Giriş
Osmanlı Devleti tarih boyunca çok zorlu aşamalardan geçmiş olsa da, özellikle 18. ve 19. yüzyıllar Osmanlı Devleti’nin en zorlu dönemidir. Bu dönemde ülkenin hemen hemen her bölgesinde çıkan isyanlar devleti yormuş ve isyanlara çözüm bulma çabaları başka hayati birçok nokta ile ilgilenilmesini engellemiştir.
İsyanların sebebi, dünya çapında yükselen milliyetçilik dalgasıdır. Dünya artık bir ulus devletleşme sürecine girmiştir. Bu isyanlar arasında Osmanlı Devleti’ni en çok yaralayanlardan birisi ise Rumeli isyanlarıdır. Gerek Osmanlı Devleti’nin bir Balkan devleti olması, gerekse de Rumeli coğrafyasının hem kıta Avrupası, hem de Rusya’nın etkisine oldukça açık olması, bu isyanların sarsıcı olmasının ana sebebidir.
Balkan ulusları arasında ticaretle en çok uğraşan sınıf olan Ortodoks cemaat, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile yaptığı ticaret sonrasında zenginleşmiş ve zenginleşen halk sanat ve edebiyatla daha çok ilgilenme vakti bulmuştur. Var olan milliyetçilik akımı ile milliyetçi edebiyat birleşince, ulus fikrinin doğması mümkün olmuş ve tarihte daha önce ulaşılan büyük sınırlara sahip devletlerini tekrar kurma düşüncesi Balkan ulusları arasında yükselen düşünce haline gelmiştir. Bulgaristan için de “Büyük Bulgaristan” sınırları Makedonya’yı da kapsamaktadır. Aynı şekilde sadece Bulgaristan değil, Makedonya’nın hemen hemen bütün komşuları “büyük” ve “tarihi” devletleri içinde Makedonya’yı görmüştür. Çalışmanın konusu olan komitacılık konusunda en baskın olan devlet Bulgarlar olduğu için, çalışmada öncelikle Bulgarlar ve komitacılık hareketleri üzerinde duracaktır.
Rumeli’nin dağılmasının Makedonya’daki komitacılık hareketleriyle bağlantısını ortaya koymak amacıyla yazılan bu çalışma iki ana bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm, Rumeli’nin dağılmasını anlatarak komitacılığa gelen aşamanın ve hareketlerin yeşerdiği ortamın daha kolay anlaşılmasını amaçlamıştır. İkinci bölüm ise, Makedonya’nın dağılma sürecinde komitaların etkileri hakkında bilgi vermeyi amaçlamaktadır. Çalışma, ilgili literatür taranarak hazırlanmıştır.
Rumeli’nin Dağılması
Birlik halinden etnik çatışmaların tetiklenmesiyle ayrılıkçı savaşların ortaya çıkması durumu, dünya literatüründe Balkanlaşma (Balkanizasyon) terimi ile anılır. Bu terimin yerleşmesinde Yugoslavya’nın dağılmasının ve Balkan Savaşları’nın etkisi önemini korumakla birlikte, Rumeli’nin Osmanlı Devleti’nden ayrılma süreci de oldukça etkilidir. Bir Balkan devleti olan Osmanlı İmparatorluğu, Rumeli topraklarının birer birer bağımsızlığını ilan etmesiyle ömrünü tamamlamıştır.
Rumeli’de ilk ulusçuluk hareketleri, 18. yüzyılın ikinci yarısında Ortodoks Hıristiyan halklar arasında çıkmıştır. Zenginleşen Hıristiyan orta sınıf, milli edebiyat ve kültürle ilgilenerek Balkan ulusları arasında milliyetçi duyguların körüklenmesi için ortam oluşturmuştur (Karpat, 2014: 35-37). Ortodoks Hıristiyanlar arasında dini cemaat ilişkisinden etnik milliyetçiliğe giden sürecin kırılma noktası, 1767 yılında Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin Sırp ve Bulgar kiliselerinin nispi özerkliklerine son vermesidir. Ayrıca bu dönemde dini ayinlerin Yunan din adamları tarafından ve Yunanca yapılmasına karar verilmiştir. Yunan olmayan halkların patrikhaneden soğumasıyla, bu halkların alt kimliklerde birleşmesi kolaylaşmıştır. Bir köylü isyanı olarak başlayan 1804 yılı Sırp İsyanı, Rumeli’de başlayan ilk milliyetçi isyan olarak bilinir. İsyan sonucunda Sırbistan kendi milli kilisesini kurmuş ve milliyetçi bir ruhban sınıfı yetiştirmiştir (Aslantaş, 2013: 460).
