ABD Seçimleri’nin hemen ardından İsrail’in Gazze’ye yönelik olarak başlattığı ve “Bulut Sütunu” adını alan hava saldırısı Filistin topraklarını bir kez daha yangın yerine çevirdi. Şu ana kadar 50’ye yakın Filistinli sivilin hayatını kaybettiği ve Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin El Kassam Tugayları’nın komutanı olan Ahmed El Cebari’nin de yaşamını yitirdiği bu saldırılar zamanlama açısından ilginç bir döneme denk geldi. Suriye Krizi nedeniyle Ortadoğu’da tansiyonun bu kadar yükselmiş olduğu bir dönemde başlayan bu krizin arka planını incelemek saldırının amacı ve gidişatı hakkında önemli ipuçları verebilir.
İsrail’in Hamas hedeflerine yönelik olarak gerçekleştirdiği saldırı, tüm dünyanın dikkatinin Suriye’ye odaklandığı bir dönemde gerçekleşti. Suriye’deki halk ayaklanmasının kontrolünün aşırı dinci örgütlenmelere geçmekte olduğu algısının kuvvetlendiği bir dönemde İsrail’in Hamas’a saldırması önemli. Hamas, Mahmud Abbas’ın liderliğini yürüttüğü El Fetih’in aksine din temelinde hareket eden bir yapılanma olarak bilinmektedir. İsrail, Suriye bağlamında aşırı dinci örgütlenmelere karşı oluşan olumsuz algıyı da kullanarak, Hamas’ın kontrolündeki Gazze’ye olan saldırısını meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Açıkçası, Gazze Saldırısı sonrası Batı Dünyası’nın ve BM’nin çok ciddi bir tepki göstermediği de dikkate alındığında, İsrail’in doğru bir zamanlamayla hareket ettiği anlaşılıyor.
Saldırının ABD’de düzenlenen başkanlık seçimlerinin hemen ardından düzenlenmesi de ilginçtir. Nitekim Netanyahu Hükümeti ile Obama arasındaki ilişkiler, İran Meselesi ve İsrail Hükümeti’nin Filistinlilere karşı olan tutumu nedeniyle iyi değildi. Ne var ki, Netanyahu Hükümeti başkanlık seçimleri esnasında açık bir Obama aleyhtarlığı sergilemedi. Her ne kadar Mitt Romney’in İsrail ziyareti esnasında Romney’e olan eğilim gözler önüne serilmiş olsa da, bu eğilim göze batacak şekilde ortaya konmadı. Obama’nın seçimleri kazanmasının hemen ardından Gazze Saldırısı’nın düzenlenmesi, Obama ve Netanyahu arasında seçim öncesinde Gazze konusunda belli bir anlaşmaya varıldığını gösteriyor. Zira Obama, Gazze Saldırısı’na seyirci kalmayı ve İsrail’in meşru haklarından dem vurmayı tercih etmiş durumda. Obama, ABD’deki Yahudi Lobisi’nin desteğini kaybetmemek ve ülkenin İsrail ile olan geleneksel müttefikliğinin devam ettiğini kanıtlayabilmek uğruna Gazze’de sivillerin öldürülmesine seyirci kalmayı tercih etmiştir.
Bulut Sütunu Operasyonu, ABD ile İsrail arasında bir süredir devam eden Austere Challenge-12 adlı füzesavar tatbikatının devam ettiği günlere denk getirilmiştir. Nisan-Mayıs 2012 tarihlerinde düzenlenmesi planlanan ancak “teknik” sebeplerle Ekim sonu Kasım başına denk getirilen bu tatbikat, Amerikan Füze Savunma Kurumu (MDA) ile İsrail Hava Kuvvetleri Hava Savunma Dairesi ve ABD’nin Avrupa Komutanlığı ortaklığında düzenleniyor. Bu tatbikat bağlamında İsrail’e yerleştirilen Patriot füzelerine dayalı Demir Kubbe hava savunma sistemi, İsrail’in Gazze’den, Lübnan’dan ya da İran’dan gelebilecek füzelere karşı güvende olmasını sağlamaktadır. Yani İsrail, hava saldırısı düzenlerken kendisine yönelik tehditlerin kolaylıkla bertaraf edileceğini bilerek hareket etmektedir. Gazze Operasyonu’nun bu tatbikatın paralelinde gerçekleştiriliyor oluşu ve başkanlık seçimlerinin hemen ardından başlatılması, Obama Yönetimi ile İsrail arasındaki eşgüdümün bir başka göstergesidir.
