Geçtiğimiz günlerde, Rusya’nın İran’a daha önceden sattığı, ama Medvedev zamanında askıya alınmış olan S-300 balistik füzelerinin satışının yeniden gündeme gelip, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından Medvedev dönemindeki bu kararın iptali ve füzelerin yıl içerisinde İran’a teslim edileceği yönündeki açıklaması, politika yorumcularının yanı sıra uluslararası ilişkiler uzmanlarını da şaşırtmıştır.
Bu haberin gerek İran, gerekse Rusya resmi haber ajansları tarafından yayılmasını takiben, uzmanların aklına pek çok yeni soru gelmiştir. Rusya, neden askıya alınmış bir kararı aniden iptal etmiştir? Acaba Rusya, İran ile yeni bir gizli askeri koalisyona mı giriyor? Batı’ya karşı yeni bir militarize disiplin mi uygulanmaktadır?
Gerçi, Rusya Dış İşleri Bakanı Sergey Lavrov, bu kararın artık Lozan uzlaşmasından sonra en uygun bir karar olduğunu açıklamışsa da, uluslararası camia buna tedirginlikle bakmaktadır. Zira, Rusya’nın bu yaklaşımla uzun vadeli olarak neyi amaçladığı pek belli değildir. Bu bağlamda çeşitli yorumları incelerken, Nikolas Gvosdev’in National Interest dergisindeki yorumu pek dikkatimi çekmiştir.
Uzun uzadıya yazılmış olan makalede, sadece şu noktalar şayan-ı dikkattir. “İran’a önceden satılmış olan, ancak teslimatı askıya alınan S-300 balistik füzelerin Vladimir Putin tarafından askıya alınma kararının iptali, Moskova’nın dış ilişkiler politikasının yeni bir aşaması ve aynı zamanda Ortadoğu’ya bakışının derin olduğunu göstermektedir. Lozan uzlaşmasından çok kısa bir süre sonra gelen füzelerin İran’a teslim edilmesi kararı, bir yandan Tahran’ı uluslararası camiayla işbirliğine teşvik etme eylem olduğu gibi, öte yandan Rusya’nın net bir şekilde Batı ülkelerine verdiği bir mesajdır. Rusya, Haziran sonu nükleer anlaşmanın protokolünün imzalanmaması takdirde, İran’a karşı her türlü muhtemel yaptırımların arkasında artık olmayacağını ve onaylamayacağını da ifade etmektedir. Ayrıca, Rusya Ortadoğu’da silah satışı potansiyelini sağlamak ve aktif rolünü göstermek istediği mesajını da vermektedir.”
İşte bu yoruma bakıldığında, gerçekten de önemli noktalar göz önünde bulundurulmalıdır. Lozan siyasi uzlaşı bildirgesinden sonra, Haziran’da P5+1 ve İran arasındaki nükleer anlaşma protokolü imzalanması koşuluyla kesinlikle ambargolar kalkacak, İran ise Batı dünyasıyla ekonomi, ticari, kültürel ve hatta siyasi işbirliğini gerçekleştirecektir. Bu durumda, Rusya da kendi payını şimdiden S-300 füzelerinin teslimiyle ispatlamaya çalışmaktadır. İran-Irak Savaşı’ndan sonra İran’ın askeri alandan Rusya teknolojisi kullandığı ve kendi bünyesine dayanıp askeri gününün yeni icat ve silah üretimiyle arttırdığı, pek çok uzmanların açısından kesindir. Dolayısıyla, İran, Batı dünyasıyla yakınlaşsa bile, yine de askeri gereksinimleri için Rusya ile işbirliğine güvenle bakmaktadır. Ayrıca, Ortadoğu’da günümüzdeki kaosun askeri destekçileri de, Batı dünyası olarak ister terör örgütlerinin, isterse de müttefiklerin silah ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Bu durumda, İran bölgesel jeopolitik durumu nedeniyle Ortadoğu siyasi stabilize faktörü olarak Rusya için en güvenilir ülke sayılmakta, aynı zamanda askeri silah müşterisi de olarak çok cazip gelmektedir.
Bununla birlikte, Ukrayna olaylarından sonra gerçekleşmiş olan Batı dünyasının Rusya’ya karşı ekonomi yaptırımlarının etkisini minimuma indirmek de, yine İran yoluyla sağlanabilecektir. Nitekim, 2003 yılından itibaren İran’a karşı yaptırımların dolaylı yollarla hafiflemesinde, Rusya ve Çin büyük rol oynamış ve bazı yaptırımları veto etmişlerdir. İşte Haziran sonundaki anlaşmadan sonra, İran aynı kadirşinaslığını böylece yerine getirmiş olacaktır. Diğer yandan, nükleer enerji tesislerinin baş sponsoru olan Rusya, bu yaklaşımla askeri sponsorluğunu da bildirmektedir. Batı dünyasının yaptırımlarından dolayı yüzde 3,8’lik bir bütçe açıklığına tanık olan Rusya, vergilerin artmasından da yana değildir. Çünkü bu durumda, ülke çapında düzensizlik ve tedirginlik doğabilecektir. İşte bu nedenle askeri sanayi üretimi ve piyasası, Rusya için sıkıntılı ekonomiden kurtuluş için önemli bir faktör olacaktır.
Bu bağlamda, başka bir gerçeği de gözden kaçırmamak gerekir. Eğer Rusya bu yaklaşımla silah ticaretini düşünüyorsa, kesinlikle gelecek ekonomisinin büyük bir oranını da bu sektörde oluşturacaktır. Dolayısıyla, modernize silah üretimini dikkate alırsak, işte böylesi bir durumda yeni silahların üretimi, piyasaların oluşması ve İran Kara Kuvvetleri Komutanı Ahmet Rıza Purdestan’ın vurguladığı gibi “Proxy War” (vekaleten savaş) olayı da, dünya çapında kaçınılmaz olacaktır.
İranlı yetkili, 15 Nisan 2015 tarihinde İran silah sanayii ve üretimi ziyaretinde açıkça şöyle demiştir: “Önümüzdeki yıllarda artık devletler değil, örgütler ve illegal kuruluşlar savaşları yürütecekler. Bunun sinyallerinin gerçek olduğunu ve terörist örgütlerin organize edildiklerini görmekteyiz. Devletler, kendileri yerine işte bu örgütleri askeri güç olarak amaçlarına varmak için kullanıyor ve daha çok kullanacaklar.” Purdestan, bu cümleyle gelecek dünyanın tehlikelerini ikaz etmiştir.
Bugün IŞİD, El-Şebab, El-Kaide vs. gibi örgütlerin silah ihtiyaçlarını Batı dünyasından karşılanmasının asıl nedeni, zaten Batı dünyası güçlerinin siyasi ve ekonomi çıkarlarını sağlanmaya çalışmalarından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, madem çıkarlar var, destekler de olacaktır. Destekler olduğu durumda ise, silah fabrikaları da çalışacaktır. Ama üretim için bir piyasasının oluşturulması da, kaçınılmaz bir gerçek olarak dünya ve özellikle Ortadoğu için önemli bir gerçektir. Bu durumda, Ortadoğu yeni bir rekabet arenasına girecek durumda görünmektedir. İşte bunların hepsinin bir puzzle (yapboz) parçaları olarak yan yana getirdiğimizde, Rusya’nın neden S-300 füzelerinin teslim onayını aldığı gerçeği de ortaya çıkmaktadır bence.
Aynı zamanda, İran’la uzlaşma konusunda rahatsızlık hisseden İsrail de, bölgede yeni parametreler oluşturup, Ortadoğu’da kendine çekidüzen vermek zorunda kalacaktır. Herşeye rağmen, adı geçen ülkelerin savaşlara değil, diplomatik diyaloglardan yana olacağına inanabilmek gerekir. Zaten, Avrupa ülkelerinin birçoğunun Filistin’i resmen tanımaya başlaması da, işte bu yaklaşımın bir yansımasıdır diye söyleyebiliriz.
Prof. Dr. Ghadir GOLKARIAN
Ortadoğu uzmanı