RUSYA-ÇİN İTTİFAKI VE KÜRESEL DENKLEM

upa-admin 05 Mart 2022 1.581 Okunma 0
RUSYA-ÇİN İTTİFAKI VE KÜRESEL DENKLEM

Giriş: Uluslararası İlişkilere Yeni Laboratuvar: Ukrayna Savaşı

Uluslararası sistemin doğasını ve yapısını, devletlerarası ilişkilerin genel prensiplerini anlamaya çalışan ve varsa bu konu hakkındaki bilimsel yasalara ve gerçekliklere teori ve pratik üzerinden ulaşmaya çalışan uluslararası ilişkiler disiplini açısından son derece önemli gelişmelerin yaşandığı tarihsel bir periyottan geçiyoruz. Bu tarihsel periyot, aynı zamanda dış politika uzmanlarıyla uluslararası ilişkiler bilimcilerine yeni test laboratuvarı sunacak bir durum ortaya çıkarmıştır. Şöyle ki; Birinci Dünya Savaşı’nın ardından nüvesi oluşmaya başlayan disiplinin yanıtlamaya çalıştığı soru “Savaşı nasıl önleriz, barışı ise nasıl sağlar ve koruruz” idi. İlk dönem tartışmaları savaş ve barış olgusu arasında dönerken ve uluslararası ilişkiler sadece siyasi tarih ve uluslararası hukuk üzerinden işlerken, ilerleyen dönemlerde teorik tartışmaların başlaması ve değişen sistem şartlarının devletlerarası ilişkilerin analizine katacak birçok yeni konuyu üretmesi ile kapsam ve kapasitesi artan disiplin giderek olgunlaşmaya başlamıştır.[i]

Birçoklarının hâlâ başlı başına ayrı bir bilim dalı olarak görmekten imtina ettiği ve diğer sosyal bilim dallarının içerisinde kategorize etmeyi yeğlediği uluslararası ilişkiler disiplini kendisiyle uğraşanları da çetin sorularla ve bu bilim dalının rüştünü ispat etmek gibi zor bir görevle baş başa bırakmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın üzerinden geçen yaklaşık 100 yılın ardından sanırım yeniden yine aynı soruya dönmek üzereyiz (“savaşı nasıl önleriz, barışı nasıl sağlar ve koruruz?”). Bu durum biraz da insanlığın ne kadar ileriye giderse gitsin önünde sonunda tekrar başladığı noktaya döneceği iddiasına ya da A. Einstein’in insanların üçüncü dünya savaşında hangi silahları kullanacaklarını bilmediğini ama ondan sonraki savaşlarda tekrar ok, yay, balta gibi ilkel silahları kullanacağını belirttiği ünlü özdeyişine atıfla insanlığın ve tarihin ne kadar ilerlerse ilerlesin sonuçta başa döneceği ya da aslına rücu edeceğini çıkarsamamızı sağlıyor.

Ukrayna Krizi’nden Ukrayna Savaşı’na Yapısal/Sistemsel Dinamikler

Evet, uluslararası ilişkileri var eden o meşhur soruya yeniden dönmüş bulunuyoruz. Çünkü yaklaşık bir haftadır, hatta ilk saldırının başlayacağı tarih üzerine yapılan tartışmaları da hesaba katarsak yaklaşık bir aydır yakın çevremizdeki “savaş gerçeği” ile yatıp kalkıyoruz. 2008’deki Güney Osetya/Gürcistan müdahalesi ve 2014’teki Kırım işgalinin ardından Rus ayrılıkçıların bulunduğu Donbass bölgesini bahane ederek ve zorlayıcı diplomasinin ardından tüm dünyanın gözünün içine bakarak Ukrayna’ya saldıran Rusya, uluslararası sistemdeki tüm aktörlerin tepkilerini duymazdan gelerek adeta bir “Rus Ruleti” oynuyor.

2008 ve 2014’teki müdahale ve işgallerden cesaret alan Rusya, tıpkı bu tarihlerde gerçekleştirdiği operasyonlarda diplomatik tepkilerle yetinen ve fiziksel unsurlara dayanmayan Batı dünyasının yine aynı refleksleri göstereceğini farz ederek stratejisini çizmiş ve nihayetinde de ekonomik yaptırımların ötesine geç(e)meyen tepkiler neticesinde de bu düşüncesinde haklı çıkmıştır. AB ve NATO üyesi olmayan, bu nedenle de elinde savunmaya dair kozları çok az olan ayrıca caydırıcı rol oynayacak nükleer silahlarını daha önce elden çıkarmanın da pişmanlığını yaşayan Ukrayna, bütün bunlara rağmen güçlü ve azimkâr bir profil çizen Devlet Başkanı Volodimir Zelensky’nin öncülüğünde beklenmedik bir direniş sergilemektedir.

