Uluslararası Politika Akademisi (UPA) röportaj serisine sitemizin ve oluşumumuzun Genel Koordinatörü ve her zaman kendimize örnek aldığımız değerli hocamız Dr. Ozan Örmeci ile başlıyoruz. Dr. Ozan Örmeci ile röportaj Ahmet Ceylan ve İsa Uslu tarafından 24 Mart 2012 tarihinde Uşak’ta Lal Kafe’de gerçekleştirilmiştir.
Ahmet Ceylan: Hocam merhaba. Daha önce Politik Psikoloji Derneği adına sizinle bir röportaj yapmıştık ancak ilk defa kendi oluşumumuz adına böyle bir girişimde bulunuyoruz. Teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Hocam bildiğiniz üzere Uşak Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümü öğrencileri olarak Uluslararası Politika Akademisi adlı bir dış politika analiz ve açık istihbarat sitesini faaliyete geçirdik. Siz de Genel Koordinatörümüz olarak bu projede bize destek veriyorsunuz. UPA projesini ve geleceğini nasıl görüyorsunuz? Sizce biz olaya fazla heyecanlı ve hayalperest mi yaklaşıyoruz yoksa genç üniversite öğrencileri olarak bir düşünce kuruluşuna giden yolda bu ülkeye gerçekten katkı sunmamız mümkün mü?
Dr. Ozan Örmeci: Öncelikle bu proje nedeniyle çok mutlu ve gururlu olduğumu söylemeliyim. Zira bu proje aslında benim sizi olmanızı istediğim gibi cesur, kendine güvenen, dünyaya açık ve girişimci olarak yetiştirebildiğimin bir ispatı. Uşak gibi ihmal edilmiş bir Anadolu kentinde, Uşak Üniversitesi gibi yeni ve son derece mütevazı imkânları olan bir eğitim kurumunda bir dış politika analiz sitesi oluşturup, devam ettirebilecek seviyede öğrenciler yetiştirmek kolay değil. Bunu başarabildiğimi görüyorum ve bu projenin geleceğinin çok parlak olabileceğini düşünüyorum. Elbette diğer üniversitelerden yetenekli genç arkadaşlarımızın ve değerli hocalarımızın katılımıyla sitenin seviyesi ve kalitesi yükseltilmeli. Öte yandan sitenin bir amacı da kendi alanında uzmanlaşacak, yabancı dil bilen ve büyük düşünebilen dış politika analistleri ve uzmanlar yetiştirebilmek olmalı. Böylelikle Türkiye’ye ve kurumlarına da ciddi bir katkı sunulabileceğine inanıyorum. Heyecanlı olmanızın olumlu bir şey olduğunu düşünüyorum. Hayal kurmak da son derece faydalıdır fakat elbette bu hayallere doğru yürürken ayaklarınız yere basmalı. Ben bu projenin başarılı olacağına yürekten inanıyorum ve yoğun işlerimden fırsat buldukça size elimden gelen katkıyı sağlamaya çalışacağım. İleride bu proje nereye doğru gidebilir emin değilim ama dış politika alanında özgün katkılar sunabilecek, diğer kuruluşların üzerine yeterince eğilmediği konulara odaklanacak bir dış politika haber ve analiz sitesi olarak bu projenin başlı başına önemli bir iş olduğunu düşünüyorum.
İsa Uslu: Hocam dünyanın her yerinde gençler yeni projeler yapmaları, ülkelerini daha ileri götürmeleri için teşvik edilirken neden sizce ülkemizde gençlerin yapmaya çalıştıkları her proje engellenmeye çalışılıyor, gençlerin önüne engeller çıkarılıyor?
Dr. Ozan Örmeci: Biliyorsunuz Türk töresinde, geleneklerinde büyüklere saygı çok önemli bir yer tutar. Hakikaten hepimiz yaşça büyük kimselere daha saygılı davranır, hataları olsa bile bunları yüzlerine karşı söylemekten çekiniriz. Bu durum saygı açısından güzel bir şey ancak sanıyorum bazen de hataların ortaya çıkmasını engelliyor. Gençlerin önünün kesilmesi bir ülkenin yenilenmesini geciktirir ve o ülkeye ancak zarar verir. Fakat gençlerin de elbette hayat tecrübesi onların çok üzerinde olan büyüklerinin tavsiyeleri doğrultusunda işler yapmaları onları daha başarılı kılacaktır. Bizdeki gençlerin engellenmesi meselesinin, Türk siyasal tarihinde geçmişte gençliğin aşırı politize olduğu 12 Eylül öncesi dönemle ilgisi olabileceğini tahmin ediyorum. Fakat gençlerin önlerinin kesilmesi ve onlara fırsat verilmemesi aslında onları daha radikalleştiren bir olay. Öte yandan henüz serbest piyasa ekonomisinin Türkiye’ye yeni yeni yerleşmesi nedeniyle demokratik rekabet kültürünün oluşmamış olması da bu konuda bir etken olabilir. İnsanlar özelikle taşrada medeni şekilde rekabet etmeyi yeni öğreniyorlar, kıskançlık ve rekabet nedeniyle alttan gelen gençleri engellemek için yanlış işler yapılıyor olabilir. Ama hiç endişe etmeyin, zamanı gelen bir fikri, zamanı gelen bir oluşumu hiçbir kuvvet engelleyemez.
