Arap Yarımadası’nın güneyinde Hint Okyanusu-Kızıldeniz bağlantısını sağlayan topraklar üzerinde kurulmuş bir ülke olan Yemen, Bab-ül Mendep Boğazı aracılığıyla Doğu Afrika-Hint Okyanusu-Kızıldeniz ekseninde işleyen ticaret ve enerji aktarım trafiğini kontrol eden bir konuma sahip olduğu için stratejik önemi oldukça yüksek olan bir ülkedir. Yemen’in tam karşısında, Doğu Afrika’da ABD askeri üssü olarak bilinen Cibuti ve onun hemen güneyinde de Afrika’nın en problemli ülkesi ve başkent Mogadişu’ya dahi hakim olmakta zorlanan bir Somali bulunmaktadır. Somali’deki siyasal karmaşa ve iç savaş bir veri iken, Bab-ül Mendep’in doğusunda yer alan Yemen’in de istikrarsız bir ülke olması anlaşılır bir durumdur. Nitekim Yemen, Soğuk Savaş döneminde de San’a ve Aden merkezli olarak kurulmuş iki ayrı Cumhuriyete bölünmüştü. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle bu bölünmüşlük bitmiş olmasına karşın, ülkenin birbirleriyle ilişkileri rekabete dayalı, farklı mezhep ile kabile/aşiret ve bölge kimliklerine entegre olmuş toplumlardan oluşuyor olması, Yemenli ulusal kimliğinin meşruiyetini zayıflatmış ve merkezi yönetimi de güçsüz kılmıştır. Üstelik bu ülke aynı zamanda İslam Dünyası ve genel olarak Ortadoğu’da yaşanan büyük çaplı bir rekabetin tam ortasında kalmıştır. Bu husus ise Suudi Arabistan-İran anlaşmazlığı özelinde kendisini gösteren Sünni-Şii çatışmasıdır.
Suudi Arabistan’ı güneyden çevreleyen Yemen topraklarının bu ülkeye komşu olan kuzeyinde/kuzeydoğusunda, Husiler adıyla da bilinen Şii kökenli Araplar bulunmaktadır. Üstelik, Suudi Arabistan’ın Yemen’e bitişik olan güney/güneydoğu topraklarında da nüfus ağırlıklı olarak Şii kökenlidir. Bu bağlamda Suudi Krallığı’nın en önemli çekincelerinden biri, Yemen nüfusunun yaklaşık % 40-45’lik bölümünü oluşturan ve Ocak ayından itibaren San’a’da da kontrolü ele geçiren Husilerin, Suudi topraklarının güneyinde konumlanmış ve ülke nüfusunun % 15-20’lik kısmını oluşturan Şii kökenli Suudi Arabistan vatandaşlarını da Riyad’a karşı isyana sürüklemesi ihtimalidir. Üstelik Şiilerin yaşadığı bu bölge petrol zenginliği ile de bilinmektedir.
Şii asıllı Husilerin, Abdurabbuh Mansur Hadi hükümetini çekilmeye zorlayarak siyasal iktidarı ele geçirmesi, Suudi Arabistan ve müttefiki olan Körfez emirlikleri ile Ortadoğu’nun diğer Sünni ağırlıklı ülkelerinde rahatsızlık yaratmıştır. Bu rahatsızlığın nedeni ise Husiler üzerinden İran’ın Yemen’de kontrolü ele geçirmesi ve böylece Bab-ül Mendep Boğazı üzerinden Kızıldeniz-Hint Okyanusu bağlantısını denetleme şansına kavuşuyor olmasıdır. Hürmüz Boğazı’nın ardından bu boğazın da İran’ın dolaylı kontrolüne açılması, başta Suudiler, Mısır ve Körfez emirlikleri olmak üzere birçok Ortadoğu ülkesini ve tabi ki ABD başta olmak üzere Batı dünyasını rahatsız etmektedir. Husiler tarafından iktidardan çekilmeye zorlanan ve bir süre “ev hapsinde” tutulan Devlet Başkanı Abdurabbuh Mansur Hadi ise, ev hapsinden kurtulduktan sonra ülkenin güneyine Aden’e gitmiş ve meşru hükümetin bu şehirde konuşlandığını açıklayarak yönetim için savaşacak aşiretler ile anlaşma yolları aramaya başlamıştır. Mansur Hadi’nin en önemli destekçisi olan Suudi Arabistan ve diğer Körfez emirlikleri de büyükelçiliklerini San’a’dan Aden’e taşıyarak ve meşru hükümetin Aden’de konuşlanmış olduğunu sürekli olarak vurgulayarak Husilerin etkinliğini azaltmaya çalışmıştır. Ne var ki, Mansur Hadi’ye bağlı kuvvetlerin yetersiz kalması, Husilerin güneye doğru genişleyerek Taiz şehrini ele geçirmesi ve Aden’i tehdit etmeye başlaması, Suudilerin harekete geçmesine neden olmuştur. Husilerin Yemen özelindeki en önemli müttefikleri, Arap ayaklanmalarına paralel olarak Yemen’de görülen gösteriler neticesinde Suudiler ve ABD’nin baskısıyla Devlet Başkanlığını yardımcısı Mansur Hadi’ye bırakmaya zorlanan Ali Abdullah Salih’e sadık olan kabileler ve askerlerdir.
