Giriş
Liberal kurumsalcılığın geleceği, demokratik yönetim anlayışının zayıfladığı, insan hakları veya adil ve eşit yönetim anlayışının yön değiştirdiği bir yapısal düzene doğru gidilmektedir. Avrupa karşıtlığının artması, farklılaşan değerler veya ayrıştırıcı faaliyetlerin hız kazanması, bütünleşmiş bir Avrupa topluluğunun ve aynı zamanda bütüncül bir Batı’nın önünde büyük bir engel oluşturmaktadır.
Batılı ülkelerde artan aşırı sağ popülist siyasi hareketler, ulusal düzeyde göçmen krizi gibi kimlik bazlı sorunlar ile işsizlik gibi ekonomik konuları da birbiriyle ilişkilendirip buna ekleyerek, Batı’daki liberal demokratik siyasi merkezi daha da zayıflatmaktadır. Batı’nın liberal kurumsal altyapısı alarm vermektedir. Batı hegemonyasını mümkün kılan liberal demokratik söylem uluslararası alanda değersizleşmekte ve oluşan söylem boşluğu da güç ve güvenliği merkeze alan realist siyaset tarafından doldurulmaktadır. Özellikle ABD’de Donald Trump yönetimiyle artış gösteren popülist politikalar, ırk, dil, din ve milliyetçilik kavramlarının yeniden önem kazanmasına, ulusal değerlerin aşınmasına ve mevcut sistemin erozyona uğramasına yol açmıştır. ABD içerisinde artan kutuplaşma, küreselleşme karşıtlığı ve artan korumacılık politikaları sistem içerisindeki rol model ülke olma özelliğine zarar vermiştir. ABD’nin askeri gücüne daha fazla önem vermesi, tek taraflı çıkar politikalarına daha fazla yönelmesi ve normatif değerleri arka planda tutarak sistemin yaşadığı hegemonyal dönüşüm için gerekli olan ortamı hazırlamıştır.
ABD’nin demokratik kurumlarda yaşadığı dezenformasyon, normatif gücünün kırılmasına da yol açmıştır. ABD’nin sistem içerisinde demokrasi ihraç eden ülke statüsünde yaşanan gerileme, ekonomik alanda sahip olduğu üstünlüğünü de olumsuz yönde etkilemektedir. Amerikan istisnacılığı kapsamında ABD liberal değerlerini yayma, diğer ülkelerinin rejimlerini değiştirme veya demokrasi karnelerini sorgulama gibi önemli girişimlerde bulunmaktadır.
2017 yılında, Amitav Acharya, yazdığı Liberal Hegemonya Sonrası adlı kitabında, uluslararası düzenin dört ana unsur üzerinde kurulu olduğunu (serbest ticaret, çok taraflı kurumlar, demokratik yönetim ve liberal değerler), ancak bu dört unsurun uzun süredir durgunluk içerisinde olduğunu belirtmiş, Donald Trump yönetiminin ise bu durgunluğu sadece hızlandırdığını dile getirmiştir. Amitav Acharya, Amerikan Dünyasının Sonu adlı kitabında ise, Amerika’nın liderliğinde kurulan bu düzenin evrensel olma konusundaki iddiasını eleştirerek, sistemin Amerika’nın çıkarlarına hizmet etmesi yönündeki varsayımını ortaya koymaktadır.
Küreselleşme olgusu veya beklentisi içindeki gelişmiş liberal dünyada politika değişikliklerini zorlamakta ve öte yandan tehdit, tehlike ve risklere neden olan koşulları gri alanda bırakmaya devam etmektedir. Dünya sisteminde yaşanan ekonomik, politik veya askeri gelişmeler, uluslararası sistem içerisindeki güç dengesinin yeniden tanımlanmasına yol açmıştır. Batı merkezli yönetimlerin milliyetçi/popülist söylemleri doğrultusunda artan içe dönük politikalar, devletlerin tek bir çatı altında hareket etmelerini engellerken, yükselen güçlerin sistem içerisindeki konumlarını daha ileri seviyeye taşımasına yol açmaktadır. Liberal yönetim modelleri karşısında özellikle Çin’in sunduğu alternatif projeler ve kuramlar ABD’nin izlediği yoldan farklı bir şekilde ilerlediğinin göstergesidir.