Ahmet Ceylan: Hocam doktora tez konusu olarak eski Dış İşleri Bakanımız İsmail Cem’i çalıştığınızı biliyoruz. Sanıyorum bu nedenle bir siyaset bilimci olmanıza karşın çalışmalarınızın dış politika alanında yoğunlaştığını görüyoruz. Dış politika alanında takip ettiğiniz siteler, yazarlar, kurumlar var mı? Bunları bizimle paylaşır mısınız?
Dr. Ozan Örmeci: Evet doktora tezimde çok değerli fikir ve devlet adamı rahmetli İsmail Cem’in hayatını, fikri dünyasını ve dış politikasını incelemiştim. Dolayısıyla Türk dış politikasının bir dönemi hakkında da bayağı araştırma yapmış oldum. Dış politikaya aslına bakılırsa Fransızca ve İngilizce bildiğim ve yabancı kaynakları okumayı sevdiğim için eskiden beri meraklıyım. Bilkent Üniversitesi’nde verilen eğitimin evrensel niteliği nedeniyle de bu alana yatkın olduğumu düşünüyorum. Türkiye son yıllarda bu alanda bölgesel bir güce dönüşme hamlelerine paralel olarak adeta bir devrim yaptı ve düşünce kuruluşları, dış politika siteleri ve uzmanları anlamında tam bir patlama yaşandı. Henüz emekleme devresinde olduğumuzu kabul etmekle birlikte inanılmaz hızlı yol aldığımızı söylemeliyim. Zaten sizin oluşturduğunuz Uluslararası Politika Akademisi de bu sürecin bir sonucu. Ben Türkiye’deki tüm düşünce kuruluşlarını takip etmeye çalışıyorum. Farklı görüş ve kaynaklardan beslenmek kişinin düşünce dünyasını ve algı perspektifini genişletiyor. Yazar olarak bakıldığında ise özellikle gazetecilerden Kadri Gürsel’in yazılarını ilgiyle takip ediyorum. Hocalarımızı ise tek tek saymaya kalkmayacağım çünkü gerçekten bu alanda eser veren çok değerli onlarca hocamız mevcut. Bu konuda bir on sene sonra Türkiye çok çok daha iyi bir yerde olacaktır diye tahmin ediyorum.
İsa Uslu: Hocam sizce Türkiye 21. yüzyılda küresel bir aktör olmak adına nasıl bir strateji benimsemelidir?
Dr. Ozan Örmeci: Bu soru da aynı UPA gibi çok iddialı oldu. Buna kısa cevap vermek zor ama yine de deneyeyim. Bence 21. yüzyılda Türkiye’nin önce bölgesel lider rolünü perçinlemesi ve daha sonrasında küresel bir oyun kurucuya dönüşebilmesi için öncelikle enerji alanında muhakkak bir atılım yapması gerekiyor. Bu konuda fazla bilgi sahibi değilim ancak küreselleşme çağında yaşıyor olsak bile bir veya birkaç ülkeye enerji anlamında bağımlı olmanın bir ülkeyi dış politikada da daha zor bir duruma sokacağını herkes gibi ben de görebiliyorum. Bu alanda Orta Asya Türk Devletleri ile bağlarımızın kuvvetlendirilmesi ve doğaya zarar vermeden kendi enerjimizi üretebilir hale gelmemiz sanıyorum önemli bir dönüm noktası olacak. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanımız Sayın Taner Yıldız başta olmak üzere tüm devlet adamlarımızın bu konuya ciddiyetle eğildiklerini tahmin ediyorum. 21. yüzyılda Türk yükselişinin ana ayaklarından biri elbette Türkiye’nin 20. yüzyılda da sahip olduğu güçlü ordusuna dayalı sert gücüdür. Ancak Türkiye’nin 21. yüzyılda artık bu sert güç unsurunun yanında ve belki de ondan daha önde Amerikalı yazar Joseph Nye’ın “soft power (yumuşak güç)” adını verdiği, Sayın İbrahim Kalın’ın da “ince güç” olarak kullandığı diğer enstrümanları devreye sokması gerekiyor. Elbette bu unsurlar başta günümüzün ekonomi odaklı dünyasında Doç. Dr. Mehmet Şahin’in ifadesiyle adeta “çağdaş kolonizatör Türk dervişleri” gibi görev yapacak olan Türk şirketleri, işadamları ve markaları olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu mirasçısı Türkiye’nin zengin tarihsel kültürel birikimi olacaktır. Türkiye’nin Arap Baharı sürecinde Orta Doğu ülkelerine ihraç ettiği televizyon dizileri vasıtasıyla bölgesel etkinliğini arttırdığı yabancı basında hayli yazıldı-çizildi. Bu konu gerçekten üzerinde uzun uzun düşünülmesi, stratejiler geliştirilmesi gereken bir alan. Ben bu konuda daha saatler boyu konuşabilirim ancak izninizle şimdilik “yumuşak güç 21. yüzyılda çok önemli olacaktır” noktasında bırakayım.
İsa Uslu: Hocam geçtiğimiz haftalarda 14 Mart’ta bizleri Bilkent Üniversitesi’nde İngilizce olarak verdiğiniz “Türkiye’de Akademisyen Olmak” temalı bir konferansa götürdünüz. Burada “Kampüste Demokrasi (Democracy on Campus)” isimli bir Avrupa Birliği projesi kapsamında Türkiye’ye gelen Bükreş Üniversitesi öğrencilerinin katılımıyla çok verimli ve neşeli bir konferans izledik. Bu konferansta da dinlediğim bazı sözlerinizden yola çıkarak Türkiye’de akademisyen olmanın zorlukları üzerine bize neler söyleyebilirsiniz?
Dr. Ozan Örmeci: Türkiye’de her sektörde olduğu gibi akademisyenlik mesleğinde de en temel sorun bence maddidir. Gerçekten bu işi layıkıyla yapabilmek, dünyadaki en üst düzey meslektaşlarımızla yarışabilmek için dünyayı çok daha iyi takip etmek, yeni çıkan yayın ve kitaplara hemen ulaşabilmek zorundayız. İnternet ve online database’ler sayesinde bu sorun bir ölçüde çözüldü fakat yine de dünya çapında bilim adamları yetiştirebilmek istiyorsak onlara yurtdışından daha rahat kitap satın alabilecek, çeşitli araştırmalar yapmak üzere yurtdışına daha rahat seyahat edebilecek seviyede ekonomik gelir ve destek sağlamalıyız. Bunları yapmadıktan sonra neden Türkiye’den dünyaca ünlü bir siyaset bilimci çıkmıyor, neden dünyaca ünlü bir filozofumuz yok demeye pek de hakkımız yok gibime geliyor. Ayrıca özellikle taşra üniversitelerinde akademisyenler düşük maaşlarını bir nebze olsun düzeltebilmek adına 30-40 saat derse giriyorlar. Bu da akademisyenliğin dershane eğitmenliğine dönüşmesine neden oluyor ve dahası akademisyenlerin araştırma yapmak ve kaliteli bilimsel üretim yapmak için zamanlarını ve enerjilerini azaltıyor. Bu temel sorunlara ek olarak tabii ki özellikle yeni kurulan üniversitelerde ciddi bir altyapı eksikliği ve sistemsizlik sorunu göze çarpıyor. Böyle yerlerde keyfi uygulamalar ve yetersiz imkânlar genç akademisyenleri olumsuz yönde etkiliyor. Önceden Yüksek Öğretim Kurulu’nun varlığının da çok ciddi bir sorun olduğunu düşünürdüm. Fakat taşrada geçirdiğim üç yıl sonunda şunu söyleyebilirim ki, devlet terbiyesi almamış zalim derebeylerindense, devlet ciddiyetini yansıtan soylu krala hizmet etmeyi tercih ederim (gülüşmeler). Şaka bir yana elbette YÖK’ü kaldırma fikrine katılmasam da, YÖK’ün bazı yetkilerinin aşırı olduğunu görmek zorundayız. Üniversiteler rektör, dekan seçimi ve benzeri konularda bence de özerk olmalıdır. Lakin YÖK bence üniversiteler arası eşgüdüm ve koordinasyonun sağlanması ve devlet ciddiyetini sağlayacak merkezi denetim mekanizmasının korunması adına varlığını devam ettirmelidir. Zira YÖK olmadığı zaman, taşrada akademisyenler üzerindeki siyasi baskılar ve keyfi uygulamalar daha da artacaktır. Ayrıca akademisyenlere evrensel nitelikte bir meslek yapmaları nedeniyle diğer memur ve bürokratlardan daha farklı ve daha özgürlükçü bir yasal düzenleme yapılması gerektiğine inanıyorum. Akademisyenlerin sivil toplum kuruluşlarında, siyasal partilerde ve hatta özel sektörde danışman ve benzeri şekillerde görev yapmaları daha kolaylaştırılmalıdır. Akademisyenliğin sosyal statüsü ülkemizde dünyadaki gelişmiş demokratik ülkelerde olduğu gibi daha yüksek bir seviyeye getirilmelidir. Bunun yolu da akademisyen yetiştirirken son derece seçici davranmaktan geçer. Tamam, Anadolu’nun her yerine üniversiteler açtık, çok güzel ama yüksek lisans ve doktora programlarında acele etmemeliyiz. Fakat kendimi de dâhil ederek söylüyorum, akademisyenlerin de şişkin ego sorunlarını halletmeleri gerekiyor. Tabii bunlar olumsuz özellikler ancak akademisyenliğin birçok olumlu özelliği de var. Öğrencilerle iç içe olmak, değişen nesillerle beraber sürekli yeni şeyler öğrenmek, dinamik ve genç kalabilmek ve toplumda saygı görmek akademisyenliğin olumlu özellikleri olarak sayılabilir.
Ahmet Ceylan: Hocam şu sıralar konferanslarınız nedeniyle Anadolu’yu karış karış dolaştığınızı, çok yoğun olduğunuzu biliyoruz, bu nedenle sizi fazla meşgul etmek istemiyoruz. Son soru olarak Uşak Üniversitesi öğrencileri başta olmak üzere sizi takip eden üniversite öğrencilerine yönelik ne gibi mesajlar vermek istersiniz?
Dr. Ozan Örmeci: Son olarak tüm öğrencilerimize şunları söylemek istiyorum, hani Tevfik Fikret’in dediği gibi gerekirse “Hak bellediğiniz bir yola yalnız gideceksiniz”. Bir haksızlığa uğradığınız zaman korkup-sinmek, mücadeleden kaçmak yok. Kötü gibi gözüken bir olay bir bakarsınız zaman içerisinde sizin lehinize döner. Ben de aslına bakılırsa şu anda böyle bir süreci yaşıyorum. Uğradığım bir haksızlık sonrası tüm üniversitelerden inanılmaz yoğun bir ilgi var ve neredeyse her hafta bir üniversiteye giderek konferans veriyorum. Kitap satışlarımda da ciddi bir artış meydana geldi. Elbette bana haksızlık yapanların amacı bu değildi ama sağolsun hiç tanımadığım insanlar dahi bu süreçte bana destek çıktı, Türkiye’nin dört bir yanından destek e-mailleri aldım. Bir kez daha gördüm ki Türkiye halkı ve gençliği yüce gönüllüdür, akıllıdır, kimin peşinden gideceğini, kime destek vereceğini çok iyi bilir. Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin ciddi bir devlet olduğuna yürekten inanıyorum, gün gelir devlet yanlışlarını düzeltir, asıl suçluları bulur. Burayı çadır devleti zannedenler bir gün mutlaka bu yanlışlarını çok acı şekilde öğreneceklerdir. Bu nedenle gençlerimiz asla umutsuz olmasın, azimle çalışmaya devam etsinler. 21. yüzyıl, Türkiye’nin süper güç olma yolunda ilerleyeceği çok verimli ve hareketli bir asır olacak. Umuyorum belki de asırlar sonra bir Türk yüzyılı yaşanacak. Türk gençliği de bunu yaşayarak görecek, bu sürece katkı verecek. O yüzden gençlerimize mesajım; asla ve asla bu ülke sahipsizdir, yaptığınız çalışmalar görülmez, uğradığınız haksızlıklar düzeltilmez, ciddi işler yapmak değil de kolay yoldan köşe dönmek günümüzde tek gerçektir diye düşünmeyin. Bu ülkeye ve demokrasisine sahip çıkın, kendinizi geliştirin, dünya ile etkileşim içerisinde olun ve Türkiye’ye yakışır şekilde hep büyük düşünün.
Ahmet Ceylan: Hocam bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.