Yemen özelinde üzerinde durulması gereken iki ayrı güç odağı daha bulunmaktadır. Bunlardan birincisi 1994’ten bu yana Aden ve çevresinde etkin olan “Güney Yemen Hareketi” adlı ayrılıkçı gruptur. Güney Yemen’in, ekonomik ve sosyal manada geri kaldığını ve Yemen ile birleşmenin Güney’e herhangi bir yararının olmadığını belirten bu hareket, Aden merkezli olarak bağımsız bir Güney Yemen devletinin kurulmasını arzulamaktadır. Mansur Hadi’nin Aden’e yerleşmiş olması ve Suudiler başta olmak üzere birçok devletin Güney Yemen’i “meşru” Yemen hükümetinin merkezi olarak görmeye başlaması, bu hareketin amaçlarını şimdilik kaydıyla geri plana itmiştir. Bir diğer önemli aktör ise Yemen El Kaide’si olarak bilinen ve El Kaide şemsiyesinin altındaki en etkin ve saldırgan güçlerden biri olarak görülen örgüttür. Yemen’in batısı-güneybatısı ve doğusunda yaşayan aşiretler ile birlikte hareket ettiği belirtilen ve bu bölgelerde etkinlik gösteren örgüt, Şii Husilerin kontrolü elde tutmasına şiddetle karşıdır. Hatta Suudi Arabistan’ın bu örgüt ile dolaylı yoldan temasa geçerek Husilere karşı kullanabileceğine dair söylentiler de çıkmaktadır.
Suudi Arabistan’ın liderliğini yaptığı, içerisinde Ürdün, Sudan ile Mısır’ın da bulunduğu 10 ülkenin Husilere karşı düzenlediği ve adına da “Kararlılık Fırtınası” denen hava operasyonları, Husilerin elinde bulunan silah depoları, hava savunma tesisleri ve askeri üslerin ortadan kaldırılmasını ve Husileri San’a ve çevresinden çıkmaya zorlamayı hedefleyen bir girişimdir. Husileri San’a’dan çıkmaya zorlamanın yanı sıra, Aden merkezli Güney Yemen’e doğru genişlemekten alıkoymayı ve Abdurabbu Mansur Hadi yönetiminin yeniden başkente ve ülkenin geneline egemen olmasını sağlamayı hedefleyen operasyona yüz uçak katılmaktadır. Mısır ve Suudi Arabistan, deniz kuvvetlerini de Yemen açıklarına konumlandırarak gerektiği takdirde kullanabileceğini göstermeye çalışmaktadır. Operasyona en sert tepki, beklendiği gibi, Husilerin doğal müttefiki olan İran’dan gelmiştir. Bunun yanı sıra, Rusya da “Kararlılık Fırtınası” girişiminin karşısında olduğunu açıkça ortaya koymuştur.
