İran ile Batılı ülkeler arasında 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmaya (JCPOA) ilişkin müzakereler, 2018 yılında ABD’nin anlaşmadan tek taraflı olarak geri çekilmesi ve Donald Trump’ın siyasi etik ve diplomasi ilkelerini hiçe sayması ile en kritik noktasına ulaşmıştı. Bu dönemden sonra, İran, santrifüj sayısını arttırdığını ve zenginleştirilmiş uranyum seviyesini yüzde 60’a çıkardığını resmen Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na (UAEA) bildirerek tehlike çanlarının çalındığını ispatlamıştı. İşte bu durum, İran’ın nükleer silah üretiminin son aşamasına artık sadece bir adım kalmış demekti.
İran’ın bu strateji ile caydırıcılık mekanizmasını iyi kullandığı ve bu durumun Batılı ülkelerin gerekli tehlike sinyallerini hissetmesine ve İran’la ciddi müzakerelere girmesine neden olduğunu belirtmek gerekir. Bu aşamadan sonra, İran, artık 5+1 değil, 4+1 ülkelerin temsilcileriyle müzakereleri sürdürmüştü. Süreç içerisinde tarafların şart ve taleplerine çeşitli zorluklar ve gerilimler eşlik etse de, diplomaside sağduyunun hâkimiyeti, tarafların istenilen sonuca ulaşmasını sağladı. Sonunda, 15 Ağustos 2022’de, İran ve ABD, Avrupa Birliği’nin dış politikasından sorumlu Josep Borrell’in önerdiği taslağı kabul etmeye hazır olduklarını açıklamış ve kabul beyanının metni Robert Malley’e sunulmuştur. Josep Borrell, İran’ın belirlenmiş süreçte cevap vermesinden memnuniyetini dile getirerek, geriye sadece pek de önemli olmayan konularda son görüşmelerin yapılması ve anlaşmanın imzalanmasının kaldığını belirtmiştir.
Dikkat edilecek nokta şu ki, aylardan beri birçok siyasi yorumcu veya analistler müzakerelerin sonuca varılamayacağını dile getirerek, JCPOA anlaşmasının öldüğünü ve müzakerelerin boşuna yapıldığını savunmuş ve Çin veyahut Rusya’nın her türlü bahaneyle sonuç almaya engel olacaklarını yazıya dökmüşlerdi. Çünkü İran-Çin-Rusya üçlüsünün ABD başta olmak üzere Batı devletlerini zayıf noktaya getireceğini söylüyorlardı. Ama başından beri savunduğum ve yazılarımda da devamlı tekrar ettiği bir nokta sanki birçok yazarlar tarafından göz ardı edilmiştir.
İran, gerçek bir siyasi bunalım ve siyasal-sosyal krizin içinde boğulurken ve her an ekonomik çöküşe dayalı bir sosyal patlamanın yaşanmasından çekinmekteyken, ABD de zaten Ortadoğu ve Orta Asya bölgesinde gücünü yitirirken ve Çin ile Uzak Doğu, Asya Pasifik ve Güney Asya’da ve Rusya ile de Doğu Avrupa, Akdeniz ve Kuzey Afrika’da sorunlu çelişkilerle karşı karşıya kalırken, bir de nükleer silahla ulaşmış bir İran kriziyle yüz yüze kalmaktan çekiniyordu. İşte bu önemli iki faktör, tarafların müzakere masasından başarıyla kalkmalarına neden olmuştur.
Dikkat edilmesi gereken, uluslararası sistemin mevcut durumunun benzersiz bir durum olduğudur. Yani, yaşanan durumda bazı sorunlar, bizzat bir ülkenin politik yaklaşım pozisyonundan çıkarak başka ülke ve ülkelere taşınması ve yeni krizlerin çıkması demektir. Mevcut durum, geçiş durumuna çok benzer. Böyle bir durumda gerekli etkin bir yapı olmamasına rağmen yeni bir yapı onaylanmamaktadır. Bilindiği gibi, geçiş koşullarında rekabet, kaos, uluslararası siyasete yön veren anarşik durum gibi bileşenler genellikle yoğunlaşmaktadır. Son dönemde ülkeler arası siyasi taraf tutma ve yarışmalara bakılınca, Ukrayna Savaşı gibi bir özellik eklenmiş durumda ve çeşitli kategorileri büyük güçlerin önceliklerinin en üst sıralarına yerleştirmesidir.
Nitekim, kış mevsimi başlamadan önce bu istikrarın enerji piyasalarına bir miktar geri döndürülmesi veya en azından enerji piyasalarında iniş çıkışların ve ani şokların önüne geçilmesi Avrupa ülkelerinin kritik önceliklerinden biridir. Bu nedenle, Avrupa Birliği, Viyana müzakere sürecinde kolaylaştırıcı olarak, enerji istikrarını sağlamaya dayalı JCPOA’yı yeniden canlandırmaya çalıştı ve çalışıyor. Aynı zamanda, Rusya’nın Avrupa’ya petrol ve doğalgaz akışını kesme veya sınırlama tehdidi yadsınamaz. Petrol ve gaza yönelik küresel piyasa talebini azaltmak için İran enerji ürünlerinin ihracatının yolunu açmak, Avrupa ve ABD’nin mantıklı kararlarından biridir. Tabii ki, İran, müzakerelerin verimli geçmesi halinde ekonomik yaptırımların sıkıntısından kurtulmak ve ekonomisini düzenlemek için böyle bir fırsata da yok diyemez durumdadır. Bu arada, uluslararası sistemin geçiş sürecinde olması ve Çin ile rekabet ve Rusya’nın Avrupa’da önü kesilmesi gibi diğer faktörlerin Amerikan ulusal güvenlik konularının başında gelmesi nedeniyle, ABD’nin de bunu tercih ettiği unutulmamalıdır. ABD’nin uluslararası öncelikleri değişti; Ortadoğu dahil diğer bölgelerde yeni krizlerle boğuşmak istemiyor.
Washington’daki siyasi karar alıcılar, genel olarak, ana rekabet merkezleri olan Çin ve Rusya’nın kapsamı dışındaki herhangi bir krizin, JCPOA alternatiflerinin de riskli ve maliyetli olması nedeniyle ABD’nin rakiplerine fayda sağlayacağına inanmaktadır. Çünkü aksi taktirde, ABD, maliyetleri ve krizleri artırma sürecine girer. ABD, 21. yüzyılın ilk on yılının yıllarını tekrarlamamak için, İran ile müzakereleri şiddetle sonuçlandırmaya çalışıyor. Joe Biden’ın göreve başlamasından sonra, ABD, umutsuzca İran’la yarım kalan kritik nükleer anlaşma meselesini sonuçlandırmaya çalışıyor. Belirtmek gerekir ki, Trump döneminde İran’la yapılan nükleer anlaşmayı ABD’nin İran karşısındaki zayıf noktası olarak gören bazı Senatörler bile şimdi güçlü bir şekilde sonuca varılmasından yanadırlar.
Elbette aynı durum İran için de geçerlidir. Nitekim, 2015’te Hasan Ruhani dönemi müzakereler Muhammed Cevad Zarif’in rasyonel diplomatik yaklaşımıyla pozitif sonca varıldığında, birçok radikal unsur İran’ın zayıf duruma düştüğü iddiasıyla gerek Cumhurbaşkanı, gerekse Dışişleri Bakanı’nı eleştiri topuna tutmuşlardı; ama aynı insanlar şu anda müzakere masasında yetkili heyet üyesi olarak sonuca varmaya çalışıyorlar.
İran’ın nükleer kaçış noktasının bir yıldan altı aya indiğine dair Batılı ülkelerin tahminlerinin yanı sıra, bu nokrada JCPOA’nın 2023 sonbaharında sona erecek olan ilk gün batımı maddesinin gelişini açıklamak gerekiyor. Bu maddeye göre, İran’ın nükleer programının belirli dönemlerden sonra sona ereceği faaliyetlerin sınırlarını belirler ve o tarihten sonra artık İran’ın tüm JCPOA kısıtlamalarına karşı sorumluluğu yok demektir. JCPOA yeniden canlandırılırsa, Ocak 2025’e (Amerika’da yeni hükümetin göreve başladığı zamana) kadar kesintisiz olarak uygulanabilir. Bu iki yıl, hem İran, hem de ABD için çok önemli.
Önemli hususa değinmek istersek, JCPOA, başından beri ABD’nin siyasi düzeyde hiçbir parti konsensüsünün olmadığı kategorilerinden biridir. Obama, JCPOA’yı ABD Kongresi’nin hilesi ve o sırada var olan JCPOA karşıtı planlarla geçirebildi. Dolayısıyla, JCPOA iki kutuplu bir kategoridir ve Amerikan toplumunun daha şiddetli kimlik çatışmalarıyla karşı karşıya olduğu ve Amerikan kültüründe daha iki kutuplu bir atmosferin hüküm sürdüğü bir durumda, Washington ve ABD Kongresi’nde İran ile bağlantılı siyasi dalgalanmalar artabilir ve hükümetlerin değişmesiyle, daha fazla yeni krizlerin ortaya çıkma olasılığı da kaçınılmazdı. Çünkü Cumhuriyetçi kanadın birçoğu İran rejimin yıkılmasında yanadırlar.
