VENEZUELA MESELESİ

upa-admin 16 Kasım 2025 2.437 Okunma 0
VENEZUELA MESELESİ

Güney Amerika ülkesi Venezuela ile Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arasındaki krizin hiç olmadığı kadar zorlayıcı hale geldiği içinde bulunduğumuz günlerde, gündemi en çok meşgul eden soru, ABD’nin bu ülkeye yönelik bir askeri müdahalede bulunup bulunmayacağıdır. İçinde bulunduğumuz koşullarda müdahale ihtimalini güçlendiren veya en azından masada kalmasını sağlayan ikili, bölgesel ve küresel düzeyde birkaç önemli etken bulunmaktadır.

Bunlardan ilki, ikili ilişkiler bağlamında, ilk başkanlık döneminde de Venezuela ile gerilim yaşayan ABD Başkanı Donald Trump’ın bu ülkeyi suçlayıcı ve ABD’nin Venezuela ile mücadelesini uyuşturucu ticaretiyle mücadele ile gerekçelendirmek isteyen iddialı söylemleri gelmektedir. Bölgesel açıdan Latin Amerikalı liderlerin eli, ABD-Venezuela gerilimini azaltmada geçmişte olduğu gibi aktif rol oynama konusunda güçlü veya istekli değildir. Bu konuda, bölgedeki siyasal, toplumsal ve ekonomik sorunların yanında, Başkan Nicolas Maduro yönetimindeki Venezuela kaynaklı kitlesel göçlerin zaten kırılgan kamu politikalarına sahip bu ülkeler üzerindeki baskısı etkilidir. Küresel ölçekte ise, yakın geçmişte Filistin ve Ukrayna örnekleri, Çin’in Tayvan üzerindeki iddiaları nedeniyle gerilen ilişkileri ve Hindistan ve Pakistan’ın zaman zaman yaşadığı çatışmalar düşünüldüğünde, askeri müdahalecilik yahut sorunları güce başvurarak çözme ihtimalinin sıradanlaştığı görülmektedir. Bu eğilim, kaçınılmaz olarak dünya kamuoyunun askeri müdahale ihtimalini ciddiye almasıyla sonuçlanmaktadır.

Venezuela ile ABD arasındaki sorunlar, Trump yönetimleriyle başlamış da değildir. Latin Amerika’da Pembe Dalga’nın başlangıcını teşkil eden ve geçmişte başarısız bir darbe girişiminde bulunmuş bir subay olan Hugo Chavez’in 1998’de yapılan seçimlerle Devlet Başkanlığı görevine gelmiş olması ve iç ve dış politikasının halefi Maduro tarafından günümüze dek devam ettirilmesiyle yakından ilgilidir. George W. Bush yönetiminden itibaren hem Cumhuriyetçi, hem de Demokrat liderler için Venezuela ile ilişkiler sorunlu olmuş ve ABD çeşitli araçlarla Venezuela’da rejim değişikliğini teşvik etmiştir. 1990’ların sonlarından itibaren, Soğuk Savaş sonrası dünyada ekonomik küreselleşmenin de etkisiyle Latin Amerika’da yeni yapılanmalara giden bölgecilik hareketini ABD kendi liderliğinde tasarlamak istemiş fakat bunda başarılı olamamıştır. Başkan Chavez’in liderliğinde bölge genelinde Küba modeli sosyalizmi yaymak isteyen Venezuela ise, kısa süre içinde sol görüşlü liderlerin Devlet Başkanı oldukları Latin Amerika ve Karayipler’de kendini lider olarak konumlandırmak istemiştir. Ne var ki, başlattığı Latin Amerika için Bolivaryan İttifak (ALBA) projesi ancak ideolojik olarak Chavez’e yakın ve birbiriyle sınır komşusu olmayan ülkelerin dahil olduğu dağınık bir bölgesel entegrasyon projesine dönüşmüştür. O dönemde Arjantin, Brezilya, Şili gibi ülkelerde de farklı tarihlerdeki seçimlerde sol görüşlü fakat hem bölgesel, hem de küresel ölçekte katı reformlar yerine revizyonizm talep eden politikalar izleyen liderler iktidara gelmişlerdir. Bu liderlerin ideolojik hedefleri ve iş birliği yönelimleri ise Venezuela’dan farklı olmuştur. Ayrıca bölge genelinde sol Pembe Dalga sabit kalmamış, çeşitli ekonomik ve siyasal dönüşümler nedeniyle sağ iktidarların dönemi başlamıştır. Böylelikle Arjantin’de Cristina Kirchner ve Brezilya’da Lula gibi liderlerin Venezuela ve yakın ortağı Bolivya ile farklı hedefleri olsa da, iş birliğine açık ilişkileri sekteye uğramıştır. Pembe Dalga’nın geri çekilişiyle başkanlık koltuğuna seçilen sağ görüşlü liderlerin ilk icraatlarından biri, Venezuela’yı dışlamak için tüm Güney Amerika ülkelerini bir araya getiren Güney Amerika Uluslar Birliği’ni (UNASUR) fiilen ortadan kaldırmak olmuştur. Ancak ideolojik farklarını ortaya koymak için ve özellikle de ABD ile yakınlaşmak için gösterilen bu çaba, kendileri için kayda değer sonuçlara ulaşmamıştır. Bunun en önemli sonucu ise, Venezuela’nın bölgede yalnızlaşması olmuştur. Günümüzde ise bölgeyi domine eden tek bir ideolojik yönelim bulunmamaktadır; hem sağ, hem de sol hükümetler mevcuttur. Venezuela’nın ABD ile sorunlarını çözmesine yardım edecek ağırlıkta bir bölgesel dayanışma ve isteklilik de mevcut değildir. Nitekim Venezuela’nın sadık müttefiki Bolivya’da yıllar sonra sağ yeniden demokratik seçimlerle iktidara gelmiştir, Venezuela kaynaklı göçmen sorunu ise Maduro ve bölge ülkeleri arasında süregelen problemlere yol açmıştır.

ABD ile ilişkiler bağlamında bölgesel açıdan baktığımızda, Amerika kıtası genelinde Trump yönetimi uyuşturucu ile mücadele ve göç yönetimi başlıkları altında yalnızca Venezuela değil, Meksika ve Kolombiya başta olmak üzere çeşitli bölge ülkeleri üzerinde baskı kurmaktadır. Venezuela teknelerinin yanı sıra, Kolombiya vatandaşlarına ait teknelerin hedef alınması ve can kayıplarının yaşanması, Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro’nun da tepkisine yol açmıştır. Petro’nun bu saldırıyı Gazze’deki İsrail saldırıların benzetmesi ise Filistin’in büyük destekçilerinden Petro’nun bu vasfını kendi ülkesinin çıkarlarını korumada da manipülatif biçimde kullanabileceğini göstermiştir. Öte yandan, şu sıralar aynı safta görünen Venezuela ve Kolombiya’nın ilişkileri daimî yahut uzun vadeli çıkarlara stratejik bir dostluk barındırmamaktadır. Çeyrek asırdan uzun süredir aynı ideolojik yaklaşımla Chavez ve halefi Maduro tarafından yönetilen Venezuela’nın aksine, bu ülkedeki lider değişimleri hem liderlerin sağ veya sol ideolojiye bağlı olmaları, hem de göç, muhalifleri destekleme iddiaları ve nehirler ve ormanlardan geçen sınır hattının güvenliğini sağlamadaki problemler nedeniyle iki ülke arasında sorunlara yol açmıştır. Geçmişte Başkan Ivan Duque yönetimi döneminde Venezuelalıların Kolombiya’ya yönelik kitlesel göçleri nedeniyle Maduro’nun Kolombiya ile ilişkileri gerilmiş, iki ülke arasında karşılıklı olarak muhalifleri barındırma iddiaları problemlere yol açmıştır. Kolombiya’nın ABD’ye yönelik sert eleştirileriyle bilinen Başkanı Petro’nun görev süresi yakında dolacaktır. İki dönem üst üste Başkan seçildiği için tekrar aday olamayan Petro’nun ardından, yeni seçilecek Başkan’ın Venezuela ve ABD ile ilişkilere yönelik olarak Kolombiya dış politikasında değişikliklere gitmesi mümkündür.

Sonuç olarak, yıllardır önce gizli ardından da kendini Devlet Başkanı ilan eden ve hem ABD, hem de çeşitli bölge ülkelerinden destek gören Juan Guaido liderliğindeki muhalefet aracılığıyla, ABD, açık biçimde Venezuela siyasetine müdahale etmektedir. Son olarak Nobel Barış Ödülü’nün Maduro karşıtı Venezuelalı siyasetçi María Corina Machado’ya verilmesi ve Trump’ın kendisine verdiği açık destek, bu siyasal müdahalenin devamıdır. ABD’nin teknelere yönelik denizdeki operasyonları ve bölgede konuşlandırdığı askeri güçler ise hedefleri bağlamında sınırlı bir askeri müdahaleciliğin başladığına işaret etmektedir. Yıllardır uygulanan ekonomik ambargo sürecinde Venezuela’ya destek veren Çin ve Rusya’nın askeri müdahale olursa sürece dahil olabileceği konuşulsa da, bu konuda istekli olup olmayacakları oldukça belirsiz olup, coğrafi uzaklık da gizli de olsa askeri desteği zorlaştırmakta ve ABD radarına sokmaktadır. Ayrıca halihazırda ABD-Venezuela krizini çözmekte geçmişte başardıklarına benzer bir siyasal liderlik üstlenemeyen bölge ülkelerinin olası Çin veya Rusya askeri desteğine tepki duymaları da muhtemeldir. Özellikle Çin’in yoğun ekonomik etkisi, Latin Amerika ülkeleri için yol açtığı bağımlılık ilişkileriyle avantajları kadar dezavantajları da olan dengesiz bir ilişkidir. Bu denklemde, ABD’nin başlattığı açık siyasal müdahale ve sınırlı askeri müdahale devam ettirilecek ve hatta gelecekteki olası sorunlar karşısında diğer Latin Amerika ülkelerine de uygulanabilecek bir baskı metoduna dönüşmüştür.

Doç. Dr. Segâh TEKİN

Necmettin Erbakan Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü

Email: segahtekin@erbakan.edu.tr

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.