Transatlantik ittifakın kimilerine göre güçlenmesine ve toparlanmasına yol açan Ukrayna saldırısı, ABD’de Biden yönetiminin kaybettiği özgüven ve kamuoyu desteğini yeniden kazanması için bir fırsat olarak değerlendirilmektedir. Bu durumun sadece ABD için değil, Batı ittifakı içerisinde sayabileceğimiz diğer ülkeler ile AB ve NATO için de geçerli olduğunu ifade edebiliriz. Ukrayna saldırısıyla beliren Rus tehdidi, Batı ittifakı içindeki konsolidasyonu artırarak dayanışmayı güçlendirmiştir. 1990 yılında Saddam Hüseyin’i işgal etmiş olduğu Kuveyt’ten çıkararak “Yeni Dünya Düzeni”ni ilân eden ABD, Soğuk Savaş döneminde “komünizm”, Soğuk Savaş sonrasında “radikal İslam”, son yıllarda ise “Çin” tehdidini kendini meşrulaştıracak ve hegemon gücünü tahkim edecek bir “öteki” ve “ortak düşman” algısı inşa etme amacına yönelik olarak başarılı bir biçimde kullanmıştır. Putin Rusya’sı ise, ABD ve Batı ittifakı açısından konsolidasyonu sağlayacak yeni bir ortak düşman olarak resmedilmekte, bu tehdidin karşısında en yüksek tepkiler de keza yine aynı adresten yani ABD ve tarihsel müttefiki İngiltere’den gelmektedir.

Ancak böyle bir durumda dahi Biden yönetimindeki Amerikan dış politikası “uçuşa yasak bölge açmayarak” yeteri kadar sert tepki gösterilmediği ve Rus saldırganlığı karşısında yetersiz kaldığı nedeniyle eleştirilmektedir. ABD’den Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham, Senato’da yaptığı konuşmada ABD’nin bugün Rusya’nın önünde duramazsa ileride İran ve Çin’e rakip olamayacağını belirtmiştir.[ii] Diğer yorumlarda ise kendine özgü üslup ve yöntemleri ile diplomasinin labirentlerinde dolaşabilen Donald Trump’ın, ikinci dönem seçilebilmiş olsaydı Putin’e bu şansı tanımayacağı görüşleri yer almaktadır. İhtimaller üzerine konuşmak pek bilimsel sayılmadığından ve uluslararası ilişkiler bilimcilerinin görevi de fal açmak olmadığından Putin’in her hâl ve koşulda Ukrayna’ya saldırıp saldırmayacağından emin olamıyoruz. Keza sosyal bilimler doğası gereği kesinlik ve netlik içermediğinden, hele bir de uluslararası ilişkilerde sahada 2+2 her zaman 4 sonucunu vermediğinden kesin ifadelerden, aşırılık taşıyan üsluplardan, ideolojik gözlüklerden ve önyargılardan kaçınmak gerekmektedir.

Diğer yandan, realistler de dahil olmak üzere teorisyenler, dış politika analistleri ve uzmanlar, küresel siyasette yaşanan SSCB’nin çöküşü, 11 Eylül terör saldırılarının gerçekleşmesi, Ortadoğu’yu kasıp kavuran Arap Baharı dalgası gibi majör gelişmelerin hiçbirini tam bir isabetle öngörememişlerdir. Aslında bu durum biraz da dış politika ve uluslararası ilişkilere dair konuların öncül değil ardıl olmasını doğurarak yaşanan ya da yaşanmakta olan gelişmelerin belli başlı teoriler üzerinden değerlendirilmesini/analiz edilmesini gelenekselleştiren bir tablo ortaya çıkarmıştır. Tabii burada John Mearsheimer için ayrı bir parantez açmak gerekmektedir. Zira Mearshiemer 1993’te Foreign Affairs’te yayımlanan bir makalesinde Ukrayna’nın nükleer silahlardan arındırılmasının yanlış olduğunu, çünkü kendisini konvansiyonel olarak nükleer bir Rusya’ya karşı savunmayan Ukrayna’yı ABD dahil hiçbir ülke koruyamayacağını belirtmiştir. Yine Mearsheimer, Avrupa’daki istikrarın sağlanması için Ukrayna’nın nükleer silahtan yoksun bırakılmaması gerektiğini, bunun Rus cesaretini arttıracağını savunmuştur.[iii]