Sırp İsyanı’nı, Yunan İsyanı ve ardından Hırvat İsyanı takip etmiştir. Balkanların bu parçalanma süreci, 1912 yılındaki Birinci Balkan Savaşı’na kadar sürmüştür. Balkan topraklarındaki bağımsızlık hareketlerinin karakteristik özelliği, bunların komitacılık hareketleri temelli olmasıdır. Balkan komitacılığının doğduğu yer ise, anlatılacak özellikleri sebebiyle Makedonya’dır. Balkan komitacılığını doğuran ulus ise Bulgarlardır.
Bulgaristan’ın hayallerini karşılayan Bulgar Prensliği sınırları, büyük ölçüde 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan Ayastefanos (Yeşilköy) Anlaşması ile vaad edilmiştir. Bu sınırların içerisinde Makedonya’nın tamamı da vardır. Fakat bu anlaşma uygulanmamış, daha sonra yapılan Berlin Anlaşması ile Bulgaristan küçük bir alanla sınırlandırılmış ve Makedonya reform yapılması şartıyla Osmanlı Devleti’ne bırakılmıştır. Beklendiği üzere, Bulgaristan, Berlin Anlaşması ile yetinmemiş, ilk olarak Osmanlı Devleti’ne bağlı Doğu Rumeli Vilayeti’ni kendisine bağlamış, daha sonra da Makedonya toprakları için komitacılık faaliyetlerine girişmişlerdir. Balkan Savaşları da son olarak Bulgaristan’ın aradığı fırsat olmuştur (Yıldırım, 2014: 144). Makedonya ise, siyasi ve sosyal yapısı itibariyle komitacılık faaliyetlerinin etkili olası için gerekli ortamı sağlamıştır.
Makedonya’nın kelime anlamı “yamalı bohça” ve “etnik salata” anlamına gelir ve bu ismi dini, etnik ve tarihi özellikleri ile sonuna kadar hak eder durumdadır. (Saatçi, 2013: 539). Bunun ve tarihsel sürecin etkisiyle, başta Sırbistan, Yunanistan ve Bulgaristan olmak üzere bütün komşuları Makedonya topraklarını tarihsel yayılma alanı olarak görmektedir. Komitacılık hareketlerinin Makedonya toprakları üzerinde yoğunlaşmasının en büyük nedeni, tarihsel yayılma alanı iddiasıdır. En aktif çeteci grupları ise Bulgarlar oluşturmuştur. Bulgarları Rum ve Sırp çeteciler takip etmektedir.
Osmanlı Devleti’nin dağılma döneminde, Makedonya, Bulgaristan sınırında olduğu için ayrı bir önem teşkil etmektedir. Makedonya, bugünkü karşılığından daha geniş bir alanı temsil eder. 1900’lü yılların başında Selanik vilayetinin tümüne, Kosova ve Manastır vilayetlerinin Arnavutluk’tan geri kalan kısmına Makedonya denilmiştir. Makedonya’ya Osmanlı Devleti’nce istisnai bir yönetim şekli verilmiştir. Bu yönetim şekli “Vilâyât-ı Selâse Umumî Müfettişliği” (Üç Vilayetler Genel Müfettişliği) adını almıştır (Uzer, 1999: 81). Bu çalışmada komitacılık hareketlerinden bahsedilirken, günümüz Makedonya sınırları değil, Osmanlı dağılma dönemi Makedonya sınırlarından söz edilmektedir.
Makedonya topraklarında çeteler ve Türk kuvvetleri arasında ciddi çatışmalar yaşanmıştır. Ve bu sürekli çatışma hali sosyal hayatı ciddi şekilde etkilemiştir. Örneğin; 1903 yılında Razlık Kaymakamı olarak bölgede görev yapan Tahsin Bey hatıratında şunları iletmiştir: “Bir akşam jandarma erim Süleyman, çarşıda lamba fitili bulamadığını, mum yakacağını söyledi. Merak ederek ertesi gün gizlice durumu araştırdım, civar kasabalara vaziyetin araştırılması için yazılar yazdım. Nevrokop, Cumai Bâlâ, Petriç ve Menlik’den aldığım cevabi yazılardan bu yerlerde de lamba fitilinin kalmadığı anlaşılıyordu. ...Razlık’ın ihtiyarlarından Köroğlu Mustafa Ağa ‘lamba fitilindn fişeklik olur’ dedi. Bu konuşmasıyla beni ve diğer ilgilileri uyarmış oldu. Bu vaziyete göre Bulgar köylüleri fişeklik imal etmek suretiyle ayaklanma hazırlıklarına yardım etmiş oluyorlardı…” (Uzer, 1999: 161).
