2017 yılının diplomasi açısından Trump’ın ABD Başkanlığını devralmasıyla başlayacak olduğu yorumları çok da boş çıkmadı. Üslubu ve bakışıyla değişik, kimilerince soru işaretleriyle dolu ABD’nin yeni Başkanı Donald Trump, özellikle Başkan olmadan önceki vaatlerini, İsrail zemininde yerine getireceğini hissettiriyor. Şubat ayında İsrail Başbakanı Netenyahu’yu Beyaz Saray’a davet eden Trump, çok tartışma getirecek bir hamleye de hazırlanıyor. Söz konusu hamle, ABD’nin İsrail Büyükelçiliği’nin Tel Aviv’den Kudüs’e taşınmasını içeriyor.
Peki bu ne demek? Büyükelçilikler, diplomatik kurallara göre, temsil olunan ülkenin başkentinde açılır. Bu da, doğal bir süreçtir. Diplomatik temaslar, elbette başkentteki merkezi kurumlar, devlet başkanlığı, hükümet ve ilgili bakanlıklar düzeyinde yürütülür. Ayrıca, ülkenin önemli kentlerinde konsolosluklar açılabilir; kültürel, ekonomik ilişkiler, kamu diplomasisi yüzeyinde genişletilir. Peki kolay gibi gözüken ancak yanıtı tek olmayan bir soruyu gündeme getirelim. İsrail’in başkenti neresidir? Ülkemiz ve pek çok devlet tarafından, (Batı dahil) Tel Aviv, İsrail’in başkenti olarak tanınmaktadır. İşin biraz geçmişine gidince, 29 Kasım 1947 tarihli BM’nin 181 sayılı Genel Kurul kararınca, Britanya’nın terk edeceği Filistin mandasında, “iki devlet” kurulacaktı. Buna göre; kurulacak Arap ve Yahudi devletleri açısından Kudüs, özellikle “eski şehir” olarak anılan Ağlama Duvarı, Hristiyan Kilisesi ve Harem-üş Şerif’in bulunduğu alan, BM mandası altında yönetilecekti. Bir bakıma, üç büyük din açısından kutsal sayılan yerler, tek bir devletin himayesine bırakılmıyordu. Bununla birlikte, “ortak şehir” ya da “bölünmüş statü” dediğimiz Corpus Seperatum gündeme geliyordu. İsrail Devleti’nin Britanya bu toprakları terk eder etmez ilanıyla, 1948 Arap-İsrail Savaşı başladı. 1949 Şubat’ında varılan ateşkeste, Ürdün Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü, Mısır ise Gazze Şeridi’ni ele geçirdi. Geriye kalan topraklar, İsrail’in toprak bütünlüğü olarak kabul edildi. Hatta 1947’de 181 sayılı BM Genel Kurul kararına muhalefet eden Türkiye, 1949 Şubat’ından, yani ateşkesten sonra İsrail’i tanıdı. 1949-1967 arasında, Doğu Kudüs, Batı Şeria ile birlikte Ürdün’ün elinde kaldı. 1967’deki “Altı Gün Savaşı”ndan sonra, İsrail, Batı Şeria ve Golan Tepeleri ile birlikte Doğu Kudüs’ü de ele geçirdi. BM Güvenlik Konseyi, 242 sayılı kararla, anılan toprakları İsrail tarafından “işgal edilmiş topraklar” olarak ilan etti. İsrail, söz konusu kararı tanımadığı gibi, o tarihten sonra da devlet kurumlarını Kudüs’e taşımaya başladı.
30 Temmuz 1980’de Doğu Kudüs’te varlığını ve fiili durumu resmileştiren İsrail, sadece Batı Kudüs’te değil, ileride kurulacak Filistin’in başkenti olarak ifade edilen Doğu Kudüs’ü de içerecek biçimde tüm Kudüs’ü, İsrail’in başkenti olarak ilan etti. Bu karar, BM Güvenlik Konseyi’nin 478 sayılı kararıyla “yok hükmünde” sayıldı. Zira BM Güvenlik Konseyi’nin 242 sayılı kararıyla “işgal edilmiş toprak”larda başkent ilanıyla, de facto bir ilhak gerçekleşiyordu. Söz konusu karara BM tarafından defalarca atıfta bulunuldu ve teyit edildi. Türkiye de bu kararı tanımadı; temsil düzeyini “ikinci katiplik” seviyesine indirdi, Büyükelçilik binası da Tel Aviv’de -diğer ülkeler gibi- muhafaza edildi.