Liberal Yönetimler Karşısında Yükselen Alternatif Güçler: Rusya ve Çin Örneği
Çin, yeni dünya düzeni arayışını ilkeler, normlar ve kurumlar aracılığıyla inşa ederek küresel aktör olma yolunda ilerleyen bir ülkedir. Batı temelli inşa edilen (IMF, DB) dünya düzeni karşısında oluşturulan alternatif örgütler (ŞİÖ, BRICS, KYG), ABD öncülüğünde tanımlanan Washington Konsensüsü yerine Çin Devleti tarafından tasarlanan Pekin Konsensüsü veya liberal demokrasiler karşısında artan devlet temelli yönetim modeli sistem içerisinde mevcut yapıya yönelik alternatiflerin ön plana çıktığını göstermektedir.
Liberal düzen karşısında Çin ve Rusya öncülüğünde inşa edilen alternatif kurum ve kuruluşlar sistem üzerinde dönüştürücü rol oynarken, liberal düzenin aşınmasına da katkı sağlamıştır. Uluslararası sistem içerisinde Çin’in rolü tanımlanırken, statükocu mu, yoksa revizyonist mi olduğu yönünde yapılan tartışmalarda, küresel değerlere olan bağlılığı, sınır anlaşmazlıkları konusunda barışçıl yollarla çözüme kavuşturma girişimi, başka ülkelerin iç işlerine karışmama prensibi veya uluslararası ticaret ve silahsızlanma rejimini kabul etmesi ve uluslararası kurumlarla çalışmalarında uyuma dikkat etmesi bu ülkenin statükoculuğuna vurgu yapmaktadır. Çin, ihtiyaçların giderilmesi üzerinden hegemonya kurmaya çalışırken, kazan-kazan iş birliği ilişkisini de ortaya koymaktadır. Çin’in koşulsuz yardımlar, altyapı projeleri, alternatif ideolojiler aracılığıyla ortaya koyduğu ortak fayda anlayışı liberal yönetim modelleri karşısında ivme kazanmaya başlamıştır. Çin, Batı düşmanlığını kazanmadan ekonomik ve bölgesel gelişimini tamamlamayı, Avrupa ülkeleri üzerindeki nüfus edebilme kapasitesini arttırmayı ve ekonomik gücünün politik zeminde karşılığını bulması için büyük çaba harcamaktadır.
Liberal dünya düzeni karşısında Çin ve Rusya öncülüğünde inşa edilen alternatif kurum ve kuruluşlar sistem üzerinde dönüştürücü rol oynarken, liberal düzenin aşınmasına da büyük katkı sağlamaktadır. Diplomatik platformlarda birbirini desteklemeye devam eden Çin ve Rusya, 2021 yılında dönemin ABD Başkanı Joe Biden’ın liderliğinde düzenlenen Demokrasi Zirvesi’ni, dünyaya kutuplaşmanın zemini olarak kabul görmeye devam ettiklerini ve “demokrasiler ve otokrasiler” ile “serbest piyasa ve devlet kapitalizmi” ayrımlarını doğru bulmadıklarını ifade etmişlerdir.
ABD’nin bu pasifizmi karşısında Çin ve Rusya’nın güçlenmesi, uluslararası alanı sarıp sarmalayan liberal demokratik kurumsal yönetişim yapısını sarsmaktadır. BM Güvenlik Konseyi’nde bu ikili her geçen gün daha fazla etkili hale gelmektedir. Ayrıca, Çin ve Rusya’nın siyasi ve ekonomik modelleri de Batı’nın ulusal düzeyde kendine has liberal demokratik değer ve kurumlarını sorguya açmaktadır. NATO tarafından ilan edilen NATO 2030 raporunda, Rusya’nın “stratejik zorluk” ve Çin’in de “stratejik rakip” bir devlet olarak tanınması, Batı ittifakı içerisinde Rusya ve Çin’e yönelik artan güvenlik kaygılarını göstermektedir. Çin ve Rusya statükoyu sorgulayan, sorguladıkları için de ABD merkezli sistem tarafından hareketleri sınırlandırılmaya çalışılan iki büyük güç olarak birbirlerine yaklaşıyor. Batı merkezli küresel düzene meydan okuyan devletlerden özellikle Rusya ve Çin yönetim modelleri arasında bulunan benzerlikler bulunmakta, değerler yayma amacı gütmeyen kalkınma odaklı müttefiklik ilişkileri ve otoriteryanizm çalışmaları da hızla sürmektedir.