Hatırattan da görüldüğü üzere, Bulgarların isyan hali hayatın her alanına yayılmış durumdadır. Bu konuda özellikle dikkati olmayan bir yöneticinin bazı ipuçlarını gözden kaçırması işten bile değildir. Tahsin Bey’in hatıratının ilerleyen kısımlarında bahsettiği üzere, bu ipuçlarını kaçıran çok sayıda yönetici vardır. Aynı şekilde adaletsiz cezalandırmalar, hem komitacılar, hem de yerli halk için de sorun haline gelmiştir.
Çeteler ve Türk kuvvetleri arasındaki çatışmalar şiddetlendikçe, Makedonya’nın durumu uluslararası camianın dikkatini çeker hale gelmiştir. Özellikle Rusya ve Avusturya’nın Osmanlı Devleti’ne Makedonya’da özerk bir idare kurulması konusunda baskıları olmuştur. Baskılar netice vermiş ve Makedonya’da umumi valilik derecesine sahip bir umumi müfettişlik kurulmuştur. Makedonya maliyesi İstanbul’dan ayrılmış ve büyük devletlerin Makedonya’nın mali kontrolü için delegeler göndermesine izin verilmiştir. Fakat düzenlenen reformlara rağmen Makedonya’da huzur sağlanamamıştır. (Uzer, 1999: 84).
Şiddetin durmaması üzerine, bu sefer sadece Rusya ve Avusturya değil, İngiltere de konuya dahil olmuştur. Bulgaristan Kralı Ferdinand ile yakın dost olan Londra Balkan Komitesi Başkanı Lord Boxstone, Osmanlı Devleti’ni elinden geldiğince köşeye sıkıştırmak istemiştir. Lord Boxstone, 1907 yılında Reval’de Makedonya’nın geleceği ile ilgili bir toplantı ayarlamayı başarmıştır. Reval Toplantısı adeta Makedonya’nın Osmanlı Devleti’nden ayrılışının ilanı olmuştur. Reval toplantı kararlarının kabulü için Rum ve Bulgar çeteleri ile Bab-ı Alî’ye baskı yapılmıştır (Uzer, 1999: 85-87). Böylece şiddetin bitmesi için adım atıldığı söylenilen hareketler neticesinde şiddet daha da tırmanmış ve Rumeli kaynayan bir kazana dönmüştür. Kararların kabulüyle, Makedonya’nın kaybı ile birlikte Osmanlı Devleti’nin Avrupa’dan çıkarılması da sağlanmıştır.
Osmanlı Devleti’nin elinde kalan son Rumeli toprağı olan Makedonya’nın kaybı o denli önemlidir ki, Osmanlı Devleti’nin son yıllarına ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş dönemine damga vuracak cemiyetin kurulmasına zemin hazırlamıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti Makedonya’nın kaybı ile aynı yılda (1907) Rumeli’nde (Selanik) kurulmuştur. Cemiyet, Sultan İkinci Abdülhamit’e karşıdır ve amaçları Meşrutiyet rejimini yeniden kurmaktır (Uzer, 1999: 88-89). İttihat ve Terakki ordu temelli ve Rumeli halkı destekli bir organizasyon olarak doğmuştur.
İttihat ve Terakki Cemiyeti, Makedonya’daki yabancı subaylardan ve konsoloslardan da destek görmüş, meşruti rejimin kurulması konusunda Bulgar ve Yunan komitecileriyle görüşmüş ve Etnik-i Eterya adlı Yunan cemiyeti dışında bütün komitalarla fikir birliğine varmıştır. 16 Haziran 1908’de Kolağası Resneli Niyazi Bey, Resne dağlarına çıkarak isyan etmiş ve meşrutiyet rejimine dair ilk ayaklanmayı gerçekleşmiştir. Resneli Niyazi Bey, yeraltı bağlantılarını iyi kullanarak çeteleriyle kurduğu ilişkiler ile ünlenmiş olan cesur bir İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesidir (fedai kanadından) (Uzer, 1999: 90).
1876 yılında ilki ilan edilen ama rafa kaldırılan Meşrutiyet’in ikincisi 23 Temmuz 1908’de ilan edilmiştir. Meşrutiyet, karşıt hareketini de beraberinde getirmiştir. Çok geçmeden Rûmi takvime göre 31 Mart 1325 yılında olduğu için 31 Mart Vakası olarak bilinen fakat Hicri takvime göre 13 Nisan 1909’a denk gelen irtica hareketi gerçekleşmiştir. “Din elden gidiyor” sloganları ile toplanan kalabalık, Meşrutiyet ile yürürlüğe giren anayasanın, yani Kanun-i Esasi’nin kaldırılmasını ve yeniden Şeriat kurallarına göre yönetilmelerini talep etmiştir (Uzer, 1999: 94-95).
Meşrutiyetin ilanının temel taşı olan Rumeli toprakları, Meşrutiyet’in korunmasında da en önemli role bürünmüştür. Rumeli’nden çıkan, içerisinde daha önce adı geçen Resneli Niyazi Bey ve kuvvetlerini de barındıran, ayrıca kurmay subaylarından biri Mustafa Kemal olan Hareket Ordusu, irtica hareketlerini bastırmak üzere İstanbul’a doğru yola çıkmıştır. Gönüllü Rumeli halkından oluşan Hareket Ordusu ile 31 Mart Vakası bastırılmıştır.
Meşrutiyet’in ilan edilmesi ile ve hatta karşıt isyanının bile bastırılmış olmasına rağmen Osmanlı Devlet’i içerisinde sükunet sağlanamamıştır. Çok geçmeden 1912 yılında Birinci Balkan Savaşı patlak vermiştir. Birinci Balkan Savaşı, Osmanlı Devleti’ne çok büyük kayıplara mal olmuştur. Osmanlı Devleti Rumeli’ndeki bütün topraklarını kaybetmiş, yüzbinlerce Türk vatandaşı göç etmek zorunda kalmıştır. Savaş bittiğinde Osmanlı Devleti, Arnavutluk hariç Müslüman nüfusunun % 62’sini kaybetmiştir. Göç etmek için yola çıkan nüfusun 812.271’i göçü tamamlayabilmiş, 632.408 kişi göç sırasında ölmüş ya da öldürülmüştür (Yıldırım, 2014: 153). Osmanlı Devleti’nin bu büyük kaybı, Balkan devletleri arasında paylaşım sorununa yol açmıştır. Daha Birinci Balkan Savaşı’nın külleri soğumadan Yunanistan ve Sırbistan arasında Bulgarların Makedonya’dan çıkarılması ve Arnavutluk’un paylaşılması hususunda yapılan ittifak, İkinci Balkan Savaşı’nı doğurmuştur (Yıldırım, 2014: 153).
Birinci ve İkinci Balkan Savaşları hiçbir şeyin sonu olmamış, aksine büyük Birinci Dünya Savaşı’nı tetikleyen nedenlerden biri olmuştur. Büyük imparatorluğun yıkılışı dünyanın her yerinde kendini hissettirmiştir. Osmanlı Devleti’nin yıkılış sebebi olarak sadece Balkanlar’ın kaybını görmek tabii ki yetersizdir. Fakat Balkan topraklarının kaybı, Osmanlı Devleti’nin son dayanağını da ayağının altından çekmiştir. Hatta son dayanaktan da öte, Rumeli, Osmanlı İmparatorluğu’nun belkemiğidir. Onun gitmesi ile yıkım kaçınılmaz hale gelmiştir.
Makedonya’nın bağımsızlık süreci dünyaya yepyeni bir terimi tanıtmıştır; “Komitacılık”. Komitacılık hareketleri nedir? Ve Makedonya’nın bağımsızlık sürecine etkisi nedir? Bu sorular bir sonraki bölümde cevaplanmaya çalışılacaktır.
