HAZAR’IN HUKUKİ STATÜSÜNÜN BELİRLENMESİ AVRUPA ENERJİ GÜVENLİĞİNİ NASIL ETKİLEYEBİLİR?

upa-admin 15 Nisan 2016 5.182 Okunma 0
HAZAR’IN HUKUKİ STATÜSÜNÜN BELİRLENMESİ AVRUPA ENERJİ GÜVENLİĞİNİ NASIL ETKİLEYEBİLİR?

southern corridor

Kaynak: http://blogs.ft.com/beyond-brics/files/2015/07/reserves-and-pipelines.png.

Giriş

Aralık 1991’de Sovyetler Birliği’nin resmen dağılması, günümüzde de etkilerini sürdürecek birtakım gelişmelere sebep olmuştur. Bunlar arasında en fazla ön plana çıkanlardan birisi de, Hazar’ın sadece bölge ölçeğinde değil, dünya çapında da ilgi kazanmaya başlayarak jeopolitik önemini arttırmasıdır. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği ve İran’ın kontrolünde bulunan coğrafya, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ertesinde bağımsızlıklarını kazanan Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan ile beraber beş devletin yer aldığı bir bölge haline gelmiştir. Adı geçen bölgeyi dikkat çekici kılan en önemli unsur ise, Rusya Federasyonu ve İran haricinde bağımsızlıklarını yeni elde eden devletlerin de dikkatlerden kaçmayacak miktarlarda petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip olmalarıdır.

Bu kaynakların dünya pazarlarına Rusya ve İran’ı devre dışı bırakılarak taşınmasını hedefleyen Doğu-Batı Enerji Koridoru’nun hayata geçirilmesine yönelik girişimler, özellikle 1994’te Azerbaycan ile Batılı enerji firmaları arasında imzalanan Asrın Anlaşması’ndan sonra hızlanmıştır. Bu anlaşmadan istedikleri payı alamayan Moskova ve Tahran, bu koridorun gerçekleştirilmesini engelleme amacıyla Hazar’ın statüsünün belirsizliğini bir sorun olarak gündeme getirerek statü meselesi açıklığa kavuşturulmadan yapılacak enerji projelerinin yasa dışı olacağı tezini savunmuşlardır. Hazar’a kıyıdaş beş ülke arasında bu konudaki anlaşmazlık, halen çözümsüzlüğünü korumaktadır. Tarafların sürekli değişen pozisyonları, bu durumu daha da güçleştirmektedir. Öte yandan, Kremlin’e doğal gaz tedariki konusunda kayda değer bir bağımlılığa sahip Avrupa Birliği, özellikle 2006 ve 2009 senelerinde Moskova ve Kiev arasındaki fiyat temelli anlaşmazlıklardan ötürü yaşanan gaz kesintilerinden çok ciddi oranlarda etkilenmiş ve Rusya’ya olan bağımlılığı azaltmaya dönük olarak Güney Gaz Koridoru Projesi’ni geliştirmiştir. Bu projenin ilk aşamasında, Şah Deniz 2 sahasından çıkarılacak Azerbaycan gazının Anadolu geçişli ve Adriyatik geçişli iki hat vasıtasıyla Avrupa’ya taşınması planlanmaktadır. Fakat 2020’li ve 2030’lu senelerde Avrupa’nın gaz talebiyle ilgili yapılan tahminler, tek bir kaynağa dayanmanın yeni sorunlara yol açabileceğini ortaya koymaktadır. Bunu engellemek amacıyla, bu koridora yeni tedarikçilerin de dâhil edilmesi gerekliliği vurgulanmaktadır. Hazar’da bulunan ve doğal gaz rezervleri açısından dünya sıralamasında ilk beşte bulunan Tahran ve Aşkabat’ın, bu minvalde ön plana çıktıkları söylenebilir. Tahran ile P5+1 ülkeleri arasında imzalanan nükleer anlaşma sonrasında yaşanan olumlu hava neticesinde İran’ın enerji kaynaklarına yönelik artan ilgiye ilaveten, AB ve bu kaynakların Batı piyasalarına iletilmesinde kritik bir konumdaki Ankara’nın, Azerbaycan ve Türkmenistan arasındaki Serdar/Kepez krizinin çözümüne yönelik yoğun girişimleri de gözden uzak tutulmamalıdır.

Yukarıda bahsedilen hususlar çerçevesinde, bu çalışmada “Hazar’ın Hukuki Statüsündeki Belirsizliğin Avrupa Enerji Güvenliğine Olası Yansımaları” ele alınacaktır. Çalışmanın ilk bölümünde Hazar’ın dünya jeopolitiği ölçeğindeki konumuna yer verilecektir. İkinci bölümde ise Hazar’ın hukuki statüsü bağlamında taraf devletlerin görüşleri irdelenecektir. Çalışmanın üçüncü ve son bölümünde ise bu statü anlaşmazlığının Avrupa enerji güvenliğine muhtemel etkilerinden bahsedilecektir.

Hazar’ın Dünya Jeopolitiğindeki Konumu

Dünya jeopolitiğinde önemli bir yere sahip olan Hazar Havzası, Orta Asya, Kafkasya ve Orta Doğu coğrafyaları arasında konumlanıp açık denizlere herhangi bir bağlantısı olmayan bir bölgedir.[1] Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra Orta Asya ve Kafkasya bölgesindeki eski Sovyet Cumhuriyetleri olan Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan’ın bağımsızlıklarını kazanması, ülkelerin yeni uluslararası düzende doğal kaynaklarını etkili ve verimli bir şekilde kullanmaya yönlendirmiştir. Hazar bölgesindeki enerji kaynakları bağımsızlıklarını kazanan yeni cumhuriyetlerin kalkınmalarında ve dış ülkelere bağımlılıklarının azalmasında önemli bir faktör olmuştur. Tarih boyunca enerji, toplumsal hayatın iktisadi ve sosyal manada en önemli unsurlarından biri olmuş, milletlerarası hegemonya mücadelesinde vazgeçilmez araçlarından biri olmuştur. Bu bağlamda, sahip olduğu enerji kaynaklarıyla Hazar Bölgesi petrol ve doğal gaz rezervleri bakımından adeta “ikinci Basra Körfezi” konumuna gelme potansiyeline sahiptir. Enerji kaynaklarının zenginliği ile jeopolitik öneminin bir araya gelmesiyle, Hazar havzası, büyük güçlerin siyasi ve ekonomik mücadelesine sahne olan bir coğrafya haline gelmiştir.[2]

Hazar jeopolitiğinde, bölgedeki zengin enerji kaynaklarının uluslararası pazara taşınması büyük önem arz etmektedir. Dolaysıyla geliştirilen ve proje aşamasındaki enerji nakil hatları, Hazar havzası jeoekonomisi ve jeopolitiğinde önemli değişimlere zemin hazırlamıştır. 20. yüzyıl boyunca Hazar coğrafyası Sovyetler Birliği (SSCB) ve İran’ın siyasi, hukuki ve askeri etkisi alanındaydılar. Dolayısıyla, Soğuk Savaş döneminde yalnızca SSCB ve İran’ın Hazar Denizi’ne kıyısı bulunurken, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlarını kazanan beş ülke Hazar’a kıyıdaş olmuşlardır. Böylelikle, ortaya çıkan Hazar’ın hukuki statü sorunu, ekonomik ve siyasi meseleleri de içermiştir. Bu farklılık, bölgedeki jeopolitik dengeleri de kökünden değiştirmiştir. Bilhassa Rusya’nın Hazar havzasına yönelik jeopolitik ve enerji politikaları yabancı aktörlerin bölgeye temasını önlemek, bunun yanında eski Sovyet cumhuriyeti ülkelerinin enerji piyasasında güçlü aktör olmalarını önlemeye yöneliktir.[3] Dolayısıyla, Rusya, bu sayede Hazar bölgesinde dengeleri kendi lehine sağlayabilecektir. Rusya’nın Hazar enerji stratejileri şu şekilde sıralanabilir;

  • Küresel enerji pazarında ülkenin konumunu güçlendirmek,
  • Enerji ihracat sistemlerinin geliştirilmesi,
  • Enerji taşıma hatlarını küresel piyasalara uygun hale getirmektir.

caspian sea map

Kaynak: https://umedjonmajididotcom1.files.wordpress.com/2014/05/caspianc.gif.