ABD’nin ekonomi adına bütün yaptırımları masaya koyduğu, kıta topraklarında yaşanmasına rağmen saldırının ilk günlerinde bütüncül bir strateji belirlemekten yoksun kalan AB’nin büyük tedirginlik yaşadığı ve adeta bu olayı “yeni soğuk savaşın” milâdı olarak gören diğer dünya ülkelerinin savaş sonrası oluşacak kutuplara göre vaziyet aldığı küresel denklem an itibariyle hâlâ birçok bilinmeyen içermektedir. En başta gelen bilinmeyen, özellikle Trump döneminde virüs üretmekle suçlanan ve global ekonomi ve ticarete tehdit oluşturduğu ifade edilen Çin’in vereceği tepki ve ilerleyen günlerde uygulamaya koyacağı politikalardır.

Her şeyden önce biliyoruz ki, Rusya ile ekonomi, ticaret ve diğer alanlarda gittikçe güçlenen ilişkilere sahip olan Çin Halk Cumhuriyeti, Ukrayna Krizi bağlamında Batı ittifakından farklı düşünmekte ve farklı tepkiler vermektedir. Hayata geçirmeyi planladığı Kuşak ve Yol Girişimi bağlamında ABD’yi küresel ekonominin geleceği konusunda endişelere sevk eden Çin, küresel hegemonyası zayıflamakta olan ABD’nin Ortadoğu’daki en yakın müttefiki İsrail’le dahi hayati derecede ekonomik karşılıklı bağımlılık ilişkileri tesis etmiştir. Rusya’nın Wagner eksenli askeri etkinliğinin yanı sıra, Çin de “borç diplomasisi” çerçevesinde Afrika kıtasındaki konumunu her geçen gün sağlamlaştırmaktadır. Pasifik’te Tayvan ve Güney Çin Denizi bağlamındaki gerginlikler geçerli iken, Ukrayna krizi arifesinde hareketlenen Balkanlar, ABD’nin kaçar gibi terk etmesinin ardından hâlâ hengâmenin dinmediği Afganistan, Güney Kafkasya’da zor şartlarda tesis edilen barış ve yeni sönen savaş ateşi, Suriye, Libya, Yemen ve Somali’de devam eden kırılgan durum dünya politikasının Soğuk Savaş sonrasında aslında hiç iç açmayan “anlık” bir fotoğrafı sadece.

Eski Sovyet İmparatorluğunu kurma amacında olduğu iddia edilen ve kişilik özellikleri hakkında uzun politik-psikoloji tahlillerinin yapıldığı Putin, bu savaş ile aslında “yakın çevre doktrininin” Rus dış politikasındaki öneminin devam ettiğini göstermiş ve hem de NATO ile safların sahada yeniden belirlenmesini tercih etmiştir. Kendi güvenlik kaygılarının dikkate alınmadığını ve yörüngesindeki ülkelerin asla NATO’ya üye olmalarına göz yummayacağını açıklayan Rusya Devlet Başkanı, kendi perspektifinden bakıldığında 1991’den beri Rusya Federasyonu’na verilen sözlerin tutulmadığını, eski Sovyet üyesi Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin Barış için Ortaklık Planı (BİO) adı altında birer birer NATO üyesi yapıldığını iddia etmektedir.[iv] ABD’nin Irak ve Afganistan’da gerçekleştirdiği eylemleri eleştiren ve uluslararası hukukun normlarının bizzat norm bazlı liberal uluslararası düzenin kurucusu tarafından çiğnendiği yorumunu getiren Rusya, Ukrayna’yı Kırım dahil kendi topraklarının doğal bir uzantısı olarak görmekte ve ayrı bir varlık (entity) oluşturduğu gerçeğini kesinlikle reddetmektedir.

