ALEKSANDR DUGİN’E GÖRE ANKARA İÇİN YENİ AVRASYACILIK

upa-admin 08 Nisan 2013 4.467 Okunma 0
ALEKSANDR DUGİN’E GÖRE ANKARA İÇİN YENİ AVRASYACILIK

Dugin’e göre Ankara jeopolitiğinin temel saikinin Türk etnik menşeinin kadim katmanları olduğunu benimsemek şarttır. Muazzam bir dünya imparatorluğunu (ki onun hayati merkezini hâlihazırda Türkiye muhafaza etmektedir) kuran Türklerin tarihi yükselişinin temelinde de bu faktör yer almaktaydı. Moğol, İskit ve diğer Avrasya göçebeleri gibi Türkler de gerek stepleri, gerekse daha barışçı olan yerleşik medeniyetleri kontrolü altında bir araya getiren göçebe imparatorluk ilkesini kendi bünyelerinde barındırmaktaydılar. Göçebe imparatorluklar genellikle bütün Avrasya tarihinin birleştirici unsuru olarak görülmüştür. Jeopolitiğin kurucusu Halford Mackinder’in deyimiyle, bu imparatorluklar “kara eşkıyaları” dalgasının parlak bir göstergesi idi. Aslından kıtanın içlerinden gelen ve kıyısal hatlardan azami uzaklıkta veyahut taşımacılığa kapalı soğuk okyanus mekânları ile çevrelenen bu yayılmacı ve kaynaştırıcı saik jeopolitikte Avrasyacılık olarak isimlendirilmektedir.

Dugin, bu çerçevede çağdaş Türkiye’nin ve bilakis Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunun köklerinin saf Avrasyacılık muhitine indiğini vurgulamaktadır. Mekân felsefesi olarak jeopolitik, “ilerleme” anlayışını kabul etmediğinden, bu Avrasyacı katman, Türkiye devletçiliği tarihinde üstünlük oluşturmasına ve mevcut durumda bir hayli güç kaybetmesine karşın hiç de azalmamıştır. Yakından incelendiği zaman Panturanizm ülküsü esasen bu derin katmana seslenmektedir. Gerçi sadece ırksal faktör ve tarihi Rusofobi (Rus aleyhtarlığı) vurgusu (aynı zamanda, bu ideolojinin üçüncü güçler tarafından ara amaçlar için kullanılması olasılığı) bu ülküyü esaslı bir biçimde göreceli hale getirmektedir. Eğer Panturanizm’in Avrasyacı çerçevede düzeltilmesi olanaklı olsa idi, Türkiye jeopolitiğinin tutarlı ve çelişkisiz bir modeline uygun olacaktı.

Yazara göre Türkiye jeopolitiğinde ikinci düzlemi, esasen Osmanlı jeopolitiği oluşturmaktadır. Bu noktada Türk saikinin kökünden değişimi vücut bulmakta, İslam faktörü ve Türkler tarafından ele geçirilen toprakların girift etnik ve kültürel yapısı devreye girmektedir. Bu esnada İslamın tarihi jeopolitiği ile Akdeniz ve Orta Doğu’nun yüzyıllara dayanan mürekkep jeopolitik sisteminin ortak hayatı (symbiosis) mevzubahistir. Gerek İslamın, gerekse Orta Doğu-Akdeniz havzasının jeopolitiği, kara ve deniz vektörlerinin kuvvetli bir biçimde içiçe geçtikleri tamamen değişik konulardır.  Osmanlı İmparatorluğu,  bütün bu mürekkep jeopolitik bütünlüğün tamamını Avrasyacı sert bozkırlıların hâkimiyeti altında almıştı. Bu bozkırlılar, imparatorluk kurucu enerjileri ve sade ancak sert askeri ahlakları yardımıyla bu çok değişik kitleyi tek bir jeopolitik sistemde eritip kaynaştırma konusunda başarı kaydetmişti. Fakat Mağrip’ten Balkanlar ve Kafkaslara değin büyük mekânlar üzerinde hâkimiyet kuran Türklerin kendileri de, fethettikleri medeniyetlerin kendilerine ait jeopolitik eğilimleri tedricen kabullenmekteydiler. Osmanlı İmparatorluğu’nun jeopolitik tarihinin tam bir tablosunu ortaya koymak dikkatli ve detaylı bir araştırmayı gerekli kılmaktadır. Bu, genelde jeopolitik için de gerekli olacak kayda değer ve ilgi çekici birçok bilgiyi gün ışığına çıkarabilir.

Türkiye’nin jeopolitik tarihindeki üçüncü temel aşama, milli ya da post-emperyal safha olarak nitelendirilebilir. İmparatorluğun idari nüvesinin jeopolitik saiki, dar bir milli devlet boyutuna kadar geriledi. Dugin’e göre Türkler emperyal idarenin etnik çekirdeğini meydana getirdikleri zaman milli esas, jeopolitik, sosyal ve dini bir amaçla uyumluluk arz etmekteydi. Ancak lider bir etnisitenin hâkimiyetinde Kemalist ulus-devlet modeline geçişte özellikle Rum, Bulgar, Ermeni ve Kürt milli azınlıklar sorunu yeni bir biçim aldı. Modern Türkiye’nin, Genç Türklerin demir iradesi ile güçlendiğini, laiklik ve milliyetçilik ilkeleriyle bütünleşmiş katı bir askeri özün üstünlüğünde kurulduğu bilinmektedir. Ancak askeri-politik yapıyla böylece perçinlenen ulus-devlet oluşumu artık tamamen yepyeni bir jeopolitik çizgiyi dikte ettirir durumdaydı. O andan sonra Ankara’nın, İslam dünyasında liderlik iddiasında bulunması bile söz konusu değildi. Çünkü Büyük Britanya tarafından desteklenen ve hatta kışkırtılan öteki İslam ülkelerinin çoğunluğu, Türkiye karşıtı milli politikalar sonucunda vücut bulmuşlardı.

Dugin, bu noktada Türklerin emperyal fonksiyonlarını da kaybettiğinin altını çizerek devletleri çevresinde Arap ülkeleri, Rusya, Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya, İran gibi eski ve yeni düşmanlar yer aldığını ifade etmektedir. Bu durum, dış desteği zorunlu hale getirmekteydi. Ankara, 20. asrın ilk yarısında bağlanmamış jeopolitik müttefik olarak Almanya’ya yönelmiş, 2. Dünya Savaşından sonra ise, bu “harici akciğer” hüviyetine Washington sahip olmuştur.

Jeopolitik yönden bu, Ankara’nın büyük jeopolitikten (kıtasal ve emperyal) küçük jeopolitiğe (durumsal ve faydacı) geçişi demektir. Şekil ve içerik açısından Atlantikçi blok olan NATO’ya girişin, esasen Türk tarihini meydana getiren derin jeopolitik etkenlerin gün yüzüne çıkmasıyla gerek kavramsal ve tarihsel, gerekse medeniyetsel olarak mücadele içinde olacağı göz önünde bulundurmalıdır. Bu etkenler, Dugin’e göre, şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde karasal ve Avrasyacı idi. NATO ile ittifak taktik meseleleri halletmekteyse de, milli devletin türü ve askeri-demokratik laik rejim büyük ölçekli jeopolitik gerçeğin temelini oluşturamaz. Bir başka ifadeyle, Ankara’nın büyük oyunda ağırlığa sahip olan bir oyuncu olabilmesi için kendi tarihinin anlamını yeniden kavraması, yeni perspektifler ortaya koyması, Ankara’nın mutabık kalabileceği büyük ölçekli jeopolitik projelere sahip sağlam ve güvenilir ortaklar bulması elzemdir.

Dugin, kendisi için Türkiye’de en dikkat çekici hususun Avrasyacı eğilimler olduğuna işaret etmektedir. Çünkü ona göre bu temel üzerine yalnızca günlük ortak çıkarlara erişilmekle kalınmaz, Karadeniz çevresinde ve Kafkasya’da birkaç yüzyıldır devam eden Rus-Türk çatışması da sonlandırılabilir ve aynı esnada stratejik yeniden yapılanma kapsamında tüm kıta için yeni çok kutuplu bir proje ortaya konulabilir.

Bir ulus devlet ve NATO üyesi olarak Ankara, Avrasya projesi için yeterince düşman bir oluşumdur. Bu tür bir Türkiye ile Rusya’nın ortak amaçlarından ziyade daha fazla jeopolitik çelişkileri vardır. Bu noktada realist olmak ve durumu soğukkanlılıkla ele almak gereklidir. Ankara’nın Çeçen ayrılıkçılarına belirli ölçekteki yardımı, eski Türk-Ermeni sürtüşmeleri, Bakü’de Moskova karşıtı atmosfere destek verilmesi, Bakü-Ceyhan petrol boru hattı yapımı konusundaki bütün hususlar, Atlantikçi ve Avrasya karşıtı stratejilerin parametreleriyle açıkça bağdaşmaktadır. Bu sırada Kremlin, Tahran ile münasebetlerinin güçlendirilmesinden, Ermenilere öncelikli olarak destek vermeye, Kıbrıs konusunda Rumlar lehine lobicilikten, Kürt isyancılar ve İslamcı gelenekselciler ile sıcak münasebetlere varıncaya değin geleneksel bir hareketler sistemine otomatik olarak gitmektedir. Ancak bütün bunlar taktik düzeyde gerçekleşen durumlardır. Yeni Avrasyacı proje, tamamen değişik bir şeyi hedeflemektedir.

Dugin, Yeni Avrasyacılığın, günümüzdeki şartları küresel ölçekte anlamlandırmayı önerdiğini savunmaktadır. Dugin’e göre “şu anda tek kutuplu bir dünyanın, yani doğrudan Amerikan kontrolünde ve Anglo-Sakson siyasi, iktisadi ve dini değerlerin hâkimiyetindeki küresel Atlantikçi imparatorluğun kuruluşu eşiğinde bulunmaktayız.” Jeopolitik bakımdan mevzubahis olan, denizin küresel galibiyeti ve karanın yenilgisidir. Bir başka deyişle yenidünya düzeninin kurbanları yalnızca karasal devletlerin politik-stratejik çıkarları değil, tekdünyacı (mondialist) ikameci-kültürün Procrustes (boylarını yatağına uydurmak için misafirlerinin kol ve bacaklarını çekip uzatan veya kırıp kısaltan efsanevi bir dev) kabına sığmayan tüm değerler ve normlar sistemi olacaktır. Mevcut durumda hiç kimse tek başına mücadelede galip gelmeye muktedir değildir; halklar ve inançlar kendi aralarında hangisinin değerleri daha iyidir diye iddialaştıkları sürece, küreselleşmenin küresel silindiri halkların, ırkların, dinlerin ve kültürlerin tüm farklılıklarını ve özelliklerini “tek bir insanlık” çerçevesinde ayaklarının altına alacaktır. Bu aşamada da, gerek Washington ile gönüllü işbirliği yapanlar, gerekse olası küresel diktatörlüğe karşı koymaya cesaret edenler eşit düzeyde zarar görecektir.

Dugin’e göre “Kendi kimliğinizi savunmak için bizler, çok az bir süre önce rakiplerimiz ve hatta hasımlarımız olanlarla dahi ciddi jeopolitik bir ittifaka girmek zorundayız.” Dugin, Türk halklarının imparatorluk kurucu saikinin kıymetini fark ederek Ankara’ya dostluk eli uzatmaya hazır olduklarını ifade etmektedir. Yazar, Avrasya’nın çok büyük olduğunu ve enginliklerinin herkese yeteceğini vurgulamaktadır. Fakat 21. yüzyılın “Amerikan yüzyılı” olacağına ilişkin kanaat gerçekleştiği takdirde, o zaman ortak vatanın kaybedilebileceği Dugin’in tarafından işaret edilen hususlardan birisidir. Dugin, eğer bu yüzyıla “Amerikancı” olma hükmü verilmesi durumunda, bunun Avrasya’nın ölümü anlamına geldiğinin altını kalın çizgilerle çizmektedir. Çünkü jeopolitiğin temel yasasına göre, bir deniz medeniyeti olan Atlantikçilik, bir kara medeniyeti olarak Avrasyacılığın doğrudan tezadıdır.

