Makedon Kraliyet ailesinden bir hekimin oğlu olarak dünyaya gelen Aristoteles (M.Ö. 384-322), Yunan dünyasının en önemli düşünürlerindendir. Gençlik yıllarında yolu, doğduğu topraklar olan Makedonya’dan Atina’ya düşen Aristoteles, Akademi’de Platon’un yanında 20 yıl öğrencilik yapmıştır. Sonradan Platon’un öğretilerine büyük oranda ters düşecek fikirler ortaya atsa da, onunla kurduğu bağ kendisinde önemli bir etki bırakmıştır. Aristoteles, günümüzde bilimsel sistematik düşüncenin, bilimsel gözlemin, mantığın ve Siyaset Bilimi’nin kurucusu olarak kabul edilmektedir ve dönemin neredeyse bütün bilim dallarıyla özel olarak ilgilenmiş büyük bir bilgindir. Mantık, fizik, metafizik, ahlak ve siyaset gibi alanlar üzerinde çalışmalar yapmıştır.
Makedonya’da doğmuş olmasına rağmen, genç yaşta yolu bir şekilde Atina’ya düşen ve Platon’un öğrencisi olan Aristoteles, Atina polis[1]inin sıkı bir hayranıydı. Platon’un ölümünden sonra bazı çevrelerce Akademi’nin başına geçmesi beklense de, o, İyonya’ya taşınmıştır. Aristoteles, burada Makedon Kralı ikinci Philip’in oğlu Büyük İskender’e hocalık yapmıştır. Büyük İskender’in tahta geçmesiyle birlikte Atina’ya dönen Aristo, “Lyceum”[2] (Lise) denilen, Akademi’ye rakip bir okul kurmuştur. Makedonya ile olan bir takım yakınlıkları, Atina’daki yaşantısında zorluklar çıkarmış ve Büyük İskender’in ölümüyle Atina’yı terk etmek zorunda kalmıştır.
Hocası Platon’un aksine, Aristoteles, bilginin entelektüel muhakemeden ziyade gözlemle kazanıldığına inanıyordu. Aristoteles’in analizinde, başlangıçta başvurulan yöntem, soyut akıl yürütme değil, gözlemlenmiş gerçeklerdir. Aristo’ya göre, duyularımızla algıladığımız şeyler gerçekler olduğu için, varlıklara dair bilgiye idealar yoluyla ulaşılamaz. Varlıklar duyularımızla algıladığımız şeylerdir. “Hakikat, çevremizdeki dünyada yer alır.”[3]
Bilimin başlangıç noktası olarak varlıkların tek tek gözlenmesi gerektiğini savunan Aristo, daha sonra bu gözlemlere dayalı bir sınıflandırma yapılması gerektiğini ve böylelikle sistematik bilgiye ulaşmanın mümkün olacağını iddia eder. Aristoteles, Platon’un idealar teorisine karşı çıkmaktadır ve şeylerin gerçekleri yeryüzünde dururken, gündelik şeylerin doğasında varken kuramsal bir idealar evreni olduğunu düşünmenin gereksiz olduğunu savunmaktadır. Duyularımızı ve aklımızı kullanarak çevremizdeki dünyada bulduğumuz kanıtlarla gerçeğe ulaşmak mümkündür. Aristoteles, Platon’un öğrencisi olmasına rağmen, iki filozofun düşüncelerindeki yaklaşım oldukça farklıdır. Şüphesiz bu durum alt yapılarındaki farklılıklara dayanmaktadır. Platon, günlük hayattan çok, soyut kavramlar üzerine yoğunlaşan matematikle ilgilenirken, Aristo’nun ilgisi daha çok çevremizdeki dünyayla ve neredeyse tamamı gözleme dayalı olan biyoloji bilimine yöneliktir.
