Türk Silahlı Kuvvetleri içinde hükümete karşı olduğu iddia edilen bir grubun varlığı ve bu grubun askeri darbe yapacağına dair iddialar hakkında başlatılan birçok operasyon sonucunda, TSK’ya yıllarca hizmet etmiş ve ordu kadrolarında önemli mevkilerde bulunmuş birçok subay ve astsubay hapishaneye atılmıştır. Bu yazıda böyle bir örgütün varlığı ya da yokluğu tartışılmayacaktır. Ancak içeri alınan komutanların genel olarak dış politika görüşleri analiz edilmeye çalışılacaktır.
Bazı kesimler tarafından TSK’nın yeniden yapılandırılması gözüyle bakılan Ergenekon gibi operasyonların amaçlarından birinin TSK içerisindeki Avrasyacı askerlerin tasfiyesi olduğu iddia edilmektedir. 1990 yılından itibaren Sovyetlerin Batı karşısında dağılmaya başlaması ve Türkiye üzerindeki komünist tehlikenin ortadan kalkması sonucunda, Türkiye’nin artık NATO’dan ayrılıp yeni bir ittifaka katılması gerektiğine dair ülke içerisinde çeşitli entelektüel ve jeopolitik tartışmalar başlamıştır. Bu süreçte ABD, AB ve NATO’ya karşı olan askerlerin sesleri daha çok çıkmış ve TSK içerisinde önemli mevkilere yerleşmişlerdir. İddialara göre bu askerler, ABD, AB ve NATO karşısında İran, Çin, Rusya merkezli bir Avrasya bloğunun kurulması ve Türkiye’nin de bu blokta yer almasına dair görüşlere sahiptiler.
TSK’nın ABD’ye karşı çıkardığı zorluklar, Sovyetlerin ortadan kalkması sonucunda Türkiye’nin uluslararası alanda ve bölgede daha rahat hareket edebilme kabiliyeti kazanması ve gün geçtikçe artan Türk-Rus-Çin-İran ilişkileri ABD’yi daima rahatsız etmiştir. Örnek olarak, Türkiye-İran ilişkileri Batı’ya yakın politikalar izleyen Turgut Özal zamanında kötüleşirken, bu ilişkiler Necmettin Erbakan ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer zamanında iyileşme göstermiştir. Ahmet Necdet Sezer, Hizbullah ve PKK nedeniyle İran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’nin iki yemek davetini reddetmiştir. Ancak iki ülkenin iyileşen ilişkileri sonucunda Ahmet Necdet Sezer, 17 Haziran 2002 tarihinde İran’ı ziyaret etmiştir. Bülent Ecevit, 1999 ile 2002 yılları arasında Başbakanlık yaptığı dönemde Rusya ile Çeçenler ve PKK konusunda anlaşma imzalamıştır. İmzalanan bu anlaşmalar ile iki ülke arasındaki bu sorunlar çözüme kavuşturulmaya çalışılmıştır.
Artık tek kutuplu bir sistemin hakim olduğu bir dünyada ABD, kendi karşısında yeni bir cephe ya da kutup açılmasını istememektedir. Bu yüzden Orta Doğu, Kafkasya, Orta Asya, Karadeniz bölgelerini kontrol edebilme özelliği bulunan Türkiye’nin, geçmişte Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi yanında durmasına ihtiyacı vardır. Ancak TSK, bu isteğe kendi iç sorunları nedeniyle şüpheyle yaklaşmaktadır. 25 Şubat 2003 tarihinde TBMM’ye sunularak TSK’nın yabancı ülke topraklarına asker göndermesi -açıkçası ABD’nin Irak’ı işgali sürecinde Türk Ordusu’nun Irak’a girmesi- ve yabancı askerlerin Türk topraklarında bulunması için geçirilmek istenilen 1 Mart tezkeresi olarak da bilinen tezkereye karşı, o dönemin ana muhalefet partisi olan CHP ile Atatürkçü/Ulusalcı kimliği ile tanınan TSK tarafından cephe alınmıştır. Bazı iddialara göre Irak’ta Türk askerinin başına çuval geçirme olayında ABD’nin amacı, TSK’yı bu stratejisinden dolayı cezalandırmaktır.