Aleksandr Dugin’in Rus Jeopolitiği: Avrasyacı Yaklaşım kitabında Türkiye’nin Jeopolitiği ve Türkiye için Yeni Avrasyacılık konusunda yaptığı tespitler gerçekten çok ilginçtir. Bu değerlendirmelerin üzerinde dikkatle durulmalıdır. SSCB’nin 1991’de dağılmasından yeni bir sistem kurma konusunda sorunlarla karşılaşan Rusya’da yeni dönemde izlenecek dış politika konusunda birtakım düşünceler ortaya atılmıştır. Bunlardan birisi Aleksandr Dugin tarafından ortaya atılan Avrasyacı Yaklaşım’dır. Sovyetler Birliği’nin yerine kurulan Rusya Federasyonu’nun Avrasya bölgesine özel önem atfetmesini ve buna yönelik ayakları yere basan politikalar oluşturması ve de bunları hayata geçirmesini savunan bu yaklaşım Rus karar vericilerini ve akademik camiasını yakından etkilemiştir. 1990lardan 2000li yılların başına kargaşanın hâkim olduğu Rusya Federasyonu’nda Vladimir Putin’in 2000 senesinde devlet başkanı seçilmesi bir dönüm noktası olmuştur. Takip ettiği merkeziyetçi politikayla beraber enerji fiyatlarında görülen yükselme Moskova’nın toparlanarak uluslararası arenada yeniden güçlü bir biçimde ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Rusya’nın Avrasya bölgesinde etkili olmak kullandığı araçlardan başında enerji kaynakları ve silah satışları gelmektedir. Astana, Aşkabat, Bakü ve Taşkent gibi zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip ülkeleri kendi ekseninde tutma konusunda çeşitli girişimlerde bulunmuştur. Bunlardan en önde geleni bu ülkelerin ellerinde bulunan kaynakları Kremlin’in Batı pazarlarına sevkiyatını gerçekleştirmektir. Bu bağlamda bu ülkelerle var olan boru hatlarının geliştirilmesi ve petrol ve gaz kaynaklarının satış fiyatlarında yeniden ayarlamalar yapmak suretiyle başarılı olmaktadır. Ayrıca bu ülkelere ve Avrasya’da bulunan diğer ülkelere ciddi miktarlarda silah satışları gerçekleştirerek bu bölgede henüz etkisinin kaybolmadığı hatta arttığını ilan etmektedir.

Bu çerçevede Dugin’e göre işbirliği yapılması gereken ülkelerden birisi de Türkiye’dir. Türkiye’nin zengin tarihsel birikimi ve sahip olduğu diğer birtakım özellikler onu vazgeçilmez ortaklardan birisi haline getirmektedir. Avrasya’nın Atlantikçilerin kontrolüne girmemesi Türkiye’nin Rusya Federasyonu’nun yanına çekilmesi Dugin’in bakış açısına göre elzemdir. Türkiye’de 1990larda ortaya çıkan “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk Dünyası Projesi” çok büyük umutlarla ve vaatlerle başlayan bir proje olmasına içinin doldurulmasından ötürü başarısızlığa uğramıştır. 3 Kasım 2002 seçimlerinde tek başına iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi teorik temelleri bir uluslararası ilişkileri profesörü olan ve 2002-2009 döneminde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dış politika konularında başdanışmanlığı yürüten ve de şu anda Dışişleri Bakanlığı’nı Ahmet Davutoğlu’nun ortaya koyduğu Stratejik Derinlik’e dayalı yeni dönem Türk Dış Politikasıdır. Türk Dış Politikasına temel oluşturan birtakım prensiplerin varlığını kabul eden bu anlayışa göre değişen dünya dengelerinde birtakım yeni ilkelerin ortaya konulması zorunludur. Avrasyacılık çerçevesinde ele alındığında bu ilkelerden en ön plana çıkanı “komşularla sıfır sorun” ve “çok boyutlu dış politika” anlayışıdır.

Ritmik diplomasi ve proaktif bir dış politika izlenmesi gerektiğini savunan bu anlayış kapsamında Türkiye için en önemli ülkelerden Rusya Federasyonu’dur. Kremlin ile başta enerji olmak üzere çok çeşitli alanlarda ilişkiler tesis eden Ankara, böylelikle bölgesel sorunların çözümünde önemli bir rol oynayacağını düşünmektedir. Rusya, Avrasya gibi dünyanın kalbi olarak adlandırılabilecek bir bölgede Türkiye ile yakın münasebetler kurmanın kendisi için birtakım olumlu getirileri olacağını idrak etmektedir. İki ülke arasında yakın münasebetin Avrasya’nın geleceği hayati olacağı ve Avrasya bölgesinin hâkimiyetinin Atlantikçi bloğa kaptırılmaması Dugin’e göre bir kara medeniyeti olarak nitelendirdiği Avrasyacılık için şarttır. Dugin de zaten tam olarak bunu savunmaktadır.

Dünyanın en kritik bölgelerden olarak görülen Avrasya’nın üzerinde her alanda devam eden mücadelenin önümüzdeki yıllarda daha da artacağı rahatlıkla söylenebilir.

Sina KISACIK

Referans

1. Aleksandr Dugin. Rus Jeopolitiği Avrasyacı Yaklaşım. Çev. Vügar İmanov. Küre Yayınları, 2010, Altıncı Basım. İlgili Bölüm: Avrasyacı Çağrı ve Türkiye’nin Jeopolitiği Sayfa Aralığı: IX-XIX.

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.