Hazar’a kıyıdaş ülkelerin resmi olarak tespit edilen enerji kaynaklarının yanı sıra, keşfedilmemiş sahalar da hesaba katıldığında, önemli miktarda enerji potansiyeli ortaya çıkmaktadır. BP’nin verilerine göre; Hazar’daki enerji kaynakları dünya enerji rezervlerinin yaklaşık % 8’ine tekabül etmektedir. Fakat Hazar’ın çevresinde kullandığı enerjinin yarısından fazlasını ithal eden Avrupa, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin bulunması, Hazar’ın jeopolitik önemini birkaç kat daha arttırmaktadır. Hazar enerji kaynaklarının Avrasya kıtasının hemen hemen ortasında yer alması, büyük güçlerin Rusya’ya alternatif arama stratejilerinde önemli bir konuma oturmaktadır. Dolayısıyla, Hazar’ın jeopolitik öneminde hukuki statü sorunu coğrafyada süregelen jeopolitik nüfuz mücadelesinin bir yansıması olarak sürerken, bu rekabet uzun vadeli olacağını belirtmek yanlış olmayacaktır.[4] Hazar Bölgesi’nin stratejik önemi, en fazla enerjinin ihtiyaç sahibi ülkelere aktarımı hususunda nakil hatları üzerindedir. Hazar havzası enerjisini pazara taşıması planlanan nakil yolları sorun teşkil etmektedir. Dolayısıyla, Hazar’ın hukuki statüsünün kıyıdaş devletlerce halledilememesinin en büyük nedenlerinden biri de taraflar arasında enerji boru hattı projelerindeki anlaşmazlıklardır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Hazar ülkeleri olan Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan enerji temin yollarını çeşitlendirmede Avrupa Birliği’nin (AB) öncelikle tercih edeceği ülkeler olmuşlardır. Gerçekten de, bu bölge, AB için enerji bağlamında OPEC ülkelerine güvenilir alternatif bir güzergâhtır.

Uluslararası sistemde yaşanılan değişimlere istinaden, yerküredeki enerji kaynaklarının büyük kısmı Orta Doğu ve Hazar Havzası bölgelerini kapsayan Avrasya coğrafyası, büyük güçlerin ilgi odağı haline gelmiştir. Bilhassa Soğuk Savaş boyunca Sovyetler Birliği’nin kontrolü altında kalmış olan Hazar havzası üzerinde, ABD ve AB gibi küresel oyuncular ile Rusya arasında hegemonya mücadelesi başlamıştır. Bu ifadeye istinaden, Hazar bölgesinde etkilerini arttırabilmek adına ABD ve Batılı güçler bağımsızlıklarını yeni kazanan ülkeler ve Türkiye ile işbirliği yapma amacında olmuşlardır. Sovyetler Birliği’nden ayrılan ülkeler ise, kısa sürede kalkınmak için bereketli enerji kaynaklarını uluslararası pazarlara ulaştırmak için Türkiye, AB ülkeleri ve ABD ortaklık arayışı içine girmişlerdir. Temel amaç ise, coğrafyadaki enerji rezervlerini Rusya’ya olan bağımlılığı bertaraf edebilmek adına alternatif güzergâhlar üzerinden uluslararası pazara ulaştırmak olarak ifadelendirilebilir.[5] Rusya ise, eski Sovyet topraklarına önem vermeye devam etmektedir. Özellikle bölgede yer alan enerji kaynaklarının kendi belirlediği güzergâhlar dışından piyasaya taşınacak enerji nakil hattı projelerine sıcak bakmamaktadır. Kuşkusuz, bunda Hazar bölgesinin jeopolitik öneminin uzun vadede küresel ekonomi ve ilişkileri etkileyecek potansiyele sahip olmasının büyük payı bulunuyor. Fakat Eski Sovyet Cumhuriyetlerinin Rusya dışındaki güzergâhlardan enerji kaynaklarını uluslararası piyasalar iletmek isteseler bile, Hazar’ın hukuki statüsünün netlik kazanmaması, gelecek boru hattı projelerinin önünde engel teşkil etmektedir. Büyük küresel aktörler arasında enerji bağlamında yaşanan “Yeni Büyük Oyun”, Hazar bölgesi üzerinde jeoekonomik ve jeopolitik manada devam edecektir.

Hazar’ın Hukuki Statüsü Konusunda Taraf Devletlerin Görüşleri

Hukuki bağlamda doğal kaynakların paylaşılması ve ortaklaşa egemenlik kuramları çatışmaktadır.[6] Hukuki varsayım bakımından, Hazar, bir deniz olarak kabul edildiğinde ve ilgili taraflar Hazar gibi kapalı bir denize, açık denizlere uygulanan uluslararası hukuku (1982, Montego Bay Sözleşmesi) yerleştirme konusunda mutabakata varabilirler. Bu noktadan hareketle, Hazar’a kıyıdaş devletler, kara sularının haricinde kendilerine ait en fazla 12 deniz mili genişliğinde bir Münhasır Ekonomik Bölgenin de sahibi olacaklardır. Buna göre de, adı geçen iktisadi bölgede, hem denizde, hem de deniz diplerinde ve deniz tabanında arama ve işletme haklarını egemenlik hakları çerçevesinde kullanabileceklerdir. Bu noktada, benimsenen prensip doğal kaynakların paylaşılması ilkesi olacaktır. 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS), Hazar’a kıyısı bulunan devletlerden yalnızca Rusya tarafından imzalanmıştır. Moskova, Hazar’ın deniz olduğunu reddetmektedir. BMDHS’ye göre, kıyıdaş devletler kıta sahanlığına, münhasır ekonomik bölgelere ve karasularına sahip olacaktır. Bu sözleşme, taraf olmayan devletler açısından bağlayıcı değildir. Hazar’ın “kapalı deniz” olduğu görüşüyle ilgili olarak BMDHS’de şu ifade yer almaktadır[7]; “İşbu Sözleşmenin amaçları uyarınca “kapalı veya yarı kapalı deniz”den, iki veya daha çok devlet tarafından çevrili ve diğer bir denize veya okyanusa dar bir geçitle bağlı bulunan veyahut da bütünü veya büyük bir bölümü ile iki veya daha çok devletin kara sularından ve münhasır ekonomik bölgelerinden oluşan bir körfez, bir deniz havzası veya bir deniz anlaşılır (Madde 122).”

hazar caspian statusHazar bir göl olarak kabul edildiğinde; kıyıdaş devletler 12 deniz millik bir bölgeye sahip olacaklardır. Bu bölgenin haricindeki doğal kaynaklar, ortak bir anlaşma temelinde işletilecektir. Hazar Denizi de ortak egemenlik statüsüne sahip olacaktır. Bu esnada doğal kaynaklar kıyıdaş devletleri bir araya getiren milletlerarası bir otoritenin denetimine bırakılarak kararlar oybirliğiyle alınacaktır.[8] Hazar, göl olarak adlandırıldığında, paylaşım hususunda ortak kullanımı ve ulusal sektörlere bölünmesi yaklaşımları mevzubahistir. Hazar bir göl olarak nitelendirilirse, milletlerarası sınır gölü statüsünde kabul görür ki, böylece 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin yetki alanı dışında kalır. Sınır gölleri hakkında benimsenmiş milletlerarası sınır belirleme metodunun bulunmamasından ötürü hukuk, örnekler çerçevesinde oluşturulacaktır. Sınır gölleri, bütün kıyı devletlerinin sahillerinden eşit uzaklıkta çizilen merkez hattıyla ve bu merkez hattı üzerindeki kara sınırlarının son noktasından çizilen dikey bir hatla ulusal sektörlere ayrılabilir. Daha sonra da devletlerin sınırları göl üzerindeki sınır çizgisi boyunca devletlerin topraklarına alakalı bölümlerin ilave edilmesiyle geçmektedir. Devletlerin bu bölgeler üzerindeki doğal kaynakları çıkarma hakları sınır çizgisine kadar olan göl sularıdır.

Kaynak: http://www.heritage.org/~/media/infographics/2015/12/bg3070/bg-caspian-sea-security-map-2-825.ashx.

İlk başlarda İran ve Rusya ortak egemenlik yaklaşımını benimserken, Bakü ulusal sektörlere bölünmesi prensibine daha yakın durmuştur.[9] Buna karşın, Kazakistan ve Türkmenistan arada ama farklı konumlara destek vermiştir. 1921 ile 1991 arasında, yerkürenin en geniş kapalı denizi olan Hazar, o dönemde tek kıyıdaş ülkeler olan SSCB ve İran tarafından iki taraflı milletlerarası antlaşmalar ve her devletin iç mevzuatı ile yönetilen bir göl olarak değerlendirilmiştir. Böylelikle Hazar’ın zenginlikleri yalnızca kendilerine ait, bitişik mülkleri olmuştur. 1921 İşbirliği ve Dostluk Antlaşması, 1935 Yerleşme ve Ticaret Antlaşması ve onun yerini alan 25 Mart 1945 tarihli yeni bir Ticaret ve Denizcilik Antlaşması Hazar’ın hukuki statüsünü belirlemekteydi. Bu antlaşmalar, açık bir biçimde deniz sınırları çizmeyerek sadece balık kaynaklarının işletilmesindeki çift taraflı meseleleri düzenlemiştir. Hazar’ın statüsünün 1991 yılına kadar herhangi bir ciddi sorun teşkil etmemesinin nedeni, 1990’ların başlarına kadar SSCB’nin İran üzerindeki tahakkümüdür. 1970 yılında ise, SSCB’nin içindeki cumhuriyetler arasında bölgesel sektörlere bölünecek biçimde bir orta hat hesabıyla taksimat gerçekleştirilmiştir. Bu mutabakata göre;

  • Rusya: % 16,
  • Azerbaycan: % 19,
  • Kazakistan: % 29,
  • Türkmenistan: % 22,
  • Geriye kalan % 14 ’lük sektör ise İran’a aittir.

Nihayet 21 Aralık 1991 tarihindeki Almatı Deklarasyonu’nda bağımsızlığını kazanan ülkelerin SSCB’nin ortak mirasçısı oldukları belirtilmesi, 1940’daki Tahran Antlaşması’nı ve 1970’de SSCB içindeki Cumhuriyetler arasındaki sektörel paylaşımı onaylamaktadır. Hazar’ın paylaşımı gerçekleştirildiğinde, kıyıdaş ülkelere düşecek olan sektörlerin yüzölçümü aşağıdadır;

  • Kazakistan: 114,000 kilometre kare;
  • Rusya: 75,000 kilometre kare;
  • Azerbaycan: 80,000 kilometre kare;
  • Türkmenistan: 80,000 kilometre kare;
  • İran: 44,000 kilometre kare.

1994 yılındaki Asrın Anlaşması, Bakü’nün uluslararası petrol firmalarıyla yaptığı ve Hazar’da bulunan Azeri-Çırak-Güneşli petrol yataklarında petrol üretimini içermektedir (Şen, 2009: 132-134). Anlaşmada sadece % 10’luk bir pay verilen Moskova’nın hoşnutsuzluğuna ek olarak, bu anlaşmada yer verilmeyen Tahran’ın memnuniyetsizliğinden ötürü, Hazar’ın statüsü bu iki ülke tarafından problem olarak gündeme getirilmiştir. Buna karşın, Azerbaycan, ülkenin sahil şeridinde Hazar petrolünün araştırılması, çıkarılması ve ihraç edilmesine dönük uluslararası petrol firmaları ile çeşitli Üretim Paylaşım Anlaşmaları imzalamıştır.

Hazar’ın statü problemine ilişkin süreçte dikkat çekici olan husus, ülkelerin görüşlerini ve tutumlarını zaman zaman değiştirmiş olmalarıdır.[10] Nihayetinde Hazar’ın statüsüne ilişkin olarak, Moskova, Bakü ve Astana’nın ortak bir noktada buluştukları görülmektedir. 1998-2003 yılları arasında ikili ve üçlü olarak yapmış oldukları müzakereler ve anlaşmalar kapsamında üç başkent arasında Hazar’ın statüsü hakkında deniz dibinin bölünmesi, su yüzeyinin ise ortak kullanımına dair bir mutabakata varılmıştır. Fakat bu karar, Tahran ve Aşkabat tarafından kabul görmemektedir. 1998 Şubat’ında Türkmenistan ve Azerbaycan orta çizgi ilkesine göre Hazar Denizi’nin sektörlere bölünmesi hususunda uzlaşmaya varmış olsalar da, Aşkabat, Bakü tarafından teklif edilen, kıyıların girinti çıkıntılarını izleyen sınırlandırma yöntemini daima geri çevirmiştir. Bu iki başkent arasında anlaşmazlığa neden olan Kıyapaz/Serdar petrol yatağının mülkiyeti 1997’den beri halen çözülememiştir. Pozisyonunu kuvvetlendirme niyetindeki Aşkabat, mevzubahis petrol yatağını beraber geliştirmek amacıyla Bakü’ye karşı Tahran’ın desteğini sağlamaya çalışmıştır. Moskova, Hazar Denizi’nin dibinin bölüşülmesini kapsayan iki taraflı bir anlaşmayı görüşmekte olduğu Bakü’yle yakınlık kurduğunu ortaya koyarken, aynı esnada Aşkabat’a da bir çözüm bulunmasında daha işbirlikçi bir tavır takınmasının kendi çıkarına olacağına işaret etmiştir.[11]

Dünyanın en büyük beşinci gaz rezervlerini ve önemli petrol kaynaklarını elinde bulunduran Türkmenistan’ın gaz rezervlerinin iç bölge konumundan dolayı, bu endüstriyi özellikle batı yönünde Çin’e geliştirme için yeterli fırsat vardır. Fakat Türkmenistan’da Serdar diye bilinen petrol sahası, Kepez ve Azeri-Çırak-Güneşli sahalarında hem Türkmenistan, hem de Azerbaycan’ın iddialarından dolayı, Aşkabat için Hazar petrolü halen öneme haizdir.[12] Kremlin, Aşkabat’a Bakü’nün önerisi olan ulusal sektörlere bölünmesi konusunda anlaşmaya varmasının çok maliyetli ve riskli olacağını göstermek için Türkmenistan’ın İran’la sınırında görev yapan Rus sınır güvenlik görevlilerini geri çekebileceği uyarısı yapmıştır. Ayrıca bu durum, Türkmen gemilerinin Volga Nehri’nden geçişinin Rusya tarafından engellenebileceği tehdidi ile güçlendirilmiştir. Aşkabat, dönem dönem Moskova ile işbirliği içerisinde bulunsa da, büyük oranda Kremlin’den bağımsız davranabilmektedir. Öte yandan, Rusya’ya karşı açık bir tavır sergileyemeyen Aşkabat üzerindeki Kremlin egemenliği, diğer ülkelerle kıyaslandığında çok düşüktür.

Moskova, Hazar Havzası’ndaki rekabetin Kazakistan ayağında da çok etkilidir.[13] Kremlin, 2007 senesinde Aşkabat ve Astana ile gaz kaynaklarının uluslararası pazarlara taşınması hususunda da dikkat çekici anlaşmalar yapmıştır. Bu ülkelere ziyaretlerde bulunan Rus lider Vladimir Putin, ilk önce Kazakistan’ın Tengiz yataklarından elde edilen ana petrolün BTC hattına dâhil edilmesini engelleyerek, bu petrolün Rusya’nın üzerinden geçirecek anlaşmada başarı sağlamıştır. Aynı ziyaretlerde, Putin’in gaz kaynakları hususunda imza koyduğu anlaşmalar Türkmenistan, Kazakistan ve Özbekistan’ın gaz kaynaklarının pazara sunulması konusunda da Moskova’ya mühim avantajlar sunmuştur. Mevzubahis anlaşmayla faaliyetteki Orta Asya Merkez Boru Hattı’nın da tamiri sayesinde Özbek gazı da Rusya’ya iletilecektir. Yeni hatlar kanalıyla, Hazar’ın doğusundaki gaz kaynaklarının milletlerarası pazarlara taşınması hususundaki Rus egemenliği iyice sağlamlaştırılacaktır. Özbek lider İslam Kerimov tarafından 9 Mayıs 2007’de imzalanan anlaşma çerçevesinde Türkmenistan’dan başlayacak yeni hat, Hazar Deniz kıyısı boyunca devam ederek Kazakistan’a oradan da Rusya’ya varmış olacaktır. Putin’in bu girişimleri, Washington, Brüksel ve Pekin’in Türkmen gazına doğrudan erişme şansını da zora sokmuştur. Öte yandan, Türk Cumhuriyetleri’nin gaz kaynaklarının milletlerarası piyasalara iletilmesinde neredeyse bir tekel pozisyonuna haiz Moskova, buradaki yeni boru hatları projelerini devreye alma hususunda başarılı olamamıştır.

1994 senesinde Asrın Antlaşması olarak nitelendirilen Azerbaycan petrollerinin üretimine yönelik oluşturulan şirketler birliğinde Bakü tarafından Tahran’a % 5’lik bir hisse verilmesine rağmen, Washington’un baskısıyla bu işlem askıya alınmıştır. Tahran, bu durumu eleştirerek, enerji alanında Moskova ile daha yakın işbirliğine gitme politikası takip etmeye başlamıştır.[14] 11 Eylül sonrasında Moskova’nın bölgede Washington’un askeri varlığının sürekli olmasından tehdit algıladığı gün yüzüne çıkınca, Tahran ve Moskova arasındaki işbirliği sürmüştür. Bakü ise, Hazar’ın 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi kapsamına girdiğinden dolayı her kıyıdaş ülkenin 12 millik kendi kara suyu üzerinde tam bir yetkiye sahip olması gerektiğini iddia etmiştir. Bakü’ye göre; Hazar bir deniz olup, göl olarak kabul edilse bile, kıyıdaş ülkeler arasında beş sektöre bölünmelidir. Astana, ilkesel olarak Bakü’ye destek verirken, Aşkabat ortak kullanımı savunarak her kıyıdaş ülkenin kendi balıkçılık bölgesine sahip olmasını savunmaktadır. Moskova, 1921 ve 1941 senelerinde SSCB ve İran arasındaki antlaşmanın Hazar’ın bölünmesini yasakladığını ileri sürmüştür. Fakat bu anlaşmaya taraf olmayan ülkelerin ortaya çıkmasının anlaşmaları geçersiz hale getirdiği görüşü de ileri sürülmüştür. İran’ın iddialarına göre; milletlerarası hukuk kurallarının tatbikinde Hazar Denizi’nin % 20,4’ünün İran’a ait olması gerekmektedir. Bu hesaplamalar çerçevesinde Bakü’nün de hak iddiasında bulunduğu Alborz ve Alove sahaları Tahran’ın kontrolünde kalmaktadır. Buna ilaveten, İran, üçüncü ülkelere ve firmalara da uyarılar yollayarak, çok taraflı bir mutabakata varılmadan Hazar’ın enerji kaynaklarından faydalanamayacağı uyarısını yapmıştır. 23 Temmuz 2001’de Bakü’nün 150 km güneydoğusunda British Petroleum tarafından işletilen Alov-Araz-Şark imtiyaz sahasında, Hazar Denizi’nde ilk kez askeri kapsamda bir çatışma cereyan etmiştir. Bir İran savaş gemisi, Azerbaycan sınırlarını 40 km. geçerek Bakü tarafından ruhsatlandırılmış İngiliz firması adına araştırma çalışmaları gerçekleştiren iki gemiyi faaliyetlerini sona erdirerek o bölgeden ayrılmaları konusunda uyarmıştır. 2002 Şubat’ında İran Petrol Bakanı Bijan Namdar Zamgane’nin şu beyanatı gerilimi yeniden arttırmıştır: “Duruşumuz gayet açıktır: Hazar Denizi’nde meşru bir rejim hakkında karar vermekte gecikmeyeceğiz. Kendi hukuk anlayışımıza göre harekete geçiyoruz ve kendimize ait olarak gördüğümüz Hazar’ın bölümünde herhangi bir kimsenin eylemlerine izin vermeyeceğiz.”

division of caspian

Kaynak: http://en.rian.ru/images/15777/12/157771289.jpg.

Hazar’da Tahran ve Moskova için esas problem bir deniz olarak değerlendirildiğinde, her bir kıyıdaş ülkenin kendi kara sularında tam yetkiye sahip olmasına ilaveten Tahran ve Moskova’nın sahip olacağı kara sularının diğer kıyıdaş başkentlere nazaran kaynaklar bakımından zengin olmamasıdır. Hazar’ın statüsü hakkında kıyıdaş ülkeler arasında görüşmelerin başladığı günden bugüne kadar takriben kırk civarında görüşme yapılmasına karşın, henüz ortak bir beşli mutabakata varılamamıştır. Kremlin, Hazar’ın statüsündeki güvenlik ve egemenlik hakkındaki konularda Tahran ve Aşkabat ile ortak tutum izlemeye devam ederken, hidrokarbon kaynaklarının bölüşümünde Bakü ve Astana ile beraber hareket etmeye başlamıştır.[15] Kremlin, enerji konusunda dünya ölçeğinde ön planda olmak için enerji nakil hatları üzerinde egemenlik tesisini zorunluluk görmektedir. Kremlin’in Hazar Havzası siyasetinde önceliği Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin ve Azerbaycan’ın hidrokarbon kaynaklarını uluslararası pazara Rusya kanalıyla sunulmasına vermektedir. Türk Cumhuriyetlerinin açık denizlere bağlantısının bulunmaması, bu açıdan Moskova’ya kayda değer bir avantaj sunmaktadır.

Azerbaycan Devlet Başkanlığı’na bağlı Stratejik Araştırmalar Merkezi Türkiye Masası’ndan Cavid Veliev’e göre; Bakü’nün resmi pozisyonunda Hazar bir CICA denizi olup, buradaki tüm ülkeler de CICA üyesidir. Sorunun çözmününde Tahran’ın tutumunun belirleyici olduğunu vurgulayan Veliev, Moskova, Astana ve Bakü arasında Hazar deniz paylaşılması konusunda bir anlaşma imzalanmasından ötürü meselenin Bakü-Aşkabat-Tahran arasında olduğunu belirtmektedir.[16] Bakü’ye göre; konunun tarafları meseleyi diplomasi vasıtasıyla çözüme kavuşturmayı amaçlamaktadırlar. Veliev, bu anlaşmazlığın ülkeler arasında işbirliği geliştirilmesine bir engel teşkil etmediğinden ve Hazar’ın mevcut durumda bölgede gerginlik kaynağı olma olasılığının çok düşük bir seviyede olduğundan söz etmektedir. 27 Eylül 2014 tarihinde Astrahan’daki IV. Hazar Beşlisi Zirvesinde Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin, Hazar’ın beş kıyıdaş devleti olan Rusya, İran, Kazakistan, Azerbaycan ve Türkmenistan’ın gelecek zirvede Hazar Denizi’nin hukuki statüsü bağlamında bir sözleşme için çalışmalarda son aşamaya geldiğini ifade etmiştir. Ayrıca üzerinde mutabakat sağlanamamış konularda anlaşma sağlanması hususunda şüphe duymadığını vurgulamıştır. Putin, bu tür toplantılarda katılımcı tarafların Hazar’da çok taraflı işbirliğinin ana ilkeleri üzerinde bir siyasi bildiri ortaya konulmasında işbirliği içerisinde olduklarının altını çizmiştir. Rusya Devlet Başkanı Yardımcısı Yuri Ushakov tarafından yapılan açıklamaya göre; söz konusu beyanın ana unsuru Hazar’ın statüsünün belirlenmesi ve bunun sınırlandırılmasıdır. Buna ilaveten, Ushakov, uzmanlar tarafından yapılan çalışmalar çerçevesinde deniz sınırlandırmaları konusunda mutabakata varılmış hususların başkanların taslak bildirisinin içerisinde bulunduğunu ve iki kayıtlı bölgenin mevzubahis olduğuna değinerek, bunlardan bir tanesinin devlet hâkimiyetindeki alan, diğerinin ise münhasır balıkçılık alanlarının oluşturduğunu -ki bunların toplam 25 deniz mili olacaktır- söylemiştir. Buna ek olarak, Ushakov’a göre; söz konusu iki alandaki 25 millik kısmın paylaşımı üzerinde herhangi bir mutabakat bulunmamaktadır.

caspian claims

Kaynak: https://www.stratfor.com/sites/default/files/styles/stratfor_full/public/main/images/azerbaijan-kazakhstan-iraq-disputed-maritime-borders_0.jpg?itok=ROr0kMHx.

Hazar’ın Hukuki Statüsündeki Belirsizliğin Avrupa Enerji Güvenliğine Olası Etkileri

Hazar’ın deniz mi veya göl mü olarak tanımlanacağı konusundaki belirsizliğin Avrupa enerji güvenliğine muhtemel yansımalarını ele almadan önce, Avrupa enerji güvenliğinin mevcut ve gelecekteki durumları irdelenmelidir.

