Kıta Avrupa’sında birlik olma çabaları ve projesi yüzyıllar öncesine dayanmaktadır. Avrupalı devletler, yüzyıllarca, kıta içerisindeki iç savaşlar ve kargaşalardan dolayı bir türlü istenilen birlik, beraberlik ve bütünlüğü kuramamışlardı. Lakin İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’nın önde gelen akil şahsiyetlerinin sinerjileriyle, nihayet, ufaktan ufağa bütünleşme çabaları başlamıştır. Bu başlangıç ise, yarım yüzyıla yaklaşan tarihi boyunca ekonomik açıdan dünyanın en önemli aktörlerinden biri haline gelen Avrupa Birliği (AB) olarak zuhur buldu. AB’nin günümüzde uluslararası siyasetin güvenlik ve savunma boyutunda da söz sahibi olmaya yönelmesi, son derece dikkat çekici bir gelişmedir. Ekonomik birlik çatısıyla kurulan AB, siyasal anlamda da birlik olma yolunda fazlasıyla mesafe kat etmiştir. Zira AB’nin küresel ölçekte bir güç olmaya çalıştığını gösteren en önemli özelliklerinden biri de, 21. yüzyılda AB’nin güvenlik eksenindeki siyasetini konuşuyor olmamızdır. Öyle ki, ekonomik bütünleşme konusunda oldukça başarılı bir grafik çizmiş olan Birlik, hem Avrupa’da yaratılmış olan barış ve refah alanını genişletmeye, hem de bu alanın ‘güvenlik ve savunmasının’ sağlanmasında daha fazla sorumluluk yüklenmeye hazır bir görünüm sergilemektedir.
Muhakkak ki, her yüzyılın kendine has bazı özellikleri vardır. AB’nin ekonomik bir çatı olarak kurulduğu 20. yüzyıl koşullarından, AB’nin 21. yüzyıldaki güvenlik/savunma boyutunu konuştuğumuz günümüz koşullarına geldik. AB’ye baktığımda; Abraham Maslow’un ünlü teorisi “İhtiyaçlar Hiyerarşisi” geliyor aklıma… Neden mi? Çünkü AB, “fizyolojik” gereksinimlerini tamamlamış, ancak “güvenlik” gereksinimini ise üzerinden bir yüzyıl geçmesine rağmen hala tamamlayamamış, “kendini gerçekleştirme” gereksinimi ise muamma zaten. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nı iliklerine kadar yaşamış Kıta Avrupa’sı, aynı acıları yaşamamak adına arayışlar içerisindeydi. Bu arayışı ise, büyük patron ABD’nin şemsiyesi altındaki NATO karşılayabilirdi. Hakeza, geçmişten günümüze ve hâlâ da Avrupa NATO’nun güvenliği ile korunmaktadır. Peki, bu nereye kadar sürecek veyahut sürdürülebilir ki? Uluslararası terörizm, göç ve mülteci akınları, salgınlar ve Çin, Hindistan, Rusya, Japonya gibi ülkelerin güçlenmesi/büyümesi ve ideolojik farklılıkların ile tehditlerin artması vesaire. İşte bu gibi birçok nedenin yanı sıra, AB’nin ABD’ye NATO üzerinden olan bağımlılığını azaltmak veyahut alternatifler oluşturmanın zamanı geldi, geçiyor bile. Dolayısıyla, AB de “kendi göbeğimi kendim keserim” deyimiyle son yıllarda hareket etmeye başladı ve bunun emareleri ortaya çıktı, çıkıyor. AB’nin “Stratejik Pusulası” diye bir kavram ve bu kavramsal çerçeve doğru yön mü?
Geride bıraktığımız yakın zamanda (aylarda), AB Savunma Bakanları, Avrupa’nın güvenliğinde/savunmasında özellikle ABD’ye olan bağımlılığı azaltmak için ve gelecekte “stratejik özerkliğini” sağlamak amacıyla oluşturulacak Stratejik Pusula’yı görüştü. “Stratejik Pusula“, adından da anlaşılacağı gibi, AB’nin askeri ve ötesindeki geleceğinin rotasının belirlenmesidir. Avrupa Konseyi’nin şu anki Almanya Başkanlığı döneminde AB’nin güvenliği ve savunması ile ilgili en önemli ve tartışılan girişimlerden biridir. Girişim, AB güvenliği ve savunmasıyla ilgili risklerin ilk ortak analizini formüle etmeyi, birliği güçlendirmek için açık ve ulaşılabilir stratejik hedefler üzerinde bir anlaşma bulmayı ve aynı zamanda gelecekteki süreç için siyasi bir rehber görevi görmeyi amaçlamaktadır. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borell, bu konuda AB’nin güçlü bir “güvenlik sağlayıcısı” olması gerektiğini vurguladı. Stratejik Pusula’nın omurgasını oluşturacak “tehdit analizi” belgesinin de önemli olduğunu belirtti. Belgenin gizlilik esaslı olduğunu, içeriği hakkında yorum yapamayacağını aktaran Borrell, gelecek 10 yılda Avrupa’nın karşı karşıya kalacağı meydan okumalar ve tehditlere odaklanmaları gerektiğini vurguladı. Borrell, ayrıca, Stratejik Pusula’nın dört ana konuya odaklanacağını, bunların da; kriz yönetimi, mukavemet, kabiliyetlerin geliştirilmesi ve işbirlikleri olduğunu ve 2022’nin sonuna kadar bu stratejileri oluşturacaklarını aktardı. “Stratejik Özerkliği” sağlamak oldukça uzun bir zaman alacak. Özerkliğin tersi bağımlılık demektir. Biz, özerkliği tercih ediyoruz. Avrupa’nın bunu anlaması gerekir.
Sonuç olarak, AB’nin jeopolitik kaygı ve öncelikler geliştirmesinin temelinde Birliğin siyasi bir aktöre dönüşmüş olması yatmaktadır. Müstakil bir siyasi kimliğe sahip bir örgüt ve aktör olarak AB kendi dış politika alanında tercih ve pozisyon geliştirerek siyasi süreçlere müdahale ve etki etmektedir. Bu müdahale ve etki, zaman zaman üye devletlerin bireysel yaklaşımlarından farklılık gösterebilmektedir. Keza, bu da AB’nin kendine ait bir dış politika ve güvenlik alanının oluşu ile yakından ilişkilidir. Diğer bir ifadeyle, uluslararası siyasette, AB, üye devletlerden kısmen bağımsız öncelikleri ile bir güvenlik politikası inşa etmekte ve siyasi adımlarını bu politikaya göre atmaktadır. Dolayısıyla, uzun yıllar NATO’ya muhtaç durumdan çıkmanın gerekliliğinin elzem olduğunu gören/bilen AB, “sui generis” misali doğal olarak “Stratejik Pusulası“nı çizmeye koyuldu. Bu pusulanın şimdiden rotasının yanlış yön olmadığını belirtebiliriz, ne var ki doğru yönde mi olacağını da zaman gösterecek. Coğrafya odaklı jeopolitik kaygı ve öncelikler çoğunlukla bir devletin dış politika gündeminde önemli bir yer tutarken benzer bir durumun AB’de görülüyor olması Birliğin kimliği ile ilgili önemli ipuçlarını Stratejik Pusulası’nda verecektir. Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in bu bağlamda şu sözleri manidardır: “Biz Avrupalılar kendi kaderimizi kendi elimize almalıyız”.
Güney Ferhat BATI