Biden yönetiminin beklentileri gerektiği kadar yerine getirmediği ve hatta Demokrat Parti içinde bile Biden’ın yeniden aday gösterilmesine ciddi şekilde karşı çıkanlar olduğu düşünülürse, bu yılki kongre seçimlerini Cumhuriyetçilerin kazanma ihtimali çok yüksek. Dolayısıyla, 2024 Başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti’nin iktidara gelme olasılığı da yüksek. Öyle görünüyor ki, ABD’de partiler düzeyinde JCPOA üzerinde bir fikir birliği olmadığı için ve ayrıca Cumhuriyetçiler, Trump’ın çevresindekiler veya Trump’ın çevresi dışındakiler, yani tüm Cumhuriyetçi spektrumlar JCPOA’yı reddedeceklerini açıkça belirttiler. Eğer bunlar Beyaz Saray’a girerlerse dediğim gibi yeniden anlaşma bozulabilir. İran da bu konuya hassasiyet göstererek kendini garantiye almak istiyor. Bahse konu olan JCPOA’nın ömrü, şimdiki canlanma durumunda bile ancak Ocak 2025’i geçmeyecektir. Bu nedenle, İran ve ABD için iki yılın şart olduğunu dikkate alıyorlar.
JCPOA’nın uygulanması için beklenen kısa süre nedeniyle, İran’ın müzakere ekibi, JCPOA’nın yeniden canlanmasının avantajını artırmak için Hazine Bakanlığı Varlık Kontrol Ofisi’nden veya ABD Başkanı’nın icra emriyle garanti almaya çalışıyor. JCPOA’nın yeniden canlandırılması durumunda, İran’da bulunmak isteyen şirket ve yatırımcıların, İran ile iki yıldan fazla süreli sözleşmeler yapmalarına izin verilmesi ve ABD’nin bu sözleşmelerin bundan sonra da devam edeceğini garanti etmesi gerekmektedir. İran, ikincil yaptırımlardan kaçınmak için performans garantisi almaya çalışıyor. Ancak taraflar şimdi anlaştıklarını ifade ettiler. İşte bu nokta, Josep Borrell’e göre çözülmesi gereken sorunlar arasında bir dönüm noktasıdır. İran tarafı karar vericileri, JCPOA’nın uygulamada sınırlı bir süreyi kapsadığı ve en fazla 20 Ocak 2025’e kadar sürebileceği düşünüldüğünde, yeterli garanti ve uygulama garantilerine sahip olmak istiyorlar. Onlara göre, gerekli garanti olmadığı taktirde, ülkenin tekrardan yeni şoke girmesinin bir anlamı yok aslında.
Şimdi elde olan sonuca bakılınca ister istemez şu soru akla geliyor: ABD, JCPOA’nın uygulanmasını garanti altına almak için İran’a gerekli imtiyazları verdi mi, vermedi mi? İlk olarak, İran ekonomisinin 2018’den beri bir şekilde doğrudan ve ikincil ekonomik yaptırımlarla karıştırıldığını belirtmek gerekir. Aynı zamanda, yaptırımlardan bir dereceye kadar kaçınmanın yollarını da öğrenmiştir; ancak nükleer anlaşma, kazan-kazan bir sonuç olmalıdır. ABD gerekli garantileri vermezse, 2025’te İran da benzer bir sorunla karşılaşacak. Öyle görünüyor ki, bu sefer hem Amerika Birleşik Devletleri, hem de Avrupa Birliği İran’ın acil ihtiyacı olan garantiyi sağlamışlardır. Yoksa İran kolaylıkla anlaşma metnini kabul etmezdi. Doğal olarak, sözleşmenin metni önümüzdeki günlerde ortaya çıkacak ve bu anlaşmanın neden birçok mücadeleyle sonuçlandığı anlaşılacak.
Son olarak belirtmek gerekir ki, ABD’nin Biden yönetiminin başlangıcından bugüne kadar müzakerelerde gösterdiği tüm dalgalanmalara rağmen nükleer anlaşma halen ABD’nin lehinedir. Görünüşe göre, sonuca ulaşmak o kadar iyi ki, bir süre öncesine kadar İran müzakere heyeti için beklenmedik olan Josep Borrell’in yeni taslağında Batı taviz vermeyi kabul etmiş görünüyor.
Prof. Dr. Ghadir GOLKARIAN