Enerji piyasaları ve tedarik güvenliği yeni küresel jeopolitiğin birbirlerinden ayrılmaz parçaları olup enerji temelli dış politikaların ortaya konulmasını da gerektirmektedir. 21. yüzyılın yeni düzeninde ülkeler enerji fazlası olanlar ve enerji açığı olanlar şeklinde gruplandırılabilir.[17] Bunlar arasındaki münasebetler, bölgesel ve küresel münasebetlerin içeriğini ortaya koyabilir. Tedarik azlığı ve çevresel kısıtlamalar, oyuncuları miktar, fiyat, yer ve zaman tarafından belirlenen enerji güvenliğinin dar çerçevesinden daha geniş bir çerçeve olan enerjinin tedarik edilebilirliğinin yalnızca miktar, fiyat, yer ve zaman bakımlarından istenebilir olmasını zorunlu kılarak iktisadi, sosyal ve çevresel özellikleri de destekleyen bir yapı kurmak zorunda bırakmaktadır. Doğal gazın doğal sülfür oksit içermemesi, yakıldığında önemsiz oranlarda nitrojen oksit yayması, düşük karbondioksit salınımı içermesi onu en çevre dostu fosil yakıt yapmaktadır. Enerji uzmanları tarafından yapılan tahminlere göre bolca bulunmasından ve öteki fosil yakıtlarla karşılaştırıldığında enerji açısından birim olarak çevresel etkileri düşünüldüğünde, doğal gaz kullanımı küresel olarak artacaktır. Avrupa gaz ihtiyacı bu bağlamda kayda değerdir.

caspian resources

Kaynak: http://www.ogj.com/content/dam/ogj/online-articles/2016/02/Feb10BPOutlookEnergyShare.png.

Hükümetlerin yükseliş kaydeden gaz ihtiyaçları ve azalan yerel üretimden ötürü enerji siyasetleri konusundaki sözlerine uymalarını öneren ve 2011’de Uluslararası Enerji Ajansı tarafından ortaya konulan “Yeni Politikalar Senaryosu”nda, AB üye ülkeleri 2009’daki 312 milyar metreküplük gaz ithalatlarını 2020’de 448 milyar metreküpe ve 2030 ise 523 milyar metreküpe yükseltmelidirler. Uygulamada, gelecek dönemlerdeki belirsizlikler ve değişkenler sebebiyle Birlik’in enerji gereksinimleri tam olarak öngörülememektedir.[18] Avrupa Birliği’nin yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanımını önceleyen girişimlerine ve küresel ölçekte büyük miktarda LNG’yi piyasaya sunacak olan Birleşik Devletler’deki kaya gazına karşın halen yakın gelecekte Avrupa’da boru hatları vasıtasıyla taşınan gaza talep sürecektir. AB, LNG konusunda Asya’daki yükselen pazarlardan kaynaklı sıkı bir rekabet ile de karşılaşacaktır. Fukuşima sonrasında nükleer enerjiyle ilintili yükselen endişelerle birlikte Avrupa’da gelecek dönemde yenilenebilir enerji kullanılmasına dönük bir eğilim olsa da doğal gaz, Avrupa açısından kritik önemde bir yakıt olma pozisyonunu koruyacaktır. AB, kendi gaz tüketiminin takriben % 25’lik bir oranının % 40’lık bölümünü Rusya’dan tedarik etmek suretiyle bu ülkeye bağımlıdır. AB Komisyonu ve Birlik’e 2000’li yıllardaki genişleme dalgasıyla katılan Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri gaz tedarikçilerini ve Ağustos 2008 Rus-Gürcü Savaşı’na ilaveten en önemli transit rota olan Ukrayna’da cereyan eden problemler sebebiyle güzergâhları çeşitlendirme yanlısı politikalar izlemektedirler. Ocak 2006 ve Ocak 2009’da Moskova ve Kiev arasında transit düzenlemelerle ilgili yaşanan krizler neticesinde Avrupa’ya gaz akışlarında büyük düşüşler yaşanmıştır. Doğal gaz tedariki açısından yüksek oranlarda Kremlin’e bağlı durumdaki Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri mevzubahis krizlerden çok ciddi olarak etkilenmişlerdir.

eu forecast demand

Kaynak: https://fractionalflow.files.wordpress.com/2014/10/fig-8-eu-natural-gas-production-and-supplies-by-sources-forecast-to-2025.png.

Yukarıda bahsedilen durum çerçevesinde AB Komisyonu tarafından Birlik üyelerinin enerji tedarik kaynaklarının çeşitlendirilmesi hedefi ortaya koyulmuştur. Bu düzlemde en fazla ön plana çıkan proje Güney Gaz Koridoru’dur. Planlanan bu dördüncü gaz koridoru – diğer koridorlar Rusya, Norveç ve Kuzey Afrika – Hazar ve Körfez bölgelerinden çıkarılacak gazın Türkiye vasıtasıyla Avrupa’ya aktarımını öngörmektedir.[19] Hâlihazırda Türkiye’den Batı’ya yönelik gaz iletilen tek hat düşük kapasiteyle Azerbaycan gazını aktaran Türkiye-Yunanistan Ara Bağlantı Hattı’dır. Öngörülebilir bir dönemde İran’ın nükleer programı konusunda Batı Blokuyla uzlaşma sağlanması durumunda bile bu ülkeden doğal gaz akışının başlaması zaman alacaktır. Irak Merkezi Yönetimi ve Kürt Bölgesel Yönetimi arasında hidrokarbon kaynaklarının kullanımı konusundaki problemler ve Hazar’da Bakü ve Aşkabat arasındaki hidrokarbon alanlarının mülkiyeti konusundaki anlaşmazlık Kürt ve Türkmen gazlarının Avrupa’ya iletilmesi planlarını geriye atacaktır. Bu noktada üzerinde durulan Hazar’da Azerbaycan’ın Şah Deniz gaz sahasındaki üretimin ikinci safhasının Türkiye üzerinden Avrupa’ya 2017 ertesinde hangi yollarla taşınacağı konusudur.

sgc

Kaynak: https://www.dnvgl.com/Images/P15%20GRAPHIC_cut_tcm8-49319_w720.jpg.

Bölgeden batı yönüne doğru tedarik zincirinin gerçekleştirilmesinde hâlihazırdaki ana kısıtlayıcı unsurlar şöyle ifa edilebilir. Öncelikle Hazar bölgesinin kapalı havza konumu, tedarik olanaklarını sınırlandırarak enerji üreticisi ülkeleri taşıma sistemleri bağlamında komşu devletlere bağımlı kılmaktadır. Azerbaycan ve Türkmenistan’ın açık denizlere doğrudan bağlantısının bulunmaması bu iki devletin Avrupa enerji piyasalarına ulaşmak için geçiş ülkelerine ihtiyaç duymalarına yol açmaktadır. Genel olarak Bakü gazını merkeze koyan gaz üretimindeki artan yatırımlar ve yeni boru hattı projelerinin ortaya konulması bir enerji ülkesi olarak Azerbaycan’ı önemli hale getirmiştir. Mevcut durumda Güney Gaz Koridoru vasıtasıyla Güney ve Doğu Avrupa ülkelerine gaz sağlamak Bakü’nün enerji stratejisinin merkezinde yer almaktadır.[20] Bu doğrultuda dünyanın en büyüklerinden birisi olarak görülen Şah Deniz gaz sahasının geliştirilmesiyle elde edilecek gazın Güney Gaz Koridoru kanalıyla Avrupa’ya taşınması planlanmaktadır. Ancak Bakü’den gaz ihracı; jeopolitik şartlar, bölgenin kapalı konumu, temel aktörlerin çatışan çıkarları, taşıma olanaklarındaki kısıtlar ve Avrupa pazarlarına gaz taşınması amacıyla boru hatlarına duyulan gereksinim gibi unsurlardan kaynaklı meydan okumalarla karşı karşıyadır. Şah Deniz’in keşfiyle Azerbaycan, Türkmenistan’ı geçerek Güney Gaz Koridoru’nun ana yürütücü halini almıştır. Buna ilaveten yeni devreye alınan Shafag, Asiman, Nahcivan, Dan Ulduzu, Ashrafi ve Babek gaz sahaları ülkenin enerji politikasında çok büyük bir değişikliğe neden olmuştur. Ankara ve Aşkabat enerji güvenliği konusunda önemli görüşmeler yapmaktadırlar. Bu görüşmelerde ön plana çıkan konulardan birisi ise TANAP Projesi’ne Türkmen gazının da dâhil edilmesidir. Türkiye, Hazar Geçişli Boru Hattı’nın inşasını başlatabilmek için Bakü ve Aşkabat arasında Hazar’daki Serdar/Kepez sahasının mülkiyet anlaşmazlığının çözülmesi için arabuluculuk faaliyetleri yürütmektedir. Ancak yakın bir dönemde bu sorunun çözülmesi olası görünmemekte ve Aşkabat buna karşılık Pekin’e yönelik gaz ihracatını arttırmaktadır. Bu konuda gerekli anlaşmaya varıldığında Ankara, bölgesel bir köprü olmaya ilaveten aynı zamanda enerji kaynaklarının ve tedarik güzergâhlarının çeşitlendirilmesine de katkı sunacaktır.

Avrupa özelinde, buranın her geçen sene doğal gaz tedariki konusunda Moskova’ya artan bağımlılığı onu, tedarik kaynaklarını çeşitlendirmeye yöneltmektedir. 30 Nisan 2015’te AB Komisyonunun Enerji Birliğinden Sorumlu Başkan Yardımcısı Maros Sefcoviç Aşkabat’ta Türkmenistan Devlet Başkanı Gurbanguli Berdimuhammedov ile gerçekleştirdiği toplantı sonrasında, Hazar Denizi’nin altından döşenecek bir boru hattıyla Türkmen gaz kaynaklarının ithalinin 2019’da öncelikle hayata geçirilebileceğinin ümit ettiğini belirtmiştir.[21] Brüksel ve Aşkabat, Hazar’ın yanı sıra İran geçişli bir boru hattı üzerinde de görüşmelerin yürütüldüğüne işaret ederek buna Tahran ile gelişmekte olan ilişkilerin yol açtığının altını çizmişlerdir. Buna ilaveten Sefcoviç, Brüksel’in İran ve P5+1 ülkeleri arasındaki nükleer program görüşmelerinin başarıyla neticeleneceğini düşündüğünü sözlerine eklemiştir. Hazar’ın iç bölgesinde Azerbaycan, Rusya Federasyonu ve Türkmenistan ile birlikte bulunan İranlı yetkililer sürekli olarak Hazar Geçişli Doğal Gaz Boru Hattı Projesi’nin iktisadi olmadığını ve kendileri üzerinden kara merkezli bir hattının daha uygun olacağını tekrarlamaktadırlar. Ancak 30 Haziran 2015’in son tarih olduğu ve Tahran ile P5+1 ülkelerinin dengeli süren müzakerelerin dikkate alındığında bu esnada Sefcovic, Hazar bağlantısının önemini vurgulamıştır. Bu zirvenin ertesinde Türkiye ve Türkmenistan arasında 1 Mayıs 2015’te gaz ticaretini içeren bir Mutabakat Muhtırası imzalanmıştır. Dönemin Türkiye Cumhuriyeti Enerji Bakanı Taner Yıldız, bu dörtlü zirvenin ertesindeki açıklamasında Türkiye’nin teknik ve siyasi açılardan Türkmen gazının kendisinin üzerinden Avrupa’ya iletilmesine dönük projeleri tamamen desteklediğini vurgulayarak Ankara’nın 1990lardan bu yana mevzubahis politikasını sürdürdüğüne değinmiştir. Ayrıca Yıldız, Türkmen gaz kaynaklarının Avrupa’ya ulaştırılmasını katılma niyetindeki bütün ülkelerin değişik ve kritik sorumlulukları bulunduğuna vurgu yaparak söz konusu zirvenin bu fikri yürürlüğe koyma konusunda dikkate değer bir adım olduğunun üzerinde durmuştur.

Küresel enerji arzı ve güvenliğinde hatırı sayılır bir konumu olan Rusya Federasyonu, daha tutarlı ve gerçekçi enerji stratejileri geliştirmek için dış politikasını ve diplomasi araçlarını bu yönde geliştirmektedir. Kontrol ettiği topraklar ile barındırdığı zengin yer altı kaynakları Rusya’yı dünya arz güvenliği istikrarı açısından kilit konuma getirmektedir. Doğalgaz kaynaklarında dünyanın en büyük rezervlerine sahip olan ülke, petrol de ise dünya üzerindeki tüm petrol rezervlerinin onda birine sahiptir.[22] Duma’nın uluslararası ilişkiler komitesinde temsilci olarak görev yapan Konstantin Kosaçev, Rusya’nın enerji kartını dış politika silahı olarak kullanması konusunda şu açıklamayı yapmıştır:

“Rusya, isterse Avrupa’nın enerji bağımlılığını bir silah olarak kullanabilir. Dolayısıyla AB, en kısa zamanda Rusya’ya olan güven sorununu gidermek zorundadır. Avrupa tarafından Rusya’nın yapması gerektiği söylenen uzun bir liste var: petrol botu hatlarının farklı hatlara bağlanması, yabancı şirketlere enerji sektöründe ihaleler verilmesi gibi. AB ülkeleri bugün gaz ihtiyacının % 60’ını, petrol ihtiyacının ise % 80’ini dışarıdan temin etmektedir. Dünya petrol rezervlerinin yaklaşık % 75’i İslam ülkelerinde bulunmaktadır. Dünyanın en büyük doğalgaz rezervleri ise Rusya’dadır. Bu bakımdan AB, partnerini iyi seçmelidir.”[23]

AB ülkelerinin toplamda enerji tüketiminin % 37’si petrolden sağlanırken, % 24 doğal gaz, % 18 yakıtlar, % 14 nükleer enerji ve % 7’si yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanmaktadır. Görüldüğü üzere AB ülkelerinin enerji kaynaklarına olan bağımlılığını dış politika stratejilerinde bağımsız ve tek taraflı hareket etmesini önlemektedir. Bu bağımlılığı AB kurumlarının yapacağı teknik reform ve düzenlemeler ile düzelemeyecek kadar ekonomik ve siyasi boyutlar taşımaktadır. AB tarafından 2000 ve 2006 yıllarında yayınlanan iki “Yeşil Kitap” ile birlik içindeki üye ülkelerin enerji politikalarının uyumlu hale getirilmesi amaçlanmıştı. 2000 senesinde yayınlanan ilk “Yeşil Kitap”ta AB’nin genişleme politikasının enerji kaynaklarına olan bağımlılığı arttıracağından bahsedilmiş, bu bağımlılığın 2030 yılında % 70’lere ulaşabileceğini tahmin ederek, enerji de tasarruf, kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve Rusya ile yakın ilişkiler tesis edilmesi tavsiye edilmiştir.

Rusya’nın enerji politikasını şekillendiren en önemli unsur, Hazar ve diğer Orta Asya devletleri üzerinde otoritesini devam ettirmektedir. Bu sayede Rusya, Hazar havzası enerji kaynakları üzerinde tekelciliğini devam ettirecektir. Hazar’ın hukuki statüsü ile ilgili sorun Rusya’nın bölge üzerinde iddia ettiği nüfuz alanına Batı’nın ekonomik ve siyasi yerleşimini engelleme üzerine belirmektedir. Rusya’nın milli menfaatlerine uygun en makul çözüm Hazar’a özel statü tanımlanmasıdır. Yani 10 millik karasuları ötesinde ortak kullanıma dayalı bir model Moskova tarafından savunulmaktadır. Bu ortak kullanım sahalarında yer alan kaynakların paylaşımı, ortak egemenlik sahasında kalan yeraltı enerji kaynaklarının kıyıdaş ülkelerin nüfusları ve yüzölçümleri oranında paylaşılması şartına dayanmaktadır.[24]

Güçlü devlet geleneği ve köklü tarihi geçmişiyle, İran, Orta Doğu ve Hazar coğrafyası üzerinde söz ve güç sahibi olmuş ülkelerden biridir. Sahip olduğu zengin enerji kaynakları ile İran’ın yaklaşık 33,8 trilyon metreküp doğalgaz rezervlerine sahiptir. İran, dünya doğal gaz kaynaklarının yaklaşık % 18’ine sahiptir. Son dönemde, İran, üzerindeki uluslararası yaptırımların kalkması ile ülkeye yapılacak doğrudan yabancı yatırımlar ile doğal gaz rezervlerini geliştirecek teknolojiye sahip olabilecektir.  Küresel jeo-ekonomik ve jeopolitik dengeleri etkileme potansiyeline sahip olan İran, ekonomik yaptırımların aşamalı olarak kaldırılmasından sonra enerji piyasasına dönüşü uzun vadeli senaryoların tekrar gözden geçirilmesine neden olmuştur. İran Petrol Bakanı Bijan Namdar Zanganeh, ülkesinin enerji sektörünün gelişmesi için yaklaşık 50 milyar dolarlık bir yabancı yatırıma ihtiyacı olduğunu açıklamıştır.[25] Hazar’a kıyıdaş ülke sayısının Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra İran, Rusya, Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan olmak üzere beşe çıkması, Hazar’ın hukuki statüsünün belirlenmesini neredeyse imkânsız hale getirmiştir. İran’ın Hazar Denizi’nde yer alan enerji kaynakları, Azerbaycan ve Türkmenistan ile yaşanılan Hazar’ın hukuki statüsünün belirsizliği nedeniyle geliştirilmemiştir. İran’ın enerji dağıtımının en önemli terminallerinden ve geçiş noktalarından biri olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır. Bilhassa yaptırımlar sonrası İran’ın uluslararası piyasalarla bütünleşmesiyle ülke batılı aktörlerin ilgi odağı haline gelmiştir. Bu sayede jeopolitik önemi hızla artan İran, Hazar Havzasındaki enerji kaynaklarında ve bunların Avrupa enerji piyasasına aktarımında ön planda yer alan bir proje olan Güney Gaz Koridoru’nda söz sahibi olmak istemektedir.[26]

Sonuç

1990’lı yılların başlangıcında SSCB’nin parçalanmasıyla jeopolitik önemini giderek arttıran coğrafyalarından birisi Hazar’dır. Söz konusu bölge SSCB zamanında Moskova ve Tahran arasında paylaşılmaktaydı. Fakat 1991 senesinde SSCB’nin dağılmasının Hazar’da üç yeni devlet daha ortaya çıkmıştır ki; bunlar Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan’dır. Bu bölgedeki hidrokarbon kaynakları, komşu ülkelerin yanı sıra bölge dışındaki büyük devletlerin dikkatlerinden kaçmamıştır.

Orta Doğu coğrafyası, on yıllar boyunca temel hidrokarbon tedarikçisi konumunu muhafaza etmiştir. Ancak burada yaşanan çalkantılar, petrol ve gaza yüksek bağımlılığı bulunan gelişmekte olan ülkelerin yanı sıra gelişmiş Batılı ve Asyalı devletleri de yeni tedarik kaynakları bulmak zorunda bırakmıştır. Bu minvalde, Hazar coğrafyası öncelikle akla gelen bir alan hüviyetine kavuşmuştur. 1990’ların ilk yarısından itibaren Bakü, Astana ve Aşkabat’ın sahip olduğu muazzam ölçekteki hidrokarbonların dünya piyasalarına aktarımı çerçevesinde, Batılı devletler, Asyalı devletler ve Rusya Federasyonu arasında geniş kapsamlı bir jeopolitik mücadele yaşanmaktadır. Ancak bu noktada, adı geçen kaynakların dünya pazarlarına sunulması hususunda engel olarak sunulan bir mesele söz konusudur ki – bu konu Hazar’ın hukuki statüsünün henüz belirlenememesidir. Sorunun tarafları arasında bir çözüme varmak amacıyla sayısız görüşmeler gerçekleştirilmesine rağmen, hâlihazırda mutabakata varılamadığı söylenebilir. Kremlin, meseleyi dondurulmuş vaziyette bırakarak, Tahran dışındaki başkentler üzerinde egemenliğini korumak amacındadır. Hazar’ın kapalı konumundan ötürü Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan’ın açık denizlere ulaşma şansının bulunmaması ve SSCB döneminde inşa edilen boru hattı ağlarından dolayı bu ülkelerin hidrokarbon kaynaklarını dünya pazarlarına arzı bağlamında Moskova’ya bağımlılıkları, Rusya Federasyonu açısından kilit bir avantaj olarak görülmektedir. Tahran çerçevesinden ele alındığında, mevzubahis coğrafyanın petrolünün ve gazının dünya pazarlarına sunulmasının mümkün olabilmesi için, Hazar’ın statüsünün ivedilikle belirlenmesi gerektiği tezi savunulmaktadır. Buna ilaveten, Tahran, statü meselesi açıklığa kavuşturulmadan bölgedeki hidrokarbon kaynaklarının çıkartılmasına, işletilmesine ve dünya pazarlarına taşınmasına dönük diğer bölge ülkeleri tarafından yabancı enerji şirketleriyle yapılan anlaşmaların hukuk dışı olduğuna işaret etmektedir. Aşkabat ve Astana, Moskova’ya olan bağımlılıklarından dolayı Kremlin’e karşı bir politika yürütememektedirler. Aşkabat ve Astana, hidrokarbon kaynaklarını alternatif piyasalara sunma yönünde çaba göstermektedirler ki, bu çerçevede her ikisinin de Pekin ile bu alanda geliştirdiği ilişkiler önem arz etmektedir.

Bakü, Hazar’ın statüsündeki belirsizliğin bu bölgenin hidrokarbon kaynaklarının dünya pazarlarına aktarılması amacıyla ortaya konulan boru hatları projeleri açısından engel teşkil etmediği düşüncesindedir. Azerbaycan, diğer bölge ülkeleriyle kıyaslandığında, Haydar Aliyev döneminden itibaren nispeten daha dengeye dayanan bir siyaset takip etmektedir. Nitekim Bakü’nün Batılı şirketler ve Türkiye ile geliştirip devreye aldığı Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı ve Bakü-Tiflis-Erzurum Gaz Boru Hattı projeleri bu kapsamda ön plana çıkmaktadır. Öte yandan, Bakü ve Aşkabat arasında Serdar/Kepez yataklarının mülkiyeti konusunda anlaşmazlık halen sürmektedir. Rusya Federasyonu’na doğal gaz tedarikinde yüksek bir bağımlılığı bulunan AB, özellikle Ukrayna-Rusya temelli 2006 ve 2009 gaz krizlerinden ciddi oranda etkilendikten sonra, alternatif bir enerji koridoru geliştirme çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. Bu doğrultuda, Azerbaycan’ın Şah Deniz 2 sahasından çıkarılacak gazın TANAP ve TAP kanalıyla Avrupa ülkelerine aktarılması öngörülmektedir. Buna yönelik olarak, projenin tarafı ülkeler bu koridoru ivedilikle devreye alabilmek için yoğun gayret göstermektedirler. Öte yandan, Avrupa’nın önümüzdeki yıllarda giderek artacak gaz ihtiyacı dikkate alındığında, ortaya konulan Güney Gaz Koridoru’nda sadece Bakü’nün tedarikçi olmasının yeterli olmayacağının altı konunun uzmanlarınca çizilmektedir. Mevzubahis durumdan dolayı, yeni tedarikçi ülkelerin Güney Gaz Koridoru’na dâhil edilmesi düşünülmektedir. Hazar Bölgesi’nde bulunan ve muazzam doğal gaz kaynaklarına sahip İran İslam Cumhuriyeti ve Türkmenistan, bahse konu tedarikçi ülkeler arasında en ön sıralarda yer almaktadırlar. İran ve P5+1 ülkeleri arasında nükleer program konusunda Ocak 2016’da varılan anlaşmanın ertesinde bu ülkeye dönük yaptırımların kalkması ve de özellikle bu ülkenin enerji sektörünün geliştirilmesine yönelik Avrupa ülkelerinin artan ilgileri düşünüldüğünde, Tahran’ın -enerjiyle ilgilenen birçok kurumun istatistiklerine göre gaz rezervleri açısından ilk sıradadır- Avrupa enerji güvenliği açısından oynayabileceği rollerin önemi daha iyi anlaşılabilir. Aşkabat özelinde ele alındığında ise, dünya üzerinde elinde bulundurduğu gaz rezervi ile bu alanda ilk beşte yer alması kritik bir konumda olmasına yol açmaktadır. Ancak Aşkabat’ın özellikle gaz kaynakları bağlamında Rusya ile uzun dönemli sözleşmeler imzalaması ve Bakü ile arasındaki Serdar/Kepez anlaşmazlığı, durumu karmaşıklaştırmaktadır. Nitekim hem AB, hem de Türkiye söz konusu sorunun çözümüne yönelik girişimlerde bulunmalarına rağmen şu ana kadar bir sonuç alamamışlardır.

Neticede, Moskova, bölge hâkimiyetinin muhafazası için burada bulunan ülkelerin enerji kaynaklarını kendi kontrolünde tutmak ve birtakım bölgesel çatışmaları dondurulmuş kriz durumunda bırakmak temelinde bir strateji yürütmektedir. Kremlin’in Dağlık Karabağ politikası, Tiflis’e 2008’de yaptığı askeri müdahale ve son olarak da hâlihazırda Ukrayna’da süren kriz, bu çerçevede örneklendirilebilir. Hazar ölçeğinde düşünüldüğündeyse, büyük bir mücadelenin halen devam ettiği söylenebilir. Tarafların mevcut pozisyonları irdelendiğinde, söz konusu ülkelerin izledikleri politikalardan geri adım atacağından bahsetmek zordur. Bu sorunun gelecekte çözüme kavuşturulmasının biricik koşulu, meselenin taraflarının çözümün tüm taraflar açısından “Kazan-Kazan” durumu oluşturacağına dair bir ortak paydada buluşmalarıdır. Nitekim hepimiz tarafından çok iyi bilinen Gerçekçilik (Realizm) teorisinin şu sloganı konunun çözümüne ışık tutabilir: “Devletler arasında ezeli ve ebedi dostluklar ya da düşmanlıklar yoktur sadece devletlerin çıkarları mevzubahistir.” Sonuç olarak, Hazar’ın statü belirsizliğin ortadan kaldırılması, Avrupa enerji güvenliği açısından çok kayda değer sonuçlar doğurabilir/doğuracaktır.

Sina KISACIK & Furkan KAYA

DİPNOTLAR

[1] Nermin Zahide Aydın, “Hazar Enerji Kaynakları ve Siyaset”, KSÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 9, 2012, s. 207.

[2] Gökhan Bayraktar, “Hazar’daki Jeopolitik Mücadelenin Türkiye’nin Enerji Güvenliğine Etkileri”, Stratejik Öngörü, Sayı:11, 2007, s. 83.

[3] Zhanat Momynkulov, “Rusya’nın Hazar Bölgesi Enerji Politikasında Kazakistan”, içinde Hazar’dan Karadeniz’e Stratejik Bakış, (ed.) Okan Yeşilot, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2014, ss. 151-162.

[4] Aidarbek Amirbek, “Soğuk Savaş Sonrası Hazar’ın Statüsü ve Sınırlandırma Sorunu: Kıyıdaş Devletlerin Yaklaşımları Açısından Analizi”, Karadeniz Araştırmaları, Sayı: 46, 2015, s. 25.

[5] Faysal Köten, “Boru Hattı Projelerinin Hazar Havzası Jeopolitik ve Jeoekonomisindeki Rolü”, Avrasya İncelemeleri Dergisi, Sayı: 2, 2013, s. 77.

[6] Kübra Deren Ekici, “Enerji Diplomasisi ve Hazar Havzası”, içinde Enerji Diplomasisi, ed. Hasret Çomak, Caner Sancaktar ve Zafer Yıldırım, İstanbul, Beta Basım Yayım Dağıtım, 2015, ss. 335-337.

[7] Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk, Gözden Geçirilmiş 5. Baskı, Turhan Kitabevi, İstanbul, 2007, s. 250.

[8] Mustafa Gökçe, “Tarihsel Perspektiften Rusya’nın Hazar Denizi’ne Olan İlgisi ve Bölge Politikaları”, içinde Rusya’nın Doğu Politikası, ed. Sezgin Kaya, Bursa, Ekin Yayınevi, 2013, s. 297.

[9] Barbara Janusz (2005), “The Caspian Sea Legal Status and Regime Problems”, Chatham House, 2005, https://www.chathamhouse.org/sites/files/chathamhouse/public/Research/Russia%20and%20Eurasia/bp0805caspian.pdf, s. 3, Erişim Tarihi:16 Şubat 2015.

[10] Erkan Avcı, “Hazar Denizinin Statüsü Sorunu ve Sahildar Devletlerin Yaklaşımları”,  içinde Putin’in Ülkesi: Yeni Yüzyıl Eşiğinde Rusya Federasyonu Analizi – Siyasal Sistem – Ekonomi – Güvenlik – Dış Politika, ed. İrfan Kaya Ülger, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2015, ss. 268-274.

[11] Mohammad-Reza Djalili ve Thierry Kellner, Yeni Orta Asya Jeopolitiği: SSCB’nin Bitiminden 11 Eylül Sonrasına, çev. Reşat Uzmen, İstanbul, Bilge Kültür Sanat, 2009, s. 169.

[12] Oktay F. Tanrısever, “Rusya’nın Orta Asya’da Sarsılan Hegemonyası ve Afganistan Politikası: Moskova’nın Orta ve Güney Asya’ya Dönük Değişen Yaklaşımının Temelleri ve İkilemleri”, içinde Uluslararası Sistemde Orta Asya: Dış Politika ve Güvenlik, der. M. Turgut Demirtepe ve Güner Özkan, Ankara, USAK Yayınları, 2013, s. 11.

[13] Sina Kısacık & Tülin Avcı, “An Assessment of the Pipeline Projects for the Transportation of Caspian Basin Hydrocarbons within the Context of Energy Strategies of the United States, the Russian Federation, and Turkey”, içinde Turkish Foreign Policy in the New Millenium, ed. Hüseyin Işıksal ve Ozan Örmeci, Frankfurt Am Main, Peter Lang GmbH, 2015, ss. 468-470.

[14] Hakan Sezgin Erkan, Sina Kısacık, Damla Sevimli, Türkiye’nin Komşuları Cilt –I: XV. Yüzyıldan XXI. Yüzyıla Türkiye-Azerbaycan İlişkileri ve Azerbaycan’ın Sosyal, Ekonomik, Kültürel Değişimi, İstanbul, Kanes Yayınları, 2015, ss. 440-441.

[15] Mesut Hakkı Caşın, Novgorod Knezliği’nden XXI. Yüzyıla Rus İmparatorluk Stratejisi, Ankara, Atlas Kitap, 2015, ss. 441-442.

[16] Hakan Sezgin Erkan, Sina Kısacık, Damla Sevimli, Türkiye’nin Komşuları Cilt –I: XV. Yüzyıldan XXI. Yüzyıla Türkiye-Azerbaycan İlişkileri ve Azerbaycan’ın Sosyal, Ekonomik, Kültürel Değişimi, ss. 445-446.

[17] Necdet Pamir, Enerjinin İktidarı: Enerji Kaynaklarını Elinde Tutan Dünyayı Elinde Tutar! , İstanbul, Hayykitap, 2015, ss. 94-101.

[18]  Nurşin Ateşoğlu Güney &  Vişne Korkmaz, “The Energy Interdependence Model between Russia and Europe: An Evaluation of Expectations for Change”, Perceptions, Cilt 9, Sayı: 3, 2014, ss. 48-50.

[19] Sina Kısacık, “Türkiye’nin Enerji Stratejisi”,  içinde Türk Dış Politikasında Güncel Eğilimler (2000-2014), ed. Deniz Tansi ve Hakan Sezgin Erkan, İstanbul, Kanes Yayınları, 2015, s. 170.

[20] Furkan Kaya & Sina Kısacık, “Türkiye-Hazar Bölgesi Ülkesi İlişkileri”, içinde Türk Dış Politikasında Güncel Eğilimler (2000-2014), ed. Deniz Tansi ve Hakan Sezgin Erkan, İstanbul, Kanes Yayınları, 2015, ss. 244-255.

[21]  Sina Kısacık, “Türkmenistan, Avrupa’nın Yeni Yıldızı Olabilir mi?”,  Uluslararası Politika Akademisi, 1 Haziran 2015, http://politikaakademisi.org/2015/06/01/turkmenistan-avrupanin-yeni-yildizi-olabilir-mi/, Erişim Tarihi: 15 Mart 2016.

[22] Azime Telli, “Rusya Federasyonu Enerji Kaynakları”, içinde Putin’in Ülkesi: Yeni Yüzyıl Eşiğinde Rusya Federasyonu Analizi – Siyasal Sistem – Ekonomi – Güvenlik – Dış Politika, ed. İrfan Kaya Ülger, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2015, ss. 190-192.

[23] Halit Gülşen, “Rusya-AB Anlaşmazlığı ve Dış Politika Aracı Olarak Enerji”, 2009, https://www.academia.edu/741159/Rusya-AB_Anla%C5%9Fmazl%C4%B1%C4%9F%C4%B1_ve_D%C4%B1%C5%9F_Politika_Arac%C4%B1_Olarak_Enerji, Erişim Tarihi: 26 Mart 2016.

[24]  İsmail Hakkı İşcan, “Uluslararası Enerji Güvenliği Açısından Hazar Bölgesi Enerji Ekonomisi ve Hazar Denizi’ni Paylaşım Sorunu”, Sosyoekonomi Özel Sayı, 2010, s. 78.

[25] Najmeh Bozorgmehr, Lionel Barber, Roula Khalaf ve Guy Chazan, “Iran opens contacts with oil groups”, Financial Times, 26 Kasım 2013, http://www.ft.com/cms/s/2/2e341574-56ab-11e3-ab12-00144feabdc0.html#axzz43uynrqFv, Erişim Tarihi: 22 Mart 2016.

[26] Omid Shokri Kalehsar, “Iran’s Energy Sector: Post Sanctions”, in Enerji Diplomasisi, ed. Hasret Çomak, Caner Sancaktar ve Zafer Yıldırım, İstanbul, Beta Basım, Yayım, Dağıtım, 2015 ss. 431-433.

 

Leave A Response »

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.