Makedonya’nın Bağımsızlık Sürecine Komitacılığın Etkisi
Çalışmada sıkça bahsedilen ve bahsedilecek olan kavramların anlamlarına bakmak gerekirse, “komita” ve “komitacılık” hakkında yapılacak en kapsamlı tanım şu şekildedir; “Komita, devletin bünyesinde örgütlenerek, siyasilerin ve bürokratların legal yollardan çözemedikleri sorunları illegal yöntemlerle çözen bireysel ve örgütsel eylemleri gerçekleştirenler için kullanılan bir tabirdir. Komitacılık ise bunların faaliyet biçimlerine verilen isimdir” (Akbal, 2011: 71). Komitacılığın Osmanlı Devleti içerisindeki amacı ulusal bağımsızlıkları sağlamaktır. Bu amaca hizmet için, komitacılar, hak iddia edilen bölgelerde nüfus yoğunluğunu kendi ulusları lehine değiştirmek için çalışmışlardır. Bu amaçla kanlı eylemlere ve saldırılara da sıklıkla yönelmişlerdir.
Komitacılığı doğuran Bulgar ulusçuluğu, Osmanlı ulusçuluğuna karşıt olarak gelişmiştir. Bulgarlar, Türkleri kendilerini “Avrupa”dan koparan güç” olarak tanımlamaktadırlar. Osmanlı egemenliği yüzünden gelişip ulusal gücünü sağlayamadıklarını iddia etmektedirler. Georgi Rakovski, Lüben Karavelov, Vasil Levski ve Hristo Botev ile Bulgar komitacılık mücadelesi başlamış ve komitacılık mücadelesi Bulgarlar arasındaki ulusçuluk fikrini de körüklemiştir. Bu durum, halk arasında komitalara ve komitacılara sempatinin doğmasına da neden olmuştur. Komitacılar sadece yerel halk tarafından değil, Rusya tarafından da desteklenmektedir. Rusya, bu desteğin ve kışkırtmanın büyük bölümünü misyonerler aracılığı ile yapmıştır. Robert Koleji ve Üsküdar’daki kız okulunun misyonerlik faaliyetlerin de bu konuda rolü büyüktür. Bu kışkırtmalar ve destekler ile 1835’te Tırnova’da, 1841’de Niş’te, 1850’de Vidin’de ve 1868’de Tuna vilayetinde kanlı isyanlar olmuştur. Çok sayıda köy yakılmış, bu isyanlar sırasında 530 Türk öldürülmüştür (Çağ, 2015: 78, 81).
Bulgar modeli komitacılık, Sofya merkezli sıkı bir merkezi otorite ve hiyerarşik yapılanma, planlı ve koordineli bir emir komuta zinciri demektir. Emirler sorgusuz sualsiz yerine getirilir, kararlar kesindir, verilen bir karardan asla dönülmez. Görevleri için canlarını feda edecek olma düşüncesine alışkındırlar. Komita için katı bir alt-üst ilişkisi vardır. Teşkilatlanma konusunda son derece profesyoneldirler. Makedonya’yı alt bölgelere ayırarak komitece bir idari yapılanma oluşturmuş ve buna göre davranmışlardır. Eylem tarzları genelde baskın, suikast ve dağa adam kaçırmadır. Komitacıların genel özellikleri arasında dik başlılık, fütursuzluk, zorbalık, asabiyet ve acımasızlık vardır. Gözleri karadır. Şüphecidirler ve intikam hisleri ile doludurlar. Komita içi ilişki, ailevi ilişkilerin bile önüne geçmiştir. Sadakat ve sır saklama konusunda çok iyidirler. Komitaların çalışma biçimi isyana teşvik eden broşürler dağıtmakla başlamış, misyoner okulları ile devam etmiş ve nihayetinde eylem ile sonlanmıştır. Bu eylemlerden en önemlileri Osmanlı Bankası’nın, Alman Kulübü ve Kolombo Oteli’nin bombalanmasıdır. “Makedonya Makedonyalılarındır” sloganını kullanan komitacıların ilk hedefi özerklik, daha sonra da bağımsızlıktır. Cephane dağıtımları büyük gizlilik içerisinde çete içerisindeki hiyerarşiye göre yapılmıştır. (Akbal, 2011: 72-99).