Duyulara oldukça güvenen Aristoteles’in gerçekliği bilme yöntemi; “En yüksek amaca ya da bir nesnenin amacına odaklanmaktır. ‘Telos’ olarak adlandırılan bu gaye, eğer içindeki doğasını tümüyle gerçekleştirebilirse, herhangi bir şeyin gelişmesini tamamladıkça olduğu şeydir. Örneğin, bir meşe palamudunun telosu, henüz var olmayan ama meşe palamudu doğal olarak gelişirse var olacak olan meşe ağacıdır. Bu nedenle Aristoteles’e göre bir kimse, gerçekliği nesnelerin içinde keşfeder veya görür. Nesnenin içindeki telosundan kaynaklandığı için, gerçeklik, onun üstünde veya dışında Platonik bir form değildir. Aristoteles, onları tecrübeyle ilişkilendirdiği için formları çok fazla reddetmez ve böylece Platon’u yeryüzüne indirir. Bu açıdan Aristoteles, Platon’dan daha bilimseldir.”[4]
Aristo, evrendeki tüm varlıkların nihai bir amacının olduğunu ve bu amaca göre hareket ettiklerini söylemektedir. Ona göre, insanın da nihai bir amacı olmalıdır. İnsanın nihai amacının iyiye ve mutluluğa erişmek olduğunu savunan Aristoteles, insan için iyi olanı araştıran bir bilim dalının varlığından söz etmektedir. Ona göre, diğer tüm bilimler bu bilime yardımcı olmak için vardır ve tüm bilimlerin anası olan bu bilim dalı Siyaset Bilimi’dir.
Sokratesçi ve Platoncu seçkin azınlık öğretisini devam ettiren Aristoteles, Platon gibi ebedi ve kusursuz bir devlet teorisi geliştirmekten ziyade, mevcut devlet biçimlerini inceleyerek işe başlamış ve var olanlar arasından en iyiyi seçmeye çalışmıştır. Aristo, yalnızca teoride değil, pratikte de siyasal olarak nelerin gerekli olduğuna yönelik düşünmüştür. İyilik, erdem, ahlâk ve adalet gibi konular üzerinde duran Aristoteles, iyi olma durumunu, bir varlık için ulaşılan en üst düzey olarak ifade etmektedir. İnsan için iyilik olarak atfedilen şey, erdemin doğurduğu mutluluktur. İnsan ve hayvan arasındaki en önemli farklılık, insanın iyi ile kötüyü ayırt edebilecek muhakeme yeteneğine sahip olmasıdır. Aristoteles’e göre, bir insanın iyi insan olabilmesi onun eğitimine ve bu duruma alıştırılmasına bağlıdır. Zamanını değecek işlere ayırması, kötü eylemlerde bulunmaması için, arkasında yaptırım gücü olan bir düzenleme ile uyum içinde olması gerekir. Bu işlevi yasalar yerine getirir. Toplumsal yaşamın denetlenmesi, yasalarla gerçekleşebileceği gibi, iyi denetimde iyi yasalarla yapılır ve bunu sağlayanlar yasa yapmayı bilmelidir.
Aristoteles, polisin, insan yapımı değil doğal bir oluşum olduğu fikrini savunur. Doğal dünyayla ilgili çalışmalarından yola çıkarak her şeyin bir amacı olduğu fikrini ortaya atan Aristo, insanın amacının da iyi yaşam olduğunu söylemektedir: “Doğal bir dürtü, bu nedenle, karşılıklı yardım ihtiyacı içinde olmasalar bile, insanların sosyal bir hayat arzu etmelerinin bir nedenidir, aynı zamanda, her birinin iyi bir hayattan bir parça elde etmesi nisbetinde ortak bir çıkar, onları bir araya getirir. İyi hayat, bir bütün olarak, toplum ve bireysel olarak her birimiz için en önemli amaçtır.”[5]
Aristo’ya göre iyi bir yaşam, adalet, iyilik ve güzellik gibi erdemlerin arayışında saklıdır. Ona göre devletin amacı da bize bu erdemleri uygun bir şekilde yaşamayı sağlamaktır. Devlet’in nasıl oluştuğu ve ne olduğu hakkındaki konular, Aristoteles’in ilk olarak ele aldığı konular arasındadır. Ona göre devlet, vatandaşların bir anayasa etrafında birleşmeleridir. Devletin ortaya çıkmasının nedeni ise, insanların gereksinmelerini karşılıklı yardımlaşma ile gidermek istemeleri, toplumsallık içgüdüsü ve bazı temel konularda görüş birliğidir. İnsanları toplumda bir yaşam sürmeye yönelten ortak bir içgüdü vardır. Bu öylesine bir içgüdüdür ki, insanlar gereksinmelerini gidermek için bir başkasına gerek duymadıkları zamanlarda bile yine bir arada bulunmak isterler ve bu doğal bir duygudur. Aristo, devleti, insanların bir arada yaşamasını sağlayan, aynı zamanda mülklerini ve özgürlüklerini koruyan bir yapı olarak görmektedir.