Bu yönüyle “devletlerin egemen eşitliği”, “sınırların dokunulmazlığı”, “savaşın bir dış politika aracı olarak terk edilmesi”, “güç kullanmaya yasağı” ve “iç işlerine müdahale etmeme” gibi temel uluslararası hukuk ve liberal-modern dünya düzeni normlarını ihlâl etmesinin yanı sıra devam etmekte olan saldırılar bağlamında masum sivillerin katlederek ve yerleşim yerlerinin hedef alarak savaş hukukuna da aykırı davranan Rusya’nın nerede ve nasıl duracağı hâlâ bir bilinmezlik içermektedir. Ancak Ukrayna halkının panik havası içerisinde teslim olması ve Ukrayna ordusunun da kısa vadede bozguna uğraması üzerine hesap yaptığı belli olan Putin’in planının pratikle örtüşmediği veya Türk atasözünde olduğu gibi “evdeki hesabının çarşıya uymadığı” görülmektedir. Bizi bu kanıya iten en güçlü gelişme ise, her zaman ihtimal dahilinde olan nükleer silah kartının çok erken masaya konmuş olmasıdır. Putin’in nükleer güçleri ima eden açıklamasının ardından NATO da harekete geçerek nükleer alarm seviyesini yükseltmiştir.

Biraz da bu durumun etkisiyle, ABD Başkanı Biden, üçüncü dünya savaşı olasılığından bahsetmeye başlarken, saldırının ilk günlerinde enerji bağımlılığı nedeniyle tepkisel davranmaktan çekinen Almanya dahi Fransa, İngiltere ve diğer kıta Avrupası ülkeleriyle birlikte Rusya’yı daha yüksek sesle eleştirmeye başlamış, yaptırımlara katılırken Ukrayna’ya verilen desteklere dahil olmuş ve kendi bütçesi içerisindeki savunmanın payını da artmıştır. Bu durum sadece Almanya’ya özgü olmayıp diğer Avrupa ülkeleri için de geçerlidir ve gerek NATO bünyesindeki savunma yapılarının gerekse de devletler bazında bireysel askeri kapasitesinin güçlendirilmeye çalışıldığı görülmüştür. Bu durumu ortaya çıkaran en önemli etken ise Avrupa topraklarında İkinci Dünya Savaşı ve Bosna Savaşı’ndan sonra tekrar savaş tehlikesinin tüm gerçekliğiyle ortaya çıkmasıdır. Uzun bir süredir Ortadoğu’dan gelmekte olan mülteci akınıyla baş etmenin yollarını araştıran Avrupa bu kez deyim yerindeyse mültecileri “kendi kucağında” bulmuş, 1 milyonu aşkın Ukrayna vatandaşı ne yazık ki mülteci durumuna düşmüştür. Bu durumun Avrupa medyasına yansıyan yönüyle yeni ırkçı ifadeleri öne çıkardığını ve bir nevi oryantalist bakış açısıyla mülteciler arasında dahi ayrım yapan sözlerin sarf edildiğini ise maalesef teşhis etmiş bulunmaktayız.[v]

Rus-Çin İttifakı ve Yeni Küresel Denkleme Yansımaları

Tekrar Rusya-Çin ittifakına ve bunun halihazırdaki küresel sisteme olan etkilerine dönecek olursak; özellikle ekonomik yaptırımlar ve SWIFT sisteminden çıkarılmasından dolayı Rusya’nın Çin’e giderek daha bağımlı hâle geleceği ve Rusya’nın Çin’in açık pazarı haline gelerek etkisi altına gireceği iddia edilmektedir. Bu arada Avrupa’ya arz ettiği gazı kesmesi mümkün olan Rusya’nın enerji kaynaklarının Asya’ya yönelmesi ve özellikle bu konudaki ihtiyacını Ortadoğu ülkelerinden karşılayarak Suudi Arabistan, İran gibi bölge ülkelerinin bir numaralı petrol ihracatçısı ve enerji müşterisi olan Çin için Rusya’nın daha yakın bir partner olarak belirmesi mümkün gözükmektedir. Diğer yandan, Hong Kong üzerinden İngiltere ile ve Tayvan üzerinden de ABD ile gergin ilişkilere sahip olan Çin’in bir bütün olarak Batı ile ilişkilerinin Rusya’dan çok da farklı olmadığı belirtilebilir. Keza, BM Genel Kurulu’nda yapılan toplantıda Rusya’nın Ukrayna işgalini kınayan kararda çekimser oy kullanan Çin aslında bu savaştaki “rengini” de belli etmiş bulunmaktadır.[vi]

Rusya’nın yaptırımlar bağlamında ekonomik açıdan Çin’e giderek daha fazla bağımlı olacağı senaryolarının yanında özellikle Amerikan hegemonyasındaki küresel sistemi sık sık eleştiren ve başkaldıran Asya kıtasındaki bu iki küresel aktörün ABD’nin küresel hegemonyasını pekiştiren ayaklardan biri olan global ekonomi konusunda doların ($) temel para birimi olduğu dolarizasyon sistemini akamete uğratmak için en azından kendi aralarındaki ekonomik ve ticari ilişkilerde yeni bir para birimini kullanmaya başlamaları da şık bir tercih olarak karşımıza çıkmaktadır. Patlak veren Ukrayna Savaşı ile ABD’nin dikkatlerini, odaklamış olduğu Pasifik’ten, Avrupa coğrafyasına kaydırması neticesinde siyasal açıdan bir nebze rahatlamış gibi görünen Çin, bu durumdan faydalanmak isteyerek küresel konumunu tahkim edecek stratejilere yönelecektir.[vii] Rusya-Ukrayna Savaşı’nı, bu bağlamda gerek NATO içerisinden, gerekse de ABD’den yükselecek tepkiler de dahil olmak üzere, dikkatle izlemeye koyulduğu anlaşılan Çin, işgal nedeniyle ABD’nin hem küresel liderlik testinden geçebilmek hem de Batı ittifakını yeniden toparlayabilmek için Rusya’ya ödetmeye söz verdiği “maliyeti” de sonuçları açısından merak etmektedir. Çünkü bu hem kendisi için bir örnek oluşturacak ham de sistemin diğer aktörleri açısından caydırıcı bir örnek oluşturmadığı takdirde uluslararası sistemin jeopolitik çıkarlar ekseninde revize edilmesi anlamına gelebilecektir. Bu da çok-merkezli/çok-kutuplu bir sistemi ve güç dağılımını daha belirgin bir özellik haline getirerek uluslararası sistemi radikal anlamda dönüştürecektir.[viii]

Sonuç

Son söz olarak İkinci Düya Savaşı’nın ardından beliren iki-kutuplu yapının 1991’de kutuplardan biri olan Doğu Bloku ve lideri SSCB’nin dağılmasıyla hegemonyası pekişen ABD önderliğinde yeni bir döneme girdiğini, ancak 1991’den bu yanan yaşanan küresel krizleri iyi yönetemeyen ABD’nin zayıflayan hegemonyasıyla iyiden iyiye hissedilen uluslararası sistemdeki dönüşüm sancılarının yaklaşık 10 gündür devam etmekte olan Rusya-Ukrayna Savaşı ile tavan yaptığını ve bu savaşın ardından sonra küresel politikanın daha farklı bir sisteme evirilebileceğini söyleyebiliriz. Gerek Rusya ve Çin açısından, gerekse diğer bölgesel ve küresel aktörler tarafından jeopolitik güç boşluklarının doldurulmak üzere harekete geçildiği ve zaten bizzat mimarı olan ABD tarafından aşındırılmayan normu kalmayan liberal uluslararası düzenin ise iflâsa yakın olduğu konjonktür, yeni dönemde bir “çok katmanlı çok kutupluluk” ortaya çıkaracaktır. Nükleer felâket senaryolarının ve üçüncü dünya savaşı kehanetlerinin ayyuka çıktığı günümüzde en azından devam etmekte olan Rusya-Ukrayna Savaşı açısından diplomasiye öncelik verilerek sağduyunun kazanmasını hem bilim, hem de insanlık açısından arzu etmek gerekmektedir. Ukrayna’nın başkenti Kiev’i tarihinde ikinci defa bombardıman etmesi nedeniyle Almanya Führeri Hitler’e benzetilen Putin’i kınamaktan öte, 2008 ve 2014’teki işgallerine ses çıkarmayarak adeta onu cesaretlendiren Batı dünyasının da ciddi bir biçimde sorgulanması ve bu savaştaki rolü nedeniyle suçlanması gerekmektedir. Eğer günümüzdeki süreci İkinci Dünya Savaşı’na giden sürece benzeterek Putin’i Hitler’le eşdeğer tutarsak, bir bütün olarak Batı ittifakını da Hitler’in Avusturya, Çekoslovakya ve Südetler (Sudetenland) işgaline ses çıkarmayarak yatıştırma (appeasament policy) uygulayan dönemin devlet adamı (İngiltere Başbakanı) Neville Chamberlein’e benzetmemiz gerekmektedir. Siyasal tarih açısından Chamberlein’in daha sonra savaşa giden süreçte izlediği bu politika nedeniyle eleştirildiğini unutmamak lâzımdır.[ix]

Ortadoğu, Kafkasya, Kuzey Afrika, Güney Asya gibi çatışma ve savaşların henüz devam ettiği günümüzde “barış” adına konuşmak ne kadar zor olsa da ve Irak, Afganistan ve Vietnam’daki geçmişini unutan ABD’nin Rusya’yı eleştirmeye kalkışmasına şaşırsak dahi insanlık ve tarih adına ülke ve millet olarak yine diplomasi, diyalog ve barışın savunucusu olmamız bir zorunluluktur. Rusya ve Çin ittifakının ekonomik ve ticari boyutunun ön plana çıkacağı, Çin’in bir müddet olan-biteni izleyerek sakin kalacağı bu süreçte Avrupa’ya arz edilen gazın kesilmesi ve önemli bir buğday üreticisi olan Ukrayna’nın sistem-dışı kalması hiç kuşkusuz ülkemizi ve birçok Ortadoğu ülkesini de etkileyen önemli ekonomik sonuçlar doğuracaktır.[x]

Bunun da ötesinde, siyasi ve askeri olarak aralarında bağlı oldukları örgütlere olan üyelikler dışında ikili anlaşmalar nedeniyle de bir müttefiklik ilişkisi bulunan Rus-Çin partnerliğinin vereceği tepkiler NATO ve ABD’nin önümüzdeki günlerde atacağı adımlara bağlı olarak şekillenecektir. Savaşa dair gelişmelerin her gün değiştiği bunun da küresel güç dengesine olan yansımalarının zaman gerektirdiği bu ortamda başta Ukrayna halkı olmak üzere tüm dünya ailesi için iyi dilekler sunmaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğu ise açıktır.

Mehmet BABACAN

 

NOTLAR

[i] Erdem Özlük, Uluslararası İlişkiler Disiplininin Doğuşu, Kimliği ve Sorunları”, Uluslararası İlişkilere Giriş: Tarih, Teori, Kavram ve Konular, ed. Şaban Kardaş, Ali Balcı, 8. Baskı, (İstanbul: Küre Yayınları, 2018), 103-118.

[ii] FoxNews, “Sen. Lindsey Graham warns of World War III if Putin, China and Iran ‘get away with it’” https://www.foxnews.com/media/sen-lindsey-graham-world-war-iii-putin-china-iran-get-away

04.03.2022 21:25

[iii] Foreign Affairs, “The Case for a Ukrainian Nuclear Deterrent” https://www.foreignaffairs.com/articles/ukraine/1993-06-01/case-ukrainian-nuclear-deterrent 04.03.2022  21:40

[iv] İlhan Uzgel, “NATO’nun Genişlemesi”, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt 2, (1980-2001), 8. Baskı, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2005), s. 309.

[v] EuroNews, “Avrupa’nın Ukraynalı mültecilere sınırlarını açmasına ‘çifte standart’ eleştirisi” https://tr.euronews.com/2022/03/03/avrupa-n-n-ukraynal-multecilere-s-n-rlar-n-acmas-na-cifte-standart-elestirisi    04.03.2022 21:50

[vi] South China Morning Post, “UN votes to condemn Russian invasion of Ukraine, but China again stays silent” https://www.scmp.com/news/china/article/3169010/un-votes-condemn-russian-invasion-ukraine-china-again-stays-silent 04.03.2022  21: 55

[vii] Jude Blanchette and Bonny Lin, “China’s Ukraine Crisis: What Xi Gains—and Loses—From Backing Putin”, Foreign Affairs, https://www.foreignaffairs.com/articles/china/2022-02-21/chinas-ukraine-crisis?utm_medium=social&utm_source=facebook_posts&utm_campaign=fb_daily_soc&fbclid=IwAR3QQtc9G2Ep1Mxy2vlTMRDsBxTwwWYTjk6XIbw1ZT5nMuEYn_KvO-4GD5o  04.03.2022 21:55

[viii] Kadir Üstün, ABD’nin Küresel Liderlik Testi Olarak Ukrayna Krizi”, Kriter, Yıl: 6, Sayı: 65 (Şubat-2022): 70-72.

[ix] Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi: 1914-1995, 22. Baskı, (İstanbul: Timaş Yayınları, 2017), 240.

[x] Foreign Policy, “Forget Oil. Putin’s War Is Wrecking the Wheat Market” https://foreignpolicy.com/2022/03/02/russia-war-wheat-economy-food-security/ 04.03.2022 22:00

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.