ABD ise, İran ile nükleer enerji müzakerelerinin oldukça yoğun bir şekilde devam ettiği bir anda Yemen’de yaşanan bu gelişmelerden pek hoşnut olmasa da, söylem bazında Suudi Arabistan’a destek vermektedir. ABD, İran’ın, Irak, Suriye ve Lübnan’ın yanı sıra şimdi de Yemen’de gücünü ve etkinliğini arttırdığını görmektedir. Irak ve Suriye’de IŞİD’e karşı İran ile “üstü örtülü de olsa” birlikte hareket eden ABD, aynı ülkenin Yemen üzerinde de etkin olması hususunu, müttefiki Suudi Arabistan’ı rahatsız ettiği için arzulamamaktadır. Ne var ki, nükleer müzakerelerinin olumsuz etkilenmemesi için çok ileri bir adım atmaktan ve operasyona doğrudan destek vermekten de kaçınıldığını görüyoruz.
Türkiye ise “Kararlılık Fırtınası” operasyonunu desteklediğini ve gerekirse lojistik destek verebileceğini bizzat Cumhurbaşkanı aracılığıyla açıklamıştır. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, İran’ın Yemen ve Ortadoğu genelindeki politikalarını eleştiren bir açıklama yapması İran’da tepkiyle karşılanmıştır. İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ve bazı İran milletvekillerinin açıklamaları, hatta Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Tahran’a yapacağı resmi ziyaretin iptal edilmesi gerektiğine yönelik açıklamalar, iki ülke arasında gerginliğe yol açmış durumdadır. Türkiye, operasyona destek vererek Ortadoğu’da, özellikle de Sünni Arap aktörler nezdinde meşruiyetini arttırmak istemektedir. Bunun yanı sıra, Türkiye de farkındadır ki ABD, İsrail ve Suudi Arabistan, İran’ın artan etkinliğinden hiç hoşnut değildir. Bu durum, Türkiye’ye bölgesel anlamda kullanılabilecek bir alan açabilecektir. İran’a karşı Türkiye’nin hamleleri tıpkı Arap ayaklanmaları öncesi dönemde olduğu gibi desteklenebilecektir. Bu durum, özellikle son dönemde hiç de iyi olmayan Türkiye-ABD ilişkilerine de olumlu anlamda yansıyabilir. Ayrıca Türkiye’nin bu operasyona destek vererek Mısır ile aynı çizgide buluşması, iki ülke arasındaki gerginliğin azaltılmasına ve ilişkilerin zamanla işbirliği boyutuna entegte edilmesini sağlayabilir. Türkiye’nin bu operasyon bağlamında izlediği destekleyici tutum, Suriye meselesinde içerisine düştüğü yalnızlığın aşılabilmesi anlamında da önemlidir. Ne var ki, İran ile ilişkilerin gerginlik boyutuna entegre olması Türkiye için bir kayıp olacaktır. Zira Türkiye ile İran’ın ikili ilişkilerde “köprüleri atmasını” gerektirecek hiçbir sebep yoktur. İki ülke siyasal, ekonomik ve bölgesel anlamda birbirlerine tehdit olmaktan çok işbirliği yanlısı bir ilişkiler ağı inşa etmelidir. Türkiye’nin, İran ile ilişkilerini, bu ülke ile “mezhep” farklılığına dayalı bir bölgesel liderlik mücadelesine eklemlemiş Suudi Arabistan ve Körfez emirlikleri üzerinden değil, kendi çıkarları üzerinden ve dengeye dayalı olarak inşa etmesi gerekmektedir.
Yemen’de İran ile Suudi Arabistan arasında bir “vekalet savaşı” yaşandığı ortadadır. Üstelik bu savaş, “Kararlılık Fırtınası” operasyonuna paralel olarak Arap Birliği’nin ortak bir askeri güç oluşturma fikrini de beraberinde getirmiştir. 40 bin kişiden oluşacak ve Arap Birliği üyelerinin büyük bir çoğunluğunun asker ve silah desteği vermesi beklenen güç, savaş uçakları ve savaş gemilerine de sahip olacaktır. Suudi Arabistan ve Mısır’ın koordine etmesi beklenen bu gücün, bölgesel çatışmalara ve üyelerine yönelen iç ve dış saldırılara karşı anında müdahale etme kapasitesine sahip olması planlanmaktadır. Yani, Yemen üzerinden anlamlandırabileceğimiz bölgesel rekabet, Sünni Arap dünyasında geniş bir siyasal işbirliği iklimi yaratmışa benzemektedir.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU