NÜKLEER ANLAŞMA SONRASINDAKİ ÇARPITILMIŞ MESAJLAR TEHLİKE YARATABİLİR Mİ?

upa-admin 21 Temmuz 2015 1.899 Okunma 0
NÜKLEER ANLAŞMA SONRASINDAKİ ÇARPITILMIŞ MESAJLAR TEHLİKE YARATABİLİR Mİ?

İran nükleer çalışması, yıllardan beri dünya kamuoyunu meşgul etmiştir. Ama sonunda Viyana müzakereleri ile bu konu son buldu ve karşılıklı olarak İran ile P5+1 ülkeleri nükleer konusunda uzlaştılar. Ama uzlaşmadan sonraki günlerde gerek ABD, gerekse diğer Batı ülkeleri liderleri ve hatta İran İslam Cumhuriyeti dini lideri Ayetullah Hameney’in demeçleri, haber ajanslarının başlığı olmaya devam etmiştir. Bu konuda şu örnekler verilebilir;

David Cameron: “İran’la müzakereler bu ülkeyle birleşmek anlamına gelmez!”

Barack Obama: “Nükleer müzakereler İran ile güven konusu değil, doğruluğu tespit etmek sonucudur. İran’ın bölgedeki olumsuz etkisine karşı dostlarımızın yanındayız!”

Ayetullah Hameney: “Nükleer müzakerelerin sonuca varılmasıyla İran’ın zulme karşı gayesi hiçbir şekilde değişmemiştir ve devam edecektir!”

İşte bu resmi açıklamalar karşısından ne düşünmek gerekir? Acaba müzakere sekteye mi uğrayacak, yoksa bu açıklamaların başka bir nedeni mi var? 18 aydan fazladır devam eden müzakereler, İsrail başta olmak üzere, birçok kişi ve kuruluşlar tarafından şüpheyle karşılanıyordu; fakat müzakere taraflarının sonuca varmak için gösterdikleri çaba ve gayret, işin rayında olduğunu gösteriyordu.

Müzakerelerde her iki tarafın “kırmızı çizgi” dedikleri konular politik yorumcular tarafından değerlendiriliyordu. İran nükleer faaliyetlerinin sürdürülmesini ve bunun hakkı olduğunu savunurken, yaptığı çalışmaların tamamen barışçıl olduğunu da belirtiyordu. Aynı zamanda, 2003 yılından beri uygulanan çeşitli ambargo uygulamalarını mantıksız ve siyasi bir yaklaşım olarak değerlendiren İran, müzakerelerin pozitif sonucu ile birlikte bunların da eşzamanlı olarak kaldırılmasını talep ediyordu.

ABD ve diğer 5 ülkenin (Almanya, Fransa, İngiltere, Çin ve Rusya) İran’dan istedikleri ise, faaliyetlerin ve iddiaların doğruluk ve açıklık yönünde olması ve bütün denetlemelere “her yerde ve her zaman” olumlu bakılması niteliğindeydi. İşte bu hassas konuların yanı sıra, bazı başka önemli konular da tartışma noktasına gelerek müzakerelerin 18 aydan fazla devam etmesine sebep oldu, ancak sonunda anlaşma 14 Temmuz 2015 tarihinde taraflarca gerçekleştirildi.

Nükleer anlaşmadan önce değişik yorumlar olduğu gibi, anlaşmadan sonraki süreçte de tarafların hangi bağlamda ve yollarda anlaşabilecekleri konusu pek çok yorumların içinde ilgi çekmektedir. Kimisine göre nükleer anlaşma, İran ile Batı dünyası ve özellikle ABD arasındaki buzların erimesi anlamına gelebilecektir. Kimisi ise, İran bugüne dek kaybettiği stratejik konumunu elde etme çabasında olarak gelişen süreci daha iyi değerlendirmek istiyor kanaatinde bulunmaktadır.

Aslında, nükleer müzakerelerin sonuca varılması kaçınılmaz olduğu gibi, İran ve ABD arasındaki bazı konular üzerinde işbirliğinin de gerçekleşmesi inkâr edilemez bir konudur. Zaten İran ile ABD arasında yıllardan beri doğru yorumlanmamış olan politikalar, aksiyon ve reaksiyonlar, devamlı karşılıklı güvensizlikler, taraflarca diyaloğun gerçekleşmemesi ve bunun gibi birçok nedenler, iki ülkeyi birbirine kanlı düşman yapmıştır. Tabiidir ki, güvensizlikten kaynaklanan yaklaşımlar bazı yanlış davranış ve politika uygulamalarına da sebep olmuş ve iki ülkeyi birbirinden daha da uzaklaştırmıştır.

Madeleine Albright’ın Dış İşleri Bakanlığı döneminde birkaç defa yakınlaşma ve müzakerelerin birebir yapılması denenmiştir; ancak her iki ülkede de muhafazakar kanatların etkisiyle bu çabalar sonuç vermemiştir. Bunu takiben, Afganistan’da Taliban’a karşı eylemler, Irak meseleleri ve sonuçta Suriye ve daha önemlisi IŞİD’e karşı işbirliği konuları, İran ile ABD’yi dolaylı da olsa karşılıklı müzakerelere sevk etmiştir.

İşte, görünüşe bakılırsa her iki devlet de birçok yönden karşılıklı çıkarlar doğrultusunda entegrasyon mecburiyetindedirler. Ayrıca, günümüz İran’ı, Hasan Ruhani’den sonraki dönemde reformist düşüncelerini gerçekleştirme çabasındadır. İran, bu anlaşmayla gerek siyasi, gerekse de ekonomik yönden yeni atılımlara hazırdır. Bu fırsatı kaçırmayıp iyice değerlendirecek İran yetkilileri, zaten Obama kadar müzakerelerin sonuca varmasını temenni ediyorlardı.

Öte yandan, Barack Obama’nın politik diyaloglarla dünya sorunlarına özellikle İran nükleer meselesine çözüm getirme çabası, artık kişisel bir istekten çıkıp, Amerikan Demokrat Partisi’nin de bir siyasi manifestosu haline gelmiştir. Müzakerelerin kaybedilmesi ve Obama’nın sonuca varmaması halinde ortaya çıkacak negatif sonuçlar, bu noktadan sonra hem kendisine, hem de partisine yönelik büyük bir yenilgi sayılacak ve pahalıya mal olacaktır.

İşte, bunların kavranması ile birlikte asıl soruya gelelim; Bundan sonra hangi tehlikeler müzakerelerin pozitif sonucunu tehdit edebilir? İsrail ve onu destekleyen lobiler mi, yoksa her iki ülkede de yasama ve yürütme güçlerinin aralarında olan çelişki ve uyumsuzluk mu? Acaba, İran’ın Dini Lideri Ayetollah Hameney’in hala meseleye çok sıcak bakmaması sonucu sıkıntıya sokabilecek midir? Aslında bütün bu faktörler bir arada tehlike çanlarının çalacağını gösterse de, şartların gelişimi ve günümüz durumu devam ettiği sürece, tüm tehlikeler etkisiz bırakılacak gibi gözüküyor.

ABD, bir yandan IŞİD ile başı dertteyken, diğer yandan da Arap Baharı’ndan sonra hadis olan Ortadoğu güvensizliğinden zarara uğramaktadır. ABD, Amerika karşıtı duyguların kabardığı bir dönemde, hiçbir şekilde müttefikleriyle olan bağlarının sarsılmasını istemez tabii ki. Aynı zamanda Ortadoğu’da karşılaştığı ve yaşadığı birçok krizden sonra, yeniden savaş arenasına girmeyi talep etmediği gibi, dost ülkelerin de kendisine güvensizlik duygusuna kapılmalarını istemez muhakkak. Öte yandan, 35 senelik bir İran karşıtı imajını ifade etmiş ABD, aniden bütün durumların olumlu yönde yürüdüğünü yansıtmak da istemeyecektir. Zaten aynı durum İran için de geçerlidir. Hâlâ Ramazan’ın son Cuma gününde bile “Kahrolsun Amerika!” sloganları İran sokaklarında yankılanıyordu. Bu durum karşısında İran nasıl ve hangi bir açıklamayla aniden ibre değişimini yorumlayabilir?

Ayrıca, yıllardan beri devrimin ihracı konusunda kültürel, ekonomik ve ticari yatırımlara kalkışmış İran devleti, bölgedeki Müslüman ülkelere ve kendi sempatizanlarına hangi açıklamayla buzların bir anda erimesini söyleyebilir? Nitekim, nasıl Küba ile ABD arasındaki sorunlar yıllardan sonra çözülmeye başlamışsa, İran ile ABD arasındaki sorunlar da birkaç yıl içerisinde kalkabilecektir. Ama önemli bir noktaya da değinmeden geçmek mantıksız olur. Barack Obama’nın nükleer müzakerelerdeki başarısı, Amerikan Demokrat Partisi’ni önümüzdeki Başkanlık seçimlerinde bir kez daha başarılı kılacaktır. Aynı vaziyet İran için de geçerlidir. Ruhani, bu başarısı ile 2017 parlamento seçimlerinden kendi kanadını garanti ederek, iki ülke arasındaki uzun süreli iktidar bazı gelişen politik olaylarda buzların hızlı erimesine neden olabilecektir.

Dolayısıyla, bugün gerek Cameron gerekse Barack Obama ve yahut bunların demeçlerine karşılık olarak Hameney’nin açıklamaları, sadece iç ve dış siyasetin radikal tepkilerine karşı sakinleştirici bir malzemeden başka bir şey olmadığını bilmeliyiz. Nitekim müzakere sürecinde mantık ve sağduyunun üstünlüğü görünmüşse, bundan böyle de aynı duygu ve mantık devam edecektir. Çünkü bundan başka bir yolu da olamaz zaten.

Prof. Dr. Ghadir GOLKARIAN

Uluslararası İlişkiler ve Ortadoğu Uzmanı

Yakın Doğu Üniversitesi Öğretim Üyesi

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.