SURİYELİ MÜLTECİ KRİZİ SIRASINDA AVRUPA’NIN KÜLFET PAYLAŞIMI YETERSİZLİĞİ

upa-admin 27 Aralık 2018 2.327 Okunma 0
SURİYELİ MÜLTECİ KRİZİ SIRASINDA AVRUPA’NIN KÜLFET PAYLAŞIMI YETERSİZLİĞİ

Türkiye, coğrafi konumundan dolayı birçok sığınmacı ve göçmen için önemli bir geçiş ve barınma noktasıdır. Ülke, 2011 yılı sonrasında özellikle Suriye’den yoğun bir göç akınıyla karşı karşıya kalmış ve göçe dair oldukça çeşitli ve yeni uygulamalara gitmek zorunda kalmıştır. Göç olgusu, Türkiye için ilk kez böyle büyük bir soruna dönüşmüş ve ülkeyi şartları ağır bir külfet altına sokmuştur.

İlk başta Tğrk politikacılar tarafından geri gidecekleri öngörülerek “misafir” olarak adlandırılan Suriyeli sığınmacılar, geçici koruma kapsamına alınmış ve ihtiyaçlarını gidermek amacıyla oldukça iyi şartlarda kamplar hazırlanmıştır. İlerleyen zaman içerisinde ise, göç dalgasının giderek artması, bu kampları yetersiz hale getirmiş ve sığınmacıların şehirlere doğru yayılmasına neden olmuştur. Bunun bir uzantısı olarak da, niteliksiz işgücü, dil ve eğitim gibi birçok alanda baş gösterecek problemler ortaya çıkarmıştır. Eğitim seviyesi düşük ve çoğunluğu 18 yaşın altında bulunan yaklaşık 4 milyon Suriyeli, Türkiye’nin bu mülteci krizinde en fazla sorumluluk alan ülke olduğunun rakamsal ve somut bir göstergesidir. Ayrıca diğer ülkelerin sığınma başvurularını kabul etmemesi sebebiyle de, bir bakıma, Türkiye, bu sorumluluğu üstlenmek zorunda kalmıştır. Ancak bu durum, hem çeşitli entegrasyon problemleriyle toplumu, hem de maddi bir külfet olarak ulusal bütçe kaynaklarını olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Yeni istihdam alanları yaratmak için gerekli koşullar sağlanamadığı gibi, halihazırda yüksek bir işsizlik oranıyla mücadele eden Türkiye ekonomisi için bu çok sayıda niteliksiz işgücü ve çocuklardan oluşan sığınmacılar ciddi bir entegrasyon politikasını gerektirmektedir. Bunun gerekleri ise, güçlü bir bütçe oluşturularak yapılacak doğru atılımlardır.

Türkiye, Suriyeli mülteciler için şimdiye dek 31 milyar Euro’nun (avro) üzerinde bir harcama yapmış olmasına rağmen, bu rakam gerçekleşmesi gereken hedefler için yeterli olmamaktadır. Bu noktada AB ile yapılan görüşmeler sonucu, Brüksel, Türkiye’ye toplamda 6 milyar Euro (avro) gibi bir yardım yapılmasına karar vermiştir. Fakat şimdiye kadar bunun yalnızca 2 milyar Euro’su Ankara’ya aktarılmıştır. Böylece diğer ülkelerin kabul etmediği ya da yalnızca çok düşük sayıda aldığı sığınmacıların dışında dünyadaki en çok Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapan Türkiye’nin ekonomisine yönelik olarak, barınma, beslenme, eğitim ve sağlık gibi harcamalar, yani çok ağır bir yük binmiştir. AB, hala güvenli üçüncü ülke, güvenlikleştirme gibi insan haklarını zedeleyen kavramlarla sığınmacılara teorik bir proje gibi yaklaşmaktadır. Tarihin bu konuda tanıklık ettiği ciddi örneklerden biri Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın “Bütün teröristler göçmendir” sözü ve sonrasında halkının onayını alarak Sırbistan sınırı boyunca döşediği 176 kilometrelik çit olmuştur. Bu tip korku yaratan yalanlar, politikacılar için güçlü bir silah olduğu kadar, güvenlikleştirme kavramının bir gerekliliği ve insanların göçmen meselesine karşı vicdani bir yükümlülük altına girmeden kayıtsız kalabilmelerinin kapısını aralamaktadır. AB, tarihsel geçmişinde göçü destekler bir tutum izlerken, petrol sonrası süreçle göçe giderek daha temkinli ve radikal bir düzeyde yaklaşmaktadır. Bu da, dışsallaştırma ve ötekileştirme gibi kavramların gündeme oturmasına sebep olmaktadır.

Mülteciliğin bir hak olduğunu unutarak, sınır kontrollerini daha da arttırma planları yapan Avrupa ülkeleri karşısında, Türkiye, büyük bir insani dramın hasarlarını indirgemeye çalışmaktadır. Yalnızca maddi destekle çözüme ulaşılamayacak bu konuda, tüm devletler sorumluluk almalı ve uzun vadede Suriye’nin yaşanabilir bir yer haline gelmesi için, kısa vadede ise külfetin ağır yükünü taşıyan Türkiye’de sığınmacıların insanca yaşayabilmesi adına maddi destek dışında yatırım amacı güden çalışmalar yapmalıdırlar. Ancak bu şekilde, insan hakları çerçevesinde sığınmacıların gönüllü bir geri dönüş yapması sağlanabilir. Bunun gerçekleşemediği noktada ise, ülkelerin sığınma taleplerinin kabul edilerek, Avrupa’nın savaştan kaçan insanlara kapılarını açması ve külfetin yükünü paylaşması gerekmektedir. Unutulmaması ya da vurgulanması gereken husus, göçün tüm dünyanın meselesi olduğudur. Son olarak, mülteciliğin bir seçim değil, zorunluluk olduğu bilincinin kazandırılması ve yayılmasının gerekliliğini tekrar hatırlatmakta fayda vardır. Zira önemli olan sınırların değil, insanların güvenliğinin olmalıdır. Yaklaşık 200 yıl önce İmmanuel Kant’ın da belirttiği gibi, “Düşmanlığın yerine konukseverliğin getirilmesi” gerekmektedir. Bu konuda, Türk devleti ve halkı, tüm dünyaya örnek olacak başarılı bir politika izlemiştir.

 

Oytun MEÇİK & Kübra Aycan GELEKÇİ

 

Bu yazı, yazarları tarafından ‘Suriyeli Mülteci Krizi’ Sırasında Avrupa’nın Külfet Paylaşımı Yetersizliği” adı altında İzmir Uluslararası İktisadi İdari Bilimler Kongresi (İZCEAS), Dokuz Eylül Üniversitesi, 5-8 Aralık 2018, İzmir’de sunulmuştur.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.