Liberal yönetim modelleri karşısında Çin’in sunduğu alternatif projeler ve kuramlar ABD’nin izlediği yoldan farklı bir şekilde ilerlediğinin göstergesidir. Çin’in koşulsuz yardımlar, altyapı projeleri, alternatif ideolojiler aracılığıyla ortaya koyduğu ortak fayda anlayışı liberal yönetim modelleri karşısında ivme kazanmaya başlamıştır.
Batı merkezli dünya düzenine karşı yükselen alternatif örgütler: Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)
Geçmişte “Şanghay Beşlisi” olarak adlandırılan bir güvenlik bloku, 1996’da kuruldu. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan tarafından sınır anlaşmazlıklarını çözmek için kurulan bir organizasyondu. Ancak grup 2001’de Şangay İşbirliği Örgütü’ne dönüştü. Amaç ise NATO gibi Batı ittifaklarının etkisini sınırlamaktı. Bir güvenlik çerçevesi olarak kurulmasından ve çeyrek asırdan fazla sürede dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 40’ını temsil edecek şekilde genişlemiştir. İran’ın tam üyeliğinden (2023) ve Suudi Arabistan, BAE ve Mısır’ın “diyalog ortağı” statüsü kazanmasından (2022) sonra, Şanghay zirvesinin Ortadoğu için büyük önem kazanmıştır.
ŞİÖ bloğunu oluşturan ve “Batı’ya meydan okumayı amaçlayan” Hindistan, Kırgızistan, Rusya gibi on ülkenin yanı sıra içlerinde Türkiye’nin de olduğu 16 gözlemci ve “diyalog ortağı” devletler Ağustos ayında düzenlenen zirveye katıldı.
Şanghay İşbirliği Örgütü, dünyanın en büyük pazarına sahip olduğu gibi dünyanın en fazla enerji üreten ülkelerini aynı çatı altında toplamaktadır. Dünyanın en büyük enerji üreticisi ülkesiyle, en yüksek enerji tüketen ülkesi de örgütün üyesidir. Şanghay İşbirliği Örgütü’nün coğrafi büyüklüğü 37 milyon kilometrekare olmakla birlikte, bu alan Avrasya bölgesinin yaklaşık yüzde 74’ünü oluşturmaktadır. Çin, ŞİÖ içerisinde sahip olduğu yetkileri, bölge ülkeleriyle olan ilişkilerini kurumsallaştırmak, enerji ihtiyacını yakın çevresinden temin etmek ve ABD’yi bölgeden dışlayarak bölgesel hegemonyasını kurma amacına yönelik kullanmaktadır. Rusya ve Çin ikilisinin öncülüğüyle kurulan ŞİÖ, tek kutuplu dünya düzenini dengeleme yoluna girmiş ve dünyayı çok kutuplu hale getirmeyi başarmıştır.
ŞİÖ, enerji üreten devletler için açık pazar temin ederken, hızlı gelişmekte olan üye ülkelerin enerji ihtiyaçları karşısında da bir kaynak görevi görmektedir. Örneğin, Orta Asya’nın zengin petrol ve doğal kaynaklarına sahip olması, küresel üretimin atölyesi haline gelen Çin’in çıkarlarına büyük hizmet etmektedir. Çin, örgüt içerisinde ekonomik alanda sağladığı fayda dışında, askeri ve siyasi gücünde de önemli avantajlar elde etmiştir. Örneğin, 2002 yılında düzenlenen Astana Zirvesi’nde Şanghay üyeleri ABD’nin bölgedeki askeri gücünü kırmak, Rusya ve Çin ikilisinin bölgedeki askeri ve siyasi gücünü arttırmak amacıyla Özbekistan’daki Hanabad ve Kırgızistan’daki Manas Amerikan üslerinin kapatılmasına yönelik çağrıda bulunmuştur.