ABD açısından Kudüs, Corpus Seperatum statüsünde teyit edildi. Ancak büyükelçiliği Kudüs’e taşıma kararı, 1960’ların sonunda daha henüz ABD Başkanı değilken, büyükelçiliği Kudüs’e taşıma vaadinde bulunan Gerald Ford’la başladı. 1970’lerden beri, Ford dahil ABD Başkanlarına bu vaat sık sık anımsatıldı. 1949’da Ürdün, 1967’de İsrail’in ele geçirdiği Doğu Kudüs toprakları, aynı zamanda Eski Şehir’in de içinde olduğu zeminde değerlendirildiğinde iş karışıyor.
Konuyu başka açıdan değerlendirelim. 1988’de Cezayir’de toplanan Filistin Ulusal Konseyi tarafından sürgünde kurulan Filistin Devleti, 1993’te Oslo sürecinde İsrail’le uzlaşarak kurulan Filistin Otoritesi ve hatta İsrail’i tanımakta direnen Hamas bile, 1967 sınırları çerçevesinde, başkenti Doğu Kudüs olan bir bağımsız Filistin Devleti hedefini resmileştirdiler. Bu bağlamda, Batı Kudüs-İsrail ilişkisinde, Filistin tarafında, dolaylı bir kabullenme gözükmektedir. Burada itiraz edilen Doğu Kudüs’ün konumudur. İsrail, Doğu Kudüs’te, 1967 sonrası Batı Şeria ile birlikte “yerleşimler” kurmaya başladı. Bu etkinlikler, Gazze’de 2005 sonrası İsrail’in çekilmesiyle sonlanmış olsa da, Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da söz konusu faaliyetler devam etti. BM Güvenlik Konseyi’nin kararları da dikkate alınmadı.
ABD’de Trump yönetiminin büyükelçiliği Kudüs’e taşıma kararı, Corpus Seperatum çerçevesinde mi olacaktır? Yani Batı Kudüs İsrail’in başkenti olarak ABD tarafından tanınacak mıdır? Yoksa 30 Temmuz 1980 tarihli İsrail’in Kudüs Yasası’nda ifade edilen Doğu Kudüs’ün “ilhakı”, de facto olarak gündeme mi gelecektir? Şimdilik tahmin edilen Batı Kudüs zeminindedir. Ne var ki, kalıcı barış olmadan, ABD’nin Kudüs hakkındaki herhangi bir kararı, yaşanan gerilimi, fiziksel şiddet sarmalına dönüştürme potansiyeline sahiptir. Trump, “radikal İslam”ı bitirme sözü verirken, ateşe benzin dökerek mi konuya yaklaşacak, yoksa Rusya’nın Suriye’deki konumuna karşı, İsrail ile ilişkileri pekiştirerek, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de buradan mı bir pencere açacaktır? İsrail, Trump sonrası, Doğu Kudüs’te yeni yerleşimlere onay vermiştir. Türkiye, ABD’nin bu kararından ve İsrail’in yerleşimlerle ilgili kararından memnun olmayacaktır. Öte yandan, Esad karşıtı İsrail ve Türkiye, Doğu Akdeniz’de enerji yüzeyinde yaklaşırken, Katar Obama döneminde olduğu gibi, ABD’den destek almaya devam edecek midir? Ya da Britanya ile mi yetinecektir? Rusya, Suriye-İran-Hizbullah ekseninde Trump’ın İsrail yaklaşımından ve İsrail’in Trump sonrası politikalarından rahatsız olacak mıdır? Esad müttefiki Rusya, Esad karşıtı Türkiye ile, IŞİD’e karşı Suriye’de “ortak operasyon” yaparken, İsrail yeni dönemde Esad karşıtı olarak yeni hamleler yapacak mıdır? Trump, Rusya’nın Suriye’de IŞİD karşıtı askeri operasyonlarına diplomatik destek vermektedir.
Bu kadar karışık bir zeminde, ABD’nin İsrail penceresinden Orta Doğu’ya bakışı, Rusya-Suriye, ABD-İsrail denkleminde Doğu Akdeniz’de değer bulmaktadır. İşte tam da bu çerçevede Hamas’la diyaloğu koruyan, İsrail’i bol bol kınayarak, eşzamanlı enerji başta olmak üzere işbirliği yapan bir Türk Dış Politikası göreceğiz. Bu konuyu, Türkiye-Suudi Arabistan-Katar hattını en çok zorlayan, İran çizgisi sıkıştıracaktır.
Trump’la birlikte, 2017 başladı… “Dördüncü intifada” riski gündemde kalırken, bu zemindeki bir Filistin hareketliliğinin, Obama dönemindeki gibi sessiz karşılanacağını söylemek bir hayli zordur. Doğu Kudüs konusu ise, bu olası kararlarla, daha sıkıntılı bir döneme taşınacaktır. İki devletli çözüm, küresel ve bölgesel güçlerin hesaplarıyla, gün geçtikçe olanaksız hale getirilmekte, bu da kalıcı bir Orta Doğu barışını görünmez bir geleceğe taşımaktadır.
Yrd. Doç. Dr. Deniz TANSİ
One Comment »