Komitacılık olaylarına Bulgar bakış açısından bakıldığında, Bulgaristan için komitacılık hareketleri “Osmanlı hakimiyetine karşı Bulgar halkının silahlı mücadelesi”dir. Bulgar tarihçileri, hareketlerin 15. yüzyılda başladığını söylemiş ve 19. yüzyıldaki köylü ayaklanmalarına kadar tarihini götürmüştür. Bizim “komita” olarak adlandırdığımız fakat Bulgar tarihçilerin “Milli kurtuluş ihtilal hareketi” dediği eşkıyalık faaliyetlerinin 1862 yılında “Bulgar ihtilal komiteleri”nin Bükreş’te kurulup faaliyete geçtiği zaman başladığını belirtirler. O tarihten önceki çetelere “eşkıya çeteleri”, 1862 yılından sonra kurulan çetelere ise “ihtilal çeteleri” demektedirler (Şentürk, 1992: 101). Bulgar tarihçiler ve dönemin siyasetçileri, böylece eylemlerini haklı sebepler üzerinde inşa ederek meşru olduğunu savunmuş ve yerel halktan uluslararası camiadan destek beklemişlerdir.
Eylemlerin ve katliamların büyük kısmı Makedonya-Edirne Gönüllü Birlikleri tarafından yapılmıştır. Makedonya-Edirne Gönüllü Birlikleri, 1890 sonrasında terörist faaliyetler için Bulgarlar tarafından kurulan “Tayna Makedonska Odrinska Revolucionerna Organizaciya” (TMORO) örgütünün Türkçe adıdır. Örgüt, önce TMORO, daha sonra VMORO olarak anılmıştır. Bu örgütler, bizzat ordu komutanları tarafından kumanda edilmiştir. Ordunun ilerisindeki sabotaj timleri görevi görmüşlerdir. Çetelere sadece Bulgar nüfusu koruma sorumluluğu ve “Türklerden para almama” yasağı konulmuştur. Onun dışında çetelerin faaliyetleri hiçbir yazılı kural ile sınırlandırılmamıştır. Aynı şekilde, Bulgar olmayan halka nasıl davranacakları konusunda da hiçbir kural veya talimat yoktur. VMORO, Kasım 1912’de Trakya ve Rodop’ta katliamlarına başlamıştır. İlk görevleri Dimetoka ve Gümülcine arasındaki başıbozukları temizlemektir. Fakat başıbozukların tanımı yapılmadığı için, VMORO, yolu üzerindeki bütün Türklere türlü işkenceler ve katliamlar yapmış, dolayısıyla büyük insanlık dramları yaşanmıştır. Bazen yakaladıkları Türkler karşılığında fidye istemişler ve çoğu zaman fidyeyi almalarına rağmen esirlerini bırakmamış ve öldürmüşlerdir. Drama’daki eylemlerin bir kısmında Bulgar ve Rum komitalarının birlikte hareket ettiği görülmüştür (Yıldırım, 2014: 148, 151). Başıbozuklar, 1876 yılındaki Bulgar ayaklanması sırasında elinde yeterli askeri gücü bulunmayan Osmanlı Devleti’nin ayaklanmanın bastırılması için bulduğu çözümdür. Çoğu Çerkeslerden oluşan başıbozuklar, isyanların ve şiddetin olduğu bölge halkından oluşturulmuştur. Bu nedenle, isyanı bastırma görevi intikam alma hisleriyle karışmıştır. Komitacılar da ilerde bu durumun kendi işlerine yaracağını düşünmüş olmalılar ki, daha çok Çerkes köylerini yakarak misilleme yapmışlardır. McCarthy, Balkanlarda yaşanan hiçbir savaşı “medeni savaş” olarak tanımlamamıştır (McCarthy, 2014: 63-64). İsyanlar ve isyanları bastırma yolları da bu iddiayı destekler durumdadır. Başıbozuklar da şiddete ve kana karşı yola çıkıp karşı tarafa da benzer şekilde karşılık vermiştir. Bu hareketlerin temelinde Bulgar isyanı başarılı olursa başlarına geleceklerin korkusu yatmıştır. Çünkü Bulgar çeteleri ihtimalin gerçekleşmesi durumunda köylülerin başlarına gelecekleri sık sık hatırlatmış ve hatta uygulamıştır.
Aslında 1903 yılında yaşanan köylü ayaklanması sonrası Bulgar hükümeti ve Osmanlı hükümeti arasında 1904’te Bulgaristan‘ın topraklarında komite ve çete kurulmasını yasaklayan aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin de topraklarında asayişi bozmaya çalışanları cezalandıracağını teyit eden bir anlaşma yapılmıştır. Bu anlaşma çerçevesinde, Osmanlı Devleti yakaladığı komitacıları affetmiş ve Bulgaristan’a kaçan Bulgarların geri dönmesine izin vermiştir (Bıyıklıoğlu, 1992: 61). Bu tarihten itibaren yukarıda da görüldüğü üzere komitacılık bitmemiş, sadece devletin resmi eli ile değil, gayri resmi kanallar ile komitalar idare edilmiştir.