İsrail’in Gazze’ye düzenlediği saldırı, bu ülkede düzenlenecek seçimlerin arifesinde gerçekleşiyor. Bu noktada Netanyahu’nun, İsrail’de ağırlıkta olan milliyetçi-muhafazakâr tabanı kendi kişiliği etrafında birleştirme yönünde bir manipülasyona giriştiğini de söyleyebiliriz. Nitekim Netanyahu Hükümeti, koalisyonu oluşturan aktörler arasındaki eşgüdüm eksikliği, anlaşmazlık ve son dönemde iyice ayyuka çıkan ekonomik kriz nedeniyle halk desteğini kaybetmeye başlamış durumdadır. Toplum tabanında artan rahatsızlığın sokaklara yansımaya başlaması ise din dışında herhangi bir toplumsal dayanağa sahip olmayan İsrail için çok tehlikeli sonuçlara yol açabilir. Netanyahu, Gazze Saldırısı ile toplumu dış politikaya kanalize ederek belli bir ulusal tehdit tanımlaması yapıyor ve bu kurgu üzerinden toplumu bütünleştirmeye çalışırken kendi koltuğunu da garantiye almanın çabası içerisine giriyor.
Gazze Operasyonu, Hamas ile Mısır’daki Muhammed Mursi Yönetimi’nin de arasını açmaya yönelik bir çaba olarak görülebilir. Zira Mısır’da iktidara gelen Müslüman Kardeşler ile Hamas arasında ideolojik ve siyasal bir müttefiklik ilişkisi bulunmaktadır. Ne var ki, İsrail’in düzenlediği operasyon bağlamında Mısır’ın Gazze’ye askeri ve siyasal anlamda yeterince destek olamaması bu iki aktörün arasının açılmasına yol açabilir. Zaten İsrail’in en önemli hedeflerinden biri de devrim sonrası İsrail ile ilişkileri gerginleşen Mısır Yönetimi’ne ve özellikle Müslüman Kardeşler’e Filistin Meselesi bağlamında yapabilecekleri fazla bir şeyin olmadığını göstermektir. Gazzelilerin yüzlerini döndükleri Mursi Yönetimi’nin pasif ve edilgen bir tutuma sürüklenmesi, Arap Baharı sonrasında Filistin Meselesi ekseninde değişen hiçbir şeyin olmayacağının anlaşılabilmesi açısından önemli olacaktır.
Bulut Sütunu Operasyonu, oluşturulan hava savunma sisteminin etkinliğini Gazze’deki Hamas saldırıları bağlamında test etmektedir. Yani İsrail, Gazze halkını deney grubu niteliğine indirgemiş durumdadır. Test edilmek istenen şey ise, bu sistemin Lübnan’daki Hizbullah’a karşı ne denli koruyucu olabileceğinin anlaşılabilmesidir. İsrail’in Hizbullah ile olan uzun erimli mücadelesi dikkate alındığında bu nokta göz önünde bulundurulmalıdır. Suriye’deki halk ayaklanması ve yönetim değişikliği talebi noktasında Hamas’ın Esad muhalifi cephede yer alması, bu örgütün Suriye, Hizbullah ve İran ile olan müttefiklik ilişkilerinin de ortadan kalkmasına yol açmıştır. Bu durumun bilincinde olan İsrail, İran ve Hizbullah’ın Hamas’a yardım etmeyeceğini hesaba katarak operasyonu başlatmıştır. Açıkçası İsrail’in bu öngörüsünün doğru olduğu da kolaylıkla anlaşılabilmektedir.
İsrail’in Gazze Saldırısı, Sünnilik-Şiilik ekseninde bir kutuplaşmaya doğru giden Ortadoğu’da İsrail’in kolaylıkla manevra yapabileceği geniş bir alan yaratıldığını ortaya koymaktadır. Önceleri İsrail’e karşı eşgüdüm ve hatta ortaklık çerçevesinde hareket edebilen Hamas ve Hizbullah’ın Sünni-Şii kutuplaşması bağlamında aralarının açılması, bu durumun açık bir göstergesi olarak algılanmalıdır. Bu nedenle, Arap Baharı’nın toplumsal dinamikleri yakından izlenmeli ve getirilerinin yanı sıra bu dalgaya eklemlenmiş olumsuzluklar da dikkatle irdelenmelidir.
Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU