yardımcı olduğunu belirtmekte fayda vardır.

Ayrıca, küresel rekabetlerde, taraflardan birisiyle (kitapta anlatılan durumda Amerika Birleşik Devletleri’yle) daha fazla askeri angajman veya daha sıkı müttefiklik için çabalamak, mevcut küresel gerilimlerin yoğunlaşması riskini de artırabilir. Yukarıda da belirtildiği gibi, Kanada’nın ABD’ye bağımlılığı Çin ile bağlarını zaten germiştir. Bu durum da göz önünde bulundurulduğunda, liberal yaklaşımlar yerine realist ittifaklara öncelik vermek olumsuz sonuçlar doğurabilir.

Kitaba yöneltilebilecek bir başka eleştiri ise, önceki paragraflarda belirtilenlere paralel olarak Çin’in ve zaman zaman da Hindistan’ın ABD ile uyum sağlama ekseninde ele alınması gerektiği yönündedir. Bu çerçevede, örneğin Çin genellikle “öteki”, hatta “bozucu güç” olarak sunulmaktadır. Oysaki, bahsi geçen çatışma dinamik ve karşılıklı bir yapıya sahiptir. Bir bölümde ise, Hindistan’ın Çin’e karşı mücadelede ABD için stratejik önemine dikkat çekilmekte ve dış politika tavsiyeleri bu perspektifle verilmektedir. Bu yüzden, her ne kadar Kanada’nın ABD ile olan uzun süreli ittifakı kitapta görülen bu tek taraflı bakış açısını kısmen anlaşılır kılsa da, bölgedeki çok yönlü etkileşimler ve değişik aktörler göz ardı edilmektedir.

Belki esere dair son eleştiri de devletlerarası ilişkilere fazla vurgu yapılması ve devlet dışı aktörlerin Kanada’nın Hint-Pasifik bölgesi, Çin ve ABD ile olan ilişkilerinde oynayabileceği role yeterince değinilmemiş olmasıdır.

Yine de kitap birden fazla noktada iyi bir vaka çalışması olarak görülebilir. Bunlardan bir tanesi, bağımlılık teorisi bağlamında Kanada-ABD ilişkisinin doğasıdır. Bir diğeri, Kanada’nın kurumlararası uyumluluk ve farklılıklarına değinilerek bunun sebep olduğu dış politika zaaflarının belirtilmesi ve bunların düzeltilmesi yönünde tavsiyelerde bulunulmasıdır. Kitap, orta güçlü ülkelerin diplomasisine dair de önemli ipuçları vermekte ve alternatif politikalar sunmaya çalışmaktadır. Kanada gibi ekonomik anlamda başarı sağlamış bir ülkenin, buna karşılık sınayıcı bir coğrafya olan Hint-Pasifik’te dış politika yapımında karşılaştığı güçlükler “durum tespiti” anlamında başarılı olarak görülmelidir.

Ayrıca, her ne kadar bu inceleme yazısında Kanada dış politikasına yönelik yazarların realist bakış açısının baskın olduğu eleştirisi getirilmiş olsa da, realizmin günümüzün rekabetçi uluslararası ilişkilerinde tamamen geçersiz olduğunu savunmak da güçtür. Bu açıdan kitap, Hint-Pasifik bölgesinin zorlayıcılığını özellikle küresel rekabet bağlamında isabetli bir şekilde konumlandırabilmiştir.

Eleştirel bir bakış açısıyla bakıldığında, bu eser Kanada’nın temel değerlerini koruması, bir yandan da herhangi bir güce aşırı bağımlı olmadan stratejik ortaklıklar kurması ve bölgedeki karmaşık jeopolitik ortamda kurumlar arası koordinasyonu sağlayarak tutarlı politikalar izlemesi gerektiği sonucuna ulaştırmaktadır. Her halükârda, Hint-Pasifik bölgesi siyasası, Kanada’nın küresel rekabete dayalı baskılarla başa çıkma kapasitesini değerlendirmek, ulusal çıkarlarını güvence altına almak ve değişen düzende kendi konumunu yeniden yorumlamak için kritik bir alan olmaya devam edecektir.

Kıvanç SAĞIR

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.