Antalya Bilim Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde Profesör olarak görev yapan Hızır Tarık Oğuzlu, Doçentlik derecesini 2008 yılında, doktora derecesini Uluslararası İlişkiler alanında Bilkent Üniversitesi’nden 2003 yılında, aynı alandaki yüksek lisans derecelerinden ilkini 1998 yılında Bilkent Üniversitesi, ikinci yüksek lisans derecesini de 2000 yılında London School of Economics’den almıştır. Dr. Oğuzlu, 1999 yılında Avrupa Birliği Komisyonu Jean Monnet bursunu kazanmıştır. Dr. Oğuzlu, 2004-2012 yılları arasında Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmış ve Uluslararası İlişkiler Teorileri, Uluslararası Politika, Dış Politika Analizi, Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri, Avrupa Birliği Dış ve Güvenlik Politikaları ve Türk Dış Politikası dersleri vermiştir. Dr. Oğuzlu’nun çalışma alanları; Uluslarararası İlişkiler Teorileri, Dış Politikanın Avrupalılaşması, Transatlantik İlişkiler ve NATO, Avrupa Birliği Dış, Güvenlik ve Savunma Politikaları, Orta Doğu Politikası, Türk-Yunan İlişkileri, Kıbrıs Sorunu ve genel olarak Türk Dış Politikası’dır. Dr. Oğuzlu’nun akademik makaleleri, Political Science Quarterly, Middle East Policy, International Journal, Security Dialogue, Middle Eastern Studies, Turkish Studies, Cambridge Review of International Affairs, European Security, International Spectator, Contemporary Security Policy, Australian Journal of International Affairs, Mediterranean Politics, Journal of Balkans and Near East Studies, Insight Turkey ve Uluslararası İlişkiler gibi hakemli ve bilimsel indekslerde yer alan dergilerde yayınlanmıştır. Ayrıca Prof. Dr. Tarık Oğuzlu’nun güncel siyasi gelişmelere dair değerlendirmeleri, BİLGESAM düşünce kuruluşu, Karar gazetesi ve Anadolu Ajansı web sitesinde yayınlanmaktadır. Prof. Dr. Tarık Oğuzlu ile güncel dış politika gelişmeleri ve Türk dış politikası konulu bir mülakat gerçekleştirdik.
Dr. Ozan Örmeci: Batı kaynaklı basın-yayın kuruluşları ve Batı ülkelerinin kamuoyları, son yıllarda Türkiye’nin giderek Avrupa Birliği ve ABD’den uzaklaştığı görüşünde birleşiyorlar. Siz Türk Dış Politikası alanında çalışan bir akademisyen olarak bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Tarık Oğuzlu: Söz konusu olan Türk dış politikasında “eksen kayması” değil “eksen çeşitlenmesi”dir. Dünya dengeleri büyük bir hızla değişiyor. Batılı ülkelerin dünya siyasetinde sahip oldukları başat konum gün geçtikçe başta Çin olmak üzere yükselen güçler tarafından sorgulanıyor. Dünyanın güç merkezi büyük bir hızla Transatlantik dünyadan Hint-Pasifik dünyaya kayıyor. Transatlantik dünya içinde ABD ile Avrupa Birliği ülkeleri arasındaki birliktelik ve kader birliği zayıflıyor.
Obama’yla başlayan ve Trump’la tam gaz devam eden süreç bize sunu gösteriyor: ABD, artık liberal uluslararası dünya düzenin hamisi ve koruyucusu rolünü tek başına oynamak istemiyor. Dış politikasına daha fazla milliyetçi, tek-taraflılık ve faydacı pencerelerden bakıyor. ABD, stratejik ilgisini ve azalan kaynaklarını Asya’ya doğru kaydırırken, Avrupa kıtası ve Orta Doğu bölgesindeki varlığını göreceli olarak kontrollü azaltmaya çalışıyor. Avrupalı ve Orta Doğulu müttefiklerinden daha fazla sorumluluk almalarını istiyor. ABD’nin müttefikleri ise, bu yeni dünyaya alışmakta zorlanıyorlar. Bir yandan daha fazla stratejik düşünmek ve kendi güvenliklerini kendileri sağlamak zorundalar, diğer yandan da alıştıkları Amerikan garantilerinden ve güvencelerinden mahrum kalmak istemiyorlar. Çin, Rusya ve diğer güçler ise Batı dünyası içinde her geçen gün görünür olmaya başlayan çatlakları Batı’yı zayıflatma ve dengeleme stratejileri adına daha da derinleştirmeye çalışıyorlar.
Evrenselcilik ve küreselleşme vurguları zayıflıyor. Ortak dünya topluluğu kavramı alternatif dünya düzenleri arayışları neticesinde anlamsızlaşıyor. Farklı küresel güçler kendi dünya vizyonları üzerinden rekabet ediyorlar. Liberal uluslararası dünya düzeni illiberal ve otoriter rejimler tarafından sorgulanırken, Batı’nın kendi içinde de liberal demokrasinin geleceğine dair itirazlar ve eleştiriler yükseliyor. Milliyetçilik ve popülizm dalgaları böyle bir ortamda daha kolay zemin kazanıyor. Uzun süreli, ortak kimlik ve değer algıları üzerine oturan ittifak ilişkileri ve çok-taraflı işbirliği mekanizmaları yerlerini, kısa vadeli, faydacı, konu bazlı, çıkar odaklı tematik işbirliklerine bırakıyor. Formel işbirliği ve yönetim modellerini yerini enformel yönetişim modellerine bırakıyor.
Böyle bir konjonktürde, Türkiye’nin çok taraflı ve çok boyutlu bir dış politika takip etmesinden daha doğal birşey olamaz. Türkiye artık yumurtalarını farklı sepetlere dengeli dağıtmak zorunda. Batılı ülkelerle olan ikili ve çok taraflı ilişkiler önemli olmak birlikte, Batılı olmayan küresel ve bölgesel aktörlerle geliştirilecek ilişkiler de bir o kadar önemli. Türkiye, kendi kimliğini ve çıkarlarını tek bir bölgeyi temel alarak tanımlayamaz. Yeni dünya düzeninde Türkiye’nin böyle bir lüksü yok.
Batı kamuoyunda Türkiye’nin giderek Batı dünyasından uzaklaşmakta olduğu algısı doğrudur. Birçok Batılı, Türkiye’nin başta NATO olmak üzere Batılı kurumlar içindeki varlığını sorguluyor. Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkmaya başlayan Türkiye ile Batı arasındaki stratejik ve kimliksel makas giderek daha fazla açılıyor. Türkiye’nin liberal demokratik değerlerden uzaklaşan ve Batı dışı küresel ve bölgesel aktörlere yakınlaşan bir ülke olduğu algısı güçleniyor. Ama unutmamak gerekir ki, Batı’nın kendi içinde de ciddi krizler var. Batı dünyası da kendini sorguluyor. Oluşmakta olan yeni dünya düzeninde Batı’nın her geçen gün kendini daha fazla tehdit altında hissettiği ve sorguladığı bir ortamda, Batı’nın Türkiye için en sağlam liman olma durumu anlamsızlaşıyor. Kendisi varoluşsal bir kriz içinde olan Batı’nın, Türkiye’nin gözündeki cazibesi azalıyor. Ne AB üyelik sürecinin şu an içinde bulunduğu tıkanma durumu, ne de Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin her geçen gün daha fazla çatışma ve gerginlik üzerinden tanımlanması sadece Türkiye’nin iradesinin sonucu değil. Batı’nın kendisi de Türkiye’yi Batı’nın içinde görmek isteyip istemediğine karar vermeli.
Dr. Ozan Örmeci: Türkiye’nin Suriye iç savaşının sonlandırılmasına yönelik diplomatik girişimler, hava savunma sistemi (S-400) ve nükleer enerji (Mersin Akkuyu Nükleer Enerji Santrali) gibi konularda son dönemde giderek Rusya ile yakın bir işbirliğine yöneldiğini görüyoruz. Ancak çok kısa bir süre önce yaşanan jet krizi ile birlikte Dağlık Karabağ Sorunu, Suriye iç savaşında desteklenen farklı aktörler ve iki ülkenin tarihsel kimlikleri dikkate alındığında, birçok noktada ilişkilerin halen işbirliğinden çok rekabet temelinde devam ettiğini belirtebiliriz. Siz bu açıdan Türk-Rus ilişkilerinin geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Tarık Oğuzlu: Rusya, Türkiye’nin tarihsel ve coğrafi bağlamda yakın ilişkiler içinde olması gereken küresel bir aktör. Yeni dünya düzeninde Türkiye’nin Rusya’yla düşmanlık ve rekabet odaklı ilişkiler içinde olma lüksü yok. Pragmatik ve konu bazlı işbirlikleri temelinde Rusya ile yakın olmak zorundayız. Rusya, Türkiye’nin Batılı aktörlerle olan ilişkilerinde bir dengeleyici bir unsurdur. Bu durum muhafaza edilmelidir. İki ülkenin, stratejik ve siyasi kültürleri benzemektedir.
Yalnız Türkiye, Rusya’nın iç düzenini ve ekonomik modernleşme sürecini kendisine model olarak alamaz. Rusya, Batı’nın stratejik rakibi ve düşmanıyken, Türkiye, Batı dünyasıyla tarihsel ve kurumsal düzlemde yakın ilişkiler içinde olan bir ülkedir. Türkiye, Batılı ülkelerle sağlam ilişkiler içinde olduğu ve Batılı kurumlar içinde yer aldığı müddetçe Rusya karsısında avantajlı konumda olur. Batıdan uzaklaşan ya da kopan bir Türkiye ise, Rusya karsında daha zayıf ve savunmasız olur. Bu durumun bilincinde olmamız gerekir. Bu bakış açısından hareketle, Rusya’yla geliştireceğimiz ekonomik, enerji, siyasi ve askeri işbirlikleri Batı pahasına olmamalı, ama Türkiye’nin Batı karşısındaki pazarlık gücünü arttıracak mahiyette olmalıdır.
Dr. Ozan Örmeci: 21. yüzyılın henüz ilk çeyreğini bile tamamlamadığımız ve Cumhuriyet’in daha 95. yılını yaşadığımız düşünülürse, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin oluşturduğu Türk Dış Politikası’nın önümüzdeki on yıllarda hangi kimlik ve bölgelere daha ağırlıklı olarak yöneleceğini düşünüyorsunuz?
Prof. Dr. Tarık Oğuzlu: Belirsizliklerin ve risklerin arttığı küresel bir ortamda, Türkiye’nin yapması gereken, iç barışını ve ekonomik zenginliğini sürdürülebilir kılmak ve başat bölgesel ve küresel aktörlerle çıkar odaklı işbirlikleri kurmak olmalıdır. Dış politikada değer ve kimlik odaklı yaklaşımlar yerini daha çok çıkar odaklı gerçekçi bakış açılarına bırakmalıdır. Başka ülkelerin iç işlerinde nasıl yönetildiklerinden ziyade dış aktörlerle kurulacak faydacı işbirlikleri daha önemlidir.
Önümüzdeki yıllarda Avrupa ve Orta Doğu bölgeleri Türk dış politikası acısından önemini koruyacaktır. Bu bölgelerde yaşanan gelişmelerin Türkiye’nin refahını ve güvenliğini etkileme durumu devam ettikçe, Türkiye, enerjisinin ve kaynaklarının büyük bir kısmını bu bölgelere ayırmaya devam edecektir. Bunun yanında, ABD, Çin ve Rusya gibi küresel aktörlerle olan ilişkilerimizin de stratejik bir akıl çerçevesinde yeniden değerlendirilmesinde fayda vardır. Türkiye, küresel güçler arasındaki rekabeti kendi menfaatine kullanmaya çalışmalı ve bunlar arasından birini diğerlerine seçmek durumunda olmamalıdır. NATO üzerinden ABD ile, Tek Yol Tek Kuşak projesi üzerinden Çin’le ve Avrasya Ekonomik Birliği üzerinden Rusya’yla ilişkilerini güçlendirmelidir.
Dr. Ozan Örmeci: Bu keyifli sohbet için size teşekkür eder, başarılarınızın devamını dileriz.
Tarih: 25 Mayıs 2018
Röportaj: Dr. Ozan ÖRMECİ