TSK’nın ABD karşıtı bu tavrı aslında daha eskilere dayanmaktadır. Örnek olarak İsmet İnönü, Batı’nın bütün baskılarına rağmen 2. Dünya Savaşı’na katılmamıştır. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı Batı’ya rağmen yapılmıştır. 1990-1991 yılları arasında yaşanan 1. Körfez Savaşı’nda ise dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal, ABD ile Irak’a girmeyi savunmaktaydı. Temel amacı ise “bir koyup üç almak”tı. Ancak Dışişleri Bakanı Ali Bozer ve Milli Savunma Bakanı Safa Giray bu duruma tepki göstererek, bulundukları makamdan istifa etmişlerdi. Bunların yanı sıra dönemin Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay da Özal’ın bu isteğine karşı olduğunu dile getirerek görevinden istifa etmişti. Bunun üzerine ABD, TSK’yı kullanamamıştır.
Hasan Cemal’in 24.10.2008 tarihinde Milliyet Gazetesi’nde yazdığı “Ergenekon Davası, Hukuk ve Demokrasi Sınavıdır!” başlıklı köşe yazısında durumu şöyle ele almaktadır:
‘Ergenekon olayı’na bu pencereden bakınca, bir noktaya dikkat gerekiyor.
Türkiye’de ulusalcı-aşırı milliyetçi bir cereyan, siyasal bir akım var. Birinci sınıf demokrasiyi sevmeyen, Türkiye’nin Avrupa Birliği yolundan nefret eden bir akım bu.
Diyor ki:
Demokrasinin fazlası ile AB ve ABD ilişkilerinin sıkı fıkılığı Türkiye’yi böler; bölmekle de kalmaz ‘İslamcı düzen’e götürür.
O zaman ne yapmak lazım?
Türkiye, Avrupa’yla Amerika’ya sırtını dönsün, Avrasya’ya açılsın ve Rusya’yla, Çin’le, Orta Asya’yla, hatta İran’la kendine yeni bir dünya kursun!
Adına ister Kızıl Elma, ister Ergenekon deyin, bu ulusalcı-aşırı milliyetçi cereyan özellikle 1990’larda Sovyetler Birliği’nin tarih sahnesinden çekilmesi sonrasında güçlenmeye başladı.
Ve asker içinde de etkili oldu.
Örneğin, Tuncer Kılınç Paşa daha orgeneral rütbesiyle MGK Genel Sekreteri’yken, Türkiye için ‘Avrasya açılımı’nı savunmuştu.
Ergenekon davasının sanıklarından eski Jandarma Komutanı Şener Eruygur Paşa’nın da, davanın bazı önde gelen sivil sanıkları gibi ‘Avrasyacılık’ konusunda benzer görüşleri benimsediği söylenebilir.
Bu konuda, Rusya’nın ciddi gazetelerinden Kommersant’ta ilginç bir haber çıktı. Ergenekon’da önemli sanıkların Rusya’yla bağlantılı olduklarına dikkat çekilen haberde şu satırlar var:
“İP lideri Doğu Perinçek’in defalarca Rusya’yı ziyaret ettiği biliniyor. Bir başka önemli sanık, İstanbul Üniversitesi eski rektörü Kemal Alemdaroğlu da Moskova MGU Üniversitesi’yle işbirliği anlaşması imzalamıştı. Emekli general Şener Eruygur ise yine Rusya’dan empoze edilen fikirlerle Türkiye’nin NATO’dan çıkarak Şanghay İşbirliği Örgütü’ne(*) katılmasını, Rusya ve İran’la birlikte bölgede yeni bir askeri ittifak oluşturulmasını önermişti. Ergenekon’da sanık olarak aranan eski Jandarma İstihbarat Dairesi Başkanı General Levent Ersöz’ün ise izini Rusya’da kaybettirmiş olması…”(22 Ekim 08, Hürriyet, 18. sayfada Nerdun Hacıoğlu’nun haberi).
Zaman Gazetesi yazarı İhsan Dağı ise 13 Ocak 2009 tarihli “Rus Yanlısı Darbe ve Ergenekon” başlıklı yazısında Ergenekon’un dış politika anlayışını ve bu çerçevede yapılmak istenildiği iddia edilen askeri darbeyi şöyle ele almıştır:
Benzer bir süreç şimdi de Türkiye’de yaşanıyor. Amacı dışına çıkan ve ‘Rusçu’ bir kliğin kontrolüne giren Türk Gladio’su artık korunup kollanmıyor.
Peki, böyle bir ülkede elli yıldır Batı güvenlik sistematiğinde bulunan bir ordunun Rusya yanlısı, NATO, ABD ve AB ile işbirliğine karşı ‘Rusçu’ bir kliğin eline geçmesine seyirci kalınır mı?
Malzeme elde, Rusçu ekip güçlenmiş; NATO’nun ikinci büyük ordusu, ‘ABD ve AB ile işbirliğini bırakıp Rusya ve İran’la ittifak kuralım.’ diyen bir MGK Genel Sekreteri çıkarmış. Son dalgada gözaltına alınanlardan Tuncer Kılınç’ın, bu ‘stratejik ufkunu’ ilan etmesinin ardından 7 yıl geçmiş. Bu düzeydeki bir askerin böylesine derin bir ‘stratejik yeniden yapılanma’ yolu gösterdikten sonra makamında kös kös oturmuş olabileceğini kimse düşünmüyordur herhalde. Kılınç, ‘stratejik vizyon’unu pratiğe dönüştürmek için birtakım çalışmalara girişmiş olmalı.
Dahası, Ergenekon’dan yargılananlardan Şener Eruygur bu ülkede Jandarma Genel Komutanı olmuş, yine Ergenekon sanıklarından Hurşit Tolon 1. Ordu Komutanı olarak Genelkurmay Başkanlığı’na giden yolun en başına kadar gelmiş. NATO’yu Türkiye için en büyük tehlike ilan edip, bir NATO ordusunun bu kadar tepesine çıkmış bir grubun varlığı şaka değil, bütün Batı ittifakı mensuplarının ‘kaygıyla’ izleyeceği ciddi bir durum.
… ‘Rusçu’ bir darbeye vize verilmemiş!
Son olarak gittikçe bozulan AKP-ABD & AB ilişkileri sonucunda Recep Tayyip Erdoğan, ABD’ye karşı bir adım atmıştır. Erdoğan, Putin ile bir görüşmesinde “Bizi Şanghay İşbirliği Örgütü’ne alın” demiştir. Bu söylem birçok tartışmada blöf olarak kabul edilse bile, akıllara bir ihtimal olarak “AKP Türkiye’ye uluslararası alanda yeni bir cephe mi arıyor?” sorusunu getirmektedir. Özellikle Çinli bazı askerlerin TSK’dan eğitim alması ve TSK’nın bu durumu önce yalanlayıp, sonra ortaya çıkan fotoğraflar karşısında sessiz kalması bu soruyu güçlendirmektedir. Ancak Suriye konusunda Türkiye’nin hala Batı’dan medet umması dış politikada “Doğu mu, Batı mı?” konusunda kafasının karışık olduğunu ortaya çıkarmaktadır.
Ancak Ergenekon gibi davaların sanıklarının günümüzde serbest bırakılması, toplum nezdinde TSK’nın onuruna zarar verilmesi, uzun süredir devam eden davaların herhangi bir sonuca bağlanamaması ve muhalefetin davadaki yanlışları gün yüzüne çıkarması bu yaşanan olayların psikolojik bir harekat olduğuna dair tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Özellikle TSK’ya karşı yapılan operasyonlar ve açılan davalar hakkında NATO’nun hiçbir açıklama yapmaması ayrı bir tartışma konusudur. Türkiye’nin içişlerine karışmama bir neden olabilir ama unutulmamalıdır ki Türk Ordusu NATO’nun en büyük ikinci ordusudur ve emekli Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ terörist olarak yargılanmıştır. Hatta bazı iddialara göre TSK’ya yapılan bu operasyonlar orduyu istenilen çizgiye getirmek için ABD, AB ve NATO tarafından desteklenmiştir.
Emrah KAYA
Süleyman Demirel Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler – Yüksek Lisans