ŞİÖ, üye devletlerinin liberal demokratik yönetim modelini benimsememesi, örgütün “otokrat kulübü” olarak tanımlanmasına yol açmaktadır (Wall, 2006). ABD ve Avrupa ülkeleri, Şanghay İşbirliği Örgütü’nü “Yeni Diktatörler Kulübü” olarak sınıflandırsalar da, örgütün geleceği giderek daha çok ekonomik ve sosyal konular alanındaki başarısına bağlı olacağı öngörülmektedir. ŞİÖ, Orta Asya’daki dengelerin değişmesinde ve müttefiklik ilişkilerinin yeniden revize edilmesinde büyük etki yaratmıştır.
Küresel Belirsizlikler Döneminde Gerçekleşen ŞİÖ- Tianjin Zirvesi
Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) 25. Devlet Başkanları Konseyi Zirvesi, 31 Ağustos – 1 Eylül 2025 tarihlerinde Çin’in Tianjin kentinde düzenlendi. Örgütün kuruluşundan bu yana en geniş katılımlı zirve olma özelliğini taşıyan etkinlik, dünya nüfusunun yaklaşık yarısını temsil eden üye, gözlemci ve diyalog ortağı ülkelerin liderlerini bir araya getirdi.
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, zirvenin açılısında istikrarsızlık, belirsizlik ve öngörülemeyen faktörlerde önemli bir artış yaşandığını ve ŞİÖ’nün “insanlık için ortak bir geleceğe sahip yeni bir uluslararası ilişkiler ve topluluk inşasını teşvik etmede önemli bir güç” haline geldiğini açıkça ifade etti. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, zirvenin oturum aralarında bir araya geldiler. “Sınırsız ortaklık” şeklinde tanımladıkları iş birliklerini vurgulayan liderler, toplantıda Putin ve ABD Başkanı Donald Trump arasında geçen son görüşmeyi de konuştular.
Zirve, yoğun bir diplomasi trafiğine sahne oldu. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif ve diğer liderlerle ikili görüşmeler gerçekleştirdi. Çin Devlet Başkanı Şi Jinping, küresel krizleri ele almak ve kalkınmayı teşvik etmek için yeni bir “küresel yönetim mekanizması” önerdi. Şi, bu mekanizmanın dünyayı daha adil ve güvenli hale getireceğini savundu. Şi Jinping, üye ülkeler arasında ekonomik entegrasyonu hızlandırmak için bir ŞİÖ Kalkınma Bankası kurulacağını da duyurdu. Batı merkezli uluslararası sistemin dışında çok kültürlü, çok dinli ve eşit temsil ilkeleriyle çalışan demokratik bir uluslararası platform olarak öne çıkmaktadır.
Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ni Süveyş Kanalı ve Arap Denizi üzerinden geçen deniz koridorlarına bağlayarak Mısır, BAE ve Suudi Arabistan’ın yeni ticaret haritasında kilit merkezler olarak konumlarını güçlendirmektir. Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), BRICS ile birlikte Suudi Arabistan, BAE ve İran’ı aynı masada bir araya getirmiştir. Batı arabuluculuğundan ve etkinliğini zayıflatan eksiklik ile önyargılardan arınmış yeni bir çerçeve oluşturmaktadır. Amerikan tek kutupluluğunun sonunu teyit etmeyi amaçlayan zirvenin sonuçları, aynı zamanda Arap ülkelerinin pusulalarının Doğu’ya doğru kaydığının da bir göstergesidir. Batı sistemine karşı kurumsal bir alternatifin önünü açan jeopolitik bir iklim bu zirve ile inşa edilmiştir. Batı karşıtı olarak tanımlanan bu örgüt aslında herhangi bir bloklaşma veya ötekileştirme siyaseti gütmese de Batıya alternatif bir misyon çerçevesinde ilerlediği aşikârdır.
Dünya düzeni yeniden inşa edilirken, Ortadoğu merkeze yerleştirilmektedir. Farklı coğrafi bölgelerin geçtiği, farklı dillerin konuşulduğu ve Kızıldeniz limanlarından Körfez sahalarına, farklı müzakere masalarının kurulduğu bu önemli zirve yarının dünyasını şekillendirmede önemli bir rol oynamaktadır.
Dr. Seda Gözde TOKATLI
Kapak fotoğrafı: Daily Sabah
























