Katliamlar, Osmanlı ve Avrupa basınında yer bulmuştur. 15-16 Ağustos 1913 yılında İkdam Gazetesi’nin yaptığı habere göre Bulgar komitacılar 17 köyde toplamı en az 11030 kişi olan nüfus tek bir kişi bırakılmayacak şekilde, kadın ve çocuklarla birlikte tamamen katledilmiş, bunun dışında diğer köylerde kaçmayı başaramayan 1880 kişi de Bulgar komitacıların zulmüne uğrayarak katledilmiştir (Yıldırım, 2014: 152). Tarih sayfaları bu dönemde katledilen, tecavüze uğrayan, göçe zorlanan Müslüman nüfusun sayıları ve istatistikleri ile doludur.
Balkan komitalarını anlamak için Ermeni komitalarına da bakma gerekmektedir. Hâlihazırda çoğu akademik çalışmada komitacılık denildiği zaman akla Balkan ve Ermeni komitaları bir arada gelmektedir. Bu durumda haklılık payı olmakla birlikte, nitelik anlamında birbirlerinden farklı oldukları açıktır. İki grubu da himayesi altında tutan Rusya, bu farkı en iyi bilenlerden birisidir. Rus kumandanı Mayewski söz konusu farklılığı şu şekilde açıklamıştır: “Balkanlar’da çalışmalarıyla, fedakârlıklarıyla ve cesaretleriyle şöhret bulmuş olanlar görülür, ancak Ermeniler içinde tek bir benzerini bulmak mümkün mü? Hayır. Neden? Çünkü bunlar fakir köylülerin sırtından yaşamayı meslek edinmiş ve cellat rolü oynayan başıboş kimselerdir. Bunlar kurtarıcı olarak adlandırılabilirler mi? Hayır, çünkü ellerindeki silahlar sadece zayıflara karşı kullanılmıştır. Silahsız köylü Ermeniler ise, kanları pahasına, silahlı isyancılara yardım etmek zorunda bırakılmışlardır” (Çağ, 2015: 79).
Görüldüğü üzere, Bulgar komitacıları halkın desteğini yanlarında daha çok bulundururken, Ermeni komitaları köylüyü sömürme yoluna gitmiştir. Fakat Makedon köylüsünün tamamının komitaları desteklediği yönünde bir iddia ortaya atılamaz. Sadece Türk köyleri değil, komitaları desteklemeyi reddeden Bulgar köyleri de zulümden paylarını almışlardır. Komitalara destek konusunda başka bir etken ise, Osmanlı hükümetinin komitalara destek verenleri çok ağır şekilde bastırması amacının aksine halkı komitalara destek konusunda kışkırtmıştır. Osmanlı memurlarının köylerde yaptığı yer yer baskıcı ve adaletsiz uygulamalar da komitalara desteği arttırmıştır.
Komitacılık konusunda sadece Bulgar ve Ermeni komitalarının işbirliğini düşünmek yetersizdir. Örneğin; Bulgar ve Makedon komitaları işbirliği Bulgar Krallığı’nı yaratmıştır. Benzer şekilde, Ermeni, Bulgar ve Yunan komitaları işbirliği içerisindedir. Bu ilişki arşiv belgelerinden görülebilir. Makedonya’nın bağımsızlığı için protesto yapan bir Ermeni komitacıya veya Yunan diplomatı karşılayan Makedon komitacıya rastlanabilir. Söz konusu komitaların birlikte hareket etmelerinin sebebi, amaçlarının ve radikal eylem anlayışlarının oldukça benzer olmasıdır (Çağ, 2015 : 81).
Türk ve Müslüman nüfusa yönelik katliam, yağma ve tecavüz eylemleri komitacılar tarafından oldukça sistematik şekilde yürütülmüştür. Türk Ordusu’nun çekilmek zorunda kaldığı yerler anında komitacılar tarafından istila edilmiş ve kaçmaya fırsat bulamayan halk üzerinde şiddet uygulanmıştır. Şiddeti zorla din değiştirme yani zorla Hristiyanlaştırma uygulamaları takip etmiştir. Savaş sonrası demografik veriler ile bu durum gözler önüne serilmektedir. Veriler o kadar açıktır ki Avrupalı araştırmacıların yaptığı incelemelerde bile sonucu değiştirecek verilere ulaşılamamıştır. En büyük vahşetlere sebep olan VMORO’nun da görevi, ele geçirilen bölgelerdeki nüfus üstünlüğü sağlayabilmektir. Bunu ise Türk ve Müslüman nüfusu katlederek veya sürerek sağlamışlardır. Ayrıca göç yolları üzerinde konuşlanarak göç eden kafilelere de saldırıları olmuştur
Sonuç
Tarih, acılarla doludur. Büyük katliamlar büyük sürgünler ve acılar üzerinden yükselir. Bu acıların değişmeyen coğrafyalarından biri de Balkan topraklarıdır. Balkan coğrafyası tarihin her aşamasında türlü acılarla anılmıştır. 20. yüzyılda olduğu gibi 18. ve 19. yüzyılda da durum değişmemiştir.
Rumeli’nde savaşlar dışında acının bir diğer adı komitacılık veya çetecilik olarak da anılan faaliyetler olmuştur. 1789 Fransız İhtilali ile başlayan milliyetçilik akımı Balkan uluslarını da etkilemiş, hafızalarda yer eden, özlem duyulan büyük devletlerini kurmak için devletler çeşitli yollara başvurmuştur. Bu yollardan devleti en çok sarsanlardan biri komitacılık hareketleridir. Sadece devlete değil, en büyük yarayı bölge halkına açmıştır.
Sıkı bir örgütlenme ile kurulan komitalar köyleri basarak bazen halkı korkutarak destek toplamak, bazen de sadece kıyım yapmak ve böylece dikkatleri çekmek amacı ile sahneye çıkmışlardır. Uzun yıllar Müslüman halkın ve komitaları desteklemeyen gayrimüslim halkın korkulu rüyaları haline gelmişlerdir.
Komitacılık hareketleri gösterdiği şiddet ile uluslararası dünyanın dikkati çekmeyi başarmıştır. Fakat amaçlarının ne kadarına ulaşıldığı ve amaçlar için masum halkın kanı dökülmeli miydi soruları bambaşka bir çalışmanın sorusudur. Sonuç olarak bugünden farklı olmayarak tarih boyunca birileri kendince haklı sebeplerle zulmetmiş, birileri de başkalarının davalarında hep kaybeden taraf olmuştur. Tarih sayfaları utançla doludur.
Özge KOBAK
KAYNAKÇA
- Akbal, İsmail, “Komitacı Eylemlerin Son Temsilcisi İsmail Hakkı Tekçe ve Faaliyetleri”, Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, 7 (13), ss. 70-102, 2011.
- Aslantaş, Selim, “Sırbistan: İsyanlar ve Bağımsız Devlet”, Balkanlar El Kitabı 1. Cilt: Tarih, ss. 459-473, (Der. Bilgehan A. Gökdağ, Osman Karatay), Ankara: Akçağ Yayınları, 2013.
- Bıyıklıoğlu, Tevfik, Trakya’da Milli Mücadele, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1992.
- Çağ, Galip, “Balkanlarda Ayrılıkçı Birlik: 19. Yüzyıl Sonunda Balkan-Ermeni Komitaları”, Çankırı Karatekin Üniversitesi Uluslararası Avrasya Strateji Dergisi, 4 (1), ss. 75-86, Ankara: 2015.
- Karpat, Kemal, Osmanlı’dan Günümüze Kimlik ve İdeoloji, İstanbul: Timaş Yayınları, 2014.
- McCarthy, Justin, Ölüm ve Sürgün Osmanlı Müslümanlarının Etnik Kıyımı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2014.
- Saatçi, Meltem Begüm, “Makedonya Sorunu”, Balkanlar El Kitabı 1. Cilt: Tarih, ss. 539-555, (Der. Bilgehan A. Gökdağ, Osman Karatay), Ankara: Akçağ Yayınları, 2013.
- Şentürk, Hüdai, Osmanlı Devleti’nde Bulgar Meselesi (1850-1875), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1992.
- Uzer, Tahsin, Makedonya Eşkiyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1999.
- Yıldırım, Bülent, “Balkan Savaşları’nda Bulgar Ordusu ve Komitacıların Batı Trakya’daki Faaliyetleri”, Journal of History Studies, 6 (2), ss. 143-160, 2014.