Devlette amaçlanan iyi yaşamın adaletle sağlanabileceğini düşünen Aristoteles, adaleti “bütün topluluğun iyiliği için olandır” şeklinde ifade etmiştir. “…Platon’la gerçekliğin doğası hakkındaki uyuşmazlığıyla paralel olarak Aristoteles, adaleti, göksel bir formun yeryüzündeki temsilinden çok, güncel bir toplum içinde bulunan bir şey olarak düşünür.[6]
Bir veri sınıflandırmacısı olarak Aristo, doğal yaşamın oldukça geniş bir sınıflandırmasını yaptıktan sonra aynı yöntemi, yönetim şekilleri içinde uygulamıştır. Mevcut rejimleri karşılaştırarak, ideal yönetim şeklini bulmaya çalışan Aristoteles, “kim yönetiyor?” ve “kimin için yönetiyor?” sorularını sorarak ilerlemiştir. İlk soruya verdiği cevaplardan yola çıkarak, tek kişilik, birkaç seçkin kişilik ve çoğunluk tarafından olmak üzere 3 temel yönetim türü olduğunu savunmuştur. Çoğunluk yönetimini gerçek olan olarak nitelendiren Aristo, ikinci soruya, yönetimin ya bir bütün olarak halk, ya da yönetici sınıfın kendi çıkarları adına yönetmesi olarak cevap vermiştir.
Bu soruları cevapladıktan sonra, Monarşi (tek bir bireyin herkes adına yönetimi), Tiranlık (tek bir bireyin kendi çıkarı doğrultusunda yönetimi), Aristokrasi (Yunanlılar için asil ailenin babadan oğula geçen yönetimi değil, en iyiler tarafından yönetilmesi), Oligarşi (birkaç kişinin kendi çıkarları için yönetimi), Politeia (bir çok kişinin herkesin çıkarına yönetimi) ve Demokrasi (Politeia’nın yozlaşmış şekli) olmak üzere 6 yönetim şekli ortaya koymuştur. Aristoteles, tüm rejimler içerisinde Politeia’yı iyi bir yaşam için en iyi yönetim şekli olarak savunmuştur. Demokrasiyi, bozuk bir yönetim şekli olarak savunsa da, Politeia’dan sonra gelen en iyi rejim şekli olduğunu söylemiştir.
Aristoteles’e göre insan, doğası gereği politik bir hayvandır: insan ancak polis için de yaşayabilir, varlığını ancak polis içinde yetkinliğe ulaştırabilir. Bu yetkinlik, siyasal açıdan olduğu gibi ayni zamanda ekonomik, kültürel, psikolojik, ahlaki ve dinsel açıdan da söz konusudur. Aristoteles’in görüşlerinin ortaçağda giderek artan bir etkisi söz konusu olmuştur. Görüşleri genelde otoriter olmakla eleştirilse de, anayasal yönetimi savunması açısından aydınlanma dönemi fikirlerini öngörmüş olduğunu söyleyebiliriz.
Mehmet İMAL
DİPNOTLAR
[1] “Polis”, burada “şehir devleti” demektir.
[2] Aristo’nun kurucusu olduğu okul.
[3] Felsefe Kitabı (The Philosophy Book), Emel Lakşe (çev.), İstanbul: Alfa Yayınları, 4. Basım, 2015, s. 56.
[4] Donald G. Tannenbaum & David Schultz, Siyasi Düşünce Tarihi: Filozoflar ve Fikirleri, Fatih Demirci (çev.), Ankara: Adres Yayınları, 9. Baskı, 2015, s.76.
[5] A.g.e., s. 78.
[6